Bülent Arınç, “KHK’lılara acıyorum, merhamet ediyorum, üç kuruş daha ceplerine girsin istiyorum” sözlerine bir KHK’lıdan cevap geldi.
BOLD – Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Bülent Arınç, katıldığı youtube yayınında KHK’lılarla ilgili çok konuşulan açıklamalar yaptı.
Arınç, ““KHK bir faciadır. Ya biz maaş alacaksak bu yüksek istişare kurulundan, bunun yarısını öğrencilere zaten burs veriyordum, vereceğim, yarısını da KHK mağdurlarına vereceğim demiştim. Çok eleştirildim ama ben sadece KHK faciasına dikkat çekmek için bunu yaptım. Bu zaten yaptığım bir şey benim, çevremde o kadar çok bu felaketi yaşayan insan var ki, ben onlara acıyorum, merhamet ediyorum, aslında onlardan da özür diliyorum. Evime temizlik yapmaya gelen daire başkanlığından ihraç edilmiş bir kadını gördükçe, eşi polis bir başka kadını gördükçe ben yerin dibine geçiyorum. Ve onlara birkaç kuruş daha fazla vereyim de bir katkım olsun diyorum. Kırıkkale’den yumurta getirip de kapı kapı satmaya çalışan bir genel müdür yardımcısı gördüğüm zaman felaket görüyorum. Bir benzinliğe gittiğim zaman bir Danıştay üyesinin pompa tuttuğunu gördüğüm zaman acı duyuyorum. Bir lokantada bulaşıkçı olarak çalışan bir genel müdür görünce perişan oluyorum.” demişti.
Bülent Arınç’tan KHK’lılar için tartışılacak sözler:
“Onlara acıyorum, merhamet ediyorum..”
Evime temizlik yapmaya gelen daire başkanlığından ihraç edilmiş bir kadını gördükçe yerin dibine geçiyorum.
“Onlara üç kuruş daha fazla vereyim de katkım olsun diyorum” pic.twitter.com/6XCmNEQfAT
— BOLD (@BOLDmedya) October 31, 2019
ARIN’A BİR KHK’LIDAN MEKTUP
Arınç’ın özellikle “KHK’lılara acıyorum” sözlerine sosyal medyadan KHK’lılar sert tepki gösterdi. BOLD’a mektup gönderen bir KHK’lı Bülent Arınç’a cevap verdi.
Mektubu orijinal haliyle yayınlıyoruz:
Bülent Arınç’a…
Ben bir KHK’liyim beyefendi. Lütfedip(!) bize acıdığınızı beyan etmişsiniz. Alicenaplığınıza(!) çok teşekkür ederiz ne var ki biz halimizde pek acınacak bir durum görmüyoruz. Yine de üç beş arkadaş bir araya gelip bir düşünelim dedik, böyle büyük bir devletlû bize acıdığına göre nedir bu içinde bulunduğumuz acınası hâl ki kendimiz bile farkında değiliz.
Bir fabrikanın gece bekçisi olan eski bir öğretmen arkadaş, çiğ köftecide çalışan okul müdürü, pazarda yumurta satan eski savcı, evde eşiyle mantı büken hâkim ve bendeniz kaymakam eskisi bir çay ocağında teşehhüd miktarı oturduk. Zira daha fazla otursak daha çok çay içmek icap edecekti, hâlbuki bizde çok para olmadığı gibi ocakta da çaylar miting meydanlarında halka fırlatılan paketlerden demlenmiyordu.
Ekranı kırk yerden çatlamış telefonumdan zatıâlinizin “KHK’lilere acıyorum.” beyanını Twitter marifetiyle açıp arkadaşların önüne koydum bir musahabeye ve hatta muhasebeye vesile olsun diye. Bekçi arkadaş işten yeni çıkıp gelmişti, o yüzden söze esneyerek girdiği için çok affedersiniz isminizi biraz farklı telaffuz ederek lafa girdi:
“Şimdi anlamadım, bu arkadaş bize mi acıyormuş?”
Bir zamanlar pamuk gibi olan ama bir ay öncesine kadar inşaatta çalıştığı için artık eski halinden eser kalmayan tombul elleriyle bir haftalık sakalını sıvazlarken gerçekten anlamadığı gözlerinden okunuyordu. Çiğ köfteci okul müdürü onun bu saf haline gülümsedi. Eh ne de olsa müdürlük yaptığı için zatı şahaneniz gibi büyük insanlarla daha çok muhatap olmuştu. Gece bekçisi öğretmenin sırtını sıvazlayarak cevapladı:
“Şimdi hepimiz KHK’liyiz ya, o yüzden acıyormuş bize. Hatta maaşının bir kısmını bağışlıyormuş, evine temizliğe gelen KHK’li hâkimlere de daha üç kuruş daha fazla veriyormuş.”
Bizim yumurtacı savcının ağzı biraz bozuktur ama hepimizden pek genç olduğu için en azından bizim yanımızda edebe mugayir bir şey söylemez. Yine de asabının bozulduğu sesinden belli oluyordu.
“O kendi haline baksın ne varmış biz de acınacak?”
O, çok sinirliydi ama hepimiz bu lafa biraz güldük açıkçası. Zira toplamda on beş nüfusu geçindirmek zorunda olan dördümüzün aylık kazancı sizin Cumhurbaşkanlığı İstişare Heyeti üyesi olarak sonuna kadar hak ettiğinizden şüphemiz olmayan maaşın yarısına bile yaklaşmıyordu. Üstelik her birimiz değişik sürelerle bir miktar Silivri havası teneffüs etmiş idik ve daha ne kadar edeceğimiz de henüz meçhuldü. Şimdi biz gülmeyelim de kim gülsün bu lafa? Bu halimiz yumurtacı savcıyı daha çok kızdırınca en büyüğümüz olan mantıcı hâkim müdahale etti:
“Savcı bey doğru söylüyor, bizim acınacak bir halimiz yok.” Sonra derin bir nefes aldı ve yumurtacı savcı gibi biraz asab bozukluğu taşıyan bir sesle ilave etti: “Asıl o beyefendiye acımak lazım.”
Hoppala! Bak şimdi konu nereye geldi! Oysa biz, kendi halimizle ilgili durumu tespit için bir araya gelmiştik. Şimdi sizin ne gibi acınacak durumunuz olabilirdi ki… Derin bir sessizlik ortamızda asılı kaldı. Hepimiz zatıâlinizin içinde bulunabileceği zor durumu düşünüyorduk. İlk konuşan, yeni konuyu açan mantıcı hâkim bey oldu:
“Bir düşünün… Milyonlarca insan, aylık kazancının neredeyse yarısını kira için harcarken ‘Bizim de bir villamız olmasın mı? Millet dediğin üç ay konuşur sonra unutur.’ Diyecek kadar yüzsüz olsaydık asıl o zaman acınacak halde olurduk.”
Büyük adam şu mantıcı hâkim bey… Mevzuya hep farklı yerden bakar. Mantıları da iyidir ha, etin hep en iyisini kullanır. Hatta kasap “Beyim, bizden mantılık et alanlar hep en ucuz eti alır. Hatta içine akciğer falan bile karıştırırız.” deyince “Ben kendi yemeyeceğim şeyi başkasına satmam.” yanıtını verece kadar da saftır. Can çıkmadan huy çıkmıyor işte. Başına onca iş geldi hâlâ dürüstlükten vazgeçmiyor. Neyse konuyu dağıtmayayım. Mevzu anlaşılmıştı, herkes zatı şahanenizin içinde bulunduğu zor duruma dair tesbitlerini sıralamaya başladı.
“Biz varsak varsınız biz yoksak yoksunuz, diyecek kadar tekebbüre batmış olsaydık asıl o zaman acınacak halde olurduk.” dedi bizim gece bekçisi öğretmen. Hepimiz hatırladık o günü. Varlık da yokluk da, ikbal de idbar de Allah’tandı oysa. Üzüntüyle salladık başımızı.
“Türkçe Olimpiyatları’nda ‘Bu bir destandır.’ diye ağlayıp da o destana imza atan öğretmenler Meriç’te, Ege’de boğulurken, dünyanın dört bir yanından hukuksuzca kaçırılırken, zindanlarda işkence ile ölürken sesini bile çıkarmayan biri olsaydık işte o zaman acınacak bir halimiz olurdu.” dedi yumurtacı savcı. Sesindeki öfke hiç azalmamıştı. Çiğ köfteci okul müdürü hafiften öksürdü, âdetidir bir şey söyleyeceği zaman öyle yapar. Kendini hâlâ müdür zannediyor zâhir.
“Benim bir özgül ağırlığım var, deyip de twitter bebelerince(trol diyorlar galiba) paspasa çevrilseydik ve bunu kimin yaptırdığını bildiğimiz halde yine de onun eteğinden ayrılmasaydık asıl acınacak hâl o olurdu.” Gece yarılarına kadar çiğ köfte yoğurmak akıllandırmamış bunu, hâlâ ağırlık saygınlık derdinde. Ama sözünde haklı olduğunu seziyoruz ve bir daha acıyoruz hâlinize.
“Vekili olduğum şehirde bazılarını bizzat tanıdığım hatta bazıları aile dostum(!) olan yüzlerce insan nahak yere derdest edilseydi, işkence çığlıkları afaka yükselseydi ve ben korkumdan sesimi çıkaramasaydım vallahi iki cihanda kimsenin yüzüne bakamayacak kadar zavallı olurdum.”
Bizim gece bekçisi öğretmenin uykusu açılmıştı anlaşılan. Hâkim bey ikinci çayları söyledi. Mantı işleri iyiydi galiba. Sessizce çaylarımızı içtik. Artık işimize gücümüze gitsek iyi olurdu. Çiğ köfteci öğlene kalmadan açılmalıydı, savcı pazardaki yerini kendisi gibi savcı olan eşine emanet etmişti, hâkim bey gidip içli köfte yapmayı öğrenecekti hanımından, bekçinin de gidip dinlenmesi lazımdı. Ben de son iş yerimden KHK’li olduğum öğrenilince kovulduğum için gidip iş aramalıydım. Kapanışı yine en büyüğümüz olan mantıcı hâkim bey yaptı:
“Asıl ne zaman acınacak halde olurduk biliyor musunuz arkadaşlar? KHK’lilere acıyorum, deyip de o KHK’lilerin çektiği işkence, hapis, sürgün ve daha bir sürü sıkıntının müsebbibi olanın eteğinden ayrılmayarak mürailiğin vücut bulmuş hali olsaydık o zaman. Kendisini paçavra gibi bir kenara atan, çoluk çocuğa maskara eden şahıs çağırınca koşa koşa gidip ayaklarını öpseydik o zaman. O yüzden bizim bekçi haklı arkadaşlar, Bülent Bey’le kıyaslanınca halimiz vallahi pek iyi.”
Selamlaşıp birbirimizi Allah’a emanet ederek ayrıldık. Zaten hep O’na emanettik de artık daha iyi biliyoruz. Efendim; ben hiçbir şey söylemedim mi? Ben konuşmayı pek sevmem, zaten çok şey bilen biri de sayılmam. Ama bildiğim bazı şeyler de yok değil…
Mesela başımızdaki onca imtihana rağmen sizden de efendinizden de daha rahat uyuduğumuzu biliyorum. Evet, saray sofralarına oturmuyoruz belki ama kader kardeşlerimizle içtiğimiz bir bardak çayı sizin çöktüğünüz haram sofralara değişmeyiz.
Sevdiklerimizden uzun süre ayrı kaldık dört duvar arasında ama tahliye vakti geldiğinde “Keşke benim yerime benden daha uzun süredir burada olan şu kardeşim çıksaydı.” diyebilecek inceliği de orada kazandık elhamdülillah.
Siz bunu anlayamazsınız beyefendi çünkü sizin güdük ufkunuz “kazanmak ve kaybetmek” üzerine kurulmuş sadece. Kazanmak için her şeyi mübah görmeniz bundan. Bütün mazlumlar adına dilerim ki dünyada hiç kaybetmezsiniz de bütün kayıpları ukbada yaşarsınız.
Acımak meselesine gelince… Sizin acımanıza muhtaç değiliz beyefendi. Sahte ve ikiyüzlü merhametiniz sizin olsun. Bizim dünya namına tek isteğimiz adalettir ki o da er geç mutlaka gelir ve gelmesi mukadder olduğunda kimse önünde duramaz.
Merhameti ise sadece Allah’tan isteriz. O merhamet buyursa bütün engeller zaten kalkacaktır. Size tavsiyem Bülent Bey, kendi halinize acıyın ve Allah’tan merhamet dilenin. Girdiğiniz bunca vebalden sonra merhamet buyurur mu, onu elbette ki bilemem. Fakat unutmayın ki gidecek başka kapı da yok.
Sıradan bir KHK’li…
medyabold
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder