27 Ocak 2020 Pazartesi

Kızım koğuşta dizanteri oldu, 3 kez acile götürdüm, ilaçları verilmedi

Çöpteki kitapta parmak izi bulundu diye tutuklanan Arzu Akçakaya’dan mektup var. 15 aylık bebeğinin dizanteri olduğunu anlatan Akçakaya yaşadıklarını yazdı.

SEVİNÇ ÖZARSLAN

BOL ÖZEL- Türkiye’de cezaevilerinde ne hasta tutuklular ne de tutsak bebekler sağlık hizmetinden doğru dürüst yararlanabiliyor. Altı aydır kızı Damla ile birlikte cezaevinde bulunan Arzu Akçakaya, eşine gönderdiği 9 sayfalık mektupta kızının koğuşta dizanteri olduğunu ve bebekli bir anne olarak hapiste yaşadıklarını yazdı.

15 aylık Damla bebeği aynı gün içinde 3 kez acile götürmek zorunda kaldığını söyleyen Arzu Akçakaya, “Çok hastalandı bir gün, durumu iyi değildi, neden olduğunu bilmiyorduk ve acile götürdük. Doktor dizanteri teşhisi koydu ve ilaç yazdı. Ama bebeğimin ilaçları zamanında alınmadı ve çocuğumla beraber ikinci kez acile gittik. Doktor buraya gelmeniz çözüm değil, bu çocuğun bir an önce ilaçlarının alınması lazım dedi. Yavrumun bünyesi o kadar zayıf düşmüştü ki, ilaçları vücudu sadece 1 gün kaldırabildi ve aynı gün tekrar ağırlaştı, yine acile gittik.” dedi.

Gardiyanlara kızını babasına vereceğini ve eşine haber verilmesini istediğini ifade eden Akçakaya, “Tamam dediler, aradan 5 dakika geçmeden, bebeği babasına veremeyeceğiz, çünkü mesai saati geçti, biz hastaneye götüreceğiz dediler. Çocuğumu babasına verip özel bir doktora göstermek istiyorum desem de beni dinlemediler ve çocuğumun ateşi 39,5 kadar yükseldi ve 3. kez acile gittik.” ifadelerini kullandı.

Dört gün boyunca hastaneden kalan Damla bebeğe serum takviyesi yapıldı. Akçakaya, taburcu olurken doktorun tekrar ilaç yazdığını ama o ilaçların da verilmediğini, eşi cezaevi yönetimini aradıktan 6 gün sonra ilaçların kendisine verildiğini belirtti.

DAMLA, TARIK VE EBRAR BEBEKLER

Arzu Akçakaya mektubunda Damla’nın dışında koğuşta iki bebek daha bulunduğunu söylüyor. 16 kişilik koğuşta 25 kişinin kaldığını anlatan Akçakaya, bebeklerin sık sık ranzalardan düştüklerini ve ranzalara çarptıklarını ifade ediyor: “Tarık bebeğimiz bir gün Ranza’da uyurken düştü, o gün o kadar korktuk ki… Önce yastık düşmüş, sonra da Tarık yastığın üstüne. Ya betona düşseydi, ya çocuğa bir şey olsaydı ne olacaktı! Tarığımız o kadar korkmuştu ki, zorla susturduk ama annesine yaşadıkları çok ağır geldi, saatler sonra sakinleşti.”

İLK DOĞUM GÜNÜNÜ KOĞUŞTA KUTLADI

2017’de evlenen Akçakaya çiftinin ilk çocukları Damla bebek, 9 Ekim 2018’de dünyaya geldi. İlk doğum gününü koğuşta kutlayan Damla’nın kaderini bugün Türkiye’de birçok çocuk yaşıyor.

ÇÖP KONTEYNIRINDAKİ PARMAK İZİ DELİL OLARAK DOSYASINA GİRDİ

Cemaat soruşturmaları kapsamında 2 Ağustos 2019’da tutuklanan Arzu Akçakaya bir gün sonra, Gaziantep Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklanıp kızıyla birlikte Gaziantep L Tipi Cezaevine gönderildi. 4 Şubat 2020’de ikinci kez hakim karşısına çıkacak olan Akçakaya’nın örgüt üyesi olduğuna dair iddianamesine delil olarak giren olaylardan biri de Bitlis’te bir çöp konteynırından çıkan kitaplarda parmak izinin bulunması. İddianamede o iddialar şöyle yer almıştı:

 

“15 Temmuz akabinde Bitlis ili Beş Minare Mahallesi 1301 Sokak, 160 Evler Sitesi, Seval ve Nur Apartmanı önünde bulunan sokak üzerindeki çöp konteynırı içine çevresine atılan kitap dökuman ve dijital materyaller ile Bitlis Olay Yeri İnceleme Müdürlüğü tarafından yapılan parmak izi çalışmalarında elde edilen izlerin karşılaştırılmasında tespit edilen izlerin şüphelinin sağ el orta parmak izi ile aynı olduğu tespit edilmiş olup bu husustaki bilgiler de dosyasına eklenmiştir.” Arzu Akçakaya’nın eşi M. Akçakaya, eşinin o tarihler arasında HTS kayıtlarında da görüleceği gibi Bitlis’te değil, Gaziantep’te olduğu söylüyor.

 

ARZU AKÇAKAYA’NIN MEKTUBU

Bitlis Eren Üniversitesi Tarih bölümü mezunu olan Arzu Akçakaya (29), eşine gönderdiği mektubunda gözaltına alındığı ve tutuklandığı 2-3 Ağustos 2019 gününü anlatıyor. Cezaevinin bebekli anneler için ise ne kadar zor olduğu bir kez daha görülüyor. İşte o mektup…

“2019 geride kaldı ama yaşananlar…
Öyle bir an ki… Sabah yedi buçukta uyanmıştım, işe gitmek için hazırlıklarımı tamamladım. Ama nedense pek gidesim yoktu. Damla da daha uyanmamıştı. Onu uykulu uykulu beşiğinden alıp bebek arabasına koydum işe gitmek için, nereden bilebilirdim ki akşam eve dönemeyeceğimizi…

Bugün sen İstanbul’da işlerini bitirmiş Adana’ya geçiyordun, Allah’ın izniyle akşam da evde olacaktın. Üç gündür evin hiç tadı yoktu sensiz. Sabah kızımla beraber dükkanın elektrik faturasını ödeyip öyle açtık dükkanı.

Bugün Damla çok durgundu, yüzünde çok farklı bir ifade vardı. Hemen fotoğrafını çektim, teyzesine attım, Damla bugün bir garip diye. İçine mi doğmuştu acaba kızımın bugün yaşayacaklarımız? Ve son olarak kızımın o halini çektim, nereden bilebilirdim ki…

Bugün işler çok ama çok durgundu, canım çok sıkılıyordu, zaten senin şehir dışında olman da cabasıydı. Dedim ki, keşke işler iyi olsaydı, kaç gündür şehir dışında yorulmuştun zaten, eğer iyi olsaydı geldiğinde yüzün gülerdi, bu tür düşünceler geçiriyordum içimden…

CUMA VAKTİYDİ, POLİSLER GELDİĞİNDE

Ve saat öğlen 1.10 civarıydı. Herkesin cumada olduğu vakitlerdi. Kızım kucağımda müşteriyle ilgileniyordum. Kafamı kaldırdım, kapıda bir kalabalık. O kalabalıktan biri yanıma yaklaşarak ‘Arzu hanım ben terör şubeden…’ diyerek kimliğini gösterdi. Bir an dondum, tarif edilemez duygular sardı beni. Kimliğimi bile istemeden adımla hitap etti, sanırım fiziki takip, her neyse…

Bir an çok çaresiz olduğumu hissettim. Yanımda sen yoksun, anam yok, babam yok, sadece 9,5 aylık kızım vardı. O an sana o kadar çok ihtiyacım vardı ki ama yoktun işte, sen de istemezdin böyle olmasını biliyorum. İşte her şey bitti, buraya kadarmış dedim.

KIZININ BİRİNE VERİLMESİ LAZIM

Polis etrafı toparla, dükkanı kilitle gidelim dedi. Nasıl toparladım bilmiyorum. Ve kızının birine verilmesi lazım dedi. O an çocuğumdan ayrılık korkusu bitirdi beni. Etrafı toparlarken kara kara düşünüyordum, ben bu haberi eşime nasıl vereceğim, şimdi nasıl üzülür diye içimden geçirdim. Ve işin zor tarafı 9,5 aylık kızımı bebeğimi kime teslim edecektim?

Faruk’a haber verdim sana ulaşamayınca. Damla’nın alınması lazımmış, beni şubeye götürüyorlar deyince Faruk bir an kötü oldu. ‘Tamam yenge’ diyebildi sadece. Ve bebeğimle beraber Maraş KOM Şubesine gittik. Damla’yı almaya halası geldi, verirken o kadar zorlandım ki çok kötü oldum, kızımla ilk ayrılık anımdı. Giderken kızımın bana bakışlarını asla unutamam.

Ve ifademe başlandı sonra, Maraş Adliyesine götürüldüm. Yol boyunca aklım kızımdaydı ve adliyede savcıyı bekledik. Sonra bir telefon geldi. Savcı ifademi almadı. Antep beni buraya istemiş, buna hiç anlam veremedim, hala da öyle…

BANA BİR GÜZEL BAĞIRDI

Ve Maraş’tayken sağlık kontrolüne gittiğimizde işlemler bittiğinde arabaya bindik. Baktım benden taraf arabanın kapısı tam kapanmamıştı. Fark ederler herhalde diye düşündüm. Çünkü benim acım başkaydı, o dertte değildim. Araba hareket etti, baktım beş dakika sonra durdu. Yanındaki memur şoföre niye durdun dedi, onun taraftaki kapı açık o yüzden dedi. Sonra indi ve kapıyı kapattı. Bana bir güzel bağırdı, niye açtı diye.

Halbuki benim kapıyla aramda bayağı bir mesafe vardı ve yanımda da bayan memur oturuyordu. Dokunmadığımı o da biliyordu ama sesini çıkarmadı. Ben açmadım diye açıklama yaptığımda kimin umurunda, kapıyı kilitledi. Kendi yapmış olduğu hatayı bana mal etti. Bu beni o kadar incitti ki…

Ve indikten sonra tek bir cümle söyledim bayan memura: ‘Ben arabadan atlayacak kadar karaktersiz bir insan değilim’ dedim. Ve bu sözün üzerine bayan memur: ‘Biliyorum sen kapıya dokunmadın, zaten şubeye gelince arkadaşa söyledim’ dedi.

Ama benim için önemli olan o anda söylemesiydi ama sustu… Ve Maraş’a akşam ezanı okunurken ben polis arbasında sen ise arkada araçta kızım ve halasıyla beraber beni takip ediyordun. Aklım sürekli sizdeydi. Kaç defa arkama dönüp dönüp baktım bilmiyorum.

MEĞER NE ÖNEMLİ TERÖRİSTMİŞİM!

Ve bu şekilde Antep’e doğru yol alıyorduk. Meğer ne önemli terörsitmişim ki beni 9,5 aylık bebeğimle gece gece Antep yollarına düşürdüler. Ve bir saat yolculuğun ardından gece Antep KOM’a geldik. Ve birkaç saat ayrılığın arkasından kızım kucağımdaydı, doya soya sarıldım, kokusunu içime çektim, gözyaşlarım akıverdi. Canım yavrum benimle beraber rezil oluyordu.

Sen ise bilmediğin Antep sokaklarında kızıma bez gibi ihtiyaçlarını almak için gezip durmuşsun. Şubeye bu eşyaları getirdiğinde o kadar kötüydün ki… Nasıl kötü olmayasın, eşin, kızın karakollarda ve onlardan ayrıldın. Biliyorum senin için de o kadar zordu ki…

Ve ifademe yarın sabah 9’da başlanacağı söylendi. Memur bana klimalı bir oda verdi. Deri koltukların üzerinde bebeğimi uyuttum, o kadar yorulmuştu ki… Bense sabaha kadar uyumadım. Koltuktan düşer diye başucunda bekledim. O gün sabah olmadı, çünkü beni çok bir hayat bekliyordu artık…

Bir konuda minnettarım, beni bebeğimle beraber o gün nezarethaneye koymadılar, bu noktada çok teşekkür ediyorum o memurlara. Ya koysalardı ne yapardım be nezarethanede çocuğumla? Kim bilir…

İFADE ARASINDA KIZIMI EMZİRDİM

Ve ifadeye başlandı. Sen ve kızım ise koridorda ifademin bitmesini bekliyordunuz. Damla durmayınca memurun da izniyle ara verilip kızımı emzirdim. Kısacası kızım ve sen ifade esnasında rezil olmuştunuz biliyorum. Damla seni çok zorlamıştı. Kim bilir sen hangi düşünceler içerisindeydin.

Ve ifade bitti. Küçücük çocuğum olmasına rağmen suçsuz yere savcılık ve mahkeme tutuklama kararı verdi. Tutuklandığıma değil de senden ve kızımdan ayrılmam o gün beni mahvetti. O gün cezaevine gelirken senden tek isteğim “Çocuğumu bana getir” demek oldu ağlayarak, sen ise “Getireceğim canım, üzülme ne olur” diyerek ağlamıştın.

CEZAEVİNE GİDİYORDUM VE KIZIMI BANA VERMEDİLER

O an benim için çok zordu. Cezaevine gidiyordum ve kızımı bana vermediler. O an anneliği ne demek olduğunu iliklerime kadar hissettim. Arkada gözü yaşlı bir bebeğim, eşim kaldı. Yol boyunca ağladım. Acımdan arabanın içindeki memurlara ‘Beni yavrumdan ayırdınız’ dedim. Bayan memur ‘Biz seni ayırmadık, kızını sana getireceğiz’ dedi. Erkek memur ise biraz sert çıktı bana. ’15 Temmuz’da o ölen şehitlerin çocukları yok muydu, o hak değil miydi, neden sustun’ dedi. Evet haktıi kim yaptıysa Allah belasını versin dedim. O zaman sustu. Sanki ben öldürdüm, bana öyle demesi çok zoruma gitti.

Ve yavrum kucağımdan uçup gitmişti. Ve 3 Ağustos unutulmaz bir gün, cezaevine giriş, üniversite koridorlarından cezaevine çok hazin. Kimlik bilgilerim alındı, bir suçlu gibi parmak izim alındı, fotoğraf çekildi ve arama yapıldı. Bu an bende acı izler bıraktı.

Bir karıncayı incitmeye korkan ben, sinek rahatsız ettiğinden öldürmekten ziyade kovalamayı seçen ben, terörist damgası yiyerek cezaevine girdim, bu ne kadar ağır bir imtihandı. İçeride beni nasıl bir ortam bekliyordu bilmiyordum, zaten bunları da düşünmüyordum. Çünkü aklım fikrim sen ve kızımdaydı, şimdi ne yapıyorlar diyordum.

Ve koğuşa girdim. Etrafımı bir kabalalık sardı. Hepsi o kadar samimi ve güleryüzlüydü ki… Hep beraber benim için koşturuyorlardı. Biri yemek hazırlıyor, biri çarşaf, yastık vs… Ve bu an bir nebze de olsa acımı dindirip korkularımı almıştı benden. Ve memurun ‘Kızın birkaç saate sana getirilecek’ demesiyle zindanım aydınlandı, rahatladım. Ve gece 12’de kızım memurun kucağında geldi, gözü yaşlı, perişan bir şekilde… Beni görünce öyle bir içten gülümsemesi vardı ki…

hemen kucağıma atladı, doya doya sarıldım yavruma ve arkadaşlar da bu anımıza mutlu oldular ve ağladılar. Canım yavrum, o gün ben nereye geldim dercesine etrafına şaşkın şaşkın bakıyordu. Nasıl bakmasın, etrafında büyük bir kalabalık demir parmaklık ve kapılar…

Evet gelişiyle bir an mutlu oldum, zindanım aydınlandı ama diğer yanım acılı bir şekilde dışarıda kalmıştı, yani sen… Kim bilir ne haldeydin… Kendime gelmem bir ayı buldu. Anlatacak, yazacak çok sey var 2019’a dair. Ama bende derin izi olan 2 ve 3 Ağustos’u yazmak istedim sadece.

BİR AY YERDE, SÜNGER ÜZERİNDE UYUDUK

Kızımın alışması çok zor oldu, yirmi gün boyunca etrafına tuhaf tuhaf baktı. Kimseye gitmedi, ağladı. O anlar beni çok zorladı. Ve ilk geldiğimde bir ay yere sünger koyarak öyle uyuduk. Üst ranza boştu ama ben oraya çıkmadım, çocuğumla beraber orada kalamazdım. Ve kızım rahat uyusun diye ben hep ucunda kaldım süngerin. Bazen hiç uyuyamadım. Öyle işte, hangi kelime yasananları tam anlatır bilmiyorum. 2019 geride kaldı ama hüzünle anılacak şekilde…

YERE BİR ŞEY SERMEK YASAK

Maltada (avlu) çocuk olmak!

Bunu hangi kelime ya da cümle ifade edebilir ki…
Burdaki bebeklerin besiği, emeklediği odaları, temiz havaları, sıcak yuvaları, güneşleri, özgürlükleri alındı elinden, tıpkı benim yavrumun olduğu gibi. Koydular buz gibi beton yığınlarının arasına. Ve bu bebeklerden biri de benim kızım. Mapus nedir, zindan nedir bilmezken, daha on aylıkken buraya girdi, alındı özgürlüğü kızımın. Tam emekleme çağındaydı ama emekleyemedi, kucağımda gezdi. Çünkü yerler beton, halı yok, yere bir şey sermek yasak. Şimdi yürüyor ama emekleyemeden yürüdü yavrum, diğer bebekler gibi.

11 AYLIK EBRAR BEBEK

İlk geldiğinde Ebrar bebeğimiz vardı, 11 aylıkken mapus olmuş ve 20 aylıkken tahliye oldu. Burada yürüdü, burada konuştu ama bir farkla emekleyemeden yürüdü. Gardiyanların her kapıyı açışlarında ve bağırdıklarında bebeklerimiz korkarak uyanıyor, ortam gürültülü, sağlıklı uyuyamıyorlar. Burada bebeğimizin temizliği için bir ıslak mendil bile alamıyoruz yasak olduğu için bu durum o kadar zorluyor ki…

Dışarıdan mama alımı yasak, içerideki koşullar mama yapmaya müsait değil. Zaten bir aydır semaverimiz yok, tamiri mümkün değilmiş, bir çorba bile yapamayacağız bebeklerimize. Bir yetişkin gibi gelen yemeklerden yemeye çalışıyorlar.

TARIK’IN ANNESİ SAATLER SONRA SAKİNLEŞTİ

Damla ve Tarık bebek bir görüş gününde. Tarık bebek daha sonra tahliye oldu.

Ortam tehlikeli, bir an dikkatli davranmazsan ranzaya çarpıyor bebeklerimiz. Kaç defa çarptı bilmiyorum. Her çarpışlarında yüreğimiz yandı. Hele Tarık bebeğimiz bir gün Ranza’da uyurken düştü, o gün o kadar korktuk ki… Önce yastık düşmüş, sonra da Tarık yastığın üstüne. Rabbim korumuş. Ya betona düşseydi, ya çocuğa bir şey olsaydı ne olacaktı! Tarığımız o kadar korkmuştu ki, zorla susturduk ama annesine yaşadıkları çok ağır geldi, saatler sonra sakinleşti. O gün hep beraber Tarığımıa bir şey olmadığı için Rabbimize bir kez daha şükrettik. Burada çocukların tek aktivitesi daracık odada oynamak yürütçle gezmek…

Güneşten mahrum büyüyor buradaki bebeklerimiz. Bir 10 dakika güneşe çıkarmak için can atıyoruz, kemikleri güneş görsün diye ama… Etrafta ranzalar ve demir kapılar ve beton yığını var. Kapıların kolu yok, bir yere çarpsa çok tehlikeli. O yüzden yürüyene kadar annelerin kucağında ya da yerlerde geziyorlar.

SICAK SU SÜRESİ 50 DAKİKA

Sağlıklı bir şekilde bebeklerimizi banyo yaptıramıyoruz burada. Verilen sıcak su süresi 50 dakika, bazen o kadar bile olmuyor. Bundan dolayı sıcak suyla çamaşır yıkayamıyoruz. Dolayısıyla çamaşırlar hijyenik olmuyor.

Ve sık sık su kesintisi yaşanıyor. Şu an 16 kişilik koğuşta 25 kişi kalıyoruz. Sık Sık su kesintisinin yaşandığı bir yerde bu kadar kalabalık da hijyen peek de mümkün olmuyor.

Daracık odada bebeğimin oynayacak bir alanı bile yok. Üçerli kalınan bir odada bebek nerede oynasın? Hele aramalarda bebeklerimiz uyuyamıyor, o tatlı uykularından uyandırıp kucağımıza alıyoruz, arama bitene kadar bizimle beraber bekliyorlar.

Ve görüşlerde can yakan durumlardan biri de bebeklerimizin kendi babalarından bir yabancı gibi korkup yaklaşmamaları… Bu durum babaları ve anneleri o kadar üzüyor ki… Bir sıcak yuvadan yoksunlar buradaki bebekler…

GÖREBİLDİKLERİ TEK ŞEY DUVAR

Ve babalar babalar… Yavrularının en tatlı anlarını göremiyorlar. İlk baba deyişini, ilk adımını göremiyorlar, ne kadar acı… Böyle kolay işte yuvanın parça parça edilmesi. Burada çocuğuna pencereden dışarı baktırdığında gösterebildiğin tek şey, karşında duran DUVAR…

Pencereden baktıklarında izleyebilecekleri ne bir kuş, ne bir çiçek, ne bir araba, ne bir ağaç var bunlardan mahrumlar. Bazı bebeklerimiz gardiyanlar kapıyı açtıklarında kucaklarına gitmek istiyor, Çünkü dışarı çıkıp gezmek istiyorlar. Nasıl istemesinler ki… Bir yetişkin olarak bizler bile o kadar sıkılırken daracık odada, bebekler nasıl sıkılmasın…

Bazen oyuncaklardan bile sıkılıyorlar, oynamak istemiyorlar. Ve bebeğimin cezaevinde oluşuyla yaşadığımız o çocukluk anıları unutulur mu?

BİR GÜN ÇOK HASTALANDI

Canım yavrum çok hastalandı bir gün durumu iyi değildi, neden olduğunu bilmiyorduk ve acile götürdük. Doktor bebeğime dizanteri teşhisi koydu ve ilaç yazdı. Ama bebeğimin ilaçları zamanında alınmadı ve çocuğumla beraber ikinci kez acile gittik. Doktor buraya gelmeniz çözüm değil, bu çocuğun bir an önce ilaçlarının alınması lazım dedi. Ama canım yavrumun bünyesi o kadar zayıf düşmüştü ki, ilaçları vücudu sadece 1 gün kaldırabildi ve 2 Ekim günü çok ağırlaştı durumu, gün boyu koştu, ateşler içinde kaldı.

Gardiyanlara söyledim, bebeğin babasını çağırın, babasına vereceğim dedim, tamam dediler, seni aradılar. Baba hazırla bebeği, 10 dakika sonra vereceğiz dediler. Ama aradan 5 dakika geçmeden, bebeği babasına veremeyeceğiz, çünkü mesai saati geçti, biz götüreceğiz dediler. Ben hayır hastaneye gitmek istemiyorum, ben çocuğumu babasına verip özel bir doktora göstermek istiyorum desem de beni dinlemediler ve çocuğumun ateşleri 39,5 kadar yükseldi ve 3. kez acile gittik 2 Ekim’de.

4 GÜN HASTANEDE KALDI

Tabi sen ise o kadar yoldan gelip cezaevinin kapısından geri çevrildin yavrunu alamadan, göremedin. Hastanede bile yavrumuza yaklaştırmadılar. 1 dakika olsa göremedin yakından. Ve 3. kez gidişimizde bebeğimizin durumu çok ağırdı. 2 saat hastaneye gitmek için revirde bekletildim, o kadar çaresizdim ki… Ve doktor bebeğime yatış verdi. 4 gün boyunca serum takviyesi yapıldı. Canım yavrumun bünyesi o kadar zayıf ki, damar yolu açamadılar, çok zorlandılar, küçücük bedenine 5 yerinden damar yolu için iğne yedi. Ve yavrum o kadar bağırıyordu ki, ben ise hiçbir şey yapamıyordum. Sadece canım yanıyordu manzara karşısında…

Ve aileme en ihtiyacım olduğu bir zamanda ne yazık ki ailem yanıma gelemiyordu, çünkü izin yoktu. Bir baba olarak çocuğunun durumunu öğrenebilmek için neler yaptın. Neden bu kadar zordu? Bir baba olarak en doğal hakkındı ama mahkum olunca öyle olmuyormuş. Öyle işte, unutulmayacak ve izleri asla silinmeyecek hazin bir hastane süreci olmuştu.

Ve taburcu olurken doktor yeniden ilaçlar yazdı. Her gün dilekçe yazdım ilaçların getirilmesi için, bana ‘reçete kayıp, emin misin yazdığından’ ben de evet dedim, doktorla görüşülüp bana dönülecekti ama dönülmedi her gün dilekçe yazmama rağmen. Sonra sana söylemiştim, ilaçların verilmediğini, sen de üzüldün, bana neden geç söyledin dedin ve kurumu aramanlar ilaçlar 6 gün sonra verildi.

İLAÇLAR 6 GÜN SONRA VERİLDİ

Evet kızım hamd olsun iyiydi, ya kötü olsaydı? İlkinde ilaçlar geciktiği için durumu fenalaşmıştı, 2. kez aynı şey yapıldı, ilaçlar 6 gün sonra verildi, neden böyleydi, çocuk bu?

Cezaevinde bir anne olarak bebeğin içi bazen hiçbir şey yapamıyorsun, o kadar çaresizsin ki… Burada bir bebek olmak da anne olmak da çok zor. Bir anne olarak canın yanıyor, bebeğinin sesin kaderine tabi olmasına… Diğer bebekler dışarıda temiz hava alırken, güneş görürken, gezerken, sıcak yuvalarında babalarıyla beraber yaşarken, rahat odalarda emeklerken senin çocuğun tüm bunlardan mahrum olduğu için bir anne olarak kahroluyorsun ama çaresizlik işte…

Bu bebeklerin hakkı ödenir mi?

Yeni Türkiye: Halk “Elazığ Kürt mü?” diye sorar; devlet HDP’linin yardımını kente sokmaz

 

medyabold

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder