Ben Diyanet İşleri Başkanlığı’nda 26 yıl canla başla dinimi anlatmak için çalışan, bu zaman zarfında hiç bir uyarı ve kınama gibi basit cezaları bile almayan, dinini devletini vatanını ve bayrağını seven ve bu topraklar için canını vermeye hazır olan bir din görevlisiydim.
Çok sevdiğimiz mesai arkadaşı dediğimiz fakat imamlıkdan ziyade şeytanın ve siyasilerin bayraktarlığını yapan çıkarcı ve korkakların kendilerini korumak için yapmış oldukları iftira kampanyasına uğramış Hz. Aişe ve Hz. Yusuf’un kaderini paylaşan iftira zedelerden biriyiz. Hiç uzaktan ve yakından siyasetle ilgimiz olmadığı halde üç beş tane imam kisvesi altında siyasilerin bayraktarlığını yapan iftiracıların bizi karalayıp paralel yaftası atması ve hiç gitmediğimiz ve bilmediğimiz köylerde (İktidar partisinin aleyhinde diğer partilerin lehinde siyasi propaganda yapmak) suçu isnadı ile görevimize son verildi. Ne araştırma ne tetkik ne şahitleri dinleme ne de mahkeme oldu. Jet hızıyla uzaklaştırma verildi. Diyanet İşleri Başkanlığı’na bunu izah etmeye çalıştık.
Böyle bir şey yok diye en büyük yeminleri ettik. Kuran’ a el bastık ama nafile çünkü kor
ku bütün Türkiye’yi sarmış ve herkes kendi akıbetinden korktuğu için vicdanen rahatsız olsalar da saraydan gelen emri uyguluyorlardı.
Bununla da kalmayıp şeytan ve avaneleri birleşmiş görevden atıldıktan sonra da karalama kampanyasına devam etmişlerdi. Sokaklarda vebali hasta gibi muamele gördük, insanlar bizi görünce yolunu değiştirdi. Abartı sanmayın alış veriş için gittiğimiz insanlar bizi dükkânlarından kovdular. Sokaklarda meydanlarda ve pazarlarda arkamızdan “vatan haini! terörist!” diye bağırdılar. İnsanlar bizi görünce yollarını değiştirdiler. En yakınlarımız bile bize selam vermediler. Rencide edildik hakaretlere uğradık. Aç kaldık açıkta kaldık. Çaresiz sineye çektik, peygamber yolu dedik ama çocuklarımızın sokaktan duyup geldiği bize sorduğu soruları duyunca gözyaşlarımızı tutamayıp yutkunduk. “Baba seni niye görevden attılar. Baba hain ne demek. Baba sen hain misin”…daha neler neler!
Yeter mi dersin ama zulmün sınırı yok ki. Daha sonra çaresiz bir şekilde beklerken Allah bir kapı açtı ve bir turizm şirketinde şoför olarak asgari ücretle ise başladım. Allah ondan razı olsun ama bu da uzun sürmedi. Karalama kampanyası devam ediyordu ve biz orada çalışıyoruz diye orayı da şikayet ettiler ve bir gün sabah dükkanı basıp bilgisayar ve telefonlara el koyup o işyerini de kapattılar. Keşke böyle kalsaydı ama zulüm bir üst versiyonu ile devam etti. Biz aldığımız terbiye gereği her şeye boyun eğip Allah her şeyi görüyor ve biliyor deyip Allah’ın adaletine teslim olmuşken bir gece yarısı 10 tane resmi kıyafetli polisin evimize baskın yapıp çocukların korku dolu bakışları ve göz yaşları içerisinde arama yapıp, üç tane ninni kitabı ve bir masal kitabı ve Safahat’ı delil ve doküman olarak zaptedip insanlıklarını yitirmiş bir vaziyette beni gözaltına aldılar. Nezarethane de 1 hafta insanlık dışı muamelelere maruz bırakıldıktan ve 7 saat hukuktan uzak bir şekilde bir savcı sorgusundan sonra tutuklanıp doğruluğun ve iyiliğin suç sayıldığı dönemlerde olduğu gibi ağır suçlu olarak ceza evine gönderildim. 23 ay iddianame bekledikten ve suçsuz yere hapis yattıktan sonra sağlığım bozulmuş, huzurum kaçmış, damgalanmış ve çoluk çocuğumun psikolojisi bozulmuş bir vaziyette doktor raporu ile cezaevinden çıktım.
Hasta, işsiz, sağlık güvencesiz, bütün hakları elinden alınmış, bazı ehli vicdan kişilerin kollamasıyla hayatını sürdürmeye çalışan binlerce kişiden biriyim. Ama duam şudur “Allah’ım dünya çıkarları için ahiretini yakanlardan eyleme. Allah’ım mazlum olanlardan eyle ama zalimlere boyun eğdirme. Allah’ım iftira atanlardan eyleme . Bize sabır ver bizi bu zalimlerden koru ve bizim hakkımızı sen al”. Bunlar bu dönemde yaşadıklarımızın belki zekat miktarı ve kısacık bir arzuhalidir.
Kaynak: Mağduriyetler http://magduriyetler.com/2019/03/24/vicdansizlarin-eline-dustuk/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder