11 Nisan 2019 Perşembe

Zulüm Yaşlı Tanımıyor

Yasin ASLIYANIK

Zulüm Yaşlı Tanımıyor

Yaşam boyunca çok farklı insanlarla karşılaşırsınız. Kimisi size yakın, kimisi uzak olur. Aranızdaki mesafeyi birbirinize duyduğunuz sevginiz, saygınız, anlayışınız belirler.

Bazı insanlar sizin için sevmekten öte olur. Sizi yüreklendirir, size güç katar. İşte Hatice Teyze ile eşi Halil Amca da benim için hayatımda mutlaka olması gereken, kendimi şanslı sayabileceğim iki dosttur.

On altı şehzade yetiştirmiş, birçok medeniyeti barındırmış bu yerleşim alanı, yamaçta duran Saruhanlılardan kalma Ulu Cami’siyle gönül kentiydi Hatice Teyze’nin.

Hatice teyze 70 yaşında şehzadeler şehri Manisa’da üç katlı bir binanın orta dairesinde yaşayan yardımsever, gayet nazik, gayet anlayışlı, gayet bilgili, zarif bir hanımefendiydi.

Zamanın geride kalan farklı duygulara sahip izleri, yüzünde değişik uzunluktaki çizgilerde ayrı bir anlam derinliği ifade ederdi. Saçaklarından köklerine kadar beyazlayan saçları, hareketlerindeki yavaşlığı, ikramda bulunan ellerindeki titreklik, konuşurken ses tonundaki kısılmalar, esvaplarındaki renk tercihi, yaşıyla ters düşmemekteydi.

Hep zamanın gençliğini gizlice çaldığından yakınırdı. “Ne zaman ihtiyar

oldum bende hatırlamıyorum?” diyerek gülümserdi.

Konuştuğu vakit kalbimizde rüzgârın üşütmeyen serinliği kalırdı da bir daha, bir daha dinlemek isterdik. Düşüncelerini sesli olarak anlatırken bazen duruverir, sanki zihninde söyleyeceklerini toparlıyormuş gibi uzun süre bekler, derin bir nefes aldıktan sonra söylemek yerine “neyse!” diyerek içine bırakıverirdi.

Acaba ne anlatacaktı diye merak tüm mevcudiyetimizi sarsa da, edep gereği üstelemezdik. Hatice Teyze Anadolu’nun batı illerinden olan İzmir’ in komşusu kadim şehir Manisa’yı çok severdi.

Onun için Gediz nehri şehrin gözyaşları, eteğine tutundukları Spil dağı da ana kucağıydı. “Kızım bu dağlar çok dertli olur, başları dumanlı olur, bağırları oyuk, oyuk olur” diye söylenirdi.

Sonradan öğrendim ki o oyuklar dert barınağı mağaralarmış. Dert ne kadar büyükse mağara o kadar geniş olurmuş. Bir de Spil dağının eteğindeki “Ağlayan Kaya”nın halk arasında farklı esatiri olsa da Hatice Teyze’ ye göre o kaya dağda ki tüm mağaraların derdine ağlardı. Başının sürekli ön tarafa eğik olması ise şakaklarından süzülen müphem yaşların eksik olmamasından kaynaklanırdı.

Ağlayan Kaya’nın niçin kadın görünümlü olduğunu b
i
lmek için yönelttiğimiz soruya tebessüm edip, başını ardarda, sağa sola sallayarak, “erkekler o kadar uzun süre ağlamaya dayanamaz” derdi.

Evine gittiğiniz zaman pencerenin önünde ki tombulca koltukta zayıf bedeniyle, bir avuç tutam ak sakalıyla, el örgüsü beyaz takkesiyle, nur yüzündeki siyah gözleriyle, çerçevesi burun ucuna inmiş gözlüğüyle, Kur’an⃝ okuyan yetmiş sekiz yaşında, bedeni kadar ruhu değişmeyen yaşlı bir adam görürseniz bilin ki Hatice Teyze’nin eşi Halil Amca’dır.

Uzun yıllar diyanette Kur’an⃝ kursu hocası ve cami imamı olarak çalıştıktan sonra emekli olmaya karar veren, sevgi dolu bir gönül insanıdır.

Toprak rengi ve beyazı çok sevdiği, kıyafetlerinden anlaşılan orta boylu bu adamın, tertip ve düzeni çalışma masasındaki eşyaların kombinasyonuyla göze çarpardı.

Çocukları olmamasına rağmen eşini bu konuda hiç üzmemiş, ötesi hayat arkadaşını etkileyici sözleriyle teselli eden sadık bir sevgiliydi.

Yakınında ki her çocuğu kendi evladı gibi sever, başını okşar, vaktin varlığınca onlara bir şey öğretmeye çalışırdı. Çevresi onu Kur’an⃝ ehli bir insan olarak tanırdı.

Okuyup anladıklarını hayatında uygulamaya koyabilmek için güç sarf ed
en
bir kişiliği vardı. Gençlik yıllarında okuduğu kitaplardan birinde karşılaştığı en sevgili Gönül⃝ Sultanı’⃝nın (a.s.m.) “Hâfızasında Kur’an’dan hiçbir ezber bulunmayan kişi, harap olmuş bir ev gibidir. ” sözü onu çok etkilerdi.

O günden beri tanıştığı insanlarla var olan samimiyetini ilerletir, sonrasında incitmeden hafızalarındaki Kuran ezberlerini yoklar, beklemediği bir sonuçla karşı karşıya gelirse o kimseyi dert edinir, samimi tekliflerini kabul ettirdikten sonra ona ihtiyacı olanı öğretir, bir evi daha harap olmaktan kurtardığı için, içi içine sığmazdı.

Bağrında ki bu fokurdama zevki doyamadığı tek bir ömür gibiydi. Halil Amca insanların değişebileceğine inanırdı. Değişmek hayatın kanunu değil mi?

Her insanın kendine göre dönüm noktaları vardır. Zihninden hiç geçirmemiş, öncesi belli olmayan, hangi vakit karşı karşıya kalacağını bilemediği, neyden, ne zaman, nerede, nasıl etkileneceği müphem olan dönüm noktaları. “Meçhul bir dalganın bilinmedik bir kıyıya sizin kayığınızı sürüklemesi gibi.”

Bu dalga bazen bir kelime, bazen bir kitap, bazen bir fikir, bazen bir insan, bazen bir ses, bazen bir enstrüman, bazen herhangi bir şeydir.

İşte Halil Amc
a’
da bir ramazan bayramı sabahı toprak renkli takım elbisesinin altına giydiği beyaz gömleğiyle ve pırıl pırıl cilalanmış siyah ayakkabısıyla, gazel ayının, ölümü andıran sarı yapraklarının ve duaya durmuş koca koca kollu ağaçlarının arasından, sise benzer bir karanlığın kucakladığı sabah vakti öncesi, bayram neşesi yüzünde, içinde kıpırdayan sevinçle yürüyerek ulaştığı Manisa Muradiye Cami’ inde kendi fikir dönümünün, başlangıç dönemiyle karşılaşacağını bilmiyordu.

lll. Murat adına bir külliye olarak, kesme taştan yapılmış iki minareli bu camide, bayram sabahı, daha önce görmediği bir genç, Halil Amca’nın dikkatini çekmişti Üzerinde onurlu bir vakurun durduğu bu insan etkilemişti Halil Amca’yı. Bu gençle tanışmayı ihmal etmemişti.

Halil Amca dini ilimler dalında kendini yetiştirmiş, münevver bir insandı. Bir bayram sabahı gördüğü bu gençle gücü yettiği kadar vakıf dedi, dernek dedi çatlarcasına eriyen günlerin getireceği ümide koştu.

Çelme takan kıskanç zalimlere aldırmadan. Bu yol nurla zulmetin kavgasıydı. Öncekilerin çekmediklerini çekmeden kazanmak zordu.

Ağustos sıcağının tepeden döküldüğü bir yaz gündüzü. Güneş sıcak halkalarını cadd
eler
deki insanların boynuna geçiriyordu. Yürüyüşler yalpa yalpa. İşini bitiren hızlıca serinleyeceği bir yere kaçmaya çalışıyordu.

Benim de çarşıda işim bitmiş eve doğru giderken bir anda aklıma Hatice Teyze geldi. Evinin bulunduğu sokağın yakınından geçiyordum. Epey olmuştu görüşmeyeli.

Halini sormak için yaşadığı sokağa doğru yönümü değiştirdim. Hatice Teyze’nin ikamet ettiği üç katlı Nil yeşili rengindeki apartmana vardığım vakit geldiğimi haber vermek için alüminyum butona bastım. Zilin kanarya sesi aşağı dış kapıya kadar duyuluyordu.

Biraz sonra tık sesiyle açılan ağır demir kapıdan geçerek, eski mozaik yapılı merdivenlerden yukarıya doğru çıkmaya başladım. Orta daireye geldiğim an, kapıya yavaşça tıkladım. Açılan kapıdan selam verip içeri girdim. Zayıf bedenine sarılarak, kendisine olan özlemimi gidermeye çalıştım.

Nazikçe “hoş geldin kızım” dedi. Çok yorgun görünüyordu. Gözlerinin önünde mora yakın halkalar vardı. Bu kez yüzündeki tebessüm kendini daha kısa gösterip kayboldu. Kendi sağlığından sonra, Halil Amca’nın da hal hatırını merak edip sorduğum zaman, kopuk bir ipten düşen boncuk taneleri gibi gözyaşları damlamaya başladı.

Aslında
duru
şundan ve hiç oturmadığı Halil Amca’nın tombul koltuğuna çöküşünden anlamıştım. Ülkede gerçekleşen kimin hangi amaçla yaptığı belirgin olmayan trajik komik15 Temmuz darbesinin suçlularından biri de zannederim hayat sahnesinde yetmiş sekiz yaşın basamaklarını bir bir çıkan Halil Amca’ydı.

Maksatlı ve planlı bu darbeden sonra memleketini düşünen, okumuş ne kadar hayırsever insan varsa evlerine, işyerlerine baskın düzenlenip, başlarına ne geleceği belli olmayan mekânlarda, özgürlüklerinden yoksun bırakılıyorlardı.

Durumu kavramama rağmen yine de emin olmak için sordum. “Hatice Teyzem niçin ağlıyorsun?” Sesini ara ara kesen hıçkırıklarıyla anlatmaya başladı.

– Kızım amcan bir cuma günü en güzel elbiselerinden birini giyinip, gül kokulu esansını sürdükten sonra, bana da dua ederek cuma namazına gitti. Cami çıkışı polisler cemaatten birinin ihbarıyla eşimi alıp TEM şubeye götürmüşler. Suçu terör örgütünün açtığı hayır kurumlarından birinin kuruluş aşamasında ismi geçiyormuş. Biz de ilk defa duyduk teröristlerin hayır kurumu açtığını.

Yaklaşık bir hafta gözaltında kaldıktan sonra tutukladılar. Bu kurumlar yıllar önce devletin izniyle açılmış, birçok
devlet
büyüğünün ziyaret edip takdir ettiği kurumlar. Buna rağmen amcanı tutukladılar.

İlk görüşme günü geldiği zaman eşimi hapishanede ziyarete gittim. Çocuğumuz olmadığı için yeğenim bana refakat etti. Fakat soy ismi benim ki ile benzerlik göstermediği için onu içeri almadılar.

Ben Halil Amca’nla görüşürken, yeğenim de içinde ihtiyacını karşılayacak eşyaların olduğu siyah, omuz askılı çantayı görevlilere teslim etmek istedi. Hapishane görevlileri teslim anında kontrol amaçlı çantanın içine bakmak için çift taraflı fermuarları aşağı çekerek çantayı açmışlar.

Elbiselerin altında nem alsın diye çanta tabanına koyduğum küçük bir parça gazeteye bakıp üzerinde ZAMAN yazısını görünce çok gergin bir hal almışlar. İçlerinden birisi kalın, bas bir sesle “bu gazete yüzünden içerde kaç kişi yatıyor biliyor musun sen? Hangi cesaretle sokarsın bu gazeteyi içeriye? ” diye bağırmış.

– Gazetenin en üst sol köşesindeki tarihten altı yıl önce basılan bir sayfanın parçası olduğu anlaşılmasına rağmen. Geriye dönüp baktığınız zaman altı yıl öncesinde bu gazetenin yıldönümünü kutlamak için devlet erkânının en üst seviyesinden insanlar katılımda bulundular.

– Gör
evli yapılan izahları kulak ardı ederek homurdana homurdana savcının emriyle aklı başına gelsin diye yeğenimi⃝üç saat gözaltına almışlar. Görüş bittikten sonra bir süre onu bekledim. Üzülmemi istemediği için olup bitenleri o gün bana hiç anlatmadı.

Bu abus olayları anlatırken Hatice Teyze’nin gözyaşları hiç dinmiyordu. “Ağlayan kaya” dan farkı bu yaşlı kadının şakaklarından akan gözyaşlarının müphem olmamasıydı. Mağaranın genişliğinden derdin boyutu anlaşılıyordu. Bir ara “ah kızım ne iyi ettin de geldin” dedikten sonra içine doğru çektiği nefesi sanki sinesindeki tüm sıkıntıları dışarı atacak gibi bir çırpıda bırakıverdi. Ve konuşmasına devam etti.

– O meşum olaydan sonra kimse uğramaz oldu yanımıza. Herkes de her geçen gün büyüyen bir korku. Yakın akrabalarım bile tehlike gelebilir endişesiyle sokağımıza bile yaklaşmıyorlar. Yetmiş sekiz yaşında, kırılan kalça kemiğinden dolayı bastonsuz yürümekte zorlanan bir hocayı bile acımadan gözaltına alıp tutuklamaları, zulmün zorbalıkla akraba olduğu bu dönemde, insanların içinde bizi de alırlar mı diye kuşku uyandırıyordu.

– Şimdi sormak hakkım değil mi kızım. Hasta bir ihtiyarın neyinden korkup da
teröris
t diye tutuklarsınız. Yıllarca devletine hizmet eden, başarısından ötürü taltif edilen bir cami hocası, bu yaştan sonra mı terörist olmaya karar verdi. Bu zulmü piri fani bir insana reva görmek Müslümanlığın hangi kitabında yazar? Hadi onu geçtim, insan evladı olan biri, insana bunu yapar mı?

Hatice Teyze eline aldığı çizgili mendille ıslanan gözlerini silerken, benim de içimi cehennemden bir sıkıntı kapladı. İçimde teselli edecek bir söz de bulamıyor, boynuma kadar sessizliğe gömülerek şaşkın şaşkın dinliyordum. Bu evde hep huzuru bulan kalbim beklediğini bulamayarak, rüzgârda sağa sola sallanan gemi gibi yalpalamaya başladı. Yüzümün ne halde olduğunu göremiyordum. Ama tahmin edebiliyordum. Zihnimde adresini bilmediğim yerlere gidip gidip geldim. Kendime geldiğimde Hatice Teyze yanında duran yaldız motifli şişe sürahiden doldurduğu bir bardak suyu içiyordu. Bardaktaki su biraz eksilince durdu. Bir an gözlerime bakarak mahcup bir edayla

– Seni de üzdüm kızım, dedi.

– Yok estağfurullah. Ne demek. Tabi ki birbirimizin dertleriyle dertleneceğiz, dedim.

Bu sözlerimden cesaret alan Hatice Teyze tekrar anlatmaya başladı.

-Kızım Halil Amca’n evimizi Feza Vakfına kaydıhayat şartıyla bağı
şlıyorum
diye benim de rızamı alarak, dilekçe vermişti. Devlet vakfa el koyup yeni kayyım atamış. Atanan bu kayyımlar hak hukuk demeden evimize el koydular.

-Nasıl yâni!

-Bir gün evde Kur’an⃝ okurken kapım çalındı. Yeğenim kapıyı açtı. Gelen sesler üzerine ağır aksak adımlarımla kapıya geldiğim zaman kravatlı iki adam gördüm. Dar alınlı, çekik gözlü, sivri çeneli olan adam Ankara’dan emirle görevli olarak geldiklerini söyledi. Sonrasında evimi ölçmeye başladılar. Sert ve keskin cümlelerle bir kaç soru sorduktan sonra da kapının kilidini değiştirdiler.

Bundan sonra bu evde oturmak istiyorsan aylık 750⃝tl kira vereceksin, 5 aylıkta geçmiş kira ödeyeceksin, dediler.

– Yapmayın evladım 1600 TL emekli maaşıyla nasıl öderim ben bu kirayı? Dedim ama dinletemedim.

-Apartmandaki diğer kiracılar 500 TL öderken bana daha fazla ücreti uygun gördüler. Bir de utanmadan “bundan sonra biraz da devlet yesin, daha hayırlı olur” dedikten sonra kucaklarındaki kini taşıyan adımlarla uzaklaştılar.

– Vücudumda akan kanım donmuştu. Yaz sıcağına rağmen üzerimde bir titreme. Sanki üşüyordum. Pencerenin önünde Spil dağı bana, ben ona bakarken bir anda şehrin yamaç camisi ulu camiden gelen ezan sesi
beni tesell
i etti. Allah en büyük. Allah en büyük. Bende en büyük olana her şeyi havale edip, duadan teknemin içinde eriyen zamanın akışına bıraktım kendimi. Peygamberlerin halini düşünerek.

Nemrut” un bütün gücüyle sıktığı, ateşe atılan Hz.İbrahim ölmedi.

Göğe çekilen Hz. İsa ölmedi.

Kuyuya düşen Hz. Yusuf ölmedi.

Var olmak için yok olanlar endişelenmesin!

Boyunlarda kasılmış

Firavun ellerini Harun’la, Musa’ların duası açacak.

PAT ! DİYE.



Kaynak: Mağduriyetler http://magduriyetler.com/2019/04/11/zulum-yasli-tanimiyor/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder