Kars’ı eski MHP’li yönetimden devralan, ancak henüz mazbatası teslim edilmeyen HDP’li Ayhan Bilgen’e göre partisinin 31 Mart stratejisi, Kürtlerin belirleyici etkisinin sadece Kürt illerinde değil, batı metropollerinde de belirleyici olduğunu gösterdi. Bunun Kürt politikası açısından sonuçlarının olabileceğini söyleyen Bilgen, “AKP ve Erdoğan bu kaybın faturasını özel olarak HDP’ye kesmek isteyecektir. İktidar bu yönlü arayışlara başlamış da olabilir ki, muhtemelen bu da çok yabancısı olmadığımız cezalandırma yöntemleri olacaktır” dedi.
‘DERSİM İÇİN DAYANIŞMA İŞBİRLİĞİ…’
Dersim’de TKP’den aday olan ve seçimi kazanan Mehmet Fatih Maçoğlu ile gerilimin sonlandırılması gerektiğini belirten Bilgen,”Seçim kampanyası sırasında kayyım konusunun hiç işlenmemesi bence Maçoğlu ve TKP açısından ciddi bir eksikliktir ama bunu bir kan davasına dönüştürmek de HDP açısından doğru olmaz. Nitekim parti adına yapılan açıklamada da Dersim için işbirliği ve dayanışma içinde hareket edilmesi gerektiğinin altı çizildi” ifadesini kullandı.
İrfan Aktan’ın sorularını yanıtlayan Bilgen’in Gazete Duvar’da yer alan söyleşisinin bir bölümü şöyle:
HDP 31 Mart seçimlerinin belirleyici aktörü olmasına rağmen bir önceki yerel seçimlere göre çok sayıda belediye kaybetti. Parti olarak bu tabloya yorumunuz ne?
Bir kere sonuçlara özeleştirel yaklaşma konusunda net bir ortaklaşmamız var. Halkı suçlayarak demokratik mücadele yürütülemez. Eğer bir eksiklik varsa bize, suç varsa da bu baskı ortamını yaratan, demokratik koşulları işlevsizleştiren siyasi iktidara aittir. 31 Mart Türkiye siyasi hayatında muhtemelen bir dönemeçtir. Bu dönemeçte Kürtlerin özgül ağırlığıyla ilgili potansiyel yükseldi. Ama bu potansiyelin somut tezahürü seçimden hemen sonra olmasa da, orta ve uzun vadede hissedilecektir.
31 Mart günü sizin aday olduğunuz Kars dâhil, halk hangi koşullarda sandık başına gitti?
Gözle görülür somut engellemenin olmadığı yerlerde bile, parti yöneticilerimizin tutuklanmış olması seçimin eşit koşullarda yaptırılmaması anlamına geliyor. Kars’ta mesela, 7 Haziran’da görev başındaki arkadaşlarımız, ondan sonraki kongrede seçilenler ve en son kongrede seçilenler; üç dönemin eş başkanlarının tamamı şu an cezaevinde. İlçe başkanlarımız için de aynı şey geçerli. Öte yandan 31 Mart’a girdiğimiz son ana kadar bir karşı propaganda olarak kayyım atanacağı tehdidi kullanıldı. Daha seçim bile yapılmadan sanki arkadaşlarımız göreve gelmiş, suçu da işlemiş ve bunun gereği yapılacakmış gibi “GBT’leri elimizde, hazır” dendi.
Peki nasıl oldu da HDP, MHP’nin çok güçlü olduğu Kars’ı alabildi?
Kars, 1960 ve ’70 kuşağının da çok güçlü toplumsal muhalefet dinamiklerini ortaya çıkardığı bir yer. 12 Eylül öncesi bütün sol, devrimci, demokrat hareketler burada büyük bir güç oluşturuyordu. Dolayısıyla 12 Eylül darbesinin üzerinde en sert geçtiği şehirlerden birisi de Kars olmuş. O yüzden Kars işkence ve gözaltında kayıp vakalarının en fazla yaşandığı yerlerden biri. Ezme politikaları burayı sağ popülizme teslim etmiş. Son 20-25 yıl içinde yerel yönetim bazında yapılan en yaygın şey kamu binalarının birilerine peşkeş çekilmesi, arazilerin satılması, yani şehrin yağmalanmasıdır. Bu da seçmende ciddi bir tepki, değişim arzusu yaratmıştı. Her tarafının çukur ve çamur olduğu, asgari belediyeciğin bile yapılmadığı bir ortam, HDP’ye yönelik tercihi güçlendirdi.
HDP’nin 31 Mart stratejisinin başlığı “Kürdistan’da kazanmak, batıda kaybettirmek”ti. Kürdistan’da arzuladığınız sonucu alamadınız ama Türkiye’nin batısında, siyasi dengeleri derinden etkilemeyi başardınız. HDP’nin etkili olduğu bölgede yapamadığını Türkiye’nin batısında yapmasını neye bağlıyorsunuz?
Aleni bir ittifak olmadığı halde tabanda bir destekleme ve tercih söz konusu olup örneğin İstanbul’da belediyenin el değiştirmesini sağladığınızda bunun başarısını hanenize yazdırmanız çok kolay değil. Ama herkesin bildiği fakat ilan edilemeyen tablo tam da sizin tarif ettiğinizdir. Bizim seçim stratejimiz riskliydi, fedakârlık gerektiriyordu. Anlatması, ikna edilmesi son derece zordu. Ama sonuç itibariyle genel anlamda bu proje başarılı olmuş, hedefine ulaşmıştır.
Peki bu stratejinin sizin açınızdan ne tür sonuçları olacağını düşünüyorsunuz? İktidarın gazabıyla mı karşılaşırsınız yoksa iktidarın gücünüzün farkına varıp ona göre bir pozisyon almasını mı bekliyorsunuz?
Ben her iki ihtimalin de söz konusu olduğunu düşünüyorum. Evet, AKP ve Erdoğan bu kaybın faturasını özel olarak HDP’ye kesmek isteyecektir. İktidar bu yönlü arayışlara başlamış da olabilir ki, muhtemelen bu da çok yabancısı olmadığımız cezalandırma yöntemleri olacaktır. Sonuçta Ankara, İstanbul, Adana, Antalya, Mersin gibi şehirlerde HDP’nin de katkısıyla sonuçların ortaya çıktığını bütün analizciler teslim ediyor. Bunun faturası bize kesilmek istenebilir ama parti kurullarımız stratejisini belirlerken bunları da göze almıştı. Sonuçta Türkiye siyasetini görmeden, bilmeden, anlık bir duygusal tepkiyle alınmış bir karar değildi bizimki.
Öte yandan bardağın dolu tarafına da bakmak lazım. HDP, Kürt gerçeğinin sadece Kürt illerinde değil, artık batı metropollerinde de var olduğu gösterilmiştir. Kürtler ve ayrımcılığa, baskıya maruz kalan diğer kesimler kazanamasa bile kimin kazanıp kaybedeceğine karar verecek anahtar bir role sahip olduklarını ortaya koydu. Artık bu kesimi görmeden, dikkate almadan siyaset yapmanın imkânı yok. Bu gerçeklik iktidar açısından belki Kürt sorununda kimi adımlar atmayı, ama aynı zamanda HDP’yi kriminalize etmeyi, bu iki ayağı eşzamanlı olarak sürdürmeyi gündeme getirebilir. Bu anlayışın ise hiçbir sonuç doğurma kabiliyeti yoktur. Yani her iki iş aynı anda yürütülemez. Birinden birini yapabilirsiniz ama ikisini birden yapmaya kalktığınızda, her iki hedefe de ulaşamazsınız. Galiba bunu bir kez daha yaşayacağız.
Peki AKP’nin, Kürt seçmenin kilit rolüyle beraber Suriye’deki gelişmeleri ve ekonomideki ağır krizi de dikkate alarak daha yumuşak bir tutum takınma, HDP’ye yönelik kriminalizasyon politikasının çıtasını düşürme olasılığı var mı?
Ekonomi politikalarında ne yapılacağı, kemer sıkma politikana mı yoksa sıcak para sorununu çözecek başka esnemelere mi gidileceği tercihi burada da belirleyici olacak. Ekonomi ve dış politika, özellikle batıyla ilişkiler konusu, güvenlik politikaları, Türkiye’de uzun süredir iç politikayı da belirleyen dinamikler. Fakat her halükârda 31 Mart’ta merkezi yönetimdeki güçle yerel yönetimdeki güç arasındaki dengenin değişmiş olmasının Türkiye siyasetinde yeni kırılmaları, arayışları, buluşmaları gündeme getireceğini düşünüyorum. Her ne kadar erken seçim için olumlu sinyal verilmese de, parlamento aritmetiğinde yaşanabilecek değişimler, yeni kurulabilecek partiler, Ankara siyaset dengelerini değiştirebilir. Bu da Kürt sorununda farklı pozisyon alışları beraberinde getirebilir.
CHP açısından bu yönde yeni bir pozisyon alış söz konusu olabilir mi?
CHP derken en az AKP kadar parçalı, farklı dengelerin parti içinde söz konusu olduğu bir siyasi gerçeklikten bahsediyoruz. CHP’nin değişim-dönüşüm sürecinin ne kadar ve hangi yönde yaşanacağı Kürt sorununu, Türkiye’de demokrasinin kurumsallaşmasını ve hatta Erdoğan’ın siyasi iktidarının ömrünü de etkileyecek. Kürt sorununda daha cesur bir pozisyon alması durumunda ulusalcı oyları kaybedeceği kaygısının CHP’yi kilitlediği, o yüzden de beklentileri karşılamasının zor olduğu görülüyor. Ama buna rağmen tabanın, gençliğin, toplumsal aktörlerin, siyasetin merkezine yönelik beklenti ve eleştirilerin CHP’de daha fazla yok sayılabileceğini düşünmüyorum. CHP’nin Ankara, İstanbul, Adana, Mersin gibi illerden çıkardığı dersin kalıcı bir başarı için yeterli olduğu kanaatindeyim.
Seçim süreci boyunca özellikle Dersim’de TKP’den aday olan ve seçimi kazanan Mehmet Fatih Maçoğlu’yla partiniz arasında gerilim yaşandı. Siz Dersim sonuçlarını nasıl yorumluyorsunuz?
Herkes kendi özeleştirisini yapmalı ama bundan sonrasına bakmak lazım. Fakat Dersim gibi en politik yerde bile marka değerinin bu kadar belirleyici olması, bence siyaset sosyolojisi bağlamında tartışılmaya değerdir. Maçoğlu’nun daha önce yönettiği Ovacık’ta aynı siyasetin kaybetmesi ama Dersim’de kazanması, kalıcı ve yapısal dönüşümün değil, günübirlik ve seçmen sempatisini elde etmeye dayalı siyasetin belirleyiciliğini gösteriyor.
O yüzden söyleşimizin başında popülizm tartışmasına işaret ettim. Burada asla popülizme teslim olmaktan bahsetmiyorum ama kontrollü, dengeli, denetlenebilir bir siyasetin inşası bence sadece HDP’nin değil, dünya solunun genel sorunu. İtalya’da da Almanya’da da eğer popülizm hep sağ siyasete kazandırıyorsa, sol ise bunun karşısında yeterince etkili sonuç alamıyorsa, bu konuya yaklaşımı ve tartışmayı baştan bir kez daha yapmak lazım. Bunu asla ilkesizlik, değerler dünyasını aşındırmak olarak görmüyorum. Sonuç itibariyle kitleler, eğitimli, politik kadrolar gibi düşünmezler. Sizin kendi durduğunuz yerden değil, onların durduğu yerden okuma yapmanız gerekir. Dersim seçiminde de oradaki halkın tanınır, görünür olma beklentisinin belirleyici olduğu kanaatindeyim.
Peki Dersim’de partinizle Maçoğlu arasındaki gerilim sonlanacak mı?
Mutlaka sonlanmak zorunda. Seçim kampanyası sırasında kayyım konusunun hiç işlenmemesi bence Maçoğlu ve TKP açısından ciddi bir eksikliktir ama bunu bir kan davasına dönüştürmek de HDP açısından doğru olmaz. Nitekim parti adına yapılan açıklamada da Dersim için işbirliği ve dayanışma içinde hareket edilmesi gerektiğinin altı çizildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder