Tutuklu gazeteci Aziz Oruç, İran-Ermenistan üzerinden Avrupa’ya iltica etmeye çalışırken yakalandı. Ermenistan ve İran’da yaşadığı işkenceleri bir mektupla anlattı.
BOLD – Ermenistan’da gözaltında olduğu sırada çok ağır işkencelere maruz kaldığını, Ermenistan polisinin kendi telefonuyla ailesini taciz ettiğini anlatan tutuklu gazeteci Aziz Oruç, Ocak ayında gönderdiği mektupta yaşadıklarının kamuoyu ile paylaşılması çağrısında bulundu.
MLSA’dan İdiris Yılmaz’ın haberine göre; Hakkında açılan davalardan dolayı yaklaşık üç yıl Irak Kürdistan Bölgesi’nde yaşayan Oruç, Avrupa’ya gitmek için İran üzerinden geçtiği Ermenistan sınır kapısında gözaltına alınmıştı. Gözaltında iken Ermenistan polisinin şiddetine maruz kalan Oruç, daha sonra İran askerlerine teslim edilmişti.
Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesinde 13 – 18 Aralık tarihleri arasında gözaltında bulunduğu sırada İçişleri Bakanlığı’nın “terörist” olarak lanse ettiği Oruç, kamuoyuna gönderdiği mektupta yaşadıklarının perde arkasını anlattı. Bunun bir algı operasyonu olduğunu söyleyen Oruç, Bakanlığın açıklamasına tepki göstererek, “Ben sadece gazetecilik yaptım. Çıkarıldığım mahkeme de beni gazetecilik faaliyetlerimle ilgili olarak yargıladı. Yazdığım haberler, sosyal medyada yaptığım paylaşımlar suç sayıldı. Türkiye’de çeşitli yargılamalara maruz kalan birçok gazetecinin olduğu gibi bende mesleki ilkelerime olan bağlılığım nedeniyle hukuksuzluğa maruz kaldım ve yargılanıyorum. Gazetecilik suç değildir, gazeteciler terörist değildir” dedi.
UMUT YOLCULUĞU
KHK ile kapatılan Dicle Haber Ajansı’nda (DİHA) 2012 yılında gazeteciliğe başlayan Aziz Oruç, bu süreç içerisinde yaptığı gazetecilik faaliyetleri nedeniyle çeşitli tehdit ve yargılamalara maruz kaldı. “Devlet büyüklerine hakaret”, “Kamu kurumlarını aşağılamak”, “Örgüt propagandası” ve “örgüt üyeliği” iddialarıyla yargılanan Oruç, maruz kaldığı yargı baskısı nedeniyle iki çocuğunu ve eşini bırakarak Eylül 2017 yılında Irak’ın Kürdistan bölgesinde yer alan Süleymaniye kentine gitmek zorunda kaldı. Bu süre içerisinde gazetecilik faaliyetlerini sürdüren Oruç, eşi ve çocuklarına Avrupa’da kavuşmak umuduyla 12 Aralık 2019 yılı tarihinde umut yolculuğuna çıktı. Avrupa’ya gitmek için İran üzerinden geçtiği Ermenistan sınır kapısında gözaltına alınan Oruç, bu süreç içerisinde yaşadıklarını gönderdiği bir mektupla açıkladı.
Mektubunda Ermenistan ve İran’ın uluslararası hukuku ihlal ederek kendisine ağır işkenceler yaptığını anlatan gazeteci Oruç, ayrıca, “Ermenistan polisi siyasi iltica talebime işkenceler ve idam tehditleriyle yanıt verdi. Telefonumla eşime mesajlar gönderip eşime hakaretler ve cinsiyetçi tacizlerde bulundu… Bu yazdıklarımı lütfen kamuoyu ile paylaşın” çağrısında bulundu.
Gözaltında olduğu süre boyunca kendisi ile dayanışma içinde bulunan meslektaşlarına, demokratik kitle örgütleri ve duyarlı insanların tamamını selamlayarak başlayan Oruç, sağlık ve moral durumunun iyi olduğunu ifade etti.
AZİZ ORUÇ’UN MEKTUBU
Aziz Oruç’un mektubundan satır başları şöyle:
”Cezaevine çok yabancı olmadığım için yavaştan alıştığımı söyleyebilirim. Tabi bildiğiniz gibi çok hukuksuz bir sürecin ardından buraya gelmenin dışında Ermenistan, İran ve Türkiye’de günler süren baskılar ve sorguların ardından gelmek beni bayağı yıprattı. Ama o ölü toprağı üzerimden attım. Ve buradaki yaşama adapte oluyorum….Öncelikle bir gazeteci olarak uğradığım hukuksuzluk ve haksızlıklar sonucunda siz değerli arkadaşların beni yalnız bırakmaması, dayanışma içinde olmanız gerçekten bana güç verdi.”
“Biz gazetecilerin bu zorlu süreçte güçlü dayanışmalara ihtiyacımız var. Çünkü neredeyse her gün bir gazeteci tutuklanıyor. Baskıya şiddete uğruyor. Bu zorlu günlerde sessiz kalmamak çok önemlidir. Sesimiz kıstırılmak istenirken sizlerin bizlerin sesi olması çok önemlidir. Bu dayanışma aynı zamanda baskıya saldırılara hukuksuzluğa karşı verilen bir mücadeledir. Bir kez daha dayanışma içinde bulunan kampanyalara destek veren tüm gazeteci arkadaşlara buradan bir kez daha sevgilerimi ve saygılarımı gönderiyorum. Özgür günlerde görüşme dileğini diliyorum. Maruz kaldığım uygulamalar ve şuan ki süreci bir bir yazmak istiyorum.”
Yaşadığım haksızlık ve hukuksuzluklara sizlerin dayanışma desteğinizle göğüs gerdim. Ama çok zorlandığım bir konu ise iki çocuğumdu. Lara, Mira, eşim Hülya onlar dışarıdaydı. Yaşadıklarımın benzerini onlar yaşadı. Onların da yalnız olduğunu düşünmüyorum. En çok onlara da sahip çıkılmasını destek olunmasını istiyorum. Onlarda bu süreçten çokça etkilendiler. Yaşadıklarımın benzerini yaşadılar. Sizlerin dayanışmalarıyla umut ediyorum ki onlarda bu zorlu sürece çabuk adapte olup zorlu süreci aşacaklar. Çocuklarım ve eşim size emanet.”
“Yaşadıklarımı kısaca özetlemem gerekirse, iki yıldır ben Süleymaniye’de yaşıyordum ve bu süre zarfında gazetecilikten başka hiç bir şey yapmadım. Medya Haber’e program yapım, Roj News’e editörlük yaptım. Birçok kez de yeni yaşam gazetesine yazılar yazdım. Çeşitli röportajla yaptım. Yaşam koşullarımız, şartlarımızın zorluğu ve eşimin haklı olarak adapte olamayışı bu koşulların ailemi zorlaması beni çeşitli arayışlara sürükledi.”
“Bu nedenle Türkiye’de çok örneği olan kaçak yollarla Avrupa’ya gitmeye çalıştım. Uzun arayışla sonucunda bir kanal buldum. Gidiş içinde benden yüklü bir para istediler. Diyarbakır’daki evimi eşyamı sattım. Bu yol için elde ettiğimiz geliri harcadık. Çocuklarımın geleceği için en çok bu yolu seçtik, yada tercih ettik. Ancak sonuç malumunuz büyük bir komplo sonucunda şu an cezaevindeyim”
Yaşadığı mağduriyetlerin arından tek kaygısının eşi ve çocukları olduğunu belirten Oruç, ”Bu mağduriyetin ardından burada en çok istediğim eşimi ve çocuklarımın yalnız bırakılmaması. Hem maddi ve manevi anlamda büyük zorluklarım oldu. Şimdi birlikte yeni bir mücadele sürecine girdik, sizlerle de bunun da üstesinden geleceğimize inanıyorum. Evet, işte yol hazır olunca Avrupa yolculuğuna büyük bir umutla bende yola koyuldum” ifadesinde bulundu.
İDAM TEHDİDİ
Oruç 7 Aralık Cumartesi günü hazırladığı pasaportla başladığı umut yolculuğu sırasında maruz kaldığı zorlukları şu ifadelerle aktarıyor. “ Süleymaniye’den Basmax sınır kapısından İran’ın Merivan kentine taksiyle Nordiz sınır kapısına doğru yola koyuldum. Yol çok uzundu taksiciyle Mahabat Urmiye yoluna vardığımızda akşam saat 20.00 civarıydı. Çok kar olduğu için yola daha fazla devam edemedik. İran’ın Miawda kentinde bir evde kaldık. 8 Aralık sabahında Miavda kentinden Tibriz kentine gitmek için başka bir taksiye binip gittim. Yaklaşık 3 saat sonra Tebriz’e vardım. Otogarda hemen başka bir taksiye binip İran Ermenistan sınırına gittim. Sınıra vardığımda saat 17,15 civarıydı. Aynı şekilde pasaportla İran’dan çıkış yaptım. Ermenistan tarafında yeni sınır kapısına geldim. Ermenistan’da 15 kalmak için 3 bin Ermenistan parası verip vize aldım. Pasaportumu kontrol noktasına teslim ettim. Memur şüphelendi pasaportu yüz kere kontrol etti. Ardından polis asker çağırdı. Daha sonra pasaportun bana ait olmadığını sahte olduğunu söylediler. Doğru söylemediğim takdirde beni İran’a teslim edeceklerini İşkence edeceklerini tutuklayacaklarını İran’a verip idamla tehdit etmeye başladılar. Bu tehditler sürerken bazı Ermenistan polisleri de beni boğazlayıp tekme atarak darp ettiler. Ama hiç hayatımda duymadığım tehditler ve hakaretlere maruz kaldım.”
Ermenistan güvenlik güçlerinin kendisine yönelik uyguladığı işkence ve tehditlerin ardından idam cezasını almayı göze aldığını ve İran’a teslim edilmek istediğini ifade ettiği mektubunun devamında şu sözlerle aktardı. “Siyasi iltica talebinde bulundum. Ama Ermenistan askeri ve polisi hiç oralı bile olmadı. Gazeteci olduğumu haberlerimi gösterip bana inanmaları için mücadele ettim. Benim çabalarıma karşın onlar benimle dalga geçiyorlardı. Dolaptan iki de bir cop çıkarıp beni istedikleri gibi dövebileceklerini ve bundan kimsenin haberinin olmayacağını söylediler. Ben Kürt olduğumu Diyabakırlı olduğumu belirttiğimde asker ve polisler Kürt halkına da hakaretlerde bulunarak ‘Ermenileri Kürtler öldürdü. Türkiye istedi Kürtler bizi sürdü. Siz sorumsuzsunuz’ deyip duruyorlardı. Bu arada tüm bunları Türkçe bilen iki kişi hem tercümanlık yapıp hem de bunları söylüyorlardı. Ayrıca 24 yaşlarında uzun boylu zayıf sarışın sivil giyimli biri de telefonumu alarak bana mesaj atan beni merak edenlere mesaj yazıyordu. Bu şahıs aynı şekilde eşime de mesajlar atıyordu. Eşim merak edip yazdığı şeyleri okuyup gülüyordu. Tacizci cinsiyetçi sözler ile beni tahrik ediyorlardı. Ben bir keresinde eşime böyle şeyler söyledikleri için karaktersiz tacizciler diye bağırdım. Asker ve polisler benim hiçbir hakkımın olmadığını ve biraz sonra beni İran’a teslim edeceklerini söylüyorlardı. ‘İran seni idam etsin de aklın başına gelsin’ diyorlardı.”
Ermenistan polisinin kendisine hiçbir yasal hak tanımadığını kendi hukukunu bile askıya aldığını aktaran Oruç, ”Saatlerce benim iltica talebimi dahi alamadan beni savcılığa ve mahkemeye çıkarmadan gece saat 01.00 (9 Aralık) beni İran askerlerine teslim ettiler. İran’ın sınır karakol noktasında birkaç asker beni tekmeledi ve çok ağır hakaretlerde bulundular. O gece sabaha kadar elim bir sandalyede elim kelepçele bir vaziyette bekletildim. Sabah erkenden beni Sofya kentinde İran istihbarat polisi idaresinden gelip aldılar. Sofya ‘daki istihbarat polisi gelince akşama kadar sorgulandım. Neden öyle yaptığımı sordular. Ajan olduğumu bana dayattılar. İşkence edeceklerini söylediler. Sorgularının hiç bitmeyeceğini düşündüm. Bazı kişiler çok kötü davrandı. 9 Aralıkta gün boyu tehdit hakaret ve sorguyla geçti. Akşam olunca beni Sofya polis merkezine götürdüler. Orda bizim nezarethane dediğimiz ama İran’a karanlık oda dedikleri bir yere götürdüler”
Ermenistan’da maruz kaldığı işkencenin İran’da devam ettiğini ifade eden Oruç, “Gerçekten de öyleydi karanlıktı ışık namına bir şey yoktu. Çok kötü bir koku vardı. Gün boyu süren sorgu ve tehditlerden sonra karanlık odada çok korktum. Sabaha kadar nerdeyse hiç yatmadım. 10 Aralık sabahında aynı polisler gelip beni alıp yine istihbarat polis merkezine götürdüler. Orada bana mahkemeye çıkarılacağımı söylediler. Bir iki saat geçtikten sonra mahkemeye çıktık. Savcılığa çıkarken savcılık ‘seni Türkiye’ye teslim edeceğiz’ dedi. Doğrusu İran’da kalmak istemiyordum. Başka seçeneğim yoktu. Benim Süleymaniye’ye gönderilmeme talebim rededildi. Savcılıktan sonra mahkemeye çıktım. Mahkeme başkanı bana İran’da bu sahte pasaportla suç işlediğim için İran’da yargılamamın yapılacağını söyledi. Öyle deyince irkildim ve korktum. Hakim işlediğim suçun İran yasalarında cezasının ağır olduğunu söylediğinde ise daha da korktum. Hakim, Türkmen Türkçesi ile işlenen suçun cezasının 4 yıl olduğunu söyledi. Daha sonra hakim bana İran’a ilk kez geldiğim için ve iki çocuğum olduğu için bir yıl hapis cezası vereceğini söyledi. Öyle deyince biraz rahatladım. Ama bir yıl hapiste az değildi. İran’da hakim devam etti. Ve, “cezanı para cezasına çevireceğim ödeyebilir misin?” sorusunasevinçle hemen evet dedim. Hakim açıkladı 1 milyon 800 bin İran Türkmen para cezası verdiğini açıkladı. Ayrıca benim Türkiye sınırında Türkiye’ye teslim edileceğimi belirtti. Yapacak bir şey yok deyip bunu da anlatmaya çalışıyordu. Ama bir yandan da Ermenistan’ın kendi hukukunu dahil uygulamazken İran’da yasalara göre yasalara göre mahkemelere çıkarılmam Ermenistan’ın kirli yüzünü ortaya koyuyordu. Ermenistan’da büyük bir garabet yaşanmıştı. Bunu öyle görüyorum.”
Oruç’un uluslararası sürece göre Türkiye’ye teslim edilmesi gerekirken İran’ın resmi devlet görevlileri Oruç’u hukuk tanımadan tel örgülerinin arından Türkiye sınırına gönderiyor. Oruç yaşadığı dehşet anlarını şu ifadelerle aktardı,” İran polisi 10 aralıkta yani aynı gün Mako’da alıp İran Türkiye sınır kapısına getirdiler. Mako’da iki istihbarat polisi beni alıp Bazırgan’da sınır kapısına getiri. Sınıra vardığımızda saat gece 23 00 sıralarıydı. Bura da da psikolojik ve fiziksel işkencelere maruz kaldım. İran’ın neden beni idamla cezalandırmadığını sorguluyorlardı. Onlara kalsaymış beni öldürmeleri gerekiyormuş. Sınır kapısında beni Türkiye’ye teslim etmelerini beklerken, ellerimi ve ayaklarımı kelepçeleyip, iki saat soğukta beklettiler. Hava gerçekten çok soğuktu. Ve neredeyse soğuktan donacaktım. Saat gece 01,00 saatlerine geldiğinde İran askerleri beni kelepçeli bir şekilde anca bindirip sınırdan uzaklaştırdılar. Israrla nereye götürüldüğümü sormama rağmen cevap vermediler. Aklımdan beni öldüreceklerini geçirmeye başladım. Neyse araba bir yere gittikten sonra beni 3 İran askerine teslim ettiler. Sınır hattı hemen yanında Türkiye askerlerinin bulunduğu bir tepe onun hemen yanında İran’a ait bir tepe bulunuyor. İran askerleri beni buradan sınırın diğer tarafına geçireceklerini söylediler. Ben ısrarla beni sınırda polislere teslim edileceğini mahkemenin kararı var dememe rağmen dinlemediler. Birkaç yer var dediler. Hem mayınlı tel örgüleri var dediler. Tellere basım beni Türkiye tarafına attılar.”
“Ben doğrusu ne yapacağımı bilmiyordum. İran askeri ‘gitmezsen Türk askeri seni öldürür’ dedi. Ben öyle kaldıktan sonra karanlıkta yerde sürünerek kaçarak korkarak kendimi sınıra doğru sürükleyerek atmaya çalışıyordum. Koşarken dikenli kesici tellere takıldım. Ellerim ve ayaklarım tellerde kesildi ve ciddi olarak yaralandım. Şans eseri geçerken hemen nefes nefese korkuyla birçok kişiyi aradım. Beni almaları için. Sağ olsun bir arkadaşın ailesi beni alıp eve götürdüler. Tam bunları yaşadım ama hiç biri suçum da yok. Gazeteciyim ama bu ağır travmalara maruz kaldım. İran askeri o şekilde beni korsanvari gönderirken aynı zamanda Türkiye’ye de haber vermiş. Ben sabah kalkıp Diyarbakır’a ailemin yanına gitmeye çalışırken habersiz bir şekilde yalanlarla kirli bir plan hazırlanmıştı. Yani 11 aralıkta takip ettiğiniz gibi gözaltına alındık. Yalan haberler son dakikalar geçildi. Oysa ben sadece ve sadece gazeteciyim. Doğubayazıt’ta 8 günlük gözaltı süreci sonunda tutuklandım.”
Göz altında olduğu süre boyunca İçişleri Bakan’ı Süleyman Soylu’nun açıklamaları ardından ana akım medya tarafından hedef haline getirilen Oruç, hakkında yazılan ve söylenen hiçbir şeyin doğruyu yansıtmadığını ifade etti. Oruç,” o kadar yalan ve kara propagandalar rağmen mahkemede yaptığım haberler attığım tweet’ler karşıma çıkınca üzüldüm. Bana neden nereden geldiğimi beni kimin aldığını hâkim sordu. Sonrası tüm sorular 2013-2014-2015-2016-2019 tarihinde sosyal medyada yaptığım paylaşımlar haberler soruldu. Birçok haberi neden yaptığımı sordular. Açlık grevi ile ilgili neden haber yaptığımı sordular. Yeni yaşam gazetesine yazdığım haber yazıları sordular. Sonrasında ise tutuklandım . Şimdi de haksız bir şekilde ceza evindeyim. Tüm bu yaşananların bilinmesine ve duyulmasını istiyorum.” dedi.
Cezaevindeki zamanını okumak ve yazmakla geçirdiğini ifade eden Oruç, “Bulunduğum cezaevinde zamanını mı bol bol okumak ve yazmakla geçiriyorum. Uğradığım bu haksızlığın duyulması için çaba içindeyim. Sesimin dışarıya ulaşmasını istiyorum. Cezaevi şartlarında elimden geldikçe burada yaşananları da yazmak duyurmak istiyorum. Daha çok az bir süredir buradayım. Ne kadar kalacağımı da bilmiyorum. Her şeye rağmen umarım en kısa zamanda bu hukuksuzluk son bulur ve özgür oluruz. Burada gazetecilik mesleğimi icra etmek ve buradan bir şeyler yapmak istiyorum.
Bu yazdıklarım umarım kamuoyuna ulaşır. Doğrusu dediğim gibi çok büyük bir hukuksuzlukla karşı karşıya kaldığım gibi çok ağır şeyler de yaşadım. Bunlar yetmediği gibi ben cezaevindeyim. Arin, Mira , Hülya ise dışarıda büyük bir zorlu süreç yaşıyorlar. Onların yalnız bırakmayacağımı düşünmüyorum. Herkesin destek vereceğine inanıyorum.”
Hepinizi saygı, sevgi ve içime sığdıramadığım özlemle selamlıyorum”
Aziz Oruç
Patnos L Tipi Kapalı Cezaevi
C-9 Ağrı/ Patnos
medyabold
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder