7 Mart 2019 Perşembe

Preet Bharara’nın kitabındaki 17/25 bölümleri ve Sarraf

Preet Bharara, meslek hayatında yaşadıklarını anlatan 333 sayfalık bir kitap yazdı. Kitapta; Reza Sarraf davasında karşılaştığı olağanüstü durumlara yer verdi.

Rıza Sarraf soruşturmasını ABD’de başlatan, eski New York Güney Bölgesi Başsavcısı Preet Bharara, kitabından bazı bölümleri CNBC yayın kuruluşuyla paylaştı. Eski Başsavcı Bharara, 333 sayfadan oluşan “Bir savcının, suç, ceza ve hukukun üstünlüğü konusundaki düşünceleri” adlı kitapta, Sarraf davasının bilinmeyen bazı yönlerine de yer verdi.

Rıza Sarraf soruşturmasını ABD’de başlatan, eski New York Güney Bölgesi Başsavcısı Preet Bharara’nın anılarını paylaştığı kitap, 19 Mart’ta piyasaya çıkıyor. Wall Street’in şerifi olarak adlandırılan ve birçok yolsuzluk soruşturmasını açan eski başsavcı Bharara’nın, kitabında yazacakları merakla bekleniyor. Bharara’nın kaleme aldığı kitap daha henüz piyasaya çıkmadan Amazon üzerinden yapılan online satışlarla hukuk kategorisinde en fazla satan kitap olarak zirveye yerleşti.

Eski New York Güney Bölgesi Başsavcısı Bharara, kitabından bazı bölümleri CNBC yayın kuruluşuyla paylaştı. Eski Başsavcı Bharara, 333 sayfadan oluşan “Bir savcının, suç, ceza ve hukukun üstünlüğü konusundaki düşünceleri” adlı kitapta, Sarraf davasının bilinmeyen bazı yönlerine de yer verdi.

“SARRAF’IN BAZI ÜST DÜZEY SİYASİLER İLE İLİŞKİLERİ VARDI”

Amerika’nın Sesi’nden Can Kamiloğlu’nun haberine göre, Bharara, kitabında Sarraf davasıyla ilgili bölümüne “Açtığınınız basit bir ceza davasının tuhaf uluslararası olaylara nasıl yol açtığını bir düşünün” diye başladı. Henüz piyasaya çıkmayan Bharara’nın kitabında, Sarraf davasıyla ilgili şu ana kadar açıklanan bazı bölümlerde yazdıkları şöyle:

2016 yılının Mart ayında Rıza Sarraf ve ailesi Türkiye’den Disney World’e tatil yapmak için bir yolculuğa çıktı. Sarraf, hem İran hem de Türk vatandaşı olan İran asıllı bir altın tüccarıydı. Sarraf’ın, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da aralarında bulunduğu ülkedeki bazı üst düzey siyasiler ve işadamlarıyla yakın ilişkileri vardı. Türkiye’nin Ekonomiden sorumlu Bakanı Zafer Çağlayan, Türkiye’nin en büyük devlet bankalarından biri olan Halkbank’ın eski Genel Müdürü Süleyman Aslan da bu kişilerin arasındaydı.

“SARRAF SORUŞTURMASINI SAVCI MICHAEL LOKARD BAŞLATTI”

Sarraf aleyhine İran’a yönelik ABD yaptırımlarını delmek suçlamasıyla hazırlanan iddianame, gizlilik kaydıyla büyük mahkeme heyeti tarafından kabul edildi. Sarraf davasını öncelikle uzun boylu, sessiz ama yoğun savcı Michael Lockard başlattı. Savcı Michael, Sarraf ve diğer yedi sanığa, İran’a yönelik Amerikan yaptırımlarını delmek amacıyla milyar dolarlık suç örgütü kurmak, Amerikalı yetkililere yalan söylemek, kurdukları sahte şirketler aracılığıyla sahte belge üretmek, bazı Türk devlet memurlarına rüşvet vermek ve İran’a yönelik yaptırımları petrol karşılığında altın takasıyla delmekle suçladı. Sarraf üstlendiği bu liderlik rolüyle, ülkesinde hem sosyal itibar, hem de finansal olarak büyük bir güç sağladı. Raporlara göre, sadece 2012 yılında on milyar dolar tutarında anlaşmanın yapılmasını sağladı.

“KARISINA MARS GEZEGENİNİ SATIN ALMAYA SÖZ VERDİ”

Türk pop yıldızı olan eşi kocası Sarraf’dan kendisine Mars gezenini satın alması için söz vermesini istedi. Dava konusunda çok yeni şeyler öğrenmeye başlamıştım. Yaptığımız soruşturmalarda hazırladığımız bazı iddianameleri gizli tutarak, hedeflerimizin uyanmamasını sağlıyorduk. Bu kişiler, bazen ABD’ye seyahat edebilecek kadar kayıtsız olabiliyorlardı. Michael’ın davası ve Rıza Sarraf hakkında hızla çok daha fazla şey öğrendim.

“TÜRKİYE’DEN İNSANLAR BANA ÖVGÜLER YAĞDIRDI”

Sarraf davasının ortaya çıkmasının ardından, Hindistanlı diplomat Devyani Knobragade soruşturmasındaki gibi kötü adam ilan edilmemiştim aksine saatler içerisinde resmi Twitter hesabım aniden patladı. Takipçi sayım, birden 8 binden neredeyse her biri, sevinçli bir Türk‘ten oluşan 250 bin kişiye yükseldi. İddianamede ismim olduğu için adım Türk televizyonlarına yansıdı, tabii fotoğrafımda…

Türkiye’den insanlar bana övgüler yağdırdı, teşekkür etti ve kebap teklif etti. Çok cömert bir Twitter kullanıcısı ise bana “Türk rakısı, şiş kebabı, lokum ve Türk Halısı” teklifinde bulundu. “Şiş kebabını seviyorum ama sadece işimi yaptığım için hediyeler kabul edebileceğimi sanmıyorum” diye cevap yazdım. Haftalarca ve aylarca ABD’de çalışan Türk gazeteciler beni her türlü etkinlikte takip etti. Benim için şarkılar bestelendi. Şiirler kaleme alındı. Sevgilerini ilan ettiler. Hatta Twitter’da açtıkları #welovepreetbharara başlığı internette “en çok konuşulan” olarak yer almaya başladı.

“TÜRKİYE’DE SARRAF ALEYHİNE AÇILAN DAVA SUÇLAMALARIMIZLA ÖRTÜŞÜYORDU”

Peki bütün bu kutlamalar ve suçlamaların sebebi neydi?“ Birkaç yıl önce, 2013 yılında, Türk savcıları Rıza Sarraf aleyhine bir dava açmıştı. İddialara göre, Sarraf’ın liderliğindeki suç örgütü, üst düzey hükümet yetkililerine verdikleri rüşvet karşılığında, ülkenin ihracatını arttırmak için Amerika’nın İran’a yönelik ambargosunu deliyor, petrol karşılığında altın gönderiyordu. Suçlamalarımızla nasıl örtüştüğünüzü görüyorsunuz. Peki Türkiye’deki Sarraf aleyhine açılan davaya ne oldu? Sarraf hepsinden kurtuldu. Hüküm giymedi ama beraat de etmedi. Çünkü hiçbir zaman yargılama olmadı. Çünkü Rıza Sarraf, ülkenin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan adına hapisten çıkma kartına sahipti. Sarraf aleyhine açılan davada, Erdoğan hükümetinin bazı kabine üyeleri ve oğulları hatta Erdoğan’ın kendi oğlu Bilal de vardı. O yılın Aralık ayında davayla ilgili soruşturma kapsamında tutuklanan ve gözaltına alınan kişilerin arasında çevre bakanının oğlu, ekonomi bakanının oğlu ve içişleri bakanının oğlu da vardı.

“ERDOĞAN GERÇEK GÜCÜNÜ KULLANDI

İlk başta Erdoğan sadece kızgındı. Davaya, savcılara, Polise saldırdı.

Erdoğan, Türk halkının dikkatini soruşturma konusunda başka bir yöne çekmek için basını kullandı. Kendisini, düzenlenen komplonun hedefi olarak gösterdi. Sonrasında ise Erdoğan daha fazlasını yaptı. Sadece savcıları eleştirmekle kalmadı gerçek gücünü kullandı. İlk önce savcıları görevden aldı. Binlerce polis memurunu başka yerlere tayin ettirdi. Yeni hakimler atadı. Parmaklıklar arkasında yer alan Sarraf ve kabinede yer alan bakanların oğullarını yetmiş gün içinde hapisten çıkardı. Gazetecilerin hükümetin yaptıklarını araştırmasını engelledi.

“TÜRKİYE’DE SARRAF ALEYHİNDEKİ AÇILAN DAVA YOK OLDU”

Aralarında İstanbul Emniyet Müdürü’nün de bulunduğu polisleri kovdu. Yolsuzluk soruşturmasının başında olan savcıları tutuklattı, haklarında soruşturma açılması emrini verdi. Polis memurları, hakimler ve gazetecileri tutuklatıp haklarında soruşturma başlattı. Medya kuruluşlarını kapattı. Açılan davaların tamamen kapanması için soruşturmaya yeni savcılar atadı. Daha da ileri giderek adalet bakanının yargıya yönelik daha fazla güç sahibi olması için yeni yasalar çıkardı. Ayrıca tüm ülke genelinde hakim ve savcıları atayan, Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu üyeleri seçiminde Cumhurbaşkanlığı’nın yetkilerini arttırdı. Türkiye’de Rıza Sarraf aleyhinde açılan dava yok oldu. Bu davayı ortaya çıkaran kişilerin bir çoğu da kaybedildi.

“ADALET EKSİKLİĞİ YAŞAYAN TÜRKLER İÇİN İLAHİ BİR GELİŞME

Aslında ülkenin yarısı öfkeliydi. On milyonlarca Türk, hırsızlığa, adaletsizliğe karşı kızgındı. Sarraf hiçbir zaman hesap vermeyecekti. Tabi ki Michael Lockard’ın başlattığı gizli soruşturma dosyası açılana kadar. 2013 yılında adalet eksikliği yaşayan Türk halkı için bu ilahi bir gelişmeydi. Sarraf, mahkemeye çıkıp hak ettiği cezayı alabilirdi. Sarraf’ın aniden bir Amerikan mahkeme salonunda adaletle karşı karşıya kalması da Erdoğan’ın sessizce yerinde oturacağı anlamına gelmiyordu. NATO müttefikimizin Cumhurbaşkanı soruşturmamızı etkilemeye çalıştı. Halka benim Fethullah Gülen’in bir sempatizanı olduğum yalanını söyledi. İddianamede gizlilik kararı kaldırılıp, Gülen adı basına yansıyıncaya kadar bu adı hiç duymamıştım. Erdoğan, beni 2016 yılında hükümetine karşı düzenlenen başarısız darbeye yardım etmekle de suçladı. Keşke o güzel ülkeye gitmiş olsaydım ama Türkiye’ye hiç ayak basmadım. O bundan daha fazlasını da yaptı. Basında yer aldığı gibi Obama yönetiminin son haftalarında, Erdoğan şahsen Başkan Yardımcısı Biden ile bir araya geldi.

“ERDOĞAN KOVULMAMI VE SARRAF’IN SERBEST BIRAKILMASINI İSTEDİ”

Yabancı bir ülkenin Cumhurbaşkanı, Washington’a gelip ABD’li görevli bir savcıya saldırabileceğini, bir Amerikan suç soruşturmasına kendi tarzıyla müdahale edebileceğini düşündü. İki ana gündem maddesi vardı. Kovulmamı ve Sarraf’ın serbest bırakılmasını istedi. Cumhurbaşkanı’nın Biden yaptığı ile doksan dakikalık görüşmenin yarısı, Sarraf davasıyla ilgiliydi. Erdoğan’ın eşi de Jill Biden’a Sarraf davası konusunu açmıştı. Türk Adalet Bakanı, o zamanlar Adalet Bakanı Loretta Lynch’i ziyaret edip, Sarraf’ın serbest bırakılmasını istedi. Erdoğan, Obama ile telefon konuşmalarında davayı tartıştı. Bunu bir düşünün. Kovulmadım ve Sarraf serbest bırakılmadı. Ben kovulduktan sonra aylarca hapiste kalan Sarraf, fikir değiştirip hakkındaki suçlamaları kabul etti. Kendisiyle birlikte yargılanan sanık (Mehmet Hakan Atilla) aleyhine tanıklık yaptı. Bir duruşma sırasında Erdoğan’ı yolsuzlukla suçladı.

“TÜRKİYE’DE BASININ AĞZI BAĞLANDI”

Amerika’nın Sesi’nden Can Kamiloğlu’nun haberine göre, Bharara kitabının Sarraf ile ilgili son bölümünde Sarraf davasından çıkarttığı dersleri yazdı. “Sarraf davasında görev yaptıktan sonra ne öğrenilir?” diye soran Bharara, “Muhtemelen birçok şey, ama ben iki ders çıkarttım” diye yazdı.

Bharara, çıkarttığı birinci dersin, adaletin hassas olduğu ve görevli savcılara müdahalenin her kimden gelirse gelsin tehlikeli sonuçlara yol açabileceğini belirtti. Bharara, “Adalete müdahalenin, ister Amerika, ister Rusya ister Türk Cumhurbaşkanı tarafından yapılması, adalet arayanların şeytanlaştırılması, adalete olan inancı yok edip adaleti tehlikeye atar. Erdoğan, 2013’ten beri devam eden aleyhindeki davayı örtbas ettiğinden beri, Türkiye’de yönetim gittikçe daha fazla otokrasiye dönüştü. Basının ağzı bağlandı. Özgürlükler daha da azaldı. Erdoğan’ın paranoyası ve kendini koruma içgüdüsü, hiç kuşkusuz darbe girişimi ile güçlendi. Erdoğan’ın usulüne uygun olarak devam eden bir davaya şahsen müdahale etme kararı talihsiz bir şekilde otokrasiye giden yolda bir kilometre taşı oldu. Hiçbir şey bunun Amerika’da da olamayacağını söylemez” ifadelerini kullandı.

Bharara, Sarraf davasından aldığı ikinci dersi de şöyle ifade etti:

“İnsanların adalete açlığı ve adaletin ortaya çıkışı. Bahsetmiştim, çünkü Türkiye’de bana olan bu inanılmaz ilgi, adalete duyulan açlıktan kaynaklanıyordu. Hiç kimse kanunların üzerinde olmaz, güçlü imtiyazlı kişiler hesap verebilir ve cezaları affedilmezse, yolsuzluklarla mücadele edilebilir. Sonuçta kimsenin yasaların üzerinde olmadığı hükümetler, her yerdeki uygar insanların hayalidir. Güçlü ve yozlaşmamış adalet sağlamak, büyük ve küçük her durumda insanlara inanç verir. Şimdi tüm bu olaylardan biraz uzaklaştığımı düşünüyorum, zaman zaman gülüp şunu düşünüyorum, Savcılar bazen halkın, umutlarını veya nefretlerini dökecekleri boş teknelere benzer. Hindistan’da bir kötüydüm, Türkiye’de bir kahraman.”

Bahçeli’nin 17/25’le ilgili öngörülerinin tamamı tuttu

medyabold

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder