3 Kasım 2019 Pazar

Ev hapsindeki emekli albay BOLD’a konuştu

28 Şubat’ta TSK’dan atıldı. Yıllar sonra iade-i itibarla rütbesi geri verildi. 15 Temmuz sürecinde tutuklandı. Gel gitleriyle bir Türkiye hikayesi..

SEVİNÇ ÖZARSLAN
BOLD ÖZEL

Zübeyir Gülabi 28 Şubat döneminde ordudan atıldı. Ardından devlet iade-i itibar yapıp albay rütbesiyle haklarını iade etti. 15 Temmuz’dan sonra ‘terörist’ diye damgalandı, tutuklandı, 8 ay hapis yattı.

1996’da ‘Ordu ve Din’ üzerine bir program hazırlayan Mehmet Ali Birand, Gülabi ile yaptığı görüşmeyi Genelkurmay’dan gelen talimatla yayınlayamadı. Birand programı hazırlamış, “peki TSK’dan atılanlar ne diyor” diyerek ikinci bölüm için reklam arasına gitmiş, ancak reklamlardan sonra program uçmuştu. Bugünlerde Youtube üzerinden tekrar yayına başlayan 32. Gün’ün arşivinde hala o program bulunmuyor.

1990’lı yıllarda Batı Çalışma Grubu’nun ‘ajanlık’ teklif ettiği Gülabi, “Artık birilerinin konuşması gerekiyor. Ben Güneydoğu’da ölümle birçok kez burun buruna geldim. Kimseden korkum yok.” diyor.

Siyah Transporter ile kaçırılan Cemil Koçak ile Ankara Sincan Cezaevinde karşılaştığını söyleyen Gülabi, 28 Şubatcıların o günkü Türkiye’ye ait planlarını bildiğini ve 15 Temmuz’da bunu uyguladıklarını ifade ediyor.

İşte, 1974’ten beri ülkücü hareketin içinde olduğunu belirten Zübeyir Gülabi röportajı…

28 ŞUBAT’TA YÜZBAŞIYKEN İHRAÇ EDİLDİM

Adanalıyım. 1986’da Kara Harp Okulundan teğmen olarak mezun oldum. 1995 Aralık ayında Yüksek Askeri Şura kararıyla yüzbaşı iken ihraç edildim. 28 Şubat süreci oluyor. Sonra Türkiye’de hiçbir iş bulamadığım için -paşalar hiçbir işte çalışmama müsaade etmediği için- Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldım. Ordudan ayrıldıktan sonra 2016’ya kadar hiçbir şirketin elemanı olarak çalışmadım. Hep bağımsız kalmayı tercih ettim. 1999 yılında Nijerja’ya gittim.

Nijerya’da iki dönemim var. 2012’ye kadar olan dönemde küçük bir girişimci olarak çalıştım. Ticaret yaptım. Yaşayabilmek için kendi kendime mobilyacılığı öğrendim. Boya, mobilya imalatı yaptım, iyi bir mobilya ustası oldum. Türkiye’den Nijerya’ya boya, mobilya ithal ettim. Mobilya malzemeleri, çelik kapı, bisküvi, tencere…

Ne iş olsa yaparım modunda, nereden para kazanabileceksem o işi yaptım. Sonra boya fabrikası kurdum, onu kapattım, mobilya fabrikası kurdum. 2010’da Lagos eyaletinde çıraklık eğitim merkezinden sorumlu yönetici oldum. Mobilya konusunda eğitim veriyordum.

ALBAY OLARAK EMEKLİ EDİLDİM

2010’daki Anayasa referandumundan sonra 2011’de haklarımız iade edilince Türkiye’ye döndüm. Kadrolarımız, haklarımız iade edildi. Aradaki yılları çalışmış gibi saydılar ve albay olarak emekli edildim. TSK’da çalıştırmadılar, MEB’de araştırmacı kadrosu verdiler. MEB’de de işin doğrusu oturduk. İş vermediler. Orası insan havuzu gibi. Bir sürü kurumdan toplanmış, kurumları özelleştirilmiş, kapanmış devlet memurlarının yer aldığı bir havuzdu. Biz de o havuzdaydık.

Ama ben Turgut Özal Üniversitesinde önce yüksek lisans yaptım. Siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler alanında. Sonra doktoraya başladım. Yüksek lisans tezim Türkiye-Nijerya ilişkileri üzerineydi. Konusunda ilk kaynaktır. Tek kaynaktır halen. Yeterliliğimi verdikten bir ay sonra darbe oldu ve üniversitem kapandı. Doktoramı yarım bırakmak zorunda kaldım.

AFRİKA’NIN EN BÜYÜK ŞIRINGA ÜRETİCİSİNİN GENEL MÜDÜRÜ

Temmuz 2016’da Nijerya’dan iş teklifi geldi. Nijerya’yı iyi bildiğim için benim adımı önerenler olmuş. Ağustos 2016’da Nijerya’ya döndüm. O günden, tutuklandığım 19 Ocak 2019’a kadar Nijerya’da Jubilee Syringe Manufacturing Company’de (JSM) genel müdür olarak çalıştım. JSM, Afrika’nın en büyük şırınga üreticisidir. Fabrikanın inşaasından çalışmasına, sistemin oturtulmasına kadar o işleri yaptım.

NİJERYA DEVLET BAŞKANINA SÖZ VERDİM

Merkezi hükümetle de ilişkilerim güzeldi. Yerel hükümetle öyle. Nijerya’da eyalet sistemi vardır. Nijerya şırınga üreticileri birliği başkanıyım. Ülkenin medikal malzeme sanayi politikasını yazdım. Nijerya adına sektör başkanı olarak Türk heyetinin de katıldığı D-8 toplantılarına katılıyordum.

Nijerya devlet başkan yardımcısına Nijerya’yı 3 yıl içinde şırınga ihracatçısı yapma sözü vermiştim. Benden önce 7 şırınga firması kapalıyken, şu anda 3 tanesi çalışıyor. 6 sözüm vardı. Gümrük mevzuatını değiştirme karşılığında bu sözü vermiştim. Değiştirdik ve başarılı olduk.

3 YILDA 9 KERE TÜRKİYE’YE GİRİŞ-ÇIKIŞ YAPMIŞTIM

19 Ocak 2019 sabahı İstanbul Atatürk Havalimanına indim. İzne gelmiştim. Pasaport kontrolden geçemedim. Gözaltına alındım. 2 gün gözaltında kaldıktan sonra Ankara’ya getirildim. Terörle mücadelenin spor salonunda birkaç gün misafir edildim. Fetö/pdy örgüt üyesi olduğum iddia ediliyordu. Zaten savcılık 14 Ocak 2019’da yakalama kararı çıkartmış, ben de hemen gecikmeden gelmişim.

Bu arada belirteyim; 2016 Ağustos’undan tutuklandığım tarihe kadar Türkiye’ye 9. ya da 10. gelişimdi. Polis sorgulamasında öğrendiğime göre fetö davalarında yargılanan iki üst düzey kişiyle telefon görüşmekle suçlanıyordum. İki de üyelikten yargılanan kişiyle irtibatım tespit edilmiş. Bank Asya hesabımın olduğu tespit edilmiş. Bu kadar.

ERGENEKON YAYINLARINI TENKİT ETMEK İÇİN ARADIM

1995’te ordudan atıldıktan sonra 1996 yılını medyayla, siyasilerle görüşerek geçirdim. Yapılan haksızlığı anlatmak için. Birçok gazeteciyle tanıştım haliye. O üst düzey dedikleri kişi Zaman gazetesinin yöneticilerinden Hamdullah Öztürk imiş. 2011’de görüşmüştüm. Ben de evet görüştüm dedim, Ergenekon yayınlarını tenkit etmek için ki, doğru, gerçekten doğru. Kendisiyle 1996 yılında, medyaya çıktığım dönemde tanışmıştım.

Mehmet Ali Birand bir programını bize ayırmıştı. Siyaset Meydanında konuştum. Gazetelerde manşet oldum. Yoğun bir medya çalışması yaptım. Yüksek Askeri Şura kararlarıyla atılmanın hukuki olmadığını, haksızlığa sebep olduğunu açıklamaya çalıştım. Hatta atılmalarla ilgili bir kitap yazdım. O dönemin ortamında bir türlü bastıramadık. Bir türlü de basılacak zamanı gelemedi. Zaten o dönemde ordudan atılmış olmak bile terör örgütü üyeliğine delil sayılabiliyor. Öyle bir ortamdayız şimdi. O dönemde çok konuştum medyada ama hakkımda hiç dava açamadılar, utangaç diktatörler.

SORGUDA NİJERYA’NIN TÜRK OKULLARINI NEDEN KAPATMADIĞINI SORDULAR

Nijerya’yı sordular bana. Niye orada cemaatin okullarını kapatmadığını sordular. Örgütün gücü ne? Niye okulları Nijerya kapatmıyor? Türk okuluna gidip gitmediğimi sordular. Türk okulu, adını Türkiye Cumhuriyetinin izniyle konulmuş, Türk bayrağı dalgalanıyor, tabi ki gittim, niye gitmeyeyim, her Türk gibi ben de gittim tabi. Nijerya’ya gelmiş her Türk gibi ben de gittim. Buna büyükelçiler dahil. Böyle bir sorgulamadan geçtim.

24 Ocak 2019 tutuklanıp Sincan Cezaevine götürüldüm. İlk mahkemeye 23 Eylül 2019’da çıktım. 8 ay sonra. 5,5 ay hiç iddianamem bile gelmedi. Ben bile kendimden korktum, neymişim dedim. Tutuklandığım gün TRT 1’de Nijerya’da örgütün üst düzey görevlisi diye alt yazı geçirdiler. Ertesi gün Sözcü gazetesi duyurdu. 23 Eylül’deki mahkemede tahliye dediler, ama ev hapsi verildi. Bir dahaki mahkeme 16 Ocak 2020’de olacak.

28 ŞUBAT’TAKİ PLANLARINI BİLİYORDUM

28 Şubat’ta ordudan atılmış bir asker olarak, 28 Şubatcıların o günkü Türkiye’ye ait planlarını bilen biri olarak 15 Temmuz’u da merak ediyordum. Bugün fetö denen cemaat bu işin içinde miydi? Cemaatçi subaylar ordu içinde bu kadar yoğun muydu, bu kadar çok generalleri var mıydı? Aklımı kurcalayan çeşitli sorularım vardı. Bir sivil toplum örgütü olarak Hizmet Hareketi deniyor da gerçekten bu insanlar böyle bir şeye bulaştı mı diye merak ediyordum. İyi kötü öğretmenleri ve genel yapısı hakkında iyi kaanetlerimiz vardı. Merak ediyordum, bulaştılar mı diye?

Cezaevinde subaylar, ast subaylar, öğretmenler, esnaflar vardı. Bunlar tanıştım, sorumun cevabını almış oldum. Subaylara sordum, Harp Okulu Davasında yargılanan bir üsteğmen vardı. Jandarma Genel Komutanlığı davasından yargılanan bir subay vardı. Gazi olmuş, komando binbaşılar, yüzbaşılar vardı. Hepsi komutanları tarafından Whatsup mesajlarıyla o gece göreve çağrılıyorlar. Gittikleri anda da karargahlarına varır varmaz, komutanları güvenlik sıkıntımız var diye ellerine silah veriyor. Şurada mevziye girin, çevre emniyeti alın deniyor ve bir müddet sonra ateş açılmaya başlanıyor, bilmiyorlar işin doğrusu, onlar da ne olduğunu bilmiyor.

PLANI 15 TEMMUZ’DA UYGULADILAR

İddianemelerden okuyarak da ne olduğunu anlamaya çalıştım. Evet darbe girişimine benzer bir şey var ama üzerine atılan grubun bu darbenin içinde olmadığı kanaati oluştu bende. 28 Şubat’ta yapılan planın bir uygulamasını yapmışlar gibime geliyor bana. Benim o zamanki taktığım isimle ‘karanlık amaçları olan karanlık bir grup’ diye açıklamalar yapmıştım. Böyle bir grubun yaptığı darbe planını cemaatin üzerine yıkmışlar gibi geliyor bana. Siyaset de öyle istedi anladığım kadarıyla.

O ZAMAN DA CEZALANDIRILDIM, ŞİMDİ DE

Biliyorsunuz Kıvrıkoğlu “28 Şubat bin yıl sürecek” demişti. AK Parti iktidara gelince ‘biz işte gördünüz mü bitti’ kanaatine ulaşmıştık. Şimdi anlıyorum ki, 28 Şubat devam ediyor. O zaman yapamadılar bu darbeyi. Yapamamalarının gerekçesi de 15 Temmuz’da eğer gerçekten bir darbe varsa başarılı olamamasının sebebi yüzünden yapılamadı o zamanki darbe.

Camilerden, okullardan askere ateş açılacaktı o zaman. Şeriatçılar Cezayir’deki gibi ayaklanma yapıyorlar bahanesiyle. Muhsin beyin (Yazıcıoğlu) açıklaması vardır. “Türkiye bir Cezayir olmayacaktır ama Suriye de olmayacaktır” diye. İki tarafa da -eğer gerçekten hevesliler varsa şeriatçı bir ayaklanma yapmak isteyen ona da gönderme yapan bir açıklamaydı, etkili de olmuştu o dönem. Ama asıl plancılar Suriye tipi baasçı bir yapılanma içinde olan insanlardı. Sonra o planları Balyoz ile revize ettiler. Güncelleştirdiler. O zaman 6 milyon insan fişlemişler, 28 Şubat davalarında mahkeme kayıtlarında var. Ceza da aldılar bunlar. İşin enteresan tarafı bizi ordudan atan insanlar ceza aldılar ama ben de yine ceza aldım. O zaman da cezalandırıldım, şimdi de cezalandırıldım.

BATI ÇALIŞMA GRUBUNDAN YAPILAN GİZLİ TEKLİF

Zaten o zaman benim atılmamın da gerekçesinin arkasında bunların darbe planlarını görmem vardı. Maalesef ben gördüklerimi de bir komutanıma söylemiştim. Meğerse komutanım da Batı Çalışma Grubu (BÇG) karargahında çalışan biriymiş. Askeri disiplin içinde olmayacak gruplaşmalar, hiyerarşi içinde bir araya gelişler vardı.

1994 yılında, benden birkaç kıdemli bir arkadaşım, ‘Zübeyir gizli dindarları tespit etmek için istihbarat ekibi kuruluyor. Gizli. Senin de buna dahil olmanı istiyorum’ diye teklif yapmıştı. Ankara’ya da yeni gelmiştim. “Ben kurmay olacağım, istihbaratçılıkla harcayacak vaktim yok” demiştim. Mesela bir komutanım vardı, bana ‘Eşin başörtülü atarız seni. Ya başını açsın, ya boşa ya da atılacaksın.’ demişti.

SEÇİMDEN 1 GÜN ÖNCE ATILDIM

1995 Aralık’ta seçimden bir gün önce ordudan atıldım. Elime bir kağıt verdiler, atıldın dediler, bu kadar. Hiç sorgulanmadım. Enteresandır, ben kurmaylık sınavını kazandım hemen dosyam istenmiş ve atıldım. Kurmaylığı kazanmasaydım sanki atılmayacaktım gibi bir kanaatim var.

Kurmay sınavını geçince general olma hakkı kazanıyordunuz. Gerçi 15 Temmuz’dan sonra kurmayları da general yapmıyorlar. 15 Temmuz’dan sonra general olanların yaklaşık yüzde 70’i kurmay olmayan subaylar. Önceden bu yüzde 10 civarında olurdu. Kurmay olmayan general sayısı yüzde 10’u bulmazdı. Atıldıktan sonra bir sene boyunca medyaya çıktım, yaşadığım haksızlığı anlattım. Medyayı sırayla dolaşıyorum. Meclis’te Yavuz Donat ile tanıştım. Demirel o zaman Cumhurbaşkanı. DYP hükümet. Yavuz Donat etrafında 5-10 milletvekiliyle geziyor. Milletvekilleri yanında el bağlamış şekilde yürüyorlar. Fikret Bila da vardı sanırım.

İki sayfalık bir mektup hazırlamıştım, görüştüğümüz herkese veriyordum. Yavuz bey, Fikret Bila’ya Milliyet’te benimle bir röportaj yapmalarını söyledi. Kanundan, hukuktan bahsediyorum. 28 Şubat’ın adı konulmamıştı henüz, BÇG o zaman yoktu ama ordu içinde bir gruptan bahsediyorum, orduyu da suçlamıyorum. Röportajı yaptık Fikret Bila ile, Posta gazetesinde küçücük, kimlik zayi ilanı kadar çıktı. Sonra mektubu Yeni Şafak ve Akit bulmuşlar. Tam sayfa resmimle birlikte yayınladılar.

Mektupta komutanımın bana söylediklerini yazmıştım, ‘ya karının başını aç, ya boşa ya da atarız’ demesinden başlayarak ordu içinde amaçları karanlık olan bir grubun Türkiye’yi Suriyeleliştirmek istediklerini, bunun içinde Atatürkçü bir kılıf yaparak dindar gördüklerini ya da kendileriyle çalışmayacaklarını düşündükleri insanları ihraç ettirdiklerini, yargı dışı oluşumdan da istifade ederek bu ihraçları kullandıklarını anlatmıştım. Yargılanmak istiyorum diyordum. Bir Emile Zola arıyordum işin doğrusu.

32. GÜN’ÜN YAYINLANMAYAN KAYIP BÖLÜMÜ

Sonra Mehmet Ali Birand ve ekibi irtibat kurdu bizimle. Ordu ve din dosyası hazırlıyoruz, görüşür müsünüz dediler. Deniz Arman vardı. Onun ekibi çekimleri yaptı. 2 saatlik bir programdı. Nisan ayıydı sanırım. Üç gün anonsunu yaptılar, bizim aile görüntülerimiz var. Programı yayına verdiler. O gün Emin Çölaşan bir yazı yazdı ve “Liboş Mehmet bu progamı yayınlayamaz, yayınlayabilecek mi, şeriatçılara destek veriyor” mealinde.

Akşam yayın başladı, komutanların resmi görüşlerini verdikten sonra “Atılanlar ne diyor bu konuda? Diğer taraf ne diyor” diye reklam arası aldı ve bir daha program başlayamadı. Ertesi gün Genelkurmay Foto Film Merkezinden bana telefon ettiler. ‘Çok cesur konuşmuşsun ama Mehmet Ali’den kasedi aldık.’ dediler. 32. Gün arşivlerinde o program yok. Bütün arşivlerini tekrar izledim, yok. O günden sonra 32. gün birkaç ay yayınlanmadı. Deniz Arman işini kaybetti, 2-3 ay işsiz kaldı. Sonra Star’a geçti zannediyorum. Böyle bir süreçti.

BÇG’Lİ KOMUTANLAR HAKKIMDA ÖLÜM EMRİ VERDİ

Ben 28 Şubat sürecinde konuşunca BÇG’li komutanlar o zaman benim hakkımda ölüm emri de vermişler diye gayrı resmi olarak duymuştum. Böyle restleşmemiiş olmuştu. Joker çekmelerimiz oldu. 56 yaşındayım. Ben vuruldum, Gümeydoğu’da 36 ay çalıştım, tim komutanlığı yaptım. Ölümle çok öpüştüm, o yüzden korkum yok.

GÜNEYDOĞUDAKİ ESKİ GAYRETLERİMİZİ KIYMETLİ GÖRMÜYORUM

Güneydoğu’daki mücadelemizin bir orijinalitesi de kalmadı. Bu konuya girmek istemememin sebebi de devlet teorileri üzerine çalışmış olmamdır. 11 Eylül’den sonra Amerika’nın teröre karşı mücadelesiyle birlikte devletler siyasi suçları terör kavramının içine sokarak muhaliflerini bastırıyorlar. Amerika’da da öyle oldu, dünyanın her yerinde de. Şimdi moda böyle. Devlet kimseye düşünce suçu açmıyor terör suçundan dava açılıyor. Hem malına mülküne el koyuyor. Yani muhafazakar teorinin mukaddeslerinden olan mal mülk meselesini de göz ardı ediyor.

Güneydoğu’da ben çalıştığımda asker halka karşı eylemde, şiddette bulunmamaya, en azından bunun görünür olmamasına gayret ederdik. Ama şimdi devletin bu rezervi de kalktı. Artık devlet şiddeti de vatanseverlik olarak satabiliyor yandaşlarına. Yani terörle mücadele etmiş olmamın bir değerli kalmadı. O zaman sadece terörle mücadele ediliyordu, halk ayrılıyordu. 1993’ten beri bu ayrım kalktı ama 2014’ten sonraki dönemde tamamen kalktı. Şehirler dümdüz ediliyor, kentsel dönüşüme alet ediliyor terörle mücadele. Onun için eski gayretlerimizi kıymetli görmüyorum.

OĞLUMUN ÖĞRETMENİYLE AYNI KOĞUŞTAYDIM

Oğlumun matematik öğretmeniyle aynı koğuştaydım. Evladım yaşında insanlardı. Ben onlara üzülüyorum. Ben askerim, her türlü zorluğa katlanmayı biliyorum, komando subayıyım, bir öğretmenin terörden yargılanmasına daha üzülüyorum.

KAÇIRILAN CEMİL KOÇAK İLE CEZAEVİNDE KONUŞTUM

Cemil Koçak (15 Haziran 2017’de Ankara’da kaçırıldı) ile ilk gün geçici koğuşta tanıştım. 37-40 yaş arasında biri. 15 Temmuz’dan sonra Siteler’den kaçırıldığını, 100 gün bilmediği bir yerde, MİT olarak tahmin ettiği kişilerce alı konulduğunu söyledi. Tabutlukta kaldığını, elleri ve ayakları bağlı vaziyette hem de günlerce kaldığını anlattı. Yüz gün sonra Gölbaşı tarafında bir dağbaşına bırakılmış. Sonra tekrar tutuklanmış ve hakkında mahkeme açılmıştı. Ben kendisine, gençsiniz, bunlar siyasi davalar, hayatınızın ileri dönemlerinde bu tutukluluklar kazanç olacak deyince açılıp biraz konuştu benimle.

KİTABIMI YAYINLAMAYA KİMSE CESARET EDEMEDİ

1995’te ordudan atılanları anlattığım bir kitap yazmıştım. O kitap hiç basılamadı. 2010’da bir yayıncı ile görüştüm. Artık 28 Şubat bitmişti ama kitapta 2007’ye kadar yani AK parti döneminde de dindar oldukları gerekçesiyle YAŞ kararıyla ordudan atılanlar vardı. Hatta Adnan Tanrıverdi’nin de hükümete karşı büyük eleştirileri vardı. Yayıncı arkadaşlar hükümete de eleştiri var diyerek yayınlamak istemediler. 28 Şubat döneminin radikal İslamcıları da yayınlamaya da cesaret edemedi. Ya size hapis cezası yok, para cezası var, onu da ben öderim dememe rağmen olmadı. Şimdi o kitabı romanlaştırmaya çalışıyorum. Cumhuriyet tarihinde ordudan yapılan tasfiye sürecini, tasfiye tarihini anlatan bir kitap haline getirmeye çalışıyorum. Sadece 28 Şubat’ta atılan dindarların değil de bütün süreci anlatan bir kitap…

BÖYLE BİR DÖNEM GÖRMEDİM

15 Temmuz gibi hukukun, insanlığın rafa kaldırıldığı bir dönemi, ben 56 yaşındayım görmedim. Az buçuk 74’ten beri ülkücü hareketin içindeyim. Siyaseti de, 12 Eylül’ü de biliyorum. 28 Şubat’ta biz çok rahatmışız. Ben konuşuyordum, el altından tehditler geliyordu sadece ama mahkeme açmaya cesaret edemediler. Hatta açın mahkeme ben konuşayım diyordum. Bu dönemde mahkemede bile konuşturulmuyorsunuz.

 

medyabold

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder