Karar gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren AKP’nin İstanbul’da seçim mağlubiyetinin nedenlerini yazdı. “Herkes her şeyi biliyordu” başlığı ile yayınlanan yazıda AKP’nin “dost” ikazlarını dinlemediğini ve çamura saplandığını iddia etti.
“Dost” olanlar gördüklerini yazar, ikaz ederler. “Gidilen yol yol değil” derler. “Medyada köşe bulmak, “İktidar içinde makam edinmek”, “Tepede işini bitirmek” gibi sebeplerle iktidarın nimetlerini paylaşanlar ise, lider kutsarlar, yanlışı göstermezler, “Risk var” gerekçesiyle uyarmaktan kaçınırlar. Ama olan olur. Eşek çamura saplanır” diyen Taşgetiren’in yazısı şöyle:
31 Mart seçiminin iptalinin “Hükümetin yargıya baskısı” şeklinde okunacağını ve Ak Parti’nin aleyhine olacağını…
-Cumhurbaşkanı’nın “Partili” hüviyetiyle meydanlara çıkmasının hem “Adaletsizlik” hem de “Cumhurbaşkanlığı makamının siyaseten istismar edildiği” algısını besleyeceğini ve bunun en çok Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yıpratacağını…
-Artı bunun yerel seçimi genel seçim havasına sokacağını ve yenilgi olursa bundan Erdoğan’ın da payını alacağını…
-“Beka” meselesinin -tüm milletin ortak duyarlılık alanı olmasına rağmen- bir seçim ortamında, neredeyse toplumun yüzde 50’sini karşıya almak anlamına geleceğini ve rakibi vurmak için kullanılmasının tepki doğuracağını…Daha kötüsü ülkenin böyle bir var olma telaşına düştüğü algısının dış dünyada Türkiye adına bir zaaf değerlendirmesine yol açacağını…
-Pontus tartışmasının akıl almaz bir çarpıklık olduğunu… İmamoğlu kazanırsa onu destekleyenlerin “Pontus”a ve “İstanbul’un Konstantinopolis olması”na oy vermiş duruma düşeceğini, bunun da doğrudan topluma hakaret olduğunu…
-Ordu’da yaşanan olayda birisinin çıkıp Vali’ye “Bunlar VİP’e girse ne olurdu!” “Neden bu gerilime sebep oldun?” diye soracağına, “İT meselesi” üzerinde tepinmenin seçim ortamını ve rakibi kriminalize etme çabası olarak okunacağını… “VİP’i kutsallaştırma”nın, “Devletin valisi” kutsallaştırmasıyla eski “Devlet dili”ne dönmenin Ak Parti için başkalaşma algısı oluşturacağını…
-Türkiye’de bir adalet sorunu olduğunu… FETÖ operasyonlarının daha önceki kumpaslara benzer şekilde karmakarışık bir hal aldığını, kimin içerde kimin dışarda olduğunun bilinmediğini, içeriye “İhanet” takımından daha çok, hatta kat kat fazla “İbadet” takımının girdiğini ve onun da sokakta yürek sızlatan dramlara yol açtığını, bu arada “FETÖ borsası” diye bir hadisenin dudak uçuklatan rakamlarla ve toplum vicdanını adalet adına sızlatan söylentilerle devam ettiğini… Bir de Trump ya da Merkel’in girişimi söz konusu olduğunda “Yargı kılıcı”nın pekala esneyebildiğini…
-Bunun yanında birçok davanın uydurma gerekçelerle açıldığını, medyada köpürtüldüğünü ve uzun tutukluluklarla insanların yargısız infaza maruz kaldıklarını, Adalet Bakanlığı’nın peş peşe ilan ettiği “Yargıda Etik Değerler”, “Yargı Reformu Stratejileri”ne rağmen alanda çarpıklığın devam ettiğini… Bunun da toplumda derin duygu sarsılmalarına yol açtığını…
-“Bizim taraf, medyanın yüzde 80’ne sahip ve toplam satış rakamı 200 binden fazla değil… Şu şu şu gazeteler, şu şu şu kanallar…Okunmayan yazarlar… Doğan’dan medyayı almamız iyi olmadı…” Bu sözler büyük harflerle “DEVLET” adına racon kesen bir köşe yazarının bir kısmı seçimden önce – bir kısmı seçimden sonra “İktidar medyası”nın halini ortaya koyan ifadeleri. En küçük eleştiriyi “düşman” hanesine yazıp, iktidar dilinden çok daha biçici, tepeden ahkamlarla insanları boy hedefi haline getiren manşetlerini öfke ve düşmanlığın, kamplaştırmanın oluşturduğu bu medyanın iktidarın toplumdaki algısını aşağıya çektiğini…
-Bazı bakanların dilinin toplumda büyük tepki uyandırdığını… Bazı bakanların bakanlığının, Cumhurbaşkanı ile yakınlığına dayandığını, ekonomideki sorunların büyüdüğünü ancak bu yakınlık sebebiyle yönetim içindeki ve dışındaki ekonomi çevrelerinin gerçek düşüncelerini ifade etmekten kaçındığını…
-İktidara uzunca bir süredir “Adalet”, vicdan, ahlak…” gibi Ak Parti’nin yola çıkarken öncelediği tam da “Manevi” değerlerin hatırlatılmaya başlandığını… Hatta rakiplerin Ak Parti’nin yola çıkarkenki önceliklerini ona karşı seslendirdiğini…
-Otoriterlik algısının derinleştiğini ve özellikle gençlerin bu algı sebebiyle gidişattan son derece rahatsız olduğunu…
-“Cumhurbaşkanı’na ulaşamıyoruz” sözlerinin bizzat Ak Parti çevrelerinde çoğaldığını…
-MHP ile ittifakın bir yandan “Eli mahkum” niteliği arz etmeye başladığını bir yandan da Ak Parti’nin dilini değiştirdiğini… Sürecin MHP’ye oy kazandırıp Ak Parti’ye kaybettirdiğini…
-Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi ile Cumhurbaşkanı’na verilen yetkilerin bir iktidar değişimi halinde nasıl sonuçlar vereceğini…
-Ve son anda devreye sokulan “Öcalan’lar hamlesi!”nin terörle mücadelede makyavelist bir sapma olduğunu…
Bunlar daha da artırılabilir. Bunlar bir iktidar partisini yöneten kadrolar tarafından bilinmesi gereken gerçekler. Bunları bilirseniz tedbir alır, kendi kendinizi restore edersiniz. Bilmezseniz, siz de kaybedersiniz, yönettiğiniz toplum ve sonuçta ülke de kaybeder.
“Dost” olanlar gördüklerini yazar, ikaz ederler. “Gidilen yol yol değil” derler. “Medyada köşe bulmak, “İktidar içinde makam edinmek”, “Tepede işini bitirmek” gibi sebeplerle iktidarın nimetlerini paylaşanlar ise, lider kutsarlar, yanlışı göstermezler, “Risk var” gerekçesiyle uyarmaktan kaçınırlar. Ama olan olur. Eşek çamura saplanır.
Eskiden beri söyleyenler yine söylüyorlar.
Ama şimdi bir şey daha var: Görmeyenler görmeye, yazmayanlar ufak ufak yazmaya, satır aralarına bildiklerini ürkek ürkek sıkıştırmaya başladılar. Ürkek ürkek… Ama samimiyetsizce… Keşke “muhalif damgası” yeme pahasına gerçeği çok daha önceden idrak önüne koyanların sesi duyulabilseydi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder