Demokrasinin yaygınlaşmasıyla birlikte “politika” kavramı da modern insanın yaşamında daha çok yer almaya başladı. Politik gücün uygun şartlarda monarşiyi hiç de aratmayacak bir bozulmaya uğrayabileceğini de bu süreçte gördük. Yedinci sanat da bu konuya kayıtsız kalmadı. İşte beyazperde.com’dan Ali Ercivan’ın seçtiği “politik yozlaşma” konulu yedi film…
IL DIVO
İtalyan siyaset tarihinin önemli isimlerinden biri olan, bizdeki Süleyman Demirel misali tam yedi kez Başbakanlık görevini üstlenmiş Giulio Andreotti’nin gerçek öyküsünü anlatıyor Il Divo. Ancak Andreotti’nin çöküş dönemine, mafya ile ilişkilerinin ayyuka çıkışına, çeşitli siyasi cinayetlerin arkasında yer alışına odaklanıyor. Bu kah geveze kah klip tadındaki film, ne yazık ki önemli bir şeyler söylemekten ziyade yönetmenin biçim şovuna yaslanıyor ve bu yüzden takibi oldukça güç bir hal alıyor.
FROST/NIXON
David Frost ve Richard Nixon’ın 1977 yılında, yani Watergate skandalı sonrasında gerçekleşen röportaj serisinin hayata geçiş sürecini anlatan film, nerede hata yaptığının hala farkında olmayan bir Nixon ile onun bakış açısını çözmeye çalışan ama aslında kendisi de sadece sansasyon yaratacak bir haber bulma peşindeki bir gazetecinin düellosunu taşıyordu perdeye. Ron Howard’ın en ustalıklı işi olarak değerlendirebileceğimiz, En İyi Film ve Yönetmen dahil beş Oscar adaylığı da bulunan Frost/Nixon , Frank Langella ile Michael Sheen’in güçlü performanslarıyla yükseliyordu.
RECOUNT
Kevin Spacey, John Hurt, Tom Wilkinson, Laura Dern gibi usta oyuncuları biraraya getiren Oyun (Recount), Amerika’da 2000 yılındaki başkanlık seçimlerinin sonucunu belirlemiş olan Florida oylarının yeniden sayım sürecini ve perde arkasında dönen dolapları ele alan Emmy ödüllü sağlam bir televizyon filmi. George W. Bush’un zaferini ilan etmesi ve Al Gore’un mağlubiyeti ile sonuçlanan bu şaibeli süreç (hatta fiyasko), sadece Amerika’nın değil, tüm dünyanın kaderini de etkilemişti hiç şüphesiz.
PRIMARY COLORS
68 kuşağı öğrenci hareketi içinden çıkıp siyaset sahnesinde yavaş yavaş yükselen ve doksanlarda Amerikan Başkanlığı için yarışan Jack Stanton ve eşinin hikayesi, Bill ve Hillary Clinton’la paralelliği sebebiyle çok konuşulmuştu. Politikaya belli bazı idealler uğruna atılan ama yıllar içinde bu idealleri teker teker görmezden gelmeye başlayan bir başkan adayı ile evliliklerini ve seçim kampanyalarını çeşitli seks skandallarından korumaya çalışan eşinin öyküsü…
BOB ROBERTS
Tim Robbins’in yeterince bilinmeyen bu ilk yönetmenlik denemesi, politikaya atılan bir folk şarkıcısının sahte belgeseli. Bir mockumentary olması, yani belgeselmiş gibi yapması, filmin en orijinal taraflarından biri ama asıl gücünü yaman bir siyasal ve toplumsal hiciv olmasından alıyor. Hollywood içindeki sol kanadın en aktif isimlerinden olan Robbins, bir politikacının sadece yalan dolan yoluyla ve medyayı doğru kullanarak nasıl yükselebileceğini, halkı milliyetçilik ve din gibi unsurlar üzerinden maniple etmenin de aslında ne kadar kolay olduğunu ürkütücü bir gerçekçilikle perdeye taşıyor…
THE CANDIDATE
Aday (The Candidate), kazanma şansı olmadığı için partisi tarafından seçim kampanyasında özgür bırakılan ama dürüstlüğü sayesinde beklenmedik bir popülarite elde eden Bill McKay isimli genç siyasetçiyi anlatıyor. Robert Redford tarafından canlandırılan bu karakter, seçimi kazanma şansı ortaya çıkınca değişmeye, dürüstlüğünü yitirmeye, oyunu kurallarına göre oynamayı öğrenmeye başlıyor. Senaryosu ile Oscar kazanmış bu film, Amerikan seçim sisteminin de gerçekçi bir portresini sunuyor.
MR. SMITH GOES TO WASHINGTON
Siyaset üzerine filmleri ele alıp Frank Capra’nın bu başyapıtına değinmemek olmaz. James Stewart’ın başrolünde yer aldığı bu müthiş film, büyük umutlar ve ideallerle Washington’a gelip Senato’da görev almaya başlayan genç ve halktan bir adamın, ülkenin yönetim kademesinde dönen oyunları görünce yaşadığı hayal kırıklığına rağmen inandığı değerlerden asla geri adım atmayışını ve verdiği kahramanca mücadeleyi anlatır. Evet, fazlasıyla naiftir ama Bay Smith’in Senato’yu resmen esir aldığı ve büyük tiradıyla son bulan final bloğu, bugün bile insanın tüylerini diken diken eder.
medyabold
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder