AKP ülkenin farklı kaynaklarını tüketerek krizi yavaşlattı. Ekonomist Kubilay’a göre, krizde ikinci perdeye geldik ve AKP’nin elinde tek koz var.
BOLD – “‘Ekonomik kriz geride kaldı, dolar da artık uçup kaçmıyor, işsizlik varsa gençler iş beğenmediğinden’ sözleri havada uçuştuğuna göre ekonominin durumunu ve önümüzdeki döneme ilişkin beklentileri yazmanın vakti gelmiş demektir. Zor olan, algının ters yönde olduğu zamanlarda konuşmak ve uyarmak; can yaksa bile acıyı söyleyen dost olmak” diye başladığı paraanaliz.com’daki yazısında Kubilay, ekonomik krizde ikinci perdenin yaklaştığını yazdı.
AKP hükümetinin elindeki son kozun Türkiye Varlık Fonu olduğuna ve borçlanmak için bu fonun kullanılacağına dikkati çeken Kubilay, bu adımın sonunda da fona bağlı şirketlerin doğrudan yabancı yatırımcıların ellerine geçeceğini kaydetti.
1-“Ekonomik kriz geride kaldı, dolar da artık uçup kaçmıyor, işsizlik varsa gençler iş beğenmediğinden” sözleri havada uçuşuyor. Böyle bir ortamda ekonominin durumunu ve önümüzdeki döneme ilişkin beklentileri yazmanın vakti gelmiş demektir.
— Dr. M. Murat Kubilay (@mmkubilay) October 23, 2019
Kubilay’ın twitter’da flood da yaptığı yazısında çarpıcı bölümler şöyle:
“2008 küresel finansal krizi bizlere gösterdi ki krizler; sert bir başlangıç, hızlı bir dibe iniş, ani bir şekilde sıçrayış şeklinde tek perde olarak artık yaşanmıyor…
Tüm iktisatçıların üzerinde anlaştığı üzere Türkiye, döviz cinsi borç nedeniyle krize girmişti. Aşağıda bu borcun GSYH’ye olan oranının Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırmış güncel halini bulabilirsiniz (%61,9).
“VATANDAŞTA EKONOMİNİN İYİLEŞTİĞİNE DAİR HERHANGİ BİR İNANÇ BULUNMUYOR”
Sırada tüketici güven endeksi var. Ortalama bir ülkede harcamaların %70’i hane halkının tüketimine dayanır; dolayısıyla işlerin yolunda gittiğine dair onlar ikna edilmeli.
Açıkça görüldüğü üzere endeks hesaplanmaya başlandığı 2004 yılından beri en düşük değerinde ve bir türlü toparlanma gelmiyor.
Bu veri anketle toplandığı, ülkemizdeki politik kutuplaşma had safhada olduğu için; bu kadar karamsarlık bir ölçüde iktidar partisine performansından bağımsız politik bir tepki kaynaklı olabilir. Hemen bu şüphenin doğruluğunu teyit edelim.
Bir sonraki grafikte yurt içinde yerleşiklerin tuttuğu döviz mevduat miktarları var. Yeşil çizgiye odaklanalım; yine tartışmasız biçimde rekor düzeyde.
Ağustos 2018’den itibaren günümüze kadar; dolar kurundaki ara ara hızlı çıkış ve düşüşlere rağmen; binlerce kişi her fırsatta parasını dövize yatırmaya devam etmiş. Üstelik TL cinsi yüksek mevduat faizi, bu faize uygulanan vergi teşviki ve dolar cinsi mevduatları caydırıcı önlemlere rağmen.
Buna yastık altında veya bankalarda özel kasalarda biraz dolar, daha çok altın olarak tutulan birikimler elbette dahil değil. Sözü fazla uzatmayalım; toplam harcamanın 3’te 2’sinden fazlasını yapan hane halkında ekonominin iyileştiğine dair herhangi bir inanç bulunmuyor.
Şu ana kadar olan kısmı 1 cümlede özetleyerek yolumuza devam edelim. Bir iyileşme var; yani hala dipte değiliz ama krizi de geride bırakamıyoruz, hatta dibe geri dönebiliriz.
“SADECE BİR TANE OLAĞANÜSTÜ ÖNLEM KALDI”
Bahsettiğim son bir buçuk yıllık süreçte ekonomiyi ayakta tutabilmek için o kadar çok olağanüstü önlem uygulandı ki; elde bırakın olağanı, ihtiyaç halinde kullanılabilecek ek olağanüstü önlem 1 tanesi hariç kalmadı.
Şubat 2018’de borç miktarı 222 milyar dolar ile rekor kırmışken, bu miktar geride kalan 1 buçuk yılın ardından 196 milyar dolara düşmüş durumda. Yani şirketler borç alıp yatırım yapmaktansa; elindeki varlıkları satarak veya kazandıkları karları kullanarak borçlarını ödüyorlar.
Eğer kriz derinleşirse, TVF (Türkiye Varlık Fonu) borçları geriye ödeyemeyecek, çünkü içindeki varlıklar yeter düzey kar edemeyecek. Bunun neticesinde de doğrudan özelleştirilemeyen bu varlıklar, doğrudan yabancı yatırımcıların eline geçecek.
İşte hükumetin elindeki son silah budur; geniş bir fiyatlama aralığıyla 10-30 milyar dolar ederindeki bu fonu son yakıt olarak kullanmak. TVF’de yönetim kurulunda neden değişiklik yapıldı ve kimler atandı; en başta ifade ettiğim gibi saray rejiminin 1 ve 2 numarası.
Öyleyse bu uzun yazının buraya kadar olan kısmını özetlemenin vakti geldi. Ardından 24 Ekim tarihli TCMB toplantısına değinerek ve ardından sistemin nasıl ayakta kalacağına veya bu çabalara rağmen kısa zamanda yıkılacağına getirip yazımızı tamamlayalım.
Yanlış sistemin kötü uygulamasını Erdoğan ve Albayrak ikilisi bir sonraki aşamaya taşımak istiyor. Bu son versiyonda mega projeler daha da zorlanacak, kamu bankaları kredi musluğuna dönüştürülecek ve Hazine yüksek borçlanmaya geçecek. Bu 3 aracın yetmediği yerde de devreye TVF sokulacak.
“HÜKÜMET SON KOZLARINI OYNAMAYA BAŞLADI”
İlk borçlanma 1 milyar avro olarak gerçekleşti bile. Peki bu parayla ne yapıldı? Batık proje İstanbul Finans Merkezi’nde başta Ağaoğlu olmak üzere inşaatçılar devletin parasıyla kurtarıldı. Görüldüğü üzere hükumet son kozlarını oynamaya başladı.
Peki bundan sonra ne olacak? 24 Ekim 2019 tarihinde TCMB toplantısı var. Daha önce yapılan 2 sert faiz indiriminin ilki kolay, ikincisi ise makul idi. Bu toplantıda üçüncüsü gelecek ve bu adım sonrasında yeni bir finansal istikrarsızlık durumunda (zamanı meçhul) TCMB’nin esnekliği kalmayacak.
Kasım ayıyla birlikte 1 yıl boyunca Hazine’nin iç borç ihalelerinde yaşam savaşı başlıyor, çünkü borç ödemeleri had safhada. Yani borcu döndürebilmek ve mevcut açığı örtebilmek için 1 yıl boyunca neredeyse her ay büyük heyecan yaşanacak.
Bir de döviz cinsi borçlar var, TCMB verisine göre vadesi 1 yıldan kısa olan döviz cinsi borç 172 milyar dolar; yani toplam borç 447 milyar doların %38 kadar çok yüksek bir oranını aynı yıl döndürmeye çalışacağız.
Üstelik bu esnada haklı veya haksız olalım mühim değil; ABD ile güvenlik ve finans konularında muhtemelen çatışmaya devam edeceğiz. Belki de AB’ye karşı olan mülteci kozumuzu, AB’nin doğrudan Şam ile bu konuda anlaşması halinde kaybedeceğiz. Öyleyse finali 2020’de mi yaşayacağız?
“YANGIN 2020’DE YENİDEN ALEVLENECEK”
İşte milyon dolarlık, düzeltiyorum milyar dolarlık soru da bu. Tek bir durum haricinde yangın 2020’de yeniden alevlenecek. Peki o tek bir durum nedir?
Küresel ekonomilerdeki durgunluk riskinin yeniden parasal genişlemeye dönüşmesi ve bunun neticesinde Türkiye’ye para akışının yani dolar yağmurunun yeniden başlaması. Mümkün mü? Teknik olarak mümkün ama bunun kurtarıcı değil, zaman uzatıcı olduğunu, en başta belirttiğimiz üzere bu borcun eninde sonunda patlayacağını unutmamak gerek.
Öyleyse sondan bir önceki soruya gelelim. Yabancılar para bolluğunda bu Türkiye’ye gelirler mi? Aşağıda TL cinsi devlet iç borçlanma senetlerinde yurt dışı yerleşiklerin mülkiyet oranları bulunuyor.
Görüldüğü üzere 7 yıldır neredeyse muntazam bir şekilde yabancılar TL cinsi varlıklardan ardından devlet garantisi bile olsa çıkıyorlar. Yine gelebilirler mi? Kapitalizm kar güdüsü ve haliyle risk almak üzerine kurulu olduğu için yine gelebilirler; ancak daha çok faiz ve daha yüksek dolar kuru şartıyla! Daha açık bir ifadeyle 2019’da düşen faiz ve kurların 2018’deki gibi sıçraması kaydıyla.
“AKP’NİN KEMİK SEÇMENİ BİLE ERDOĞAN İLE GERİ DÖNÜŞÜ OLMAKSIZIN VEDALAŞACAK”
Son soru: tüm bu yaşanacakların bir siyasi sonucu olmayacak mı? Şimdiden Cumhuriyet tarihinin en yüksek işsizlik oranlarına ulaştığımızı, 2020’de yeni rekorlar kıracağımızı ve asgari ücretin de eskisi gibi enflasyona karşı korunamayacağını söyleyeyim.
Muhtemelen 2020 yılı AKP’nin kemik seçmeninin dahi kötü durumdan haberdar olduğu ve belki de bugüne kadar her şeye rağmen destekledikleri AKP ve Erdoğan ile geri dönüşü olmaksızın vedalaştıkları yıl olacak.”
medyabold
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder