Gülsu’nun önce raporları yokedildi, ardından ilaçları verilmedi, sonra tedavi ettirilmeyerek ölümüne neden olundu. Dehşeti yaşayan koğuş arkadaşlarından ilkinin şahitliklerini sunuyoruz.
SEVİNÇ ÖZARSLAN
BOLD ÖZEL – İlaçları verilmediği ve tedavisi geciktirildiği için tutuklu bulunduğu Tarsus Cezaevi’nde 28 Nisan 2018’de hayatını kaybeden İngilizce öğretmeni Halime Gülsu’nun ölümüne dair açılan soruşturmalar, Mersin ve Tarsus savcılıkları tarafından kapatılmaya çalışılıyor.
Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı, Mersin TEM’deki görevliler ve Tarsus Devlet Hastanesi doktoru hakkındaki soruşturmayı 16 Mayıs 2019’da ‘kovuşturmaya gerek yoktur’ diyerek takipsizlik kararıyla kapattı.
Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığı ise cezaevi görevlileriyle ilgili açılan soruşturmayı 18 Mart 2019’da kapattı, kararı aileye 7 ay sonra geçtiğimiz hafta abisi İrfan Gülsu’nun ısrarları sonucunda bildirdi.
Gülsu ailesi her iki karara da itiraz etti ama henüz itirazlara bir cevap verilmedi. TBMM İnsan Hakları Komisyonu Üyesi ve HDP Genel Başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun girişimleri ve çabalarıyla sivil toplum kuruluşu MAZLUM-DER, Mayıs 2019’da Halime Gülsu’nun ölümünde ağır ihmaller olduğunu kanıtlayan bir rapor yayınladı. Ama her iki savcılık da bunları dikkate almadı, şahitleri dinlemedi.
İHMALLE ÖLÜME 22 ŞAHİT VAR
20 Şubat 2018’de gözaltına alınıp 28 Nisan 2018’de cezaevinden cenazesi çıkarılan Gülsu’nun yaklaşık iki aylık süreçte yaşadıklarına tanıklık edebilecek 22 koğuş arkadaşı bulunuyor.
BOLD Medya’nın ulaştığı iki koğuş arkadaşı D.F ile A. Z.’nin anlattıkları, savcının belirttiği gibi Gülsu’nun ‘normal seyirde bir ölüm’ ile hayatını kaybetmediği, bile bile ölüme sürüklendiğini gösteriyor.
İLK TANIK F.D. ANLATIYOR: “İLAÇLARIM DİYE ÇIRPINDIĞINI GÖRDÜM”
Halime ile aynı gün gözaltına alındık ve aynı yerde gözaltında tutulduk. Daha o günlerde Halime ‘ilaçlarım’ demeye başlamıştı. İkimiz de aynı ilaçları kullanıyorduk. İkimizin hastalığı da aynı kökten geliyor. Muhatap olduğu insanlara ‘ilaçlarım’ diyerek çırpındığı gördüm. Raporunu soruyordu, ilaçlarının az kaldığını söylemeye çalışıyordu. Bu çırpınması 28 Nisan 2018’e kadar sürdü. oldukça sıkıntılı bir süreçti.
Gözaltına alındığında yanlarına raporu almışlar ancak Emniyet’te raporu görevliler kaybetmiş. Aynı gün bizi tutukladılar. Tarsus Cezaevine götürdüler. Ve geçici koğuş denilen son derece hijyenden uzak ve kötü şartlar altında 3 gün geçirdik. Ardından bizi yine aynı koğuşa koydular. Bu süre zarfında Halime’nin ilaçları hala yok. Halime durmadan revir yazıyor. Ben de yazıyorum, o da yazıyor ancak revire çıkmak zor tabi.
10-12 gün geçtiği günlerde ben banyoya girmiştim, o esnada mazgal açıldı ve ismimin okunduğunu duydum. Hazırlanın revire çıkacaksınız dediler. Ama Halime’nin ismi okunmamıştı. Halime bana kapıdan seslendi, “Ben sizin yerinize gidebilir miyim” dedi. Zaten ben banyodaydım, “Sen git senin işin görülsün” dedim.
NEDEN REVİRE GELDİN DİYE KIZMIŞLAR
Sonra o gitti hatta orada ona kızmışlar, neden sen geldin diye. Halime de ben hastayım demiş. Hastalığını söylemiş. 1 hafta sonra Tarsus Devlet Hastanesi dahiliye bölümüne götürüldü. Halime söylemiş hastalığını. Doktor sadece rutin tetkikleri istemiş. Halime’nin hastalığını ortaya çıkaracak tetkikler yapılmamış, istenmemiş daha doğrusu.
Sonra Halime koğuşa geri getirildi. Zaten sonuçları alıp doktora gitme şansımız yok. Görevli memur sonuçları alır, götürür, doktora gösterir, doktor da değerlendirmeyi yapar, ilaçları yazar. Ama o esnada Halime’de bir şey çıkmıyor.
BUNLAR HASTALIĞIMIN TETKİKLERİ DEĞİL
Hatta ikame (memur) gelip Halime’nin yüzüne raporları atarcasına “Hiçbir şeyin yokmuş ‘sen hastayım’ diyorsun” diyor. Halime de “Ben kendime hastalık mı uyduruyorum ne demek bu? Ben hastayım.” dedi. Raporlara baktı ve “Bunlar benim hastalığımın tetkikleri değil ki. Benim hastalığımın tetkikleri istenmemiş, yapılmamış.” dedi.
Sonra yeniden revir yazdı. Başkana yazdı. Burada başkan görüşü denen bir sistem var. Müdürün bir altı. İlk onunla görüşebiliyorsun. İlk başkan görüşünde Halime’yle yine beraberdik. Halime, “Bakın benim hastalığım şu, görevli memur bana sapasağlamsın dedi. Ama rahatsızlığımın tetkikleri yapılmamış. O yüzden ben mağdurum. İlaçlarımı alamıyorum.” dedi. Ve bu sırada 20-25 gün geçmiş.
Bu sefer tekrar Halime’yi hastaneye götürdüler. Ama tabi ki gitmesi 1 haftayı buluyor. Hemen işlemiyor işler. Tekrar revire çıkıyor, revir jandarmaya yazıyor, jandarma ayarlıyor… Tarsus Devlet Hastanesinin de Şehir Hastanesine sevk etmesi gerekiyor. Sonra Şehir Hastanesine sevk yapıldı.
ARADAN 1 AY GEÇTİ, HALİME RAHATSIZLANMAYA BAŞLADI
Biz 20 Şubat 2018’de içeri alındık 12 gün göz altındaydık. 3 gün geçici koğuşta kaldık. Yani oraya sevk edilmesi bayağı bir zaman aldı. 1, 1.5 ay kadar geçti. Ve Halime rahatsızlanmaya, hastalık usul usul kendini göstermeye başladı. Halime yoruluyor, Halime halsiz. Bir taraftan çabalıyor. Doktorum-ilacım…
Esas kullanması gereken bir ilaç var ama raporu kayıp olduğu için kullanamadı. Rapor bulunamadı. Halime gidiyor, geliyor revire. Sistemden bakarsanız bulunur diyor ama sistem bir türlü açık değil. Bir sürü olumsuzluk var. Aslında cezaevi kurulunun hekimi çok kolay bir şekilde Halime’nin TC’si ile sisteme girdiğinde rahatsızlığıyla ilgili her şeyi görecek. Çünkü Halime 15 yıl bu hastalıkla mücadele etmiş bir insan. Hastalığının seyrini çok iyi biliyor. Hastalığının doktoru olmuş. İlacını kullanmazsa neler olacağını biliyor. Zaten cezaevi şartları, beslenme ciddi problem. 10 kişilik koğuşta 22 kişi kalıyoruz, 2 de çocuğumuz var. Banyo tek, tuvalet tek sıkıntılı bir yer.
6 FARKLI KURUMA MEKTUP GÖNDERDİ
Sonra Halime’nin Şehir Hastanesine sevki yapıldı. Ama ne zaman götürüleceği belli değil. Halime buna sessiz kalmamaya karar verdi ve 20 Şubat’tan bu yana yaşadıklarını kaleme aldı. 6 farklı kuruma yazdı. Cezaevi savcığına, savcılığa, Adalet Bakanlığına, BİMER’e, CİMER’e başından geçen her şeyi yazdı.
İlk açık görüşümüzün olduğu gün çarşamba günüydü. 25 Nisan 2018. Üç gün sonra vefat etti zaten. Açık görüş günü Halime’yi Şehir Hastanesine götürdüler. Halime aynı gün yazdığı mektupları ‘kapalı zarf usulü’ teslim etti.
“KAPALI ZARF USULÜ HAKKI”
‘Kapalı zarf usulü’ dediğinizde yönetim açmıyor zarfı. Tutukluların böyle bir hakkı var. Normalde okuyorlar ama ‘bunun okunmasını istemiyorum’ diyerek üzerine not düşüldüğünde onu açamıyorlar. Biz bu tür şeyleri bilmezdik, bilmemiz de mümkün değildi. Koğuştaki hukukçu arkadaşlar bize bu anlamda destek oldu. Bunun bir hak olduğunu ve bu hakkın kullanılabileceğini söyledikleri için yazmıştık, diğer türlü zaten o mektupların dışarı çıkma ihtimali sıfır. Hala çıktığından emin değiliz. Bir mektup toplam 4-5 sayfa olması lazım. Halime çok yorulduğu için yazamıyordu ve bazı arkadaşlar ona yazmasında yardım ediyorlardı. Ciddi manada yoruluyordu.
HASTANEYE YATIŞ İSTEYECEĞİM
Evrakları teslim etti. Hastaneye gitti. Giderken “Bugün hastaneye yatış isteyeceğim” doktordan dedi. Ben de “Ama yatırırlar mı bilmiyorum” dedim. Ve o şekilde kapıdan çıktı. Görevli memura da hastaneye yatmak istediğini belirtmiş. Memur “O kadar kolay iş değil o.” demiş.
Öyle deyince, talep edememiş, yatırmayacaklarını düşünmüş. Daha sonra bana “İnfaz koruma memuru o hiç kolay iş değil dedi, ben de talep etmedim.” dedi. Bir de oralarda yorulmak istememiş. Gücü kalmamıştı. Biz bir taraftan acaba hastaneye yatırmazlar mı endişesi taşıyoruz. Bir taraftan ilk açık görüş günü, abisini görebilecek mi diye düşünüyoruz. İkilemdeyiz. Görüşmezse görüşmesin hastaneye yatsın diyoruz, ama bir taraftan ilk açık görüşü…
Ne olacak ne bitecek diye düşünürken görüş saatine 10 dakika kala Halime geldi. Şehir Hastanesine götürülmüş, tetkikler yapılmış, sonuçlar 15 gün sonra çıkacak demişler.
Sonra abisiyle görüştü. Hatta yan yana oturmuştuk. Ben de birkaç gün önce avukatımla konuşmuştum, Halime’nin rahatsızlığını anlattım. Bu kızın hala bir avukatı yok, zor durumda, hala ilaçlarını almakta sıkıntı yaşıyoruz.
Ertesi gün öğleye doğru Halime biraz kendine geldi. Kızlar aşağı havalandırmada kahvaltı hazırlamışlar. Halime daha o saate kadar bir şey yememiş. Halime’yi zorla götürdüler, canı istemiyor. Baktım biraz yemek yedi, kahvaltı etti. Biraz yemeye başladı, toparlanacak diye hoşumuza gitti. Gözlemliyoruz çünkü onu. Üzülüyoruz da bir taraftan da. Onun ağız tadıyla yediği son yemek o oldu.
ELLERİ BUZ GİBİYDİ, BEYNİ KAYNIYORDU
Ardından Halime yukarı çıktı. Ben namaz kılıyordum. Sonra bir ara baktım kendini nefes nefese peteğin üstüne attı. Selam verdim “Halime nasılsın” dedim. “Bozma namazını” dedi. “Aldım onu, hemen bir arkadaşın yatağına yatırdım. Oraya uzandı, ben namaza devam ettim. Bir-iki arkadaş da başında ilgilenmeye başladılar noluyor diye.
Koğuştaki arkadaşları biri “Baksanıza bu kızın elleri buz gibi ama sanki beyni kaynıyor.” dedi. Gerçekten bir baktım elleri buz gibiydi ve buz gibi ter dökmüştü ama başı kaynıyordu sıcaktan. tansiyon aleti isteyelim dedim. Merdivenlere yöneldim ama ben namazdayken istenmiş zaten, ölçüyoruz sonuç alamıyoruz.
GÖZLERİ GİTTİ, KASILDI, MOSMOR OLDU, ÇOK KÖTÜ OLDU
Bir anda Halime’nin gözler gitti, kasıldı, mosmor oldu, kötü bir görüntüydü gerçekten. Düşünün küçücük, iki çocuğun olduğu bir yerde böyle bir şey yaşanıyor. Tabi hepimiz çırpınmaya başladık, kimimiz kapıya vuruyor, kimimiz butona basıyor, çabuk gelin diye.
O sıra Halime’nin kasılması geçti biraz, kendine geldi, gözü açıldı. Bu sırada istiğfar etti. Hem alttan hem üstten… Tabi biz ne yapacağız, ne edeceğiz çırpınıyoruz. O sırada geldiler görevliler.
ÖLÜMCÜL HASTALIĞI VAR DEDİM, ANLAMADILAR
“Noldu? Kiminle tartıştı? Kiminle kavga etti? Niye böyle?” diye sorular yöneltmeye başladılar. Kimseyle tartışılmadı, kavga edilmedi, kimseye hiçbir şey söylemedi. Kız hasta, ölümcül bir hastalığı var dedim. Sürekli de ölümcül kelimesini kullanmaya başladım anlamıyorlar diye.
Sonra ambulans geldi. Görevliler de alışmışlar; cezaevinde insanlar sinir krizi geçirir, tartışırlar vs. Öyle bakıyorlar bütün olaylara. Halime’yi de aynı kefeye koymaya çalışıyorlar. Biz diyoruz, bunun sorumluluğunu kim alacak bu kız çok hasta. Zar zor ikna ettik hastaneye götürmeye onları.
İki katlı bir yer orası, asma tavan var. Üstü yatakhane, altında mutfak ve tuvalet. Halime’yi indirmek istiyoruz, sedye diyoruz, sedye yok. O haldeki bir hasta nasıl inecek? Dört arkadaş ellerini kenetlediler Halime’yi kucaklarına aldılar, o merdivenlerden aşağıya indiler. Sağlık görevlileri ve aynı zamanda kurum memurları baktılar sadece.
570 KİŞİNİN YAŞADIĞI YERDE BİR SEDYE YOK
Biz arkadaşımızı indirmekten gocunmuyoruz ama 570 kişinin 80’e yakın çocuğun bulunduğu bir yerde bir sedyenin olmaması kadar kötü bir şey yok. Kapının önüne bir tekerlekli sandalye getirmişler. Onu da içeri bile sokmadılar. Kızı oraya bindirdik. Ondan sonrasını bilmiyoruz, götürdüler Halime’yi. Akşama doğru geri getirdiler.
Acil servise götürmüşler, grip olmuşsun demişler. Bir serum takmışlar, ateş düşürücü bir şey vermişler, Parol gibi. Onlar da biraz Halime’nin kendine gelmesine sebep olmuş. Geldi ama kız yoğun bakımlık bir durumda aslında. Şuuru, bilinci yerinde ama mecali, gücü kuvveti yok.
KOĞUŞTA İKİNCİ KRİZ
Ben Halime’nin yanına yaklaşamıyordum. Çünkü yanına yaklaşırsam çok şiddetli ağlayacağım, üzüleceğim kaygısıyla uzakta duruyordum. Arkadaşlar da bir şeyler yedirelim diye çaba sarf ediyorlar. Sonra bir meyve yedirdiler. 3 dakikaya varmadı Halime aynı şekilde bir kriz yaşadı. Perşembe günü, biri öğleden sonra, biri akşam saatlerinde olmak üzere iki kez doktora göndermeye çalışmamız yine maceralı şekilde oldu. Oradaki herkes de buna şahitlik eder.
Halime’yi tekrar kollarımızla tutarak aşağıya indirdik. Zar zor ikna ederek hastaneye gönderdik. Saat gece 2 buçuk civarı kapı açıldı, herkes aşağı indi. Ben de uyandım, Halime geldi dediler. Aşağı indim, baktım Halime oturuyor. Noldu dedim. “N’olucak serum taktılar, bir şey yaptıkları yok” dedi.
NÖBETLEŞE BAŞINDA BEKLEMEYE BAŞLADIK
Yer olmadığı için ben koğuşta yer yatağında yatıyordum. Kızlar “Abla Halime’nin yukarı çıkacak dermanı yok, hem her defasında onu bu şekilde aşağıya taşımayalım, senin yatağı aşağıya indirsek mi?” dediler. Ben de tabi ki dedim. Yatağı aşağıya indirdik. Halime’yi yatırdık. Nöbetleşe başını beklemeye başladık.
Herkes elinden geleni yapmaya çalışıyor. Sabah saat 9 ile 12 arası ben görevi devraldım. Bir şey yemiyor, “Halimecim bir bardak su içer misin” diyorum. Bir iki yudum su içti, hiçbir şey yemedi. Yatıyor sessizce. Ağlamıyor, hıçkırmıyor, isyan etmiyor, bir şey söylemiyor sadece öylece yatıyor.
Hani insan bazen aklından geçirdiği şeye utanır ya ben bunu nasıl aklımdan geçirdim diye… İşte o durumu yaşadım. Yatağa döndüm baktım Halime uzanmış yatıyor. Rengi gitmiş. İçimden “Allah’ım bu kız ölecek mi?” diye geçti. Sonra oradan nasıl kaçasım geldi anlatamam. Ben nereye gidiceğim, nasıl saklanağım, nasıl böyle bir şey düşünürüm diye…
Sonra Halime’yi revire götürdüler. Akşam 17.00’ye kadar orada tutmuşlar. Bir serum takmışlar. Saat 17.30 gibi Halime’yi tekerlekli sandalyeyle merdivenin başına getirmişler. Arkadaşınızı gelin alın dediler. Gitti arkadaşlar, merdivenden aldılar, geldiler.
Cuma akşamı (27 Nisan 2019), saat gece 22.30 gibi Halime’yi tekrar götürmeye kalktılar. Halime gitmek istemiyordu artık… Halime günlerce sayıma inemedi. Bir de yanına çıkıp “Bayan, bayan iyi misin?” diye sanki niye bizi buraya çıkarttın da biz aşağıda sayıyoruz anlamında davranışları var. Neyse yani…
RİCA EDERİM BENİ HASTANEYE GÖTÜRÜN
Halime’yi götürdüler. Biz bir daha zaten onu görmedik. Halime’nin hastalığı bu haddeye gelmeden 1 hafta önce şöyle bir şey yaşandı, onu atladım: Bir akşamdı, oturuyorduk, ‘Ben kendimi hiç iyi hissetmiyorum, beni doktora götürün diyeceğim.’ dedi. Ben ‘Şimdi mi diyeceksin?’ diye sordum, ‘Evet, sanırım hastalığım had safhaya çıktı.’ dedi. Ve butona bastı. Doktora gitmek istediğini söyledi. Götürdüler. Akvaryum dedikleri bir yer var, oraya oturtmuşlar. Biz de zannediyoruz hastaneye götürüldü.
Akvaryum görevlilerin oturduğu bir yer. Etrafı açık olduğu için, cam yani, kapalı bir yeri yok, o yüzden akvaryum diyorlar. Halime’yi orada epey bir tutmuşlar. Sonra ambulans gelmiş, tansiyonuna bakmışlar. Ve demişler ki bir şeyiniz yok. Halime de hastalığı anlatmış, ilaçlarını alamadığını belirtmiş, hastalığımın seyrinin iyiye gitmediğini düşünüyorum, o yüzden benim tetkiklerimin yapılması lazım, rica ederim beni hastaneye götürün demiş. Bu Şehir Hastanesi’ne götürülmeden önceki bir süreç.
SİZİN GALİBA CANINIZ SIKILMIŞ
Böyle deyince sanıyorlar ki Halime’nin canı sıkıldı. Çünkü orada özellikle adli mahkumlar sıkılınca hastayım diyor, ambulans çağırıyorlar, dışarı çıkmak, hava almak için bir çeşit bahane… Sağlık görevlileri de bundan dolayı Halime’ye ‘Sizin galiba canınız sıkılmış’ tarzında şeyler söyleyip göndermişler. İşte böyle bir sürü ihmal zinciri…
Cumartesi (28 Nisan 2019) sabah oldu. Halime’den ses yok, haber yok. Çağırıyoruz, Halime’yi soruyoruz, bazıları bilmiyoruz diyor, bazıları hastanededir diyor, bazıları başka şeyler söylüyorlar. Ama Halime ile ilgili bir bilgi yok. Getirmediklerine göre belki hastaneye yatırmışlardır diye umut ederek, dua ederek geçirdik o günü.
BİRDENBİRE BİZE İYİ DAVRANMAYA BAŞLADILAR
Pazar günü sabah oldu, hala bir haber yok. Bir arkadaş panik atak hastası oldu. Halime gitti gelmedi ondan dolayı da panik. Ben de iyi değilim. Butona basıyoruz, tansiyon aleti anında geliyor. Şeker aleti var mı dedim. Koştular koştular şeker aleti getirdiler. Günlerden pazar bir de. Dedim ki arkadaşlara bu işte bir iş var, bunlar bizimle neden bu kadar ilgileniyorlar? Ben hoşlanmadım bu ilgiden, bunun altında bir şey var dedim.
Arkadaşın şekerine baktılar, beni tanık olarak gösteriyorlar, ısrarla diyorlar ki, ‘Bakın şekeri bu, tansiyonu bu.’ Arkadaşın şekeri de 105 miydi neydi tam hatırlamıyorum ama bana onaylattırıyorlar. Bana tanıklık yaptırıyorlar kendilerince. Dedim yine bu işin arkasında başka bir şey var. Hoşuma gitmiyor tavırları.
Acaba Halime’nin durumu ağırlaştı da ondan dolayı zan altında kalmamak için mi yapıyorlar nedir diye düşünüyoruz ama Halime vefat etmiş haberimiz yok. Ve evet onlar zan altında kalmamak için yapıyorlarmış. Bizim de o gün telefon görüşmemiz var. İki grup halinde çıkıyoruz, Halime’den bir haber alalım diye istiyoruz.
BÜTÜN KOĞUŞ KOPTU, AMBULANSLAR KAPIDA BEKLETİLDİ
O esnada geldiler, telefona çıkardılar bizi. Eşim hangi kanalda gördü bilmiyorum ama altyazı geçmiş. SLE hastası bir kadın öldü diye. Eşim bana söyledi ama isim vermedi. Umut etmek de hani fakirin ekmeği ya Halime’nin üzerine kondurmuyorum. Değildir inşallah diyorum. Arkadaşlara söyleyemiyorum. Böyle bir şey varmış ama inşallah o değildir diyemiyorum. Ama benden sonra giden arkadaşlarda da bir sessizlik. Zaten çocuklar var diye içten bir kaynaşma. Gözlere baktım n’oluyor dedim. N’oluyor söyleyin dedim. Tabi bütün koğuş koptu.
AVAZIM ÇIKTIĞI KADAR BAĞIRDIM: KATİLSİNİZ
Biz haberi duyduk tabi, ortalık kırıldı geçti. Ondan sonra benim tansiyonum fırladı, arkadaşın biri kilitlendi kaldı. Herkes orada farklı bir şey yaşadı. İki çocuk var, onları hırpalamamaya çalışıyoruz. Görevlilerden biri çocukları aldı götürdü. En azından o ortamda bulunmasınlar diye. Çünkü kontrol edemiyoruz kendimizi. Ben avazım çıktığı kadar bağırdım, katilsiniz siz dedim. Siz yediniz o çocuğun başını dedim. Siz çiçek gibi bir insanın hayatını katlettiniz diye avazımın çıktığı kadar bağırdım.
OLMAYAN AMBULANSLAR KAPIDA HAZIR BEKLETİLDİ
Halime’nin ölümünü öğrenince kalp krizi geçiren olur, tansiyonu yükselen olur diye ambulansları hazır bekletiliyorlar kapıda. Pazar günü üstelik. N’olur götürün dediğimizde olmayan ambulanslar bekletiliyor. Herkes çok kötü olunca ambulanslara götürdüler bizi.
Sonra kurum müdürü geldi; karısı hastaymış, adam 1 haftadır hastanelerde koşturuyormuş, girdi içeri dedi ki “Allah belalarını versin bu doktorların.” Aynen bu ifadeyi kullandı. “Benim eşim hasta bir haftadır teşhis koyamadılar” dedi. Senin karına hastalığın teşhisini koyamamışlar. Bu kızın hastalığı belliydi, küçücük bir araştırma gerekliydi. Hepsi bu. Birkaç tuşa basacak kızın raporunu çıkartacak ve ilaçlarını aldırtacaktınız. Hepsi bu. Ondan sonra geldiler, arkadaşlar anlattı, herkes anlattı. Haklısınız tarzı şeyler söylüyor.
HEP BİRLİKTE ROTA VİRÜSÜ GEÇİRDİK
Biz oraya ilk girdiğimiz zamanlarda hep beraber bir rota virüsü hastalığı geçirdik. 10-15 gün içinde. Bütün koğuş kusma, ishal, karın ağrısı şikayeti yaşadı.
On aylık bir kızımız vardı. Onda başladı, herkese bulaştı. Sonra bizi iki ayrı grup halinde serum taktırmaya götürdüler. Halime bunları da yaşadı yani.
Müdür konuşurken arkadaşlar dediler ki, 4 ay revir yazdık ama doktora çıkamadık. Bizden önceki arkadaşlar bunları yaşamış. Tansiyon hastası olduk, kalp hastası olduk, şeker hastası olduk. Bir arkadaş rahim kanseri olmuş. Hastalıktan sonra çıkartmışlar. Bir sürü mağduriyet…
İFADELERİMİZİ EKSİK YAZDILAR
Halime’nin vefatından sonra bir gün ifadeleriniz alınacak dediler. Kendilerini aklama çabasındalar. Hukukçu arkadaşlar bizi uyardı. İster yazılı ister sözlü ifade verin, eğer ki söyledikleriniz yazılmamışsa sakın imzalamayın dediler. Biz başladık ifade vermeye. Onlar her defasında kendilerini aklamaya çalışıyorlar. Bütün arkadaşlar aynı şeyi yaşadı. Yazılı ifade kabul etmediler. Söylediklerimizin etkisini azaltarak yazmaya çalışıyorlar. Israrla okumak istiyoruz, öyle imzalamak istiyoruz diyoruz.
Mesela Halime’nin 6 farklı kuruma kapalı zarf olarak gönderdiği mektupları söylüyoruz, kaydetmiyorlar. Kaydetmemek için çaba sarf ediyorlar. Bu kadar insanın olduğu bir yerde neden sedye yok diye söylüyorum. Arkadaşınız sedye yok diye mi öldü, diyorlar.
İkamelerin hiçbir suçu yokmuş! Doktorun suçu diyorlar. Ama kurum doktorunun değil, hastane doktorunun suçu. Kurum doktorunun bu anlamda hiçbir suçu yok! Kaydetmemeye çalışıyorlar söylediklerimizi. Defalarca ölümcül hastalık dememize rağmen, bu hastalık nasıl bir hastalık diye kimse araştırıp bakılmadı.
ABİSİNİ ARAR MISINIZ?
Halime’nin götürüldüğü gece abisini arar mısınız diyoruz, ikamelere yalvarıyoruz. Halime’nin yıllarca hastalığını takip eden doktorunu arayın diyoruz. Onu ararsanız, Halime’nin rahatsızlığına daha iyi bir şekilde tanı konulacak diyoruz. Değişik değişik formüller üretip söyledik ama hiçbiri yapılmamıştı zaten, yapmazlar yani. Biz bunları anlattığımızda kayda geçmemeye çalışıyorlar. Önce imzalamayacağımızı söyledik. Sonra unuttuğumuz ve sonradan hatırlacağımız şeyler olursa ilave edeceğimizi bildirerek altına not düşerek, yeniden ifade vermeyi talep ederek imzaları attık.
BİZ AKLANDIK!
O ifadeler ne oldu bilmiyoruz. Ama ikamelerin konuşmalarından bazı arkadaşlar şöyle bir şey duymuş: Biz, aklandık bu konuda. Kız, gerçekten ihmalle gitti…
Düşünün ağır hastasın ve 3-5 hafta sonra sana ilaç geliyor. Revir hekimi çok bilgisiz bir hekimdi. İlaçlarla ilgili bilgiye vakıf değildi. Söyleneni de dinlemiyordu, yani ilgisizdi.
Bizi ilk mahkemeye getirdiklerinde tek tek savcının karşısına çıkarttılar. Halime’nin avukatı olmadığı için Halime’ye CMK’dan atanan bir avukat geldi. Hem savcıya hem de avukata hastalığını söylemiş.. Avukat, raporu olmadığı için tahliyesini talep ediyoruz tarzında bir şey söyleriz demiş. Halime de umutlanmıştı.
Mersin Cumhuriyet Savcılığının hastalığından haberi vardı yani. Orada Halime’nin raporunu kaybetmeleri savcının kaale almamasına sebep oldu bence. Sözlü ifade yeterli gelmiyor onlara, oradan kurtulmak için herkes her şeyi söyleyebilir diye düşünüyorlar.
Soruşturmanın asıl Halime’yi gözaltına alan ve raporu kaybedenlerden başlatılması gerekiyor. Rapor kaybolmasaydı savcı Halime’yi bırakma kararı alacaktı. Başka bir hastayı bırakmışlardı. O raporun TEM’de kaybolması bir sürü şeyin ard arda gelmesine sebep oldu. Ama tabiki bu rapora ulaşılamaz mıydı? Çok rahat bir şekilde ulaşılırdı. Ancak doktor bilgisayarın birkaç tuşuna basarak rahat bir şekilde o rapora ulaşabilirdi…
YARIN: İKİNCİ KOĞUŞ ARKADAŞI A.Z.:
* MAZGAL AÇILDI, GARDİYAN RAPORU YÜZÜNE FIRLATTI
* DİLİ BOĞAZINA KAÇTI, KAŞIKLA ÇIKARDIK
* SON İKİ GÜN YATAĞINDA ALTINI BİZ ALDIK
Halime Gülsu’nun annesi: Kızımı öldürdüler Allah da onları tüketsin
medyabold
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder