12 Nisan 2019 Cuma

Yeni Şafak yazarı Ömer Lekesiz: Belediye başkanları atamayla göreve gelsin. Bekamızı demokrasiye feda etmeyelim

Yeni Şafak yazarı Ömer Lekesiz, “Bekamızı demokrasiye feda etmeyelim ve yanlışlıklar bataklığında çırpınıp durmayalım,” diyerek belediye başkanlarının Cumhurbaşkanı tarafından atanmasını önerdi.

Lekesiz’in “Kayyum yerine doğrudan belediye başkanı atanamaz mı?” adlı yazısı tepkilere neden oldu. Lekesiz, doğuda seçmenin “Ben oyumu HDP’ye vereyim ama devletimiz onun yerine mutlaka kayyum atasın” mesajı verdiğini öne sürdü.

Lekesiz, “bölge insanı, duygusal gerçekliklerle yapmak zorunda olduğu tercihin, seçimle arzuladığı sonucu üretmeyeceğini, dolayısıyla kendi tercihinin devletin çıkarları, beka hassasiyeti bakımından yeniden devlet aklıyla değerlendirilmesi ve asıl sonucun bu yünde tahakkuk ettirilmesi gerektiğini, tevilini imkânsızlaştıran bir katiyetle, somutlukla ifade etmektedir,” iddiasına bulundu.

“Şahsen ben de demokrasiye inanan, ona itibar eden biri değilim,” diye yazan Lekesiz yazısında şu ifadeleri kullandı:

“Ancak, devlet ve millet tarafından benimsenmiş bir yönetim tarzı olması bakımından onun sınırları ve gereklilikleri içinde hareket etmek ve konuşmak durumundayım.

Söz konusu derinlik bağlamında, bir konuda aynı yanlışı tekrarlamanın zaman ve güç kaybına neden olduğunu gözetebilenlere, ilgili mahaller için uygun olanın en iyisini arama sorumluluğunun yüklediğini düşünüyorum.

Seçimlerden çok kısa bir süre önce, sorunlu mahallerde bulunmuş biri olarak, kayyumlar eliyle gerçekleştirilen altyapı çalışmalarının, halk ile kaynaşmanın, hemen her düzeyde halkın dertlerine derman olmaya çalışmanın doğurduğu memnuniyetten hareketle bu değerli kazanımın demokrasiye, seçime feda edilemeyeceğinin altını çizmek istiyorum.

Yine de sözüm ona demokrasiden taviz vermeyecek şekilde ve yine onun içinden, teklif ettiğim atama konusuna mahsus bir form üretilebileceği gibi, partili cumhurbaşkanı (devlet başkanı) seçmenin buna kendi başına demokratik bir dayanak olarak yeterli gelebileceğini ve bu bahiste onu tekrar seçmemenin onun ilgili seçimlerini seçmemek olacağını tutarlı bir tez olarak öne sürmek de mümkündür.

Yeter ki, bekamızı demokrasiye feda etmeyelim ve yanlışlıklar bataklığında çırpınıp durmayalım.”

ÖMER LEKESİZ’İN YAZISI

“Ben oyumu HDP’ye vereyim ama devletimiz onun yerine mutlaka kayyum atasın” sözü, son mahalli seçimlerin yegâne incisi olarak epey rağbet görmüştü.

Seçimlerden bugüne kadar geçen on günlük şu kısa süre içerisinde, kimi mahallerde devletin bütünlüğüne karşı sergilenen olumsuz davranışlar, ferdi şımarıklıklar, bayrak başta gelmek üzere milli simgelere karşı yapılan saygısızlıklar da açıkça gösterdi ki, zikrettiğimiz söz, seçimi de aşan toplumsal bir hakikate isabetle söylenmiş bir sözdür.

Bir mahalde bulunmak, o mahallin kendisine mahsus şartlarıyla, anlayışlarıyla, telkinleriyle kuşatılmış olmak demektir ki, şehir, ilçe, belde başkanlığı seçimlerinde akrabalıkların, büyük aile gruplarının ve hatta kavmiyetlerin bir tercih nedeni olması da bu kuşatılmışlığa dâhildir. Dolayısıyla bu kuşatılmışlık, şahane yönetim sistemi olan muhteşem demokrasinin(!) tahakkuku ve işleyişi bakımından olumsuz görülebilirse de, insani değerler, toplumsal bağlar ve aidiyetler açısından olumsuz gösterilemez.

Vaktaki, “Ben oyumu HDP’ye vereyim ama devletimiz onun yerine mutlaka kayyum atasın” şeklindeki seçmen tercihi, mezkur bağlamda insani yanlarıyla önemli bir gerçekliğe isnat ettiği kadar, mahalli bir gerçekliğe de isnat etmektedir.

Mahalli gerçeklikten kastımız, muktedirlerin satranç tahtası, uluslararası silah tüccarlarının en büyük pazarı, Yahudilerin Haçlıları yedeklerine alarak Müslümanlar aleyhine kaynattıkları fitnenin kazanı; iç savaşların, toplu katliamların, zulümlerin, sürgünlüklerin merkezi haline gelen yerlere yakınlığı nedeniyle devletin özel korumasına, denetimine ve yönetimine muhatap bulunan mahallerin taşıdıkları özel hassasiyettir.

Zikrettiğimiz söz işte bu manada, aile, kavmiyet bağları hatta yükümlülükleri gereğince duygusal bir gerçekliği içkin iken, aynı zamanda devlet bilinci (beka kaygısı), güçlü yönetim talebi bakımından da (kelimenin en geniş anlamıyla) milli bir gerçekliği haizdir.

Bu tefsiri biraz daha genişletecek olursak: Zikredilen bağlamda son iki yıl içinde ilgili şehirlerde ve ilçelerde yaşananlar söz konusu durumun en güçlü karinesidir.

Sınır bölgesindeki şer güçleriyle ittifak halinde olan kimi şahıs ve grupların belediyelere devlet tarafından verilen imkânları, askerin hareket kabiliyetini ve erişim imkânlarını sınırlamak, malum terör örgütleri yararına hendek açmak, silah ve cephane depoları oluşturmak, toplu imha tuzaklarının kurulmasına aracılık etmek üzere seferber etmeleri, hatta belediyelere ait resmi plakalı araçları teröristlere tahsis ederek, güya tamirat, tadilat yapmak, arıza gidermek bahanesiyle onları savunma merkezlerine eriştirmeleri, hafızalardaki yerini korumaktadır.

Devletçe sağlanan belediye imkânlarının bu minvalde kullanılması, gerçekte halka hizmet için tahsis edilen bu imkânlardan onların yoksunlaştırılması demektir. İlgili beldelerde kayyumlar eliyle son iki yılda gerçekleştirilen hizmetlerin neden olduğu büyük beğeni, önceki yıllardaki bu yoksunluğun boyutunu göstermeye yeterlidir.

İşte bu nedenledir ki, bölge insanı, duygusal gerçekliklerle yapmak zorunda olduğu tercihin, seçimle arzuladığı sonucu üretmeyeceğini, dolayısıyla kendi tercihinin devletin çıkarları, beka hassasiyeti bakımından yeniden devlet aklıyla değerlendirilmesi ve asıl sonucun bu yünde tahakkuk ettirilmesi gerektiğini, tevilini imkânsızlaştıran bir katiyetle, somutlukla ifade etmektedir.

Aslında konunun daha da derinine inildiğinde, fetişleştirilmiş demokrasinin (ve her ne demekse, demokratik hakların) korunması kaydıyla, mahalli yönetimlerin de (tıpkı üniversite rektörlerinde olduğu gibi) merkez tarafından atanma yoluyla belirlenmesini, artık tartışma masasına yatırmak gerekmektedir.

Bizim kesimdeki yazılanları itina ile dikizleyen malum fitne çevrelerine malzeme vermemek için peşinen belirteyim ki, bu yazı siyasi bir yazı değildir ve şahsen ben de demokrasiye inanan, ona itibar eden biri değilim. Ancak, devlet ve millet tarafından benimsenmiş bir yönetim tarzı olması bakımından onun sınırları ve gereklilikleri içinde hareket etmek ve konuşmak durumundayım.

Söz konusu derinlik bağlamında, bir konuda aynı yanlışı tekrarlamanın zaman ve güç kaybına neden olduğunu gözetebilenlere, ilgili mahaller için uygun olanın en iyisini arama sorumluluğunun yüklediğini düşünüyorum.

Seçimlerden çok kısa bir süre önce, sorunlu mahallerde bulunmuş biri olarak, kayyumlar eliyle gerçekleştirilen altyapı çalışmalarının, halk ile kaynaşmanın, hemen her düzeyde halkın dertlerine derman olmaya çalışmanın doğurduğu memnuniyetten hareketle bu değerli kazanımın demokrasiye, seçime feda edilemeyeceğinin altını çizmek istiyorum.

Yine de sözüm ona demokrasiden taviz vermeyecek şekilde ve yine onun içinden, teklif ettiğim atama konusuna mahsus bir form üretilebileceği gibi, partili cumhurbaşkanı (devlet başkanı) seçmenin buna kendi başına demokratik bir dayanak olarak yeterli gelebileceğini ve bu bahiste onu tekrar seçmemenin onun ilgili seçimlerini seçmemek olacağını tutarlı bir tez olarak öne sürmek de mümkündür.

Yeter ki, bekamızı demokrasiye feda etmeyelim ve yanlışlıklar bataklığında çırpınıp durmayalım.

medyabold

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder