Kaynak: Mağduriyetler http://magduriyetler.com/2019/10/26/vatan-ve-gorev-aski-ile-dolu-bir-insandir-esim/
İstanbul Büyükşehir Belediyesinin sıcak bakmadığı Kanal İstanbul projesinin maliyeti 75 milyar liraya yükseldi. 2011 yılında maliyetinin 17 milyar lira olması beklenen projedeki 3 yapay takım ada ve Sazlıdere Yat Limanı’ndan vazgeçildi.
BOLD – AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “çılgın projesi” Kanal İstanbul’un Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporuna son hali 28 Kasım’da verilecek. 2011 yılında 17 milyar lira olarak projelendirilen çılgın projenin maliyeti 75 milyar TL’ye yükseltildi.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı tarafından projelendirilen Kanal İstanbul ile ilgili İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısının duyurusu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapıldı. 28 Kasım tarihinde yapılacak İDK toplantısında son hali verilecek olan ÇED raporuna göre projenin maliyeti 75 milyar TL’ye çıktı.
Kanal İstanbul kazısından çıkan uygun malzemeler ile Marmara Denizi’nde 3 adet yapay takım ada oluşturulması planlanından vazgeçildi. Yine aynı dosyada yer alan Sazlıdere Yat Limanı’nın da kanal içi seyir güvenliği ve yapılan detaylı mühendislik çalışmaları sonrasında iptal edildi. Marmara Denizi girişinde Küçükçekmece Gölü’nde bin 200 bağlama yeri olan bir yat limanı inşa edilecek.
Daha önce öngörülen bir yıllık hazırlık süresi de 2 yıla çıkarıldı. Raporda ufak bir aksamanın tüm projenin uzamasına neden olacağı belirtilerek bu nedenle hazırlık süresinin 2 yıl olmasının planlama açısından emniyetli bir yaklaşım olacağı ifade edildi. 7 yıl olacağı kaydedilen yatırım süresinin 4 yılı kazı çalışmalarında geçecek. Yılda yaklaşık 275 milyon metreküp kazı yapılacak. Kanaldan çıkacak toplam hafriyat miktarının ise 1 milyar 155 milyon 668 bin metreküp olması bekleniyor.
Kanal İstanbul Projesi ile entegre olarak Marmara ve Karadeniz Konteyner Limanları, Küçükçekmece Yat Limanı ve Karadeniz kıyısında rekreasyon amaçlı dolgu ile lojistik alan yapılacak. Karadeniz kıyısına rekreasyon ve lojistik alan için toplam 54 milyon 605 bin 865 metrekare dolgu yapılacak. Dolguda kanal hafriyatından çıkacak malzeme kullanılacak. İstanbul’un 24-25 günlük su ihtiyacını sağlayan Sazlıdere Barajı güzergah üzerinde yer aldığı için iptal edilecek.
Kanal güzergahı boyunca toplamda 21 takım, 44 familyaya ait 124 kuş türü tespit edildi. Raporda tespit edilen kuş türlerinden bazılarının proje alanının belli kesimlerini kışlama alanı, üreme alanı ve konaklama alanı olarak kullandığı belirtilerek “Proje faaliyetinin kuşlar üzerine olacak en büyük etkisinin habitat kaybı olacağı düşünülmektedir” denildi.
2011 yılında başlatılan çalışmalar ile Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından 5 adet alternatif arasından, Marmara Denizi’ni Küçükçekmece Gölü’nden ayıran noktadan başlayarak, Sazlıdere Baraj Havzası boyunca devam eden, Sazlıbosna Köyü’nü geçerek Dursunköy’ün doğusuna ulaşıp Baklalı Köyü’nü geçtikten sonra Terkos Gölü’nün doğusunda Karadeniz’e ulaşan güzergahın İstanbul Boğazı’na alternatif su yolu “Kanal İstanbul Projesi ” için en uygun güzergah olarak belirlendi.
medyabold
Turkish courts on Friday ordered the release of five journalists after a “judiciary package” came into effect on Thursday.
The release of journalists Meltem Oktay, Ugur Akgul, Huseyin Aykol, Emre Iper, and Idris Yilmaz followed the publication in the Official Gazette on Thursday of the Criminal Procedure Code and the Law Amending Certain Laws, which contains regulations in line with the objectives and targets determined within the scope of Turkey’s “Judicial Reform Strategy”.
The law enables those, who were received sentenced to terms in prison under five years, to appeal against the court rulings on their convictions.
Early on Friday, journalists Oktay and Akgul were first released from the Gebze Prison and the Mardin E Type Prison, respectively. The two from now-shut-down news agency Dicle (DIHA) were convicted of disseminating terrorist propaganda as they covered news during the curfews announced in 2015.
At the time, Turkish security forces and militias of the outlawed Kurdistan Worker’s Party (PKK) which has waged a separatist insurgency within the country since 1984, clashed in Turkey’s mostly Kurdish populated cities.
Iper, the executive of the secularist daily Cumhuriyet, was the only jailed defendant in the Cumhuriyet case. He was convicted of supporting the Gulen Movement which is blamed by Turkey’s ruling Justice and Development Party (AKP) government for attempting a failed coup in 2016.
Aykol, the journalist and columnist at critical daily Yeni Yasam, was serving his 45-months sentence term in the Sincan Prison with the conviction of disseminating terrorist propaganda.
Yilmaz, the founder, and the editor-in-chief of the local daily Gazete Yasam was also released from the Van High-Security Prison later in the day. He had been behind bars for 22 months with the accusation of being a member of a terrorist organization.
With the newly enacted law, the judicial processes of tens of thousands of people are expected to be affected.
Expression of thoughts within the limits of reporting or criticism will not constitute a crime, according to the amendment by the law on the Anti-Terror Law.
Those whose legal or administrative cases were concluded in their favor may receive their revoked passports back if an extra investigation by the Interior Ministry is also concluded in their favor.
Turkey’s judicial reforms a case of a mountain birthing a mouse – opposition
The post Turkish courts release journalists as “judicial reform package” comes into effect appeared first on IPA NEWS.
Eski eşinden 3 kızı olan İbrahim E, erkek çocuk sahibi olmak için Gonca Sadıklı ile dini nikah kıydı. Alkol ve kumar bağımlısı adam, yine kız bebeği olacağını öğrenince Sadıklı’ya günlerce işkence yaptı, karnındaki bebeği öldürdü.
BOLD – Antalya’da 5 yıldızlı bir otelde çalışan Gonca Sadıklı (32), 2014 yılında tanıştığı İbrahim E. (46) ile bir yıl sonra dini nikah yaparak birlikte yaşamaya başladı. Ölen eşinden 3 kızı olan İbrahim E, Sadıklı’dan bir erkek çocuk istedi. Evliliklerinin ikinci ayında hamile kalan Sadıklı, kız çocuğa hamile olduğunu öğrenince olanlar oldu.
Alkol ve kumar alışkanlığı bulunan İbrahim E, bebeğin cinsiyetinin kız olduğunu duyunca genç kadına şiddet uygulamaya başladı. Gonca Sadıklı, gördüğü şiddet nedeniyle hamileliğinin 8’inci ayında karnındaki bebeği kaybetti.
Bir süre hastanede tedavi gören kadın, ilişkilerinin düzeleceği umuduyla İbrahim E. ile yaşamayı sürdürdü. Geçen yıl ise ayrılmaya karar verdi. Gonca Sadıklı, ayrılacağını söylemesinin ardından gördüğü şiddet nedeniyle hastanelik oldu. Tedavisinin ardından polis merkezine giden kadın, şikayetçi oldu. İbrahim E. hakkında bir ay evden uzaklaştırma kararı verildi.
Uzaklaştırma süresinin bitmesiyle eve gelen İbrahim E, geçen ocak ayında genç kadından para istedi. Ölümle tehdit edilen kadın, annesi Hanife Işık’tan (55) yardım istedi. Anne Hanife Işık da oğlunun düğün hazırlıkları için çektiği banka kredisi olan 20 bin lirayı kızına verdi. Gonca Sadıklı parayı geri almak koşuluyla İbrahim E’ye verdi. Parayı ödemeyen İbrahim E. geçen ağustos ayında Gonca Sadıklı’yı bir kez daha dövdü. Polis merkezine sığınan genç kadının şikayetçi olması üzerine, ikinci kez bir ay evden uzaklaştırma kararı verildi.
5 Eylül günü bu süre de doldu ve İbrahim E, evi tabancayla basarak camları kırdı, eşyalara zarar verdi. Genç kadını bir kez daha dövdü. Jandarma karakoluna sığınan kadın, tekrar şikayetçi olurken, İbrahim E’ye üçüncü kez bir ay uzaklaştırma kararı verildi.
Uzaklaştırma süresinin dolduğu 6 Ekim günü İbrahim E, Gonca Sadıklı ile görüşmek istediğini söyledi. İkili, Belek’te buluştu. Yenilen yemeğin ardından Gonca Sadıklı, borç verdiği 20 bin lirayı istedi. Çıkan tartışma sonrasında İbrahim E, Gonca Sadıklı’yı otomobilde dövdü. Başına aldığı yumruk darbeleriyle bayılan kadını bir arkadaşının evine götüren İbrahim E, 3 gün boyunca burada ağır şiddet uyguladı. Genç kadının bilincini yitirmesi üzerine İbrahim E, bir arkadaşını çağırarak, hastaneye gönderdi. Beyin kanaması geçirdiği belirlenen Sadıklı, sevk edildiği Antalya Atatürk Devlet Hastanesinde ameliyata alındı. Başına 28 dikiş atıldı. Sadıklı, beyin cerrahi servisindeki tedavisinin ardından 24 Ekim’de taburcu edildi. Kadının şikayeti üzerine, sevgilisi hakkında yine bir ay uzaklaştırma kararı verildi.
medyabold
34. Akdeniz Sineması Valensiya Film Festivali’nde onur ödülünün Türkiyeli yönetmen Ferzan Özpetek’e verileceği açıklandı.
BOLD– Festival komitesi tarafından yapılan açıklamada Özpetek’e ödülün “Deneyimlere dayanan ve evrensel sorunları ele alan filmlere imza atması” sebebiyle verildiği ifade edildi.
BÜTÜN FİLMLERİ FESTİVALDE GÖSTERİLECEK
Festival komitesinden Gloria Tello, geçmiş yıllarda bu festivalde filmi yarışan Özpetek’in, kariyerinden dolayı verilen bu onur ödülüyle Valensiya Festivali ile bağının daha da kuvvetlendiğini kaydetti.
Özpetek’in yönetmenlik kariyeri boyunca çektiği 12 film, 24 Ekim’de başlayan ve 3 Kasım’a kadar sürecek olan Akdeniz Sineması Valensiya Film Festivali boyunca gösterilecek.
Festivalde Mahmut Fazıl Coşkun’un Anons adlı filmi ise resmi yarışma bölümünde yer alıyor. Anons’un 28 Ekim’de yapılacak resmi gösterimine aktör Şencan Güleryüz’ün de katılması bekleniyor.
medyaboldBDDK’nın altın alımında taksit sayısını 4 aydan 8 aya çıkarmasına en çok tefeciler sevinidi. Bu uygulama altın satışı yapmış gibi gösterip tefecilik yapanların işlerini daha da artıracak. Bankadan kredi alamayanlar, borcunu taksitlere yaymak isteyenler tefecilerin yolunu tutacak.
BOLD – Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) altın alımında taksit sayısını 4 aydan 8 aya çıkardı. Kredi kartlarıyla gerçekleştirilecek basılı ve külçe halinde olmayan kuyumla ilgili harcamalarda taksitlendirme artık 8 olacak.
BDDK’nın bu kararı altın satışı yapmış gibi gösterip tefecilik yapanların işlerini daha da artırması bekleniyor. Borçlarından dolayı bankalarından kredi çekemeyenler, borçlarını daha çok taksit yapmak için tefecilerin yolunu tutacak.
Kuyumcu adı altında tefecilik yapanlara yönelik operasyonların ardı arkası kesilmiyor. Bingöl’de yapılan operasyonda tefecilik yaptığı gerekçesiyle bir kuyumcu gözaltına alındı. Altın ticareti yapılıyormuş gibi göstererek vatandaşlara yüzde 50’lere varan faiz miktarlarıyla borç para verip haksız kazanç elde ettiği tespit edilen A.R.D, düzenlenen operasyonla yakaladı.
Ankara’da ise günlük 1.5 milyon liralık para akışını kontrol eden, hesaplarında 5 milyar TL civarında bir para hareketi olduğu tespit edilen tefeci çetesi yakalandı. Göstermelik kuyumcu, telefoncu ve tekel bayi satışı adı altında iş yeri açarak POS cihazı üzerinden tefecilik yapan örgütün, borçlu kişilerin kartlarından yüksek faizli paralar çektiği ortaya çıkmıştı.
medyabold
Türkiye’de her geçen gün kendini daha çok hissettiren ekonomik krizle birlikte makarna tüketimi günden güne artıyor. 2017 yılında kişi başı 8,5 kilogram olan makarna tüketimi 2018 yıl 8,7 kilograma çıktı.
BOLD – Türkiye Makarna Sanayicileri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Abdülkadir Külahçıoğlu, 25 Ekim Dünya Makarna Günü dolayısıyla yazılı açıklamada bulundu. Külahçıoğlu, söz konusu günün, Türkiye Makarna Sanayicileri Derneği’nin girişimiyle 1998 yılından beri kutlandığını belirtti. Birçok ankette Amerika kıtasından Afrika’ya kadar her ülkede en sevilen yemeğin makarna olduğunun ortaya çıktığını aktaran Külahçıoğlu, makarnanın, her kesimin erişebileceği bir yemek seçimi olduğunu vurguladı.
Ürünün tüketiminin de günden güne arttığını belirten Külahçıoğlu, “Makarnanın uzun süre muhafaza edilebilmesi, çeşitliliği, kolayca hazırlanması, lezzeti, besleyici ve ekonomik bir gıda maddesi olması nedeniyle dünyada ve ülkemizde tüketimi günden güne artmaktadır. 2017 yılında kişi başı makarna tüketimimiz 8,5 kilogram iken 2018 yılında 8,7 kilograma çıkmıştır” dedi.
medyabold
Borsanın yüzde 1.83, altının da yüzde 0.90 artış kaydettiği 21-25 Ekim haftasında dolar yüzde 0.40, euro ise yüzde 0.79 değer kaybetti.
BOLD – Borsa İstanbul’da işlem gören hisse senetleri haftalık bazda ortalama yüzde 1.83 ve külçe altının gram satış fiyatı yüzde 0.90 değer kazanırken, dolar/TL yüzde 0.40, euro/TL yüzde 0.79 değer kaybetti.
BIST 100 endeksi, en yüksek 101.238,80, en düşük 97.131,93 puanı gördükten sonra haftayı önceki hafta kapanışına göre yüzde 1.83 artışla 100.215,95 puandan tamamladı.
Kapalıçarşı’da işlem gören 24 ayar külçe altının gram satış fiyatı bu hafta yüzde 0.90 artışla 279,70 lira, Cumhuriyet altınının satış fiyatı da yüzde 0.92 değer kazanımıyla 1.863,00 lira oldu. Geçen hafta 451,00 lira olan çeyrek altının satış fiyatı bu hafta 455,00 liraya çıktı.
Bu hafta dolar yüzde 0.40 değer kaybederek 5.7660 liraya, euro da yüzde 0.79 azalarak 6.4000 liraya geriledi.
Yatırım fonları yüzde 0.45, bireysel emeklilik fonları yüzde 1.94 değer kazandı. Kategorilerine göre bakıldığında ise yatırım fonları içinde en fazla kazandıran yüzde 3.03 ile hisse senedi fonları oldu.
medyabold
ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’un Savunma Altyapısı Müşterek Girişimi (JEDİ) olarak bilinen 10 milyar dolar tutarındaki “bulut” ihalesini yazılım devi Microsoft kazandı.
BOLD – Pentagon’un bilgisayar alt yapısının modernizasyonuna ilişkin 10 milyar dolarlık dev teknoloji ihalesi sonuçlandı. Yaklaşık 2 yıldır süren ve Amazon ile Microsoft arasında büyük bir mücadeleye sahne olan ihalenin kazananı Microsoft oldu.
Pentagon’dan yapılan açıklamada, “Bugün Savunma Bakanlığı, genel maksat bulut kontratlarından birini Microsoft’a vererek bulut stratejimizin uygulanmasında önemli bir adımı daha attı” denildi.
Haydarpaşa ve Sirkeci Gar ihalelerinde İstanbul Büyükşehir’e AKP oyunu
Bakanlığın gizli bilgilerini de içeren tüm verileri kurulacak buluta taşınmasını da içeren proje 10 yılda tamamlanacak.
ABD Savunma Bakanı Mark Esper, geçen hafta ihaleye giren şirketlerden biri olan IBM’de oğlu çalıştığı için kendisini ihale sürecinden alıkoymuştu.
medyaboldBilal’in imam hatipten sınıf arkadaşına Saray’dan 7 milyonluk ihale
17-25 Aralık büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonu soruşturmaları ve MİT tırları haberlerine getirilen yayın yasaklarına ilişkin Cumhuriyet gazetesinin başvurusuna Anayasa Mahkemesinden (AYM) olumlu yanıt geldi. AYM, oy birliğiyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine hükmetti.
BOLD – AYM’ye Cumhuriyet gazetesi adına avukat Tora Pekin ve bireysel başvuru haklarını kullanan CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ile Basın Konseyi Başkanı Zerrin Pınar Türenç başvurdu. Mahkemeye sunulan dilekçede, toplumu ilgilendiren ve kamuoyunca tartışılmasında yarar bulunan olaylara ilişkin olarak verilen yayın yasağı kararlarının demokratik bir toplumda gerekli olmadığı savunuldu.
Başvuruyu görüşen AYM, kararını verdi. “Demokratik bir sistemde ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahalede bulunulduğu anlaşılmaktadır” dedi. Mahkeme kararında, Anayasanın “Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti” ve “Basın Hürriyeti” maddelerine atıfta bulundu. Kararın, oybirliğiyle alınması dikkat çekti.
medyabold
İmam hatip sayısı her geçen yıl artıyor. Son iki yılda açılan 798 imam hatip okulu ile dini eğitim veren okul sayısı 5 bin 138’e, eğitim alan öğrenci sayısı da açık imam hatip liseleri ile birlikte 1.45 milyona çıktı.
BOLD – Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bütçesinden büyük pay alan Din Öğretimi Genel Müdürlüğüne bağlı okul sayısı artıyor. Türkiye’de din öğretimi yapan okul sayısı son iki yılda açılan 78 imam hatiple 5 bin 138’e çıktı. Bu okullara gelecek 3 yılda 30 milyar TL aktarılması planlanıyor.
MEB’in 2020 yılına ilişkin bütçe teklifine, imam hatipler damga vurdu. Bütçe teklifine göre, 2017-2018 yıllarında 4 bin 340 olan imam hatip ortaokulu ve imam hatip lisesi sayısı, 2018-2019 yıllarında 5 bin 138’e yükseldi. Resmi verilere göre, bir yılda yapılan 798 yeni imam hatip okulunun 473’ünü, Anadolu imam hatip liseleri oluşturdu.
2017-2018 yıllarında sınavla öğrenci alan proje Anadolu imam hatip lisesi sayısı ise 131’den 311’e çıktı. 2017-2018 döneminde sayısı 2 bin 899 olan imam hatip ortaokuluna 636 yeni okul daha eklendi.
İmam hatiplerdeki öğrenci sayısı ise Anadolu imam hatip liselerinde 525 bin 52, imam hatip ortaokullarında 713 bin 561, açık öğretim imam hatip liselerinde 120 bin 248, yatılı imam hatip okullarında ise 90 bin olarak kayıtlara geçti.
Din Öğretimi Genel Müdürlüğü, 2018 yılında 6.6 milyar TL olan başlangıç ödeneğinden 1.1 milyar TL fazla harcadı. 2019 yılında ödeneği 8.6 milyar TL’ye çıkarılan müdürlük için 2020, 2021 ve 2022 yılları için sırası ile 9.9 milyar TL, 10.6 milyar TL ve 11.4 milyar TL bütçe ayrılması öngörüldü.
medyaboldABD’den Türkiye’ye 3 seçenek: “İster kapatsın, ister geri göndersin, ister imha etsin”
Polisin gözaltına almak için doğumhane kapısında nöbet tuttuğu Elif Yeniceli ve bebeğinin durumu ağır. Yoğun bakıma alınan minik bebeğin beslenebilmesi için karnı delindi, annesi ise kansızlık ve ağrılar içinde başında polislerle bekliyor.
BOLD – Elif Yeniceli, Uşak’ta Özel Öztan Hastanesine doğum için gitti. Polis de kısa süre sonra doğumhane kapısına dayandı. İkinci çocuğunu dünyaya getirmek için yatış işlemleri yapılan Elif Yeniceli’yi sivil polisler gözaltına almak için kapısında beklerken genç kadının Hatice Betül ismini verdiği minik bebeği dünyaya geldi.
Büyük bir stres ve sıkıntı içinde bebeğini sezaryenle doğuran kadın, aşırı kansız kaldı. Yoğun ağrıları olduğu öğrenilen kadının başından polislerin ayrılmadığı bildirildi. Bu sırada bebeğin sağlık durumunun da riskli olduğu aktarıldı. Yoğun bakımda tutulan minik bebeğin nefessiz kaldığı bildirilirken mideden beslenebilmesi için de karnının delindiği kaydedildi.
Yeniceli’nin 3 yaşında bir oğlu daha bulunuyor.
medyaboldAKP’nin yeşil sermaye planı: Davalar düşürülecek, alacaklılar hissedar olacak…
Geçen yıl kurulan ve tüm kamu kurumları üzerinde birçok konuda yetkilendirilen cumhurbaşkanlığı ofislerine 2020 yılı bütçesinden 330 milyon TL ayrılacak.
BOLD – Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile tüm kamu kurumlarının üzerinde etkili olabilecek şekilde yetkilendirilen Cumhurbaşkanlığı ofislerine toplam 330.2 milyon TL Hazine yardımı yapılacak.
2020 yılı merkezi yönetim bütçesinden en büyük payı 155.5 milyon TL ile yatırım ofisi alırken, dijital dönüşüm ofisine yapılacak Hazine yardımı 80.5 milyon TL olacak.
Birgün’den Mustafa Mert Bildircin’in haberine göre ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim çağındaki aday insan kaynağını planlamak ve Türkiye’nin insan kaynağı envanterini çıkarmak ile görevlendirilen insan kaynağı ofisinin bütçesi 2019 yılına oranla yüzde 711 artırılacak.
Buna göre, 2019 yılında başlangıç ödeneği 8.5 milyon TL olan ofise 2020 yılında 69 milyon TL aktarılacak.
2019’da 5 milyon TL başlangıç ödeneği verilen finans ofisi için 2020 yılında 25.2 milyon TL Hazine yardımı teklif edildi.
İstanbul Finans Merkezi Projesi’ni tamamlamak ile görevlendirilen finans ofisi, bütçesini “faizsiz finans konularında üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları ile ortak araştırma yapmak” için kullanacak.
Ofislerin yanı sıra cumhurbaşkanlığına bağlı kurum ve kuruluşlara da büyük paralar aktarılacak. 2018 yılında kurulan ve Naci Ağbal’ın başkanı olduğu cumhurbaşkanlığı strateji ve bütçe başkanlığının bütçesi 2020 yılında yüzde 3.381 artırılacak.
2019 yılında 260 milyon TL başlangıç ödeneği olan kurumun 2020 yılı bütçesi 9 milyar TL’ye çıkarılacak.
Saray’daki Fahrettin Altun’a 4 maaş emeklilikte yaşa takılana yok maaş
Cumhurbaşkanlığı iletişim başkanlığı’nın 2020 yılı bütçesi ise 368 milyon TL olarak belirlendi. Başkanlığın bütçesinde 2019 yılına oranla 2020 yılındaki artış yüzde 6.9 olacak. İletişim başkanlığına 2020, 2021 ve 2022 yıllarında toplam 1.1 milyar TL aktarılacak.
Cumhurbaşkanlığının personel sayısı da Haziran 2018’den Haziran 2019’a 313 arttı. 2018’in ilk yarısında 2.374 olan personel sayısı 2019’un ilk yarısının sonunda 2.687’ye yükseldi. Cumhurbaşkanlığı bünyesinde çalışan 2.687 personelin 1.718’ini sözleşmeli çalışanlar oluşturdu.
Cumhurbaşkanlığı personeli için 2020 yılına ilişkin 329.8 milyon TL ödenek teklif edildi. Sosyal güvenlik giderlerinin personel için öngörülen ödenek içindeki payı ise 37.8 milyon TL oldu. Tedavi ve ilaç giderleri için 3 milyon TL ödenek ayrılan cumhurbaşkanlığının toplam mal ve hizmet alım giderlerinin ise 1.6 milyar TL olacağı belirtildi.
2020 yılı bütçe teklifine göre cumhurbaşkanlığına bağlı kurum ve kuruluşlardan bazıları için 2020 yılı için teklif edilen bütçe şöyle:
Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı 2.1 milyar TL,
Devlet Arşivleri Başkanlığı 101.6 milyon TL,
Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı 157.3 milyon TL.
medyabold
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İl Müftülüğünden kentteki tarihi camilerin mahyalarında “Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun” ifadesinin yazılması talep etti. Müftülük herhangi bir cevap vermedi.
BOLD – Türkiye, 29 Ekim’i bir kez daha kutlamaya hazırlanıyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Kültür Daire Başkanlığı Cumhuriyet Bayramı kutlaması için harekete geçti.
İstanbul Valiliği İl Müftülüğüne yazılan yazıda İstanbul’daki tüm camilerin mahyalarında “Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun” ifadesinin yazılması talep edildi. Müftülüğün İBB’ye henüz bir yanıt vermediği öğrenildi.
medyaboldABD’den Türkiye’ye 3 seçenek: “İster kapatsın, ister geri göndersin, ister imha etsin”
AKP’nin yeni vergi teklifi, İslami holdingleri, mağdur ettikleri binlerce yurttaşın açtığı davalardan kurtarıyor. Alacaklı yurttaşlara AKP’nin önde gelen isimlerinin yöneticiliğini yaptığı şirketlerden hisse verilerek davalar düşürülecek.
BOLD – AKP milletvekillerinin yeni vergi teklifi ile yurttaşların vergi yükü daha da artarken, “yeşil sermaye” olarak bilinen ve yurt dışındaki Türkiye vatandaşlarından yüksek getiri vaat ederek para toplayan şirketlerle ilgili yeni bir düzenleme yapılıyor. CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, “Bu şirketler daha önce yasa dışı yollardan topladıkları vatandaşların parasının üzerine ‘yasayla’ konacak” dedi.
Birgün’den Nurcan Gökdemir’in haberine göre, TBMM Başkanlığı tarafından görüşülmek üzere komisyonlara sevk edilen Dijital Hizmet Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı KHK’de Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, “sürpriz” bir düzenleme içeriyor.
Teklifte yer alan bir madde ile, “yeşil sermaye” olarak isimlendirilen ve faizsiz model vurgusu ile paralarını aldıkları binlerce yurttaşı mağdur eden şirketler ceza davalarından kurtarılıyor.
Bu şirketlerden, 31 Aralık 2014 tarihine kadar ortak sayısı nedeniyle hisseleri halka arz edilmiş sayılan ve bu payları borsada işlem görenlerin satışını yaptıkları her türlü ekonomik araç pay sayılacak. Böylelikle bu şirketlerden alacaklı olanlar da hissedar sayılacak.
Bu düzenlemeyle söz konusu şirketlerden, alacaklı olan mağdur vatandaşların “geçerli bir ortaklık ilişkisi bulunmadığı veya primli pay satışı yapıldığını” ileri sürerek “sebepsiz zenginleşme, haksız fiil, sözleşme öncesi görüşmelere aykırılık veya sözleşmeye aykırılık” gerekçesiyle açtığı menfi tespit, tazminat veya alacak davalarında karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilecek.
Son günlerde yurttaşlar lehine sonuçlanmayla başlayan bu davaların düşmesiyle şirketler yüksek ödemeler yapmaktan kurtulacak.
AKP iktidarlarında üst düzey görevler üstlenen isimlerin de geçmişte yöneticiliğini yaptığı bu şirketlerle ilgili yapılacak düzenlemenin, davalarla şirket sermayesinin iadesinin yaşanmasına karşı tüm ortakların hakkını eşit şekilde korumayı amaçladığı iddia edildi.
Gerekçede, 2005 yılında TBMM’de kurulan araştırma komisyonu raporunda yer alan, “Faaliyeti devam eden, kaynak sıkıntısı olmayan, kanuni yükümlülüklerini yerine getiren holdinglerin istihdama, ticari hayata, ekonomiye katkıları da dikkate alınmalıdır” önerisi anımsatıldı.
CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, çok sayıda sorun çözüm beklerken AKP’nin, geçmişte yurttaşların kutsal din duygularını sömürerek milyonlarca lira toplayıp onbinlerce vatandaşı mağdur eden “yeşil sermayeyi” kurtarmak için uğraştığını söyledi.
Mağdur yurttaşların bir kısmının mahkemelere giderek açtıkları davaları kazandıklarını hatırlatan Altay, şöyle devam etti:
“Hakkını mahkemede arayan ve mahkemelerin de hakkını teslim ettiği binlerce vatandaşın bu şirketlere karşı kazandığı ya da kazanmak üzere olduğu davalarda mahkemelerden herhangi bir karar vermemesi isteniyor.
Yani vatandaşa ‘Sen ödediğin parayı alamazsın, sana bu şirketlerin hissesini vereceğiz’ deniliyor. Hisse için konulan para da geri istenemeyeceği için bu şirketler daha önce yasa dışı yollardan topladıkları vatandaşların parasının üzerine ‘yasayla’ konmuş olacaklar.
Yeşil sermayenin mağdur ettiği vatandaşlar şimdi bir de AKP eliyle mağdur edilecek. Düzenleme Anayasa’ya aykırı. Hiçbir merci, mahkemelere önündeki bir konuda ‘şu şekilde karar vereceksin’ diyemez.”
medyabold
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy, Uluslararası Af Örgütünün Barış Pınarı Harekatı öncesi Suriyeli mültecilerin zorla sınır dışı edildiğine yönelik raporuna tepki gösterdi. İddiaları reddettiklerini açıkladı.
BOLD – Sözcü Hami Aksoy, Türkiye’nin 3,6 milyondan fazlası Suriyeli olmak üzere topraklarına sığınan yaklaşık 4 milyon civarında yerinden edilmiş kişiye ev sahipliği yapmaya devam ettiğini belirtti. “Ülkemiz, çok sayıda ülkenin sınırlarına duvarlar ördüğü, tel örgülerin arkasına saklandığı bir dönemde kapılarını ihtiyaç sahiplerine açmıştır” dedi.
Aksoy, mültecilere en iyi şekilde ev sahipliği yaparken uluslararası yükümlülükleri uyarınca “geri göndermeme” ilkesine titizlikle uymakta olduklarını belirtti. Dışişlerinin açıklamasında şu ifadeler yer aldı:
“Bu yaklaşımımızda herhangi bir değişiklik bulunmamaktadır. Bu çerçevede Suriyelilerin ülkelerine zorla geri gönderildiğine, tehdit edildiğine ve kötü muamele gördüğüne ilişkin olarak raporda yer verilen iddialar gerçek dışı ve hayal mahsulüdür. İlgili makamlarımız Suriyelilerin ülkelerine güvenli ve gönüllü geri dönüşleri sürecini BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) ve sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği halinde yürütmektedir. Nitekim Türkiye’nin Suriye’de terörden temizlediği bölgelere bugüne kadar ülkemizden 365.000 civarında Suriyeli gönüllü olarak geri dönmüştür. Ülkemiz, mültecilerin geri dönüşlerinin gönüllü ve güvenli bir şekilde gerçekleştirilmesi ve bu sürecin uluslararası hukuka uygun olarak yürütülmesi gerektiğini her fırsatta hatırlatmaktadır. Suriye’de gerekli insani ve fiziki altyapı ile güvenlik koşullarının sağlanması halinde, Suriyelilerin ülkelerine geri dönebileceğine inanıyoruz. Esasen Barış Pınarı Harekatı’nın amaçlarından biri de, PKK/PYD/YPG terör örgütünün baskı ve zulmünden kaçan yüz binlerce Suriyelinin ülkelerine güvenli ve gönüllü dönüşlerini kolaylaştıracak koşulların sağlanacağı bir güvenli bölge oluşturulmasıdır. Suriyelilerin güvenli ve gönüllü geri dönüşleri sürecinin kolaylaştırılması konusunda uluslararası topluma da önemli sorumluluklar düştüğünü düşünüyoruz. Ülkemiz, Suriyelilerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi için gereken adımları atmaya devam edecektir.”
medyaboldABD’den Türkiye’ye 3 seçenek: “İster kapatsın, ister geri göndersin, ister imha etsin”
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Suriye’nin kuzeydoğusundaki gelişmelere ilişkin konuştu. Almanya’nın sunduğu “uluslararası güvenli bölge” teklifini değerlendirdi. Öneriyi memnuniyetle karşıladıklarını aktardı.
BOLD – NATO üyesi 29 ülkenin savunma bakanlarını Brüksel’de iki günlüğüne bir araya getiren toplantı sona erdi. Toplantı sonrasında basına açıklamalarda bulunan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Suriye’nin kuzeydoğusundaki gelişmelerin dün ele alındığını anımsattı. Bu çerçevede Almanya tarafından sunulan “uluslararası güvenli bölge” teklifini memnuniyetle karşıladıklarını söyledi. Uluslararası toplumun sürece daha fazla dahil olması gerektiğini savunan Stoltenberg, “Suriye’de mevcut durum sürdürülemez, bu nedenle sorunlara karşı uluslararası toplum çözüm bulmaya çalışmalıdır” diye konuştu.
Stoltenberg, NATO’nun Afganistan konusunda kararlılığını koruduğunu da sözlerine ekledi. “Afgan güvenlik güçlerini eğitim ve fonlarla desteklemeye devam edeceğiz. Eğer Afganistan’dan erken çıkarsak bunun bedeli ağır olur. Hem Afgan halkı hem biz hem de IŞİD’le mücadelemiz zarar görür” açıklamasında bulundu.
medyaboldABD’den Türkiye’ye 3 seçenek: “İster kapatsın, ister geri göndersin, ister imha etsin”
Ankara’da bir galerici, 1994 model olmasına rağmen yalnızca 6 bin kilometre yol yapmış olan Tofaş Şahin’i 45.000 TL’ye satın aldı.
BOLD – Tofaş’ın 1988 ile 2002 yılları arasında ürettiği Kuş Serisi’nin versiyonlarından biri olan Şahin, Türk otomotiv tarihine damga vuran modellerin başında geliyor.
Türk otomobil severlerin gönlünde her zaman özel bir yere sahip olan Şahin, ikinci el araç pazarının da en popüler modellerinden biri konumunda.
Ankara’da yaşayan galerici Melih Bengier, 25 yaşında olan bir Şahin için 45.000 TL’yi gözden çıkardı. 1994 model olan otomobil, buna rağmen yalnızca 6 bin kilometrede. Tüm parçaları orijinal olan aracın koltuklarındaki naylon bile fabrika çıkışlı. Nitekim Bengier’i cezbeden de tam olarak bu olmuş.
Aracın eski sahibi olan Fatih Yunus Güzel, otomobili 5 yıl önce İstanbul’dan 12.000 liraya satın almış. 0’dan farksız olan Şahin’i internette satışa çıkaran Güzel, istediği teklifleri alamayınca ilanı kaldırmış. Geçtiğimiz haftalarda otomobili bir kez daha ilana koyan Güzel, bu kez muradına erdi.
İlanı gördükten sonra Güzel’i arayan Bengier, otomobili 45.000 liraya satın aldı. Bengier adına aracı satın almaya Kırıkkaleye giden Hasan Akgül, bu modelde Türkiye’de tek sıfır araç olmasının kendilerini cezbettiğini söyledi.
Kilometre yapmaması için Kırıkkale’den Ankara’ya kurtarıcı ile götürülen araç, önümüzdeki günlerde Ticaret ve Yaşam Merkezi’nde (OTONOMİ) Şahin meraklıları ile buluşacak.
medyaboldTesla Model 3’ün “Gözcü Modu” yeni bir vandallık kaydetti: Arabayı sebepsizce çiziyor
Ankara ile Washington arasındaki S-400 krizinin kapalı kapılar ardında sürdüğü ortaya çıktı. ABD’li üst düzey Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, Türkiye’ye üç seçenek sundu…
BOLD – ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan üst düzey bir yetkili, isminin açıklanmaması kaydıyla gazetecilere Türkiye’nin Rusya’dan satın aldığı S-400’lerle ilgili önemli bilgiler aktardı. Washington Yönetimi’nin S-400’leri geri göndermesi ya da sistemi işler hale getirmemesi için Türkiye’ye baskı yaptığını söyledi.
Reuters’ın verdiği bilgilere göre ABD’li yetkili, “Türkleri S-400’lerden caydırmak için hâlâ çalışma yapılıyor: İster kapatsın, ister geri göndersin, ister imha etsin” ifadesini kullandı.
Dışişleri yetkilisi, S-400 meselesinin Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde terör örgütü YPG unsurlarına karşı gerçekleştirdiği harekâtı da kapsayan daha geniş bir müzakerenin parçası olduğunu ifade etti. “Başkan Trump’ın da söylediği gibi siz ateşi kesin, biz de yaptırımları keselim. Ancak henüz tehlike geçmiş değil” diye konuştu.
Bakanlık yetkilisi, ABD üretimi Patriot füze sistemlerinin de hâlâ Türk hükumetine verilebileceğini belirtti. Türk hükumetinde herkesin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gibi düşünmediğini vurgulayan yetkili, “Bundan aylar ya da yıllar evvel, ‘Kendimizi Rus nüfuzu tehlikesi altına atmamayı yeğleriz, kendimizi NATO ortaklarımızdan izole etme tehlikesi altına atmamayı yeğleriz, kendimizi Washington’dan izole etme tehlikesi altına atmamayı yeğleriz’ diyen Türkler vardı” ifadelerini kullandı.
medyabold
Ziraat Bankası çalışanı, Erzincan’da çiftçilerin imzalarını taklit ederek çekilen kredi miktarını yükseltti. Çiftçiler, astronomik rakamlarla borçlandırılırken sahtekar banka çalışanı serbest bırakıldı.
BOLD – Erzincan Tercan’daki Ziraat Bankası şubesinde İ.D. isimli memur, 17 çiftçiyi imzalarını taklit ederek ya da kullandıkları kredi miktarından daha yüksek bir rakamla borçlandırarak büyük bir dolandırıcılığa imza attı.
Cumhuriyet gazetesinden Mustafa Çakır’ın haberine göre Tercan Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma başlatırken dekontlardaki imzalar kriminal incelemeye gönderildi. İ.D, mahkeme sürecinde Çayırlı şubesine atandı. Bir gün çalıştıktan sonra da kendi isteğiyle Ziraat Bankası’ndan istifa etti.
Tercan Sulh Ceza Hâkimliği, birbirinden habersiz çiftçilerin aynı gerekçe ile şikâyette bulunmasını dikkate alarak savcılığın talebi doğrultusunda iddiaların hedefindeki İ.D.’nin 6 ay tutuklu kalmasına karar verdi. Sonrasında tutuksuz yargılanmasına karar verilen İ.D. hakkındaki tahkikat sürüyor.
Çiftçilerin şikâyetlerini ilettiği CHP Tekirdağ Milletvekili İlhami Özcan Aygun, Tercan Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan bilgi aldığını açıkladı. İmza sahteciliğinin netleşmesi halinde davanın sonuçlanacağını bildirdi.
Mahkeme süreci süren davaya, “Ziraat Bankası’nın müdahil olmadığını” öğrenen Aygun, Ziraat Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın’ı aradı. Aygun, “Neden müdahil olmadınız? Sizin eski çalışanınız hem vatandaşı hem bankayı dolandırdı” dedi.
Ziraat Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın, Aygun’a yaptığı açıklamada, kriminal inceleme sonucunda İ.D. adlı eski çalışanlarının suçlu bulunması halinde çiftçilere yönelik mağduriyetin giderilerek krediden kaynaklı zararın mutlaka tazmin edileceğini söyledi.
Aydın, 17 müşteriyi ilgilendiren bu olayın Mart – Haziran 2018’de yaşandığını belirtti. “İ.D. adlı çalışan hakkında disiplin kurulumuz ve teftiş kurulumuz işlem yürütmüş, ancak kendisi savunması alındıktan sonra istifa etmiş. İstifa etmeseydi, iş akdi zaten feshedilecekti. Adli yargılamada bizim eski çalışanımız suçlu bulunursa, çiftçilerin kullanmadıkları kredinin parasını biz ödeyeceğiz” dedi.
CHP’li İlhami Özcan Aygun ise çiftçilerden birisinin süreç devam ederken üzüntüden yaşamını yitirdiğini kaydetti.
medyaboldAkşener ve Kılıçdaroğlu’ndan Erdoğan’a ‘sistem değişikliği’ daveti
Almanya’da yapılan yeni bir araştırma Alman vatandaşlarının dörtte birinin Yahudi düşmanı olduğunu gösterdi.
BOLD – Dünya Yahudi Kongresi (WJC) tarafından yapılan bir araştırmaya göre Alman vatandaşlarının yüzde 27’si antisemitik (Yahudi düşmanı) görüşlere sahip. Deutsche Welle Türkçe’de yer alan bir habere göre, Almanların yüzde 41’i Yahudilerin İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası’nın düzenlediği Yahudi Soykırımı’ndan (Holocaust) çok fazla söz ettiği kanaatinde.
Araştırma Halle’de 9 Ekim tarihinde bir sinagoga düzenlenen saldırıdan iki buçuk ay önce başlatıldı ve anketteki sorulara 1300 kişi yanıt verdi.
Araştırmaya göre ayrıca Alman vatandaşlarının yaklaşık üçte ikisi (yüzde 65) toplumda artan Yahudi düşmanlığının farkında ve bunun aşırı sağcı partilerin güçlenmesiyle ilgili olduğu görüşünde.
Yüksek okul mezunu olan ve yıllık geliri en az 100 bin euro olan kişilerin verdiği yanıtlar da son derece çarpıcı. Bu kişilerin yüzde 28’i Yahudilerin ekonomide çok fazla güç sahibi olduğu, yüzde 26’sı da “dünya siyasetinde çok fazla güç sahibi” olduğu görüşünü savunuyor. Aynı grubun yüzde 48’i de Yahudilerin Almanya’dan çok İsrail’e sadık olduklarına inanıyor.
Araştırmada aynı grup içerisinde antisemitizmle mücadele konusunda da bir bilinçlenme olduğu tespit edildi.
medyaboldAP’nin insan hakları Saharov Ödülü, Uygur aktivist İlham Tohti’ye verildi
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Suriye’de yaşamaya en uygun olanların Araplar olduğunu öne sürerek, buna gerekçe olarak da bölgenin çöl olmasını gösterdi.
BOLD – AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, TRT’de gündeme dair soruları yanıtladı. Programda Barış Pınarı Harekatı bölgesi için en uygun halkın Araplar olduğunu söyleyen Erdoğan, buna gerekçe olarak bölgenin ‘adeta bir çöl’ olmasını gösterdi.
Türkiye için uçuşa yasak diye bir şeyin olmadığını savunan Erdoğan, “Astana süreciyle bizim Rusya-İran-Türkiye olarak dayanışmamız var. Bu olmamış olsaydı İdlib kan gölüne dönerdi. Burada 300-400 bin nüfus bize yürüyüşe başlamıştı. Silahlar durunca bu yürüyüş durdu. İdlib devasa bir alan. Önemli olan bu devasa alanda böyle bir birikimi kontrol altında tutmak. Yaşam tarzını kontrol altında tutmak. Buna da en uygun olan Araplardır. Kürtlerin yaşam tarzları buraya uygun değildir. (Neden sorusu üzerine?) Buralar çöl bölgeleri” dedi.
medyabold
Eğitim-SEN’e üye olduğu için KHK ile ihraç edilen 20 yıllık öğretmen Acun Karadağ savunma yaptı. 3 yılda 2 bin eylem yaptıklarını açıkladı. İktidar baskı yaptığı için sendika üyeliğinden çıkarıldığını anlattı.
BOLD – 29 Ekim 2016’da 675 Sayılı KHK ile ihraç edilen öğretmen Acun Karadağ, Ankara 28. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden duruşmada tekrar hakim karşısına çıktı. 10 Aralık 2018 İnsan Hakları gününde eylem yaptığı için gözaltına alınan ve 8 gün gözaltında kaldıktan sonra adli kontrolle serbest bırakılan Karadağ, “Yasa dışı hiçbir örgüte üye değilim. Hiçbir örgüt elemanını tanımıyorum. Hiçbir örgüt üyesinden talimat almadım, almıyorum, almayacağım” dedi.
Karadağ, üç yılda 2 bin eylem yaptıklarını belirterek mahkeme heyetine “Örgüt üyeleri Ankara’nın göbeğinde 2000 bin kez eylem yapmışız ama tutuklanmamış! Şimdi mi aklınıza geldi örgüt üyesi olduğumuz?” diye sordu.
Karadağ, “.. gözlerinin önünde 3 yıldır süren bir eylem var, yüzlerce hak ihlali yaşandı. Hiç mi bir savcı çıkıp da ne oluyor burada, ne yapıyorsunuz bu insanlara demez? 3 yıldır devam eden bir direnişte onlara günde 2 kez yapılan eylemde tam 2 bin kez bizi tutuklama fırsatı verilmiş. Yine tırnak içinde söylüyorum “Örgüt üyeleri” Ankara’nın göbeğinde 2000 bin kez eylem yapmış ama tutuklanmamış. Soruyorum size, şimdi mi akıllarına gelmiş bizim örgüt üyesi olduğumuz? İktidar bize 3 yıldır tuzak mı kuruyor? Biraz daha suç işlesinler, elimizde biraz daha delil biriksin, kesin kodese tıkalım mı diyor iktidar?” ifadelerini kullandı.
Yüksel Caddesinde 1100 gündür eylem yapan Karadağ, iktidar baskısı nedeniyle Eğitim-Sen üyeliğinden çıkarıldığını ve her ay kendisine ödenen paranın da kesildiğini söyledi: “Üyesi olduğum sendika tarafıma dayanışma ücreti olarak her ay düzenli para yatırır. Buraya toplam 8 ayını yazmışlar, 7500 lira hesaplamışlar ama ben söyleyeyim. 2016 Aralık ayından beri her ay 1000 lira para yatırmışlardır. En yuvarlak hesapla 36 bin lira eder. Bunların hepsini örgüte verdim. Şaka şaka vallahi bu pahalılıkta ben de evimi anca geçindiriyorum. Çalışmıyorum, direniyorum. Çok şükür bu dayanışma ücreti ile ağaç kökü yemedik. Ancak iç işleri bakanı öyle baskı yapmış ve o denli cendereye almışlardır ki sendika yönetimini üzerimize kışkırtmışlar “niye KHK’lara karşı eylem yapmıyorsunuz” dediğimiz sendikamız bunu bahane ederek üyeliğimizi askıya almış ve dayanışma ücretimizi kesmiştir. Geçen aydan beri ücretimiz yatmamaktadır.”
50 yaşında bir kızıyla yaşayan, 20 yıllık öğretmen, 25 yıllık kamu emekçisi olduğunu belirten Karadağ, mahkemede ailesinin geçmişini açıklayarak ‘savcının kimi yargılatmaya’ çalıştığını anlattı:
“Benim babam da bu ülkenin insanına şerefiyle hizmet etmiş, 86 yaşındayken 48 yaşında abimin ölümüne dayanamayarak, oğlunun ardından 36 gün sonra vefat etmiş bir memurdu. Annem 6 çocuk yetiştirmiş, namusuyla yaşamayı öğretmiş geçim sıkıntılarıyla yaşadığı 64 yıllık hayatının son günlerini kanser tedavileriyle geçirerek hayata veda etmiş onurlu bir kadındı. Ailenden bize ne demeyin. Savcı beyin kimin evini basması için polise talimat verdiğini, kimi yargılatmaya çalıştığını bilin istiyorum. Bizim gibi insanlar suç işlemeye değil suç işlenmeyen bir dünya yaratmaya çalışan insanlardır. Suçun tanımını yapanla, suçu yaratanın aynı olduğu dünyada temiz kalmak için sık sık ar banyosu yapanlarız biz.”
Karadağ, sağlık sorunlarına rağmen, hapis cezasına çarptırılsa da işine iade edilene kadar meydanlara çıkmaktan vazgeçmeyeceğini de ifade etti: “Kalbinde pil olan astım ve romatizma hastası bir kadınım. Bu yaştan sonra dağa çıkacak değilim. Sokakta her gün gözaltına alınmaktan, polis şiddetine uğramaktan, çocuğuma vakit ayıramamaktan, mahkemelerde yargılanmaktan da zevk alıyor değilim. Versinler işimi geri, ben de gidip torun torba büyüteyim. Ama diyorlarsa ki işini geri vermeyeceğiz, seni zorla örgüte üye yapacağız, o vakit 10 yıl hapse tıksalar 10 yıl sonra çıkıp o anıtın önüne geleceğim ve yine işimi geri istemeye devam edeceğim.”
Savunmasında hakkındaki iddialara da cevap veren Karadağ, iddialardan birinin absürtlüğünü şöyle anlattı:
“Çarpıcı bir örnek daha vereyim. Yalova’ya örgütsel işler için gittiğim yazılmış. Benim kızım Yalova’da üniversite okuyor. Hiç tanımadığı bir şehirde bir kız çocuğu okumaya gidince anne olarak siz de sık sık yanına gitmek zorunda kalıyorsunuz. Çocuğuma sahip çıkmayacak mıyım? Onun yanına gidemeyecek miyim? Bunu da polisin bilmemesi mümkün değil. Zaten bilmiyorsa emniyet teşkilatı kimlere emanet? Ama dosya bir şeylerle dolmak zorunda ya, yaz gitsin kendini anlatana kadar direnişi biraz daha oyalarız diye düşünmüş olmalılar.”
29 Ekim 2016’da çıkarılan KHK ile ihraç edilen Acun Karadağ, 14 Kasım 2016’da görev yaptığı Altındağ Halil Şaşmaz Ortaokulunun önünde “İşimi Geri İstiyorum” eylemi yapmaya başlamış, bu eylem daha sonra Yüksel Caddesinde devam etmişti. O gün öğrencilerinin ve velilerin gözleri önünde sürüklenen Karadağ, kalp ameliyatı olup kalp pili takılacak kadar sağlık sorunları yaşamasına rağmen mücadelesine devam ediyor.
Bir önceki celseden anladığım kadarıyla siz bize “suçlamaları yaptınız mı yapmadınız mı, evet ya da hayır diyin” şeklinde cevap vermemizi istiyorsunuz. Eğer evet yada hayır diyerek suçsuzluğumuzu ispatlayacak olsaydık savcı Yarcan bey benim suçsuz olduğuma ikna oldu ve tutuklanma talep etmedi. Ancak takipsizlik kararı da vermedi ki bu onun ya genel olarak Yüksel direnişi hakkında şüpheleri olduğunu ya da bu kararı vermekten çekindiğini gösterir. Yani aslında bazı konularda ikna değilim, buna zamanım da yok gidin kendinizi mahkemede ifade edin, mahkeme heyetini ikna edin demiş oldu. Kısacası ben buraya sizi ikna etmeye gönderildim.
Neden kendimi ifade etmek zorundayım? Neredeyse 1100 güne varan bir direnişte 2200 kez “işimi istiyorum” talebine milyonlarca insan ikna oldu da iktidar neden ikna olmadı? Aslına bakarsanız iktidarın en tepesindekinden tutun iç işleri bakanına, polisine kadar her biri benim herhangi bir yasa dışı örgüte üye olmadığımı çok iyi biliyorlar. Ellerinde istihbari bilgiler mevcut. Peki neden örgüt üyesi olduğumu ısrarla söylüyorlar? Ben niye açılan örgüt üyeliği davalarından beraat ediyorum ama onlar ikinci, üçüncü davayı açıyorlar? Çok iyi gizleniyor olabilirim. Yaptığım yasa dışı eylemleri fena halde saklıyor olabilirim. Örgütün gizlilik adına çıkardığı ilkelerine harfiyen uyuyor olabilirim. Hiçbir şey olmuyor ama kesin bir şeyler oluyor gibi bir şey. Bunları düşünüyor olabilirsiniz. Düşünmeyin! Şu teknolojik dünyada hiçbir şey bu kadar mükemmel gizlenemiyor. Peki neden ısrarla örgüt üyeliği davaları açtırılıyor hakkımda? Cevap vereceğim bu soruya.
Peşin peşin söyleyeyim . Yasa dışı hiçbir örgüte üye değilim. Hiçbir örgüt elemanını tanımıyorum. Hiçbir örgüt üyesinden talimat almadım, almıyorum, almayacağım. Yaptığım her şeyi özgür irademle, istediğim için, inandığım için, dünya görüşüme öyle uygun olduğu için yapıyorum ve yapacağım. Ölene kadar irademi hiç kimseye teslim etmeyeceğim. Kimse bana doğru olduğuna inanmadığım hiçbir şeyi yaptırmadı, yaptıramayacak.
Savcı beye sorgu başlamadan şöyle demiştim. Kayıtlara geçmemiş olabilir ama kendisi ne söylediğimi biliyor. Dedim ki siz bizi tanıyor musunuz? Hayır ben sizi nereden tanıyayım dedi. Dedim yani siz bizi hiç tanımadan, ailemiz, çoluk çocuğumuz var mıdır, ne yapar, nasıl yaşarız bilmeden polisler dedi diye evimizin basılması, gözaltına alınmamız, 8 gün aç susuz nezarette kalmamız için izin mi verdiniz? Ama soruşturma yürütülüyordu dedi şaşırarak. Hah dedim işte bu nedenle o polisler çok rahatlıkla suçlu ilan edip, bizi defalarca gözaltına alıyor, eziyet ediyorlar.
Evet evet savcı da sizin baktığınız gibi yani başka ne yapayım der gibi baktı. Savcı beye söylediğimi size de söylüyorum. Polis iç işleri bakanının yani hükumetin, yani seçilmişin, yani geçici olarak ülkeyi yönetmeye gelmişlerin emrindedir. Bu ne demektir? Yani hükumet mensupları bakan da olsalar devleti yönetiyor da olsalar netice de iktidarlarının bir daha seçilmesini engelleyecek muhalif hareketlere eylemlere karşı -tırnak içinde söylüyorum- “kendi usullerince” tedbir alırlar. Muhalifleri engellemeye çalışırlar. İçişleri bakanı topla şu Ak parti karşıtı grupları deyince polis emre uyar, evimizi basar. Ama siz yürütmeden bağımsız yargısınız. Siz iktidar mensuplarına değil yasaların, uluslar arası sözleşmelerin normlarına uymak zorundasınız. Dışarıda biri bizi dövse devlete şikayet ederiz, devlet bizi döverse kime şikayet edeceğiz? Bizi siz koruyacaksınız. Yani, bağımsız yargı. Nereden bağımsız? Hükumetten, her hangi bir örgütlenmeden, çeşitli baskı gruplarından, mafyadan, çetelerden, suç örgütlerinden bağımsız… Haklısın dedi savcı Yarcan bey.
Şimdi siz devlet kimseyi dövmez, polis yanlış yapmaz mı diyorsunuz? O zaman ihraç edilen 40 bin polis, binlerce asker, hakim, savcı, binlerce devlet görevlisi neden ihraç edildi? Eğer o gün yanlış yaptılarsa şimdi neden yapmasınlar? O zaman herkes uyanık olmak zorunda. Özellikle bağımsız yargı, bağımsızlığını korumak zorunda. Sonuç neye mal olursa olsun, hangi bedeli ödemek zorunda kalırsak kalalım haktan haklıdan yana tavrımızı koymak zorundayız. Nasıl ki biz kimseden talimat almıyorsak, hiçbir hukuk insanı da kimseden talimat almamalı. Eğer bizim “işimizi geri istiyoruz” haklı talebimizi bir örgütün talimatıyla yaptığımızı iddia ediyorlarsa herkesin yasa dışı bir örgütten talimat alma ihtimali vardır. Biz elimizde polis gücü yok diye yasa dışı davrandığını düşündüğümüz kimseleri yakalayıp, gözaltına aldıramıyorsak bu onların suç işlemediği anlamına gelmez. Defalarca kez anayasal hakkımızı kullandığımız halde neredeyse 2 bin kez gözaltına alındık.
Bu ülkenin savcıları hep polisin getirdiklerini mi suçlu bulacak? Vatandaş olarak kaç kez şikayette bulunduk, gözlerinin önünde 3 yıldır süren bir eylem var, yüzlerce hak ihlali yaşandı. Hiç mi bir savcı çıkıp da ne oluyor burada, ne yapıyorsunuz bu insanlara demez? 3 yıldır devam eden bir direnişte onlara günde 2 kez yapılan eylemde tam 2 bin kez bizi tutuklama fırsatı verilmiş. Yine tırnak içinde söylüyorum “Örgüt üyeleri” Ankara’nın göbeğinde 2000 bin kez eylem yapmış ama tutuklanmamış. Soruyorum size, şimdi mi akıllarına gelmiş bizim örgüt üyesi olduğumuz? İktidar bize 3 yıldır tuzak mı kuruyor? Biraz daha suç işlesinler, elimizde biraz daha delil biriksin, kesin kodese tıkalım mı diyor iktidar? Size işlediğimiz suçları şimdi bir bir sayacağım.
Ben Acun Karadağ 50 yaşında bir kızıyla yaşayan, 20 yıllık öğretmen 25 yıllık kamu emekçisiyim. Benim babam da bu ülkenin insanına şerefiyle hizmet etmiş, 86 yaşındayken 48 yaşında abimin ölümüne dayanamayarak, oğlunun ardından 36 gün sonra vefat etmiş bir memurdu. Annem 6 çocuk yetiştirmiş, namusuyla yaşamayı öğretmiş geçim sıkıntılarıyla yaşadığı 64 yıllık hayatının son günlerini kanser tedavileriyle geçirerek hayata veda etmiş onurlu bir kadındı. Ailenden bize ne demeyin. Savcı beyin kimin evini basması için polise talimat verdiğini, kimi yargılatmaya çalıştığını bilin istiyorum. Bizim gibi insanlar suç işlemeye değil suç işlenmeyen bir dünya yaratmaya çalışan insanlardır. Suçun tanımını yapanla, suçu yaratanın aynı olduğu dünyada temiz kalmak için sık sık ar banyosu yapanlarız biz.
Gelelim hakkımızdaki iddialara. Hepsine cevap vereceğim. Ancak öncelikle şunu vurgulamam gerekli: Sıradan bir insanın günlük yaptığı işleri alt alta yazsak ve her bir işin başına Terör örgütü DHKPC üyesi diye yazsak okuyan herkesin yazının sonuna doğru o şahsın örgüt üyesi olduğuna dair kafasında şüphe uyanır. Örnek vereyim: “Acun Karadağ bir kafede iki arkadaşıyla buluştu. Yemek yediler. İki saat kadar sonra lokantadan çıktılar” dediğimde Acun Karadağ hakkında ne düşünürsünüz? E kadın arkadaşlarıyla yemek yemiş çıkmış ne var bunda? Şimdi bunu polis diliyle söyleyelim. “DHKPC üyesi Acun Karadağ iki örgüt üyesiyle buluştu. İki kişiden talimat aldı veya talimat verdi” yazsak durum nasıl değişiyor değil mi? Demem o ki hakim bey şu gördüğünüz iddianamenin tamamı sizde, bizim hakkımızda bir algı oluşturmak üzere hazırlanmış. Bu iddianamenin yalnızca 22 sayfası bana ait suçlamalara dair. Suçlamalar dediğime bakmayın. Suç yaratmaya çalışmalar diye görün siz. Zira birkaç sayfa bir dergide yer alan haberler, birkaç sayfa bir sosyal medya hesabından bana dair paylaşımlar, birkaç sayfa yine başka sosyal medya hesaplarından direnişe dair benim adımın geçtiği paylaşımlar. Birileri beni paylaşmışsa, yazmışsa bunda benim suçum ne? Niye yazan, paylaşan kimse onlara sormuyorlar? Bunlardan geri kalanlar da bana açılan davaların listesi. Ve bunların tamamı 2016 Kasım ayından beri sokakta yürüttüğüm “İşimi Geri İstiyorum” eylemine ait faaliyetler. Öyle görünüyor ki iktidar haksızca elimden aldığı işimi geri vermezse yine tırnak içinde söyleyeceğim “daha çok suç işlemeye” devam edeceğim.
Bu algı oluşturmaya dair bana yapılan suçlamalardan birine örnek vereyim. “Hapiste olan bir örgüt üyesi hakkında Gülay diye bir örgüt üyesiyle telefonda konuştu. Hapishaneye gidiyor musun diye sordu” denilmiş. O hapiste ve örgüt üyesi diye lanse edilen arkadaşım İstanbul Bakırköy meydanında işimi geri istiyorum eylemi yapan Nursel Tanrıverdi’dir. Tutuklanmasının nedeni bir hakimin Bakırköy Özgürlük Meydanı’na 200 m. yaklaşmama adli kontrolüne uymamaktır. Bu ihlalden 5 kez tutuklanmış, onar, on beşer gün hapishanede kalmış, tahliye olduktan sonra da her birinden beraat etmiştir. Şimdi de dışarıdadır. Artık eyleminden dolayı tutuklanmıyor. Nursel benim neredeyse 15 yıllık sendikadan arkadaşımdır. Ailesini de tanırım. Ailesini ailem gibi severim. İşte bu arkadaşımın ablası –kendisi emekli ve evde kedileriyle yaşayan bir kadıncağızdır- Gülay’ı arayıp hapishaneye gidiyor musun diye sormamdan daha doğal ne olabilir? Bu suçlama bile tek başına bu davanın açılmaması ya da beraat etmemiz için bir göstergedir. Polisin Nursel arkadaşın niye tutuklandığını yada benim onunla arkadaşlığımı bilmiyor olması mümkün değil. Düşünün ki polis mahkemeyi ne şekilde etkilemeye çalışmaktadır. Dosyadaki suçlamaların tamamı böyle algı yaratmaya dönük şeylerdir.
Çarpıcı bir örnek daha vereyim. Yalova’ya örgütsel işler için gittiğim yazılmış. Benim kızım Yalova’da üniversite okuyor. Hiç tanımadığı bir şehirde bir kız çocuğu okumaya gidince anne olarak siz de sık sık yanına gitmek zorunda kalıyorsunuz. Çocuğuma sahip çıkmayacak mıyım? Onun yanına gidemeyecek miyim? Bunu da polisin bilmemesi mümkün değil. Zaten bilmiyorsa emniyet teşkilatı kimlere emanet? Ama dosya bir şeylerle dolmak zorunda ya, yaz gitsin kendini anlatana kadar direnişi biraz daha oyalarız diye düşünmüş olmalılar.
Sayın mahkeme heyeti! Ben 29 Ekim 2016’da 675 sayılı kararname ile ihraç edildim. Ve ihraç edildiğimi öğrendiğim ilk gün “ben de okulumun önüne oturmazsam, ben de o işimi geri almazsam ne olayım” dedim. Düşünün ne büyük haksızlık? Yani dese ki iktidar, biz sizi attık çünkü artık devleti küçültüyoruz. 2012’den beri 600 bin kamu emekçisini zaten tasfiye etmeyi planlıyorduk ama nasıl işten çıkaracağımızı bilemiyorduk 15 Temmuz da bizim bahanemiz oldu filan deseler belki bi derece anlayacağım. Ama bunlar terör örgütüyle irtibatlı iltisaklı yazınca KHK’nın üstüne, onurunuza dokunuyor. Dışarıda biri bana terörist dese sensin ulan terörist diyeceğim kafa göz dalacağım ama iktidar deyince korkuyorsunuz bunu demeye. Kolluk elinde. Alır hapse atar maazallah. Bu durumda siz de bir onur mücadelesine giriyorsunuz. Öğrencilerinize sizi seven sayan insanlara, velilerinize ben terörist değilim diye ispatlamaya çalışıyorsunuz.
İşte bu nedenlerle 14 Kasım 2016’da ihraç edildiğim okulun önüne öğrencilerimin yanına oturdum. Bana 15 gün gözaltı yapıldı. Sonra emniyet gözaltına almaktan vazgeçti. 25 gün okulumun önünde oturdum. Sonra kalbim bu strese dayanamadı ve ameliyat oldum kalbime pil takıldı. 1 ay evde dinlendim. İyileşme sürecim tamamlandığında isterse öldürsünler, bana yapılan haksızlığa tahammül edemeyeceğim, işimi bugün ya da yarın geri alacağım diyerek tüm riskleri göze alıp Yüksel Caddesinde işi ekmeği için direnenlerin yanına gittim. Orada aylarca oturma eylemi devam etti ve polis bir kez bile saldırmadı. Ta ki açlık grevi yapan arkadaşlara aydın ve sanatçılardan destek gelip eylem alanımız kalabalıklaşana kadar.
Binlerce insan eylem alanımıza gelince iktidar bu destekten rahatsız olup eylemi dağıtmak için gözaltı işlemlerine başladı. Aylarca gaz, plastik mermi, küfür, hakaret ve işkenceye varan şiddete karşılık eylemimizde ısrar ettik. Aylarca karakola götürüldük. Ev hapsi cezalandırmasına maruz kaldık. Ben o elektronik kelepçeyi çıkartıp evden çıktım. Tutuklanma talebiyle mahkemeye getirildim. Hakim beni dinledikten sonra bana hak verdi ve tutuklanmamı reddetti. Ve ev hapsi kararı kaldırıldı.
Tüm bu eziyetlerden geçtiğimiz süreçten sonra emniyet neye mi karar verdi? Artık aylardır bizi alandan uzaklaştırmak için yakalayıp kabahatler kanunundan para cezası kesiyor ve hastane muayenesinden serbest bırakıyor. Yani artık diyor ki yaptığınız eylem suç değil, kabahat! Biz başından beri aynı eylemi yapıyor, elimizde işimizi istiyoruz yazılı bir döviz ya da pankartla alana çıkıyor birkaç cümle söylemeye çalışıyoruz. Bizim eylem biçiminde başından beri hiçbir değişiklik olmamasına rağmen emniyetin tavrı sürekli değişiyor. Neyi deniyorsa boşa çıkıyor. Çünkü bu eylem örgüt talimatıyla değil bizim emeğimizin, ekmeğimizin elimizden alınmasına duyduğumuz öfkeyle sürüyor.
İktidar bizi ihraç ederken ne bekliyordu? Sessizce başımıza gelene boyun eğeceğimizi mi? Büyük ihtimal korkutma sindirme yayınları korkalım itiraz etmeyelim diyeydi. Ohal ilan edilmesi sırf biz emekçiler duruma karşı çıkmayalım diyeydi. Zaten AKP genel başkanının kendisi iş adamlarına yönelik “ Ohal’den neden rahatsız oluyorsunuz? Bakın bir işçi grevi bile yok artık. Daha ne istiyorsunuz?” demedi mi? İktidarın bizim direnişimizden asıl rahatsızlığı bundandır. Herkes susacaktı ama siz susmadınız KHK ile ihraçları gündemden düşürmediniz diyor. Bizi bu nedenle cezalandırmak istiyor. Direnişi itibarsızlaştırarak, bir örgüte mal ederek bizi yalnızlaştırmak istiyor. 3 yıldır bunu çok kez denedi. Ama olmadı.
O bize suçlama olarak sunulan Yüksel gazetesi bizim sesimiz oluyor. Yüksel televizyonu bizim sesimiz oluyor. Evet hepsini biz direnişçiler çıkartıyoruz. Yazılarını biz yazıyoruz. Televizyon yayınını sosyal medya üzerinden biz yapıyoruz. Yaptığımız yayınlarda yazdığımız yazılarda suç unsuru olabilecek bir tek şey gösteremezler. İktidara kalsa bizim onları eleştirmemiz de suç. Bana açılan davalardan birini söyleyeyim. Rivayet o ki içişleri bakanının bir haberinin altına bakanın ismini bile vermeden vicdansızlar demişim. Şimdi birine vicdansız demek hakarete giriyorsa sosyal medyada milyonlarca insanın bakana, belden aşağı küfürleri ne oluyor acaba?
Buradan söyleyeyim bizim kadar naif, kültürlü, söylemek istediğini edebi bir dille anlatabilen eylemci daha görmemiştir emniyet. 3 yıldır annelerimize kadar küfreden polise sadece ahlaksızlığını hatırlattığım, taciz eden polisi şikayetimin 2 yıldır savcılık soruşturmasında bekletildiğini bilmeme rağmen sabırla beklediğim doğrudur. Arkadaşımın göz kemiğini kıran polisi, arkadaşımın saçlarını kökünden koparan polisi, yine 76 yaşında Perihan teyzemizin yüzünü tanınmaz hale getiren ve ceza alan polisi, kaburga kemiklerimizi, kolumuzu bacağımızı kıran, astım hastası olduğum halde yakın mesafeden ağzıma gaz sıkan polisi sadece savcılığa şikayet ettiğimiz doğrudur.
İddianamenin başında şöyle silahlı böyle külahlı diye anlatılan ve üyesi olduğumuz algısı oluşturulmaya çalışan örgütün üyesi olsaydık mahkeme ile filan uğraşmazdık sanırım. Bu eylemde 3 yıldır şiddet uygulayan, bizi sırf eziyet edin vazgeçsinler denildiği için döven polislere karşı bir fiske bile vurulmamıştır. Kalabalık dönemlerimizde bile bir taş, bir pet şişe, bir sert cisim atılmamıştır. Alanda asla küfür hakaret yapılmamıştır. Bu bir pasif direniştir. Biz sabırla işimizi geri istemeye devam ediyoruz.
Sosyal medyada gazetelerde binlerce kez haber olduk. Ben televizyonlara çıktım anlattım tüm bu şiddet olaylarını. Bir hukuk adamı üstüne vazife alıp yahu bu insanlar bu eylemde ya iki kadın, ya bir kadın bir erkek, başlarında 50 polis şiddet uyguluyor ne oluyor burada diye kamu davası açmadı. Ama polis bizden kimi şikayet ettiyse dava açıldı. Niye polis haklı oluyor da vatandaş haklı olmuyor? Biz bu polis şiddetini normalleştirdik mi? Hukuk artık sadece polise mi işliyor? Vatandaşa hukuk yok mu? Belli ki yok. Bu durumda benim eylem yapmam kadar doğal bir şey olamaz. Mahkemelerde bulamadığım adaleti halktan beklemem kadar doğal bir şey olamaz. Adliye sarayları beni dinlemeyince ben de halka şikayet ediyorum onları. İktidarın rahatsız olduğu budur. Çünkü emniyeti iç işleri bakanı vasıtasıyla, mahkemeleri adalet bakanı ve kendi hakim ve savcıları vasıtasıyla kontrol altına alabiliyor ama tüm halkı kontrol edemiyor. İstiyor ki sadece o etkileyebilsin halkı. Bizim söylediklerimiz halka ulaşmasın. İstiyor ki halk bunlar terörist desin yanımıza yaklaşmasın. Ama ben bu direniş başladığından beri iki kez örgüt davasından, 10 kereye yakın da 2911 davasından beraat ettim. İki kez kovuşturmaya yer yoktur kararı aldım. Çok şükür ki bazı hakim ve savcılar hala sağduyuludur ve korkularını bir kenara koymuşlardır.
Sayın mahkeme heyeti! Mezar anmasına gittiğimden bahsedilmiş. Benim bir tek mezar anmasında fotoğrafım yoktur. Yine de çoğu, sendikamızdan, hak mücadelesinden kaybettiğimiz insanların olduğu mezarlara gitmemek benim eksikliğimdir. Oraya gitmek suç değildir. Hangi örgütten olursa olsun, kim olursa olsun dini inançlara göre ölüden şeytan bile elini çekmiştir denilen bir ülkede bir ölüyü ziyaret suç değildir, olamaz, olmamalıdır.
Adına kurultay yapılan Ayşenur Şimşek sağlık emekçileri sendikasının kurucusu ve onur üyesidir. Kaldı ki adına bir mahkeme kararı yoktur. Herhangi bir suçtan hüküm giymemiş, sendikanın kuruluş aşamasında direngenliği ve kararlılığı yüzünden polis tarafından kaçırılmış işkence edilerek öldürülmüş bir kamu emekçisidir. Sırf sendikaların yasallaşmasını engellemek için katledilmiştir.
Keza Elmas Yalçın Tüm Belediyeciler sendikasının kurucusu, onur üyesidir. Yine Elmas Yalçın da hakkında örgüt üyesi olduğuna dair bir mahkeme kararı olmayan polis tarafından bir kafede vurulduğu sırada hala memuriyeti devam eden, yine sendikanın yasallaşmasına engel olmak isteyen emniyetin içine sızmış karanlık eller tarafından öldürülen bir kamu emekçisidir.
Bunlar adına düzenlenen bir kurultaya direnişçi olarak davet edilmem, orada direnişimi anlatmam neden suç olsun ki? Bu insanların neden öldüğünü araştırmayan, öldürenleri yargılamayan iktidar hala ölüsüyle mi uğraşmaktadır? Ölene kadar devlet memuru olan bu insanlara bazı siyasi düşünceler terörist dedi diye ben de mi demek zorundayım?
İbrahim Devrim Top örgüt üyesi olarak lanse edilmiş. İbrahim Devrim top herhangi bir hüküm giymemiş bir gençtir. Kaldı ki hüküm giymiş olsaydı bile mahkemelerde yapılan haksızlıklar ortada. Benim Eğitim Sen’den arkadaşımın oğludur. Çorum’da oturan arkadaşıma baş sağlığına gitmem soruşturmaya konu edilmiş. Babası-annesi çocuklarının öldürülmesinin nedeninin araştırılmasını beklerken terörist ilan edilmesi, baş sağlığına gidilmesinin suç olarak gösterilmesi utanç vericidir.
Sayın mahkeme heyeti! Kendi sendikamdan aldığım para bile bu davada bahse konu olmuş… Her davaya konu olmuştu zaten. Üyesi olduğum sendika tarafıma dayanışma ücreti olarak her ay düzenli para yatırır. Buraya toplam 8 ayını yazmışlar, 7500 lira hesaplamışlar ama ben söyleyim. 2016 Aralık ayından beri her ay 1000 lira para yatırmışlardır. En yuvarlak hesapla 36 bin lira eder. Bunların hepsini örgüte verdim. Şaka şaka vallahi bu pahalılıkta ben de evimi anca geçindiriyorum. Çalışmıyorum, direniyorum. Çok şükür bu dayanışma ücreti ile ağaç kökü yemedik. Ancak iç işleri bakanı öyle baskı yapmış ve o denli cendereye almışlardır ki sendika yönetimini üzerimize kışkırtmışlar “niye khklara karşı eylem yapmıyorsunuz” dediğimiz sendikamız bunu bahane ederek üyeliğimizi askıya almış ve dayanışma ücretimizi kesmiştir. Geçen aydan beri ücretimiz yatmamaktadır.
Bu iddianamede polis sanki bizler örgüt üyesi olduğumuz için kendi sendikamız bizi ihraç etmiş gibi hava yaratarak olayı anlatmış ancak biz biliyoruz ki eğitim sen kuruluşundan beri devrimci bir sendikadır ve direnişlere, direnişçilere terörist gözüyle bakmaz. Ancak iktidarın baskısının geldiği nokta şu ki direnişle baş edemeyen, direnişçileri maddi manevi köşeye sıkıştıramayan iktidar bu kez zayıf karakterli, korkak sendika yöneticilerini kullanmış siz onları atmazsanız biz sizin kapınıza kilit vururuz diyerek üyesi ile sendikası arasına girmiştir. İnanmazsanız sendika yöneticilerini tanık olarak dinleyebilirsiniz.
Polis iddianamede sık sık sözde yüksel direnişi demektedir. Sözde ise biz niye buradayız? İddianamenin konusu Yüksel Direnişi ve faaliyetleri. Bu faaliyetler ve bizim her gün iki kez elimizde işimizi geri istiyoruz pankartı ile Yüksel Caddesi insan hakları anıtı önüne gidip işimizi geri istediğimiz söz değil fiilen, somut olarak herkesin gözü önünde gerçekleşen bir eylemdir. Ve bu eylemin adı Yüksel Direnişidir. Adını var olduğumuz Yüksel Caddesi’nden almaktadır. Bu sözde sözcüğü, iktidarın direnişe değer atfetmekten kaçınmasından, direnişin büyüklüğünü gölgelemeye çalışmasından başka bir şey değildir.
Özetle şunu söylemek isterim ki bu davada muhalefetin hareket alanını daraltmak için her itirazın, her eylemin-protestonun bir örgütle ilişkilendirilmesi, emniyetin mevcut iktidarı korumaya; emekçileri, halkı, haksızlığa uğrayanları köşeye sıkıştırmaya; haksızlığa uğrayanları kendi ülkelerinde hareket edemez hale getirmeye, susturmaya çalıştığı o kadar açık ki… Mesele, direnişçilerin örgüt üyesi olmaları filan değildir. Mesele direnişçilerin KHK hukuksuzluğuna direnmekten vazgeçmemeleridir.
Bir dönem Ahmet Davutoğlu İŞID üyeleri için bombayı patlatmadan nasıl yakalayalım nerden bilelim demişti. Bize gelince bomba değil elimize taş almadığımız halde sırf konuşup yazdığımız eylemlerden, okuduğumuz dergi ve kitaplardan, söylediğimiz şarkılardan, paylaştığımız birkaç fotoğraftan, eğlence amaçlı düzenlediğimiz pikniklerden, öğretmenliğimizi tatmin için verdiğimiz derslerden örgüt üyeliği çıkartabiliyorlar. Bana kalırsa ülkemiz bu baskı ortamını hak etmiyor. Biz bu baskıya direniyoruz ve herkesi haksızlığa karşı konuşmaya çağırıyoruz. İktidar bundan rahatsız olacaktır tabii. Biz de onun baskılarından rahatsızız.
Muhalefet etme ve eleştiri hakkımızı kullanıyoruz. Anayasanın ve uluslar arası sözleşmelerin bize verdiği haklarımızı kullanıyoruz. İktidar bizi yeniden işe almamak için elbette suç yaratmaya çalışacaktır. Sırf bu nedenle iktidar bizi bir punduna getirip tutuklatacaksa bundan da korkmuyorum. Sokrates baldıran zehiri içerek ölüme mahkum edildiğinde karısı ağlayarak haksız yere öldürecekler seni diyor. Sokrat da karısına dönüp haklı yere öldürseler daha mı iyi diyor. Şimdi ben de söylüyorum; İyi ki burada, tacizci, tecavüzcü, katil, darbeci, çeteci, mafya, hırsız, uyuşturucu satıcısı, halk düşmanı olarak yargılanmıyorum. İşimi geri istediğim için suç yaratılacaksa, uydurma gerekçelerle tutuklanacaksam gider onurumla hapishanede kalırım. Ama bu iktidara ve ona hizmet edenlere asla boyun eğmem.
50 yaşındayım, kalbinde pil olan astım ve romatizma hastası bir kadınım. Bu yaştan sonra dağa çıkacak değilim. Sokakta her gün gözaltına alınmaktan, polis şiddetine uğramaktan, çocuğuma vakit ayıramamaktan, mahkemelerde yargılanmaktan da zevk alıyor değilim. Versinler işimi geri, ben de gidip torun torba büyüteyim. Ama diyorlarsa ki işini geri vermeyeceğiz, seni zorla örgüte üye yapacağız, o vakit 10 yıl hapse tıksalar 10 yıl sonra çıkıp o anıtın önüne geleceğim ve yine işimi geri istemeye devam edeceğim.
Tüm anlattıklarım ışığında mahkemenizin gerçekten işimizi geri istiyoruz eylemi adına yaptığımız şeyler dışında somut hiçbir delil olmayan bu davayı aklıselim olarak değerlendireceğini düşünerek, beraatimi talep ediyorum.
medyabold
ABD’li Senatör Ron Wyden, Trump yönetimi ile Halkbank arasındaki ilişkinin incelenmesi için soruşturma açacağını duyurdu.
BOLD – ABD’li Demokrat senatör Ron Wyden, ABD Başkanı Donald Trump’ın Halkbank’a yönelik cezai soruşturmaya müdahale edip etmediğini soruşturma kararı aldı.
Senato Finans Komitesi’nin kıdemli üyesi olan Oregon Senatörü Wyden, ABD Hazine Bakanı Steven Mnuchin’e gönderdiği mektupta Başkan Trump ya da başkan adına hareket eden herhangi birinin “Halkbank’la ya da Türkiye’nin Halkbank endişeleriyle ilgili harekete geçmesini ya da müdahil olmasını” isteyip istemediğini sordu.
Wyden, Halkbank ile Trump yönetimi yetkilileri arasındaki ilişkiyi incelemek için soruşturma başlatacağını açıkladı.
Senatör mektubunda, geçen hafta Bloomberg Haber Ajansı’nda yer alan habere atıf yaptı. Haberde, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ricasıyla ABD Başkanı Trump’ın Halkbank’a veilecek ceza konusunda devreye girdiği iddia edilmişti.
Wyden mektubunda, 20 Kasım’a kadar yanıt beklediğini de belirtti.
ABD’nin New York kentindeki federal savcılar 16 Ekim’de, Halkbank hakkında aralarında İran’a karşı yaptırımların delinmesi, kara para aklama ve dolandırıcılığın da bulunduğu 6 ayrı suçtan dolayı yeni iddianame hazırlamıştı.
Bu arada Washington merkezli güçlü lobi şirketi Ballard Partners, Halkbank hakkında geçtiğimiz günlerde ABD’de iddianame hazırlanmasından bir gün sonra banka ile olan anlaşmasını sonlandırdı.
Washington’un güçlü lobi şirketi olarak bilinen Ballard Partners, Trump’a yakın olan ve zaman zaman bağış yapan iş adamı Brian Ballard tarafından yönetiliyor.
Ballard Partners ile Türkiye’nin ABD Hazine Bakanlığı, Dışişleri ve Beyaz Saray’da ilişkiler ağına eriştiği belirtiliyor. Lobi şirketi ile Halkbank arasında 2017 yılında aylık 125 bin dolarlık anlaşma yapıldığı belirtiliyor. Şirket çarşamba günü Halkbank ile olan anlaşmasını sonlandırdığını açıkladı.
Ballard Partners’ın Halkbank adına lobi yaparken bankaya yönelik olası yaptırımların ABD ile bir NATO ülkesi olan Türkiye ilişkilerini uluslararası alanda nasıl zora sokacağı konusunda Amerikalı yetkilileri ikna etme çabalarında bulundukları ifade edildi.
medyaboldABD’li hakimden Halkbank’a 5 Kasım’daki davaya katılma çağrısı: Başka yaptırım uygulayabilirim
Gaziantep Üniversitesi’nde bir grup genç, Türkiye’de hemen her kesimin yaşadığı insan hakları ihlallerine dikkat çeken bir eylem yaptı.
BOLD – Gaziantep Üniversitesi’nde eğitim gören gençler, Türkiye’nin farklı kesimlerinden insanların yaşadıkları hak ihlallerini sorular şekline getirerek pankart açtı.
Cumartesi Anneleri, harbiyeli öğrenciler, 28 Şubat mağdurları, Alparslan Kuytul, KHK’lar gibi farklı konularda pankartlar açan öğrenciler, eylemlerinin ardından olaysız biçimde dağıldılar.
KHKlı Günlüğü:
Gaziantep’te bir grup vatandaş demokrasi/hukuk yanlısı gösteri yapmış hukuksuzlukların hesabını sormuş. Kullandıkları “birleştirici” dili, insan haklarını “bir bütün” olarak ele almalarını, “başkalarının acı ve mağduriyetlerini de” dile getirmelerini kutluyorum! pic.twitter.com/wrD2NC18h2— Prof.Dr. Haluk Savaş (@drhaluksavas) October 25, 2019
medyabold