4,5 yıldır tutuklu olan edebiyat öğretmeni Yusuf Coşkun, 16 Mayıs 2021’de hayatını kaybeden ALS hastası eşini son görüşünü cezaevinden abisine gönderdiği mektupta anlattı. Ortada kalan iki çocuk, hapiste bir baba ve komadaki bir annenin son günlerini anlatan mektubun okunması oldukça zor.
SEVİNÇ ÖZARSLAN | BOLD ÖZEL
Eşi hapse girdikten sonra ALS (Amyotrofik lateral skleroz) hastası olan 44 yaşındaki Yeşim Coşkun, vefat etmeden 3-4 ay önce beyin kanaması geçirdi. Ordu Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Coşkun, ölene kadar komadan çıkamadı. Çocuklarına, aile yakınlarına hiçbir tepki vermedi.
Ocak 2017’den beri hapiste olan eşini de tekerlekli sandalye bağımlısı olduktan sonra hiç ziyaret edemedi. “Eşim beni bu halde görmesin, üzülmesin” diye görüşlere hep çocuklarını gönderdi.
1,5 yıl önce Bitlis Cezaevinden Diyarbakır D Tipi Cezaevine sevk edilen Yusuf Coşkun ise 20 yıllık hayat arkadaşını son kez, hiç beklemediği bir anda savcılık izin verince komadayken görebildi.
Mart 2021’de yaptığı o ziyareti abisine anlatan Yusuf Coşkun, mektubunda Diyarbakır’dan Ordu’ya görevli askerlerle birlikte nasıl gittiğini, hastanede önce çocuklarıyla olan duygulu anlarını, sonra sadece “Yeşimim” diye seslenebildiği eşini son kez görüşünü, okunması bile çok zor cümlelerle ifade ediyor.
“SARILABİLİYOR MUYUZ BABA, İZİN VAR MI?”
Daha yola çıkmadan birçok aksilikle karşılaşan Coşkun, uçak iptal edilmesine ve doktorların geç saatte ziyaret izni vermeyeceklerini söylemelerine rağmen umudunu kaybetmiyor. Hastaneye varınca ilk başta çocuklarını karşısında gören Coşkun o anları şöyle anlatıyor:
“Hastaneden içeri girip çocukları karşımda görünce gayri ihtiyari iki gözüm iki çeşme ağlamaya başladım. Zeynep hemen koşup bana sarıldı. Gözü bir şey görmüyordu. Ömer bir yandan gelmek istiyor, bir yandan jandarmalara bakıyordu. Ben ‘Oğlum gelsene ne duruyorsun?’ deyince o da hemen sarıldı. ‘Gelebiliyor muyuz baba? İzin var mı?’ dedi. Tabii ben iyice kopmamaya azami dikkat ederek çocuklarıma sarılıp bir müddet ağladım, kokularını içime, en derinime, kalbimin en kuytularına dek çekerek kokladım ve ağladım, ağladım, ağladım. Hem Ömer hem Zeynep çok metanetli durdular. Her ikisi de ağlamadılar. Ömer “Baba sen de mi? Lütfen ağlama. Herkesten beklerdim ama senden beklemezdim” dedi. Zeynep “Baba lütfen ağlama. Ağlayacak bir şey yok’ deyince kendime geldim.”
“CİĞERİĞİMİ PARALAYAN O GÖRÜNTÜYÜ BIRAKIP ÇIKTIM”
Doktorların “Sizi eşinizin yanına alalım, sonra tekrar çocuklarınızla görüşürsünüz” cümlesiyle ikinci kez sarsıldığını ve içinde fırtınalar koptuğunu belirten Coşkun, bilinçsiz bir şekilde yatan eşiyle vedalaşmasını ise, şu sözlerle dile getiriyor: “Bilinçsiz bir şekilde gözleri kapalı öyle yatıyordu. Ben gözyaşım kurudu diye düşünüyordum, artık gözümden yaş gelmez diye düşünüyordum ama gel gör ki iki yanağımdan gözyaşlarının şakır şakır aktığını hemşirenin bana uzattığı peçete vesilesi ile fark ettim. Sadece “Yeşim, Yeşim, Yeşimim” diye diye ağladım. Doya doya ağladım. Sonra biraz onunla konuştum… ‘Nasıl bırakır çıkıp giderim?’ diye ciğerimi paralayan, yakan o görüntüyü ardımda bırakıp çıktım. Çıktım ama yüreğimi orada bırakıp çıktım. Ben benliğimi bırakarak çıktım. Evet hayat devam edecek. Çocuklarımla ve inşallah eşimle yaşamaya devam edeceğiz. Ama orada benden bir şeyler kaldı. Ne olduğunu tarif etmek zor. Anlatması güç.”
YARI ÖLÜ BİR ANNE, CEZAEVİNDE BİR BABA
Gülen Hareketi soruşturmaları kapsamında Ocak 2017’de tutuklanan Yusuf Coşkun (45) Bitlis Yavuz Sultan Selim Eğitim Kurumları’nda yöneticilik yaptığı için örgüt üyesi olduğu iddiasıyla 13 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı. Dosyası Yargıtay’da bulunuyor.
18 ve 13 yaşındaki iki evladının yaşadıkları zorluklara rağmen bu kadar sessiz ve sakin bir şekilde olayı kabul etmeleri karşısında şaşkınlığını da dile getiren Coşkun, mektubunda onların psikolojik sağlıklarından endişe ettiğini de belirtiyor:
“Onların annesiz babasız kalması içime dokunuyor. O inkisarı yaşarlar, içlerine atarlar, başlarına bir iş gelir söylemezler diye ödüm kopuyor. Boğazım düğümleniyor. Yarı ölü bir anne, cezaevinde bir baba, sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranan iki çocuk. Sence bu normal mi? Yani metanet tamam iyi güzel ama normal mi? Bana yansıtmamak için çırpınıyorlar diyelim, ki öyle sanıyorum, ya başkalarına karşı da öyle yapıyorlarsa…”
Yusuf Coşkun’un 21 Mart 2021’de kaleme aldığı duygu yüklü mektubunun tamamı.
Rahman ve Rahim olan Allah (c.c) Adıyla
Allah (c.c)’ın selam, selamet, rahmet, bereket ve mağfireti üzerine olsun!
Çok kıymetli ve değerli abiciğim;
Uzun süredir dört gözle beklediğim mektubunu cuma günü (19.03) aldım. Gözüm yollarda kaldığından mıdır, vereceğin güzel haberler olduğunu söylediğinden midir yoksa baya zamandır hiç kimseden mektup alamadığımdan mıdır nedir bilmiyorum ama mektubunu bir solukta okudum. Önce bir göz atayım diye düşünmüştüm. Sonra tekrar okuyayım diye elime aldığımda mektubu zaten baştan sona okumuş olduğumu anladım. Sonrasında yine birkaç kez okudum. Sen her ne kadar uzun uzadıya yazmış olsan da ben bitmesin isteyerek sindire sindire okumaya çalışsam da hızlıca bitiverdi her defasında. Bir doyuma ulaşamadım desem yeridir.
Canım abiciğim. Yeşimi görmeme izin vermeleri beni de şaşırttı. İşin doğrusu olumlu bir cevap alabileceğimi pek sanmıyordum. Yani az bir ihtimal veriyordum. Şu ana kadarki uygulamalar bunu gösteriyordu. Zaman ilerledikçe ve olumsuz bir cevap gelmedikçe umudum ziyadeleşti. Nihayetinde izin çıktı. Senin de bahsettiğin gibi çok sıkışık bir zaman diliminde para mevzusunun halletmem söylenince ben yine biraz tereddüt yaşadım. Yani herhalde olmayacak diye düşündüm. Neyse ki, senin gayretinle, çabalarınla gitmek nasip oldu. Süreci çok uzatmadan biraz anlatayım.
Senin de dediğin gibi 15:40-16:00 saatlerinde hesabıma para yatırmam istendi. Eğer saat 17:00’a kadar yatırmazsam iznin iptal edileceği söylendi. Sağ olsun müdür bey Cuma günkü telefon görüşmemi o gün yapmama müsaade etti. Emine’yi aradım ama ulaşamadım. Tekrar tekrar aradım ama nafile. Bu arada saat 16:00’yı buldu. Hatta belki geçti. Çar-naçar Ömer’i aradım. Durumun acil olduğunu ve hemen seni arayıp sonucu bana bildirmesini söyledim. Tabii vaktin geç olduğunu, bankanın kapalı olduğunu söyleyince yine demoralize oldum. Fakat nedense içimde bir his Yeşim’i göreceğimi söylüyordu.
Sebebini bilmiyorum fakat bir sükûnet, bir rahatlık vardı. Yani sanki kesinlikle görecekmişim, ne olursa olsun görebilecekmişim gibi bir his. His bu yönde, fakat olaylar aksi yönde vukuu buluyor. Neticede senin kurumu arayacağını söyledi ve telefonu kapattık. Ben ertesi günü bekledim. Sordum, soruşturdum bir netice alamadım. Nihayet perşembe gecesi saat 03:00’da yola çıkacağımız söylendi. Cuma sabahı 03:00’da cezaevinden çıkıp havaalanına gittik ve yolculuk başladı.
Görevliler gayet anlayışlı davrandılar sağ olsunlar. Yani işlerinin gereği neyse onu yaptılar. Zaten benim de başkaca bir beklentim yoktu. İstanbul’a indik. Biz polis noktasında beklerken uçağın tehir olduğunu öğrendik. Sabahki ordu uçağı iptal olmuş. Bizim öğleden sonraki uçuşun da iptal edilebileceği söylendi. Aynı demoralizasyon ve aynı dinginlik. İki zıt bir arada olmaz diyeceksin. Evet olmaz ama şöyle düşünebilirsin. İlk haber alındığında çok hızlı ani bir moral kaybının hemen akabinde büyük bir tevekkül ve huzur hissi.
Uçağın tehir edildiği saati beklerken görevli memur Ordu Devlet Hastanesi ile görüşmeler yapmaya başladı. Eğer uçak kalkarsa muhtemel varış saatimiz 16:00-17:00 gibi olacaktı. O saatte hasta ziyareti kabul ediyorlar mıydı? Hastaneden de kötü haber aldık. O saatte görüştürecek bile olsalar ancak ekrandan görmeme müsaade edeceklerini, yanına almayacaklarını belirtmişler. Komutan gelip durumu bana iletti ve “Sende de ne şans varmış arkadaş. Her şey bu kadar mı ters gider?” gibi üzüntüsünü belirtti. Ben de “Komutanım eğer nasibimizde varsa gider görürüz. Buna kimse mani olamaz. Ne hava muhalefeti ne de doktor. Eğer nasibimizde yok ise yapacak bir şey yok. Biz yola çıktık. Rabbimden diliyor ve dileniyorum kurbanım kendine.” deyip teselli ettim.
Neyse ki uçak saati (tehirli saati)’nde kalktı ve biz Ordu’ya uçtuk. Havaalanından direk hastaneye gittik. Yol boyunca metanetimi korumak ve kendimi koyvermemek için kendi kendime telkinde bulundum. Çocukları üzmemek için dik durmam gerektiğinin farkında idim. Fakat hastaneye yaklaştıkça ne denli lüzumsuz bir çabanın içerisinde olduğumu fark ettim.
Hastaneden içeri girip çocukları karşımda görünce gayri ihtiyari iki gözüm iki çeşme ağlamaya başladım. Zeynep hemen koşup bana sarıldı. Gözü bir şey görmüyordu. Ömer bir yandan gelmek istiyor, bir yandan jandarmalara bakıyordu. Ben “Oğlum gelsene ne duruyorsun?” deyince o da hemen sarıldı. “Gelebiliyor muyuz baba? İzin var mı?” dedi.
Tabii ben iyice kopmamaya azami dikkat ederek çocuklarıma sarılıp bir müddet ağladım, kokularını içime, en derinime, kalbimin en kuytularına dek çekerek kokladım ve ağladım, ağladım, ağladım. Hem Ömer hem Zeynep çok metanetli durdular. Her ikisi de ağlamadılar. Ömer “Baba sen de mi? Lütfen ağlama. Herkesten beklerdim ama senden beklemezdim.” dedi. Zeynep “Baba lütfen ağlama. Ağlayacak bir şey yok. Sen ağlama yoksa biz de ağlarız.” deyince kendime geldim.
“Yavrum ben sizi çok özlediğimden ağlıyorum. Başka bir sebepten değil. Sizi uzun süre sonra görünce dayanamadım” dedim. Sağ olsun Özer, Arzu oradaydılar. Bir de Yeşim’in halasının kızı Serpil abla var, o da oradaydı. Arzu’nun büyük kızı da. Herkes salya sümük. Bir müddet çocuklarla hasret giderdikten sonra görevliler ‘Sizi eşinizin yanına alalım, sonra tekrar çocuklarınızla görüşürsünüz” dediler. Ben “Yanına alacak mısınız?” diye sorunca “Evet” dediler.
O anı anlatmam mümkün değil abi. İçimde bir volkan kabardı. İçim lavlarla yanıyor, alev alev bir his tüm bedenimi sarıyor gibi oldum. Bu yangını söndürebilecek tek iksir gözyaşı iken onu da çocukların yanında dökmek istemediğimden mengenede sıkılıyor gibi bir acı hissettim. İçimdeki deniz dalgalanıyor, his dünyamda fırtınalar kopuyordu. Onu tekrar görecektim. Onu nasıl görecektim. Ona ne diyecektim? Onu tekrar bırakıp nasıl çıkacaktım oradan? Onu o halde (o hal nasıl bir hal ise) nasıl bırakıp çıkacaktım? Yoğun bakım kısmına geçtik. Üstümüze kıyafet giydirdiler. Bone, eldiven vs.
Sonra onun olduğu odaya girdik. 7-10 kişinin yattığı bir yoğun bakım ünitesi. Ve onu gördüm. Hayat arkadaşımı, diğer yarımı, kalbimin sahibini, gönlümün sevgilisini, evimin sultanını, gözlerinde kaybolduğum veya kendimi bulduğum, eline dokununca dertlerimden arındığım, saçlarının kokusuna meftun olduğum, dudu dillim, ahu gözlüm…
Bilinçsiz bir şekilde gözleri kapalı öyle yatıyordu. Ben gözyaşım kurudu diye düşünüyordum, artık gözümden yaş gelmez diye düşünüyordum ama gel gör ki iki yanağımdan gözyaşlarının şakır şakır aktığını hemşirenin bana uzattığı peçete vesilesi ile fark ettim. Sadece “Yeşim, Yeşim, Yeşimim” diye diye ağladım. Doya doya ağladım. Sonra biraz onunla konuştum. Dua ettim. Okudum. Gözlerini kırpıştırdığını, dudaklarının kasıldığını fark ettim. Ertesi gün doktora sorduğumda “Siz konuşun, anlatın, dokunun” dedi. Ben Yeşim’le konuşurken doktor “Şu anda sizi duyuyor. Size tepki veriyor.” dedi.
Daha fazla uzatmayayım. Benim için eşsiz bir deneyim oldu. Zor, sancılı, sarsıcı, kısmen yıkıcı ve yıpratıcı bir deneyim. Fakat eğer bu deneyimi yaşamasam, karımın yanına gidip onu görmesem kendimi ömrüm boyunca affetmezdim. Ne gelirse Allah’tan (c.c). Haşa isyan edecek halimiz yok. Rabbim karımın yardımcısı olsun, çocuklarımın…
yardımcısı olsun, benim yardımcım olsun, sizlerin ve tüm şifa bekleyen, yardıma muhtaç mazlum ve mağdurların yardımcısı olsun. Bu hayatta her şey insan için var ve insan için her şey var.
Yeşim’in mevcut durumu şöyle; yoğun bakım daha doğrusu koma hali ALS’den kaynaklanmıyor. Bir kriz geçirmiş ve kalbi durmuş. Hastanede müdahale edilip kalp tekrar çalıştırılıyor. Fakat bu esnada beyne oksijen gitmiyor. Arzuyla son görüşmemizde geri dönme ihtimalinin çok zayıf olduğunu söyledi. Tabi ki Allah’tan (c.c) ümit kesilmez. Biz sebeplere değil müsebbibül esbaba iman etmişiz. Ona sığınıp, ona yalvaracağız. Rabbim hayırlı şifalar ihsan buyursun inşallah.
“Nasıl bırakır çıkıp giderim?” diye ciğerimi paralayan, yakan o görüntüyü ardımda bırakıp çıktım. Çıktım ama yüreğimi orada bırakıp çıktım. Ben benliğimi bırakarak çıktım. Evet hayat devam edecek. Çocuklarımla ve inşallah eşimle yaşamaya devam edeceğiz. Ama orada benden bir şeyler kaldı. Ne olduğunu tarif etmek zor. Anlatması güç.
Çok kıymetli abiciğim. Benim için hayatın ne anlama geldiğini eminim biliyorsundur. Tafsilatlı yazmayı abesle iştigal olarak görüyorum. Bu konuda bir sıkıntı olmadığından da emin olduğuna şüphem yok. Benim asıl anlatmaya çalıştığım konu başka. Hayata bakış açım biraz değişti. Süreçle ilgili yaşanan bunca acı, bunca zulüm, bunca haksızlık “artık yeter” denecek noktaya geldi dayandı. Rabbim hakkımızda hayırlısını nasip etsin.
Hiçbir zulüm ilelebet devam etmez. Hiçbir haksızlık sonsuza kadar sürmez. Bende Rabbime sığınıyorum. Ondan medet ve yardım diliyorum. Sevgili abiciğim. Bu mektubu nispeten dar bir zamanda yazıyorum. O yüzden diğer mevzularla ilgili kısma geçiyorum. Öncelikle şunu söyleyeyim. Burada F tipi cezaevleri açıldı. Yaklaşık 5-6 ay önce açıldı. Bizim oraya nakil olacağımız yönünde söylentiler dolaşıyor. Ne olur bilmiyorum. Ben Ordu-Ünye-Giresun’a nakil için dilekçe yazdım. Onun da sonucu belli değil. Anlayacağın nakil olabilirim. O yüzden bu mektubun cevabını göndermeden önce mutlaka kurumu arayıp bilgi al… (S.Ö.: 8 sayfalık mektubun bundan sonraki kısımları ailevi konular olduğu için yayınlamıyoruz.)
Tutsak öğretmenin komadaki eşine son vedası: Yüreğimi yanına bırakıp çıktım yazısı ilk önce BoldMedya üzerinde ortaya çıktı.
medyabold
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder