10 Ekim 2020 Cumartesi

10 Ekim Gar saldırısı tanığı: Toz bulutu ve gazete parçaları hafızamdan silinmiyor

Ankara Tren Garı önünde 103 kişinin öldüğü IŞİD’in canlı bombalı saldırısının tanıkları, olayın üzerinden 5 yıl geçmesine rağmen o günü unutamıyor. Patlamanın tanığı Emre Demir, “O gün benden çok şey aldı ama çok şey de öğretti” dedi. Mazlum O. ise, “Patlama noktasından yukarıya doğru yükselen toz bulutu ve gazete parçaları hafızamdan silinmiyor” ifadesini kullandı.

BOLD – Ankara’da düzenlenen ‘Barış Mitingi’ için Türkiye’nin farklı illerinden gelen binlerce kişi, 10 Ekim 2015 günü yürüyüş kolunun başlayacağı Ankara Tren Garı’nın önünde IŞİD mensubu iki canlı bombanın saldırısına uğramıştı. Saldırı sonucu alandaki 103 kişi hayatını kaybetti.

Duvar Gazete’ye konuşan 10 Ekim saldırısının tanıkları, patlama anını ve sonrasını unutamadıklarını kaydetti.
Patlamalar yaşandığı sırada olay yerinde olan Berkay Çolak, saldırı anıyla ilgili şöyle konuştu: “Tren garı yönüne yürümeye başlamıştık. İl dışından gelen otobüslerin olduğu yer çok kalabalıktı, gar önüne olmamız gereken süreden 15-20 dakika kadar geç gitmiştik. Miting öncesi herkes tanıdıklarıyla selamlaşıyordu, sohbete, horona, halaya dalmıştı. Toplanan kitleye göz atınca, mitingin bayağı ses getireceğinden emindik. Birden bir ses işittim. Refleks olarak herkes sesin geldiği tarafa doğru kafasını çevirdi. Ne olduğunu anlayamadan ikinci bir ses daha gelince bomba patladığını anladım. Tam bu sırada gar önünden Sıhhiye yönüne gidenlere polisin müdahalesi olmuş. Geriye döndüğümde yaralıların olduğu yere gaz bombası atıldığını gördüm. Tüm bunlar çok kısa sürede olmuştu ve bende yaralılara yardım etmek için bir önlük bulup hızlı şekilde garın önüne doğru gittim. Orada gördüklerimi anlatmak istemiyorum çünkü çok ağır ve dayanılmazdı…”

O GÜN BENDEN ÇOK ŞEY ALDI

10 Ekim’in bir diğer tanığı olan Emre Demir de saldırı günüyle ilgili, “Birçok sahne hafızamdan silindi. Ağladığımı anımsıyorum, şoktaydım. Yaralıları ve yaşayanları da öldürmek için üzerimize araba süren, gaz fırlatan polisleri çok iyi hatırlıyorum” ifadesini kullandı. Patlama gününden sonra artık ‘Burası bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi’ şeklinde düşündüğünü ifade eden Demir, “Çaresizliğin ne olduğunu öğrendim. Saldırıdan sonra duygusal bir travma geçirmiştim, günlerce kesintisiz ağlamalarım, en ufak seslere anlık tepkilerim, sosyal fobim artmıştı ve zaman zaman yoğun katarsisler yaşıyordum. 10 Ekim 2015’in üzerinden 5 sene geçti, o gün benden çok şey aldı ama çok şey de öğretti. 10 Ekim’de bizden çalınan hayatları saygıyla anıyorum” dedi.

TOZ BULUTU VE GAZETE PARÇALARI HAFIZAMDAN SİLİNMİYOR

Mazlum O. ise, “Patlama noktasından yukarıya doğru yükselen toz bulutu ve gazete parçalarının hafızamdan silinmiyor” ifadesini kullandı.

AKP, faizde rekor kırdı: Hazine, üç yılda toplam 602 milyar TL faiz gideri ödeyecek

medyabold
Devamını Oku »

İnfaz Yasası değişikliğiyle çıkan Alaattin Çakıcı’ya 17 yıl hapis cezası

İnfaz Yasası değişikliğiyle cezaevinden çıkan Alaattin Çakıcı, üç yıl önce yeğeni Adem Çakıcı’nın silahla yaralanması olayıyla ilgili davada, “tasarlayarak öldürmeye azmettirmeye teşebbüs” suçundan 17 yıl hapis cezasında çarptırıldı.

BOLD – Nisan ayında infaz değişikliği kapsamında cezaevinden tahliye olan organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı’ya yeğeni Adem Çakıcı’nın silahla yaralanmasına ilişkin olarak 17 yıl hapis cezası verildi.

İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davanın 15 Eylül’deki karar duruşmasında tutuksuz yargılanan Alaattin Çakıcı’nın SEGBİS sistemi ile ifadesinin alınması için Bodrum Ağır Ceza Mahkemesi’ne talimat yazıldığı, Çakıcı’nın, Bodrum Devlet Hastanesinden aldığı sağlık raporunu gerekçe göstererek ifade vermeye gitmediği kaydedildi.

ÇAKICI ÇOK SAYIDA SUÇTAN BERAAT ETTİ

Karar duruşmasına tutuklu sanıklar Feramuz Çalışkan, Yavuzhan Çelik, Ahmet Hakkı Bilici ve Yılmaz Kayadibi ile bazı tutuksuz sanıklar ise duruşmaya katıldı. Duruşmada mahkeme, Çakıcı’nın sağlık raporunun ‘yargılamayı uzatmaya yönelik olduğunu’ belirterek kabul etmedi. Son savunmalardan sonra kararını açıklayan mahkeme, Alaattin Çakıcı’ya yeğeni Adem Çakıcı’yı “tasarlayarak öldürmeye azmettirmeye teşebbüs” suçundan 17 yıl hapis cezası verdi. Çakıcı, dosyadaki silahla tehdit suçuna azmettirme, yaralama suçuna azmettirme, silahla yağma suçuna azmettirme gibi çok sayıda suçlamadan ise beraat etti.

Davada, suç işlemek amacıyla kurulan silahlı örgütün yöneticisi olmak suçlaması yöneltilen Yavuzhan Çelik’e, Adem Çakıcı’yı tasarlayarak öldürmeye azmettirme suçundan 14 yıl 2 ay, C.Ş.’yi silahla yaralamaya azmettirme suçundan 7 yıl 6 ay, Y.A.’yı silahla hürriyetinden yoksun kılma suçundan 5 yıl, Y.A.’yı birden fazla kişi ile silahla yağma suçundan 10 yıl 10 ay, suç işlemek amacıyla kurulan silahlı örgütü yönetmek suçundan 5 yıl olmak üzere toplamda 42 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

2017’de İstanbul’da silahlı saldırıya uğrayan ve yaralı kurtulan Adem Çakıcı ise yargılandığı tüm suçlardan beraat etti. Nisan ayında cezaevinden tahliye olan Alaattin Çakıcı, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye teşekkür ziyaretinde bulunmuştu.

Hatay’da ormanlık alandaki yangın yerleşim yerlerine sıçradı: Cezaevini dumanlar kapladı

medyabold
Devamını Oku »

Hatay’da ormanlık alandaki yangın yerleşim yerlerine sıçradı: Cezaevini dumanlar kapladı

Hatay’ın Belen ilçesi Sarımazı Mahallesinde ormanlık alanda çıkan yangın, İskenderun ve Arsuz ilçelerinde yerleşim yerlerine de sıçradı. İskenderun Cezaevinin de yangından etkilendiği, tutuklu ve hükümlülerin acilen tahliye edilmesi gerektiği belirtildi. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, rüzgar sebebiyle yangına müdahalenin kısıtlı yapılabildiğini belirtti.

BOLD – Hatay’ın İskenderun ve Belen ilçeleri sınırındaki Sarımazı Mahallesi’nde, yerleşim yerlerine yakın alanda orman yangını çıktı.

Belen ilçesinin kırsal Sarımazı Mahallesi TOKİ ve İssume bölgeleri arasındaki yerleşim yerine yakın bir bölgede saat 10.00 sıralarında yangın çıktı. Trafonun patlaması sonucu çıktığı belirtilen yangın, alevlerin de etkisiyle yayıldı. İhbar üzerine bölgeye sevk edilen itfaiye ve Orman Bölge Müdürlüğü ekipleri alevlere karadan, yangın söndürme helikopteri ve uçakla da havadan müdahale etti. Şiddetli rüzgar nedeniyle havadan müdahalede zaman zaman güçlük yaşandığı belirtildi.

YANGIN EV VE İŞYERLERİNE ZARAR VERDİ

Yangına rüzgar nedeniyle havadan müdahale edilemediği,  rüzgarın da etkisiyle alevlerin Belen ilçesinin Sarımazı Mahallesi, Arsuz ilçesinin Nardüzü Mahallesi ve İskenderun ilçesine bağlı İsmet İnönün Mahallesi’ni tehdit etmeye başladığı kaydedildi. Sarımazı Mahallesi’nde polis ekipleri, bazı evlerin boşaltılması ve araçların kaldırılması için anonslar yaptı. Evlerini terk eden ve araçlarına binen vatandaşlar, bölgeden uzaklaştı. Alevler bu mahalledeki bazı ev ve iş yerleriyle Arsuz ilçesi Nardüzü Mahallesi’ndeki bir fabrikaya sıçradı. Yerleşim yerlerindeki yangınlara da ekipler müdahale etti.

Resim

CEZAEVİNİ DUMANLAR KAPLADI

Hatay İskenderun Sarımazı Mahallesi’nde, yerleşim yerlerine yakın ormanlık alandaki yangından İskenderun Cezaevinin de etkilendiği belirtildi. Cezaevinin içini dumanların kapladığı belirtilirken, tutuklu ve hükümlü yakınları sosyal medyada cezaevindekileri acilen tahliye edilmesini istedi.

RÜZGAR NEDENİYLE HAVA MÜDAHALESİ YAPILAMIYOR

Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, yangınla ilgili, “Şu an yangın Nergizlik ve Kışlak köyleri istikametine doğru ilerliyor, bu köylerin tahliyesini istedik. Şiddetli rüzgar sebebiyle hava müdahalesi yapılamıyor ya da saatler itibarıyla çok kısıtlı yapılabiliyor. Meskun mahalde, evlerde, iş yerlerinde ve araçlarda maalesef zararlar oluştu” açıklaması yaptı. Hatay Valiliğinden yapılan açıklamada, yangının trafo patlaması sonucu meydana geldiği kaydedilerek, “Risk altındaki yerleşim yerlerinde tahliye işlemleri başlatılmıştır” denildi.

İstanbul ve Diyarbakır barolarının genel kurulu polis zoruyla engellendi

medyabold
Devamını Oku »

İstanbul ve Diyarbakır barolarının genel kurulu polis zoruyla engellendi

İçişleri Bakanlığının pandemi genelgesiyle seçimleri ertelenen İstanbul ve Diyarbakır Barolarına üye avukatlar, genel kurul için toplandı. İstanbul’da Haliç Kongre Merkezine girişleri polis tarafından engellenen avukatlar, tutanak tuttu. Diyarbakır’da ise polis, Genel Kurul toplantısının yapılacağı binanın kapısını kapatarak avukatların salona girmesine izin vermedi.

BOLD –  İstanbul Barosu avukatları, İçişleri Bakanlığı tarafından koronavirüs salgını gerekçesiyle ertelenen baro genel kurulunu yapmak için 5 Ekim’de ortak açıklama yaparak çağrıda bulunmuştu.

Kararın yok hükmünde olduğunu söyleyen İstanbul Barosuna üye avukatlar, genel kurulun planlandığı gibi yapılması için Haliç Kongre Merkezi’ne yürüdü. “Faşizme karşı omuz omuza” sloganı atan avukatların yürüyüşünü polis kongre merkezi önünde kesti. Polisin engeliyle ilgili tutanak tutan avukatlar, daha sonra basın açıklaması yaptı.

AVUKATLAR YANDAŞ BAROLARA RAĞBET ETMEDİ

Avukat Hakları Grubu, Avukat Hareketi, Avukatlar Sendikası, Çağdaş Avukatlar Grubu, Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi, Demokrasi İçin Hukukçular, Hukuk Hareketi Platformu, Hukukta Sol Tavır Derneği, Kartal Hukukçular Derneği, Katılımcı Avukatlar, Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu, Yükseliş Hareketi,  Özgürlükçü Demokrat Avukatlar, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi’nin bulunduğu 13 avukat grubunun açıklamasında, “Baro genel kurullarına müdahalenin amacı açıktır. Avukatların ve Baroların sözünün polis zoru ile engellendiği bir zeminde, çoklu Baroların kurulması ve Türkiye Barolar Birliğinde, avukatların nispi temsili ilkesini değiştiren yasa değişikliği yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi üzerinde baskı kurularak, Anayasaya aykırı yasanın tasdiki sağlanmıştır. Ancak, tüm iktidar olanaklarına, teşviklerine ve özellikle kamu avukatlarının baskıyla yönlendirilmesine rağmen, avukatlar yandaş barolara rağbet etmemiştir. Yandaş barolara zaman kazandırılmak istenmektedir. Bugün bizler, Anayasa ve yasaların rafa kaldırıldığı, hukuki güvenlik hakkı ve hukuk devleti ilkesinin ilga edildiği, kuralsızlığın kural haline getirildiği bir hukuksuzluğu tespit etmek için buradayız. Barolara, avukata ve savunmaya yönelik nereden ve kimden gelirse gelsin her türlü darbeci, hukuk ve yasa tanımaz müdahaleye karşı mücadeleye devam edeceğiz” denildi.

Diyarbakır Barosu Başkanı Cihan Aydın ve yönetim kurulu üyeleri, genel kurulun engellenmesiyle ilgili basın açıklaması yaptı.

DİYARBAKIR’DA POLİS KONGRE BİNASININ KAPISINI KAPATTI

İçişleri Bakanlığı’nın koronavirüs salgınını gerekçe göstererek baro genel kurullarını ertelemesini protesto eden Diyarbakır Barosu, 47. Olağan Genel Kurulunu yapmak amacıyla Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Kongre Merkezi’nde toplanma kararı aldı. Diyarbakır Barosu Başkanı Cihan Aydın ve yönetim kurulu üyeleri ile çok sayıda avukat cüppelerini giyerek Genel Kurul toplantısının yapılacağı kongre binasının önüne geldi. Polis, Genel Kurul toplantısının yapılacağı binanın kapısını kapatarak avukatların salona girmesini engelledi. Polisin kapıyı açmaması üzerine avukatlar binanın önünde basın açıklaması yaptı. Diyarbakır Barosu Başkanı Cihan Aydın ve baroya üye avukatlar, basın açıklamasından önce 10 Ekim Ankara Gar Katliamında ölenler için bir dakikalık saygı duruşunda bulundu.

BAROLAR OTORİTERLEŞMEYE KARŞI DEMOKRASİ SAVUNUYOR

Baro Başkanı Aydın açıklamasında şunları kaydetti: “Demokratik bir yargının vazgeçilmez parçası ve yargının kurucu unsuru olan avukatlar ve onların örgütleri barolar, önce tamamen siyasi gerekçelerle çıkarılan çoklu baro yasası ile parçalanmak ve etkisizleştirilmek istendi. Ama hesap çarşıya uymadı. Çünkü avukatlar ve barolar birilerinin politik çıkarlarına hizmet etmeyi değil, demokrasiye, hukuka ve adalete bağlılığı tercih ettiler. Çoklu baro yasasından istediği sonucu alamayan iktidar, seçimlere bir gün kala pandemiyi gerekçe göstererek baro seçimlerini yasaklamıştır. Siyasi partiler, sendikalar ve kooperatiflerin genel kurullarını yapmaları serbest ancak baroların genel kurul yapması yasak. Çünkü avukatlar ve barolar:  kötülüğe karşı iyiliği, otoriterleşmeye karşı demokrasiyi savunmaktadır.”

ANKARA BAROSU: DAVA SONUÇLANMADI, GENEL KURUL ARALIK’TA YAPILACAK

Ankara Barosu ise, 10 Ekim’de yapılacak genel kurulun genelge nedeniyle Aralık ayında yapılacağını duyurdu. Barodan yapılan yazılı açıklamada İçişleri Bakanlığı’nın kararı ile ertelen baro seçimlerine ilişkin açılan yürütmenin durdurulması davasında henüz karar çıkmadığı, bu nedenle genel kurulun aralık ayında yapılması için gerekli çalışmanın başlatıldığının duyurulduğu

AKP, faizde rekor kırdı: Hazine, üç yılda toplam 602 milyar TL faiz gideri ödeyecek

medyabold
Devamını Oku »

Ankara’da iki yük treni çarpıştı: 2 makinist hayatını kaybetti

Ankara’nın Kalecik ilçesinde iki yük treni tren kafa kafaya çarpıştı. Kazada ilk belirlemelere göre 2 makinist hayatını kaybetti. Olayla ilgili inceleme başlatıldı.

BOLD – Kaza sabah saatlerinde Ankara’nın Kalecik ilçesinde İncirlik mevkiinde meydana geldi. TCDD’ye ait 2 yük treninin çarpışması sonucu 2 kişi hayatını kaybetti.

Edinilen bilgiye göre, sabah saatlerinde Ankara’nın Kalecik ilçesinde bulunan Kalecik İstasyonu girişinde seyir halindeki iki yük treni çarpıştı. Kaza sonucu 2 makinist hayatını kaybederken, 2 makinist de hafif yaralandı. Kaza sonrasında olay yerine 112 Hızır Acil ve jandarma ekipleri sevk edildi. Olayla ilgili inceleme başlatıldı.

İki günde 11 kişi öldü: Yüzey temizleyicisine aroma katıp sahte içki ürettiler

medyabold
Devamını Oku »

İki günde 13 kişi öldü: Yüzey temizleyicisine aroma katıp sahte içki ürettiler

İzmir’de sahte içkiden zehirlendikleri şüphesiyle hastaneye kaldırılan 18 kişiden 6’sı hayatını kaybetti. Kırıkkale ve İzmir’de sahte içkiden ölenlerin sayısı 13’e yükseldi. Kırıkkale Valiliği, zehirlenmelerin dezenfektan olarak kullanılan etil alkol bazlı yüzey temizleyici sıvılara içki aroması karıştırılmasından dolayı gerçekleştiğini açıkladı.

BOLD –  Kırıkkale’de sahte içki içtikleri belirlenen 8 kişiden 7’si tedavi gördükleri hastanede hayatını  kaybetti.

Sağlık Bilimleri Üniversitesi İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde sahte içkiden zehirlendikleri şüphesiyle yoğun bakıma alınan Mustafa Maya, Aydın Göksoy ve Hasan Çetinesen ile İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tedavi gören Adem Güneş dün yaşamını yitirdi. Hastanede tedavileri süren 18 kişiden ikisi daha, bugün doktorların tüm çabasına karşın kurtarılamadı. Hayatını kaybedenlerin cenazeleri otopsi işlemleri için İzmir Adli Tıp Kurumu Morgu’na kaldırıldı.

İzmir’de sahte içki felaketi: Ölü sayısı 6’ya yükseldi

10 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI

Konak, Karabağlar, Gaziemir ve Bayraklı ilçelerinde zehirlendiklerini belirten 18 kişi hastanelere başvurmuş, 7’si yoğun bakıma alınmıştı. Olayla ilgili yürütülen soruşturma kapsamında 5 iş yeri, 1 depo ve 1 ikamete operasyon düzenlenmiş, 10 şüpheli gözaltına alınmıştı.

KENDİ YAPTIKLARI SAHTE İÇKİ ZEHİRLEDİ

Kırıkkale’de de sahte içki içtikten sonra zehirlenerek hastaneye kaldırılan 8 kişiden 7’si tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetmişti. Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığı, olayla ilgili soruşturma başlatırken, Selami Ü., Özcan Ö. ile market sahibi gözaltına alındı. Şüphelilerin emniyetteki sorguları devam ediyor. Kırıkkale Valiliğinin, olayla ilgili yazılı açıklamasında, “Konu ile ilgili olarak yapılan ilk araştırmada, şahısların aynı marketten temin ettikleri dezenfektan olarak kullanılan etil alkol bazlı yüzey temizleyici sıvılara içki aromaları karıştırmak suretiyle kendi yaptıkları karışımı içmeleri neticesinde zehirlenmiş oldukları anlaşılmıştır” denildi.

Ankara Üniversitesi kullanmadığı malzemelere 9 .1 milyon lira ödemiş

medyabold
Devamını Oku »

AKP, faizde rekor kırdı: Hazine, üç yılda toplam 602 milyar TL faiz gideri ödeyecek

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sık sık eleştirdiği ‘faiz lobisine’ gelecek 3 yılda rekor seviyede ödeme yapılacak. AKP hükümetinin hazırladığı Orta Vadeli Mali Plana göre, devlet kasasından gelecek yıl 179 milyar TL faiz gideri ödenecek. Önümüzdeki üç yılda ise toplamda 602 milyar TL faiz ödemesi yapılacak.

BOLD – Hazine ve Maliye Bakanlığı, Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından hazırlanan ve 2021, 2022, 2023 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Mali Plana göre, devletin faiz giderleri için üç yılda ödeyeceği toplam tutar 600 milyar TL’yi geçecek.

Birgün’ün haberine göre, Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında yayımlanan Orta Vadeli Mali Planda, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın ödeneği içerisinde yer alan faize 2021 yılında 179 milyar 542 milyon 320 bin TL ödeme yapılacağı belirtildi.

Plana göre, 2022 yılında devletin faiz gideri yaklaşık 25 milyar TL daha artarak 204 milyar 586 milyon 480 bin TL’ye yükselecek. Devletin aldığı borçların faizine 2023 yılında ise 218 milyar 97 milyon 540 bin TL’nin ödenecek.

FAİZ GİDERİ 11 BAKANLIĞIN BÜTÇESİNİ GEÇTİ

Üç yılda ödenecek toplam faiz gideri ise 602 milyar 226 milyon 340 TL’ye ulaşması öngörülüyor. Sözkonusu rakam, Hazine ve Maliye Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı dışında kalan 11 bakanlığın üç yıllık tavan ödeneğinden daha fazla tutuyor.

FAİZ ÖNGÖRÜSÜ 1 YILDA ÇÖP OLDU

Orta Vadeli Mali Plan’da, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın faiz gideri öngörüsünde yaşanan sapma dikkat çekti. Buna göre, 2019 yılında hazırlanan planda 2021 yılı için 159 milyar 500 milyon TL faiz gideri öngörülürken, bu tutar, bir yıl sonra yeniden düzenlendi ve tam 20 milyar TL artırıldı.

Merkez’in faiz hamlesi doları 10 kuruş geriletti

medyabold
Devamını Oku »

ABD’deki başkanlık münazarası Trump’ın hastalığı nedeniyle ertelendi

Başkan Donald Trump’ın Kovid-19’a yakalanmasının ardından, Joe Biden ile Trump’ın 15 Ekim’de yapacağı münazara iptal edildi. ABD’de son başkanlık canlı yayın tartışması, 22 Ekim’de Tennessee eyaletinin Nashville kentinde yapılacak.

BOLD – 3 Kasım seçimleri için gün sayan ABD’de Başkanlık Münazaraları Komisyonu (CPD), 15 Ekim için planlanan 2. münazaranın yapılmayacağını duyurdu. Komisyon, artık 22 Ekim’de Tennessee eyaletinin Nashville kentinde yapılması planlanan son münazaranın hazırlıklarına odaklanacak.

FARKLI TV PROGRAMLARINA KATILACAKLAR

ABD Başkanı Trump’ın geçen hafta koronavirüse yakalanıp hastanede yatmasıyla başlayan tartışmalar, Trump’ın en az 10 gün izolasyona girme zorunluluğuna bağlı olarak 2. münazaranın nasıl gerçekleşeceği konusuna odaklanmıştı. CPD’nin “2. tartışma sanal ortamda yapılsın” önerisi Trump cephesinde kabul görmezken, Biden tarafı da Trump’ın halen virüs taşıma ihtimali dolayısıyla fiziksel bir münazaraya karşı olduğunu açıklamıştı. Son açıklamalarında her iki aday da 15 Ekim akşamı farklı televizyon kanallarında ayrı programlara katılıp seçmenlerle buluşacaklarını dile getirmişti.

Cumhur İttifakı baraj altında: Erdoğan’ın çekirdek desteğinde büyük düşüş var

 

medyabold
Devamını Oku »

Şehir hastanelerindeki soygun Sayıştay raporunda

Genel Sağlık-İş Genel Başkanı Zekiye Bacaksız, Sayıştay raporlarının da şehir hastaneleri nedeniyle kamunun büyük zararlara uğratıldığını gösterdiğini söyledi. Sayıştay’ın bir yıl önce dikkat çektiği usulsüzlüklerin devam ettiğini belirten Bacaksız, usulsüzlüklere yenilerinin eklendiğini kaydetti. 

BOLD – Sayıştay’ın Sağlık Bakanlığı 2019 Yılı Denetim Raporu, şehir hastaneleri ile ilgili usulsüzlükleri gözler önüne seriyor. Raporda şehir hastaneleri üzerinden devletin nasıl zarara uğratıldığı madde madde sıralanıyor.

GARANTİ TUTARI KAMUOYUNDAN GİZLENİYOR

Raporla ilgili açıklama yapan Genel Sağlık-İş Genel Başkanı Zekiye Bacaksız, Sayıştay’ın 2018 yılı raporunda 26 olan usulsüzlük bulgusunun 2019’da 37 başlığa çıktığını hatırlattı. Şehir hastanelerinin garanti tutarlarının Sayıştay Raporuna da yansıdığını hatırlatan Bacaksız, “Rapora göre; Sağlık Bakanlığı muhasebe kayıtları üzerinde yapılan incelemede, şehir hastaneleri sözleşmeleri kapsamında görevli şirketlere taahhüt edilen talep garanti miktar ve tutarlarının muhasebeleştirilmediği ve bilanço dipnotlarında gösterilmediği görülmüştür”  dedi.

HASTANELER EKSİK EKİPMANLARLA TESLİM ALINMIŞ

Şehir hastanelerinin faaliyete geçtiği tarihte teslim edilmeyen tesis, alan ve ekipmanlar nedeniyle kamu zararı oluştuğunu belirten Bacaksız, “Oluşan zararlar tazmin edilmediği gibi bu alanlar için bir de ödeme yapılmıştır. Bursa, Adana, Manisa ve Elazığ gibi bazı şehir hastanelerinde görevli şirketçe sunulan yer ve bahçe bakım hizmetleri eksik sunulmuş ancak bu hizmete ilişkin hizmet bedeli tam olarak ödenmiştir” dedi.

CİHAZ VE EKİPMANLAR YOK

Şehir hastaneleri sözleşmelerinde belirlenen cins ve sayıda tıbbi cihaz ve ekipmanların sağlık tesisinde bulunmadığının tespit edildiğini ifade eden Bacaksız, “Ayrıca teknik şartnameye uygun olmayan tıbbi ekipmanın da kabulünün yapıldığı tespit edilmiştir. Şehir hastaneleri sözleşmelerinin, firma tarafından tedarik edilecek tıbbi ekipman sayılarının sağlık hizmetinin sunumunda yetersiz kalması nedeniyle kapatılan hastanelerden tıbbi ekipman getirildiği anlaşılmıştır” dedi. Bacaksız, şirketlerin kanuna aykırı olmasına karşın özkaynak tutarı için de döviz kuru güncellemesi yaptığının tespit edildiğini kaydetti.

Moskovadaki zirveden Dağlık Karabağ’da ateşkes kararı çıktı

medyabold
Devamını Oku »

Ankara Üniversitesi kullanmadığı malzemelere 9 .1 milyon lira ödemiş

Ankara Üniversitesi, ihaleye çıkmadan 9 milyon 129 bin 820 TL’ye diş ünitesi ve koltuğu aldı. Ancak malzemeler kurulum yapılmadan depoya kaldırıldı. Usulsüzlük, Sayıştay’ın denetiminde ortaya çıktı.

BOLD – Ankara Üniversitesi’nin mal ve hizmet alımlarını ihale yapmadan şirketlere verdiği ortaya çıktı. Üniversite, 9 milyon TL’ye yakın ödeme yaptığı malzemeleri, kurulumunu yapmadan depoya kaldırdı.

Cumhuriyet’in haberine göre Ankara Üniversitesi’ne mal ve hizmet alımları yapılırken ihale yapılmadı. Üniversite, Gölbaşı Yerleşkesi’ne 180 adet konferans koltuğu alınması ve bunların montajlarının yapılması için bir firmayla anlaştı. Ancak alınan koltuklar kullanılmadan depoya kaldırıldı. Kurum, ayrıca 9 milyon 129 bin 820 TL sözleşme bedeli ile 140 adet diş ünitesi ve diş ünitesi koltuğu aldı. Alınan bu üniteler de kurulumu bile yapılmadan kaldırıldı.

BANKANIN VERDİĞİ PARA GELİR KAYDEDİLMEDEN KULLANILDI

Sayıştay raporunda yer alan diğer usulsüzlüklere göre üniversite, 2019’da bir bankayla sponsorluk sözleşmesi imzaladı. Bu sözleşme kapsamında, Ankara Üniversitesi tarafından 2019’da yapılması planlanan 27 adet etkinlikte bankanın reklamının yapılması karşılığında üniversiteye 2 milyon TL ödeme yapıldı. Ancak söz konusu tutar üniversite hesaplarına gelir olarak kaydedilmedi ve yetkisiz kişilerce ihale usulleri kullanılmadan harcandı.

Cumhur İttifakı baraj altında: Erdoğan’ın çekirdek desteğinde büyük düşüş var

medyabold
Devamını Oku »

Ceylan Ertem’in yeni teklisi dijital platformlarda

2020’yi yedinci albümü Câhille Sohbeti Kestim’le açan sevilen isim Ceylan Ertem’in iki parçadan oluşan yeni teklisi tüm dijital platformlarda yerini aldı.

BOLD– Ertem’in Dünya Heveslisi adını taşıyan teklisinin ilk parçası olan “Datlım Gıymatlım”ın sözleri ve müziği Sezen Aksu’ya ait. Ceylan Ertem şarkıya Begüm Koçum yönetmenliğinde bir de klip yaptı. Klipte iklim aktivisti Greta Thunberg’e de yer verildi.

ERTEM: POZİTİF MESAJ VERMEK İSTEDİM

Dünya Heveslisi’ni “İçinde bulunduğumuz zor zamanlarda, renkli ve pozitif bir şekilde selam vermek istedim.” sözleriyle değerlendiren dile getiren Ceylan Ertem, klipte iklim aktivisti Greta Thunberg’in “Skolstrejk för klimatet” (İklim için okul grevi) sloganıyla da mesaj veriyor.

Dünya Heveslisi’nin diğer şarkısı “Yalnızlık Ölüm Boyu”nun sözlerini Yelda Karataş yazarken müziğini Cenk Erdoğan ve Ceylan Ertem yapmış.

Ceylan Ertem, teklisine neden Dünya Heveslisi ismini verdiğini ise çalışmasına katkı sunanlara teşekkür notunda şu sözlerle belirtti:

“Bizler başımıza ne gelirse gelsin, nasıl sınavlardan geçersek geçelim, hayata ve hayallerine sıkıca tutunan, barışa ve kardeşliğe inanan dünya heveslileriyiz. Bizi kimse korkutamaz, çürütemez ve öldüremez. İçimizdeki ‘yaşamak’ arzusunu çalamaz!”

medyabold
Devamını Oku »

Cumhur İttifakı baraj altında: Erdoğan’ın çekirdek desteğinde büyük düşüş var

Hayat pahalılığı ve işsizlik, Cumhur İttifakı’na olan oyları azaltmaya devam ediyor. İstanbul Araştırmanın Ekim ayı anketinde Cumhur İttifakı’nın oyları yüzde 43’ün altına geriledi. Ekonomiyi AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kurtaracağını düşünenlerin oranı ise yüzde 40’tan 33’e düştü.

BOLD – İstanbul Ekonomi Araştırma’nın yaptığı son ankete göre Cumhur İttifakı’nın oyu yüzde 43’ün altına düştü. Düşüşte ekonomik krizin eylül ayında daha fazla hissedilmesi etkili oldu.

CHP’NİN OYU YÜZDE 18’E GERİLEDİ

Cumhuriyet’ten Leyla Kılıç’a konuşan İstanbul Ekonomi Araştırma Genel Müdürü Can Selçuki, ekim ayının ilk haftasında 1500 kişi ile gerçekleştirdikleri anketin sonuçlarını açıkladı. Olası bir seçimde Cumhur İttifakı’nın yüzde 43’ün altında oy alacağını belirten Kılıç, İyi Parti’nin oylarında ciddi artış olduğunu söyledi. CHP’nin oy oranının yüzde 18’e indiğini anlatan Selçuki, “CHP’den giden oy, sessiz kalmaları ile alakalı. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, doğru bir strateji ile ittifakı bir arada tutmaya ve mümkün olduğunca diyalog kanallarını geliştirerek, muhalefet ittifakını genişletmek istiyor. Ancak bu politikanın kendi popülaritesine ve partisinin oy oranına bir maliyeti var” dedi.

İYİ PARTİ AKP ve CHP’DEN OY ALIYOR

Selçuki, “Bu pazar seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz” sorusuna katılımcıların yüzde 35’inin AKP, yüzde 17.4’inin CHP, yüzde 13.7’sinin İyi Parti, yüzde 9.9’unun HDP, yüzde 7.7’sinin de MHP yanıtını verdiğini söyledi. 2019 yerel seçimlerinin ardından iktidar ve muhalefet cephesindeki seçmen davranışlarında farklılıklar oluştuğunu belirten Selçuki, “İyi Parti, kurulduğu günden bu yana oy oranını ilk defa yüzde 13’ün üzerine taşıdı. CHP ise ilk kez yüzde 18’in altına indi. Bu durumun arkasında iki temel sebep var. İyi Parti oy artışını öncelikle olarak AKP seçmeninden ve ikincil olarak da CHP seçmeninde sağlamış gözüküyor” dedi.

EKONOMİK KRİZ OYLARI DÜŞÜRDÜ

Cumhur İttifakı’nın da yüzde 43’ün altında kaldığını kaydeden Selçuki, “Salgın nedeniyle evlere kapandığımız bahar aylarında yüzde 47-48 bandına çıkan oy oranı haziran ayından beri iniş eğiliminde. Bu gelişmedeki en büyük etken ekonomideki gidişat. Eylül ayına geldiğimizde geçen aylarda ekonomiyi biraz canlı tutan etkenlerin nefesinin yavaş yavaş kesildiğini görüyoruz. Sonuçlara bakacak olursak koronavirüs salgınının ekonomik etkilerinin en derinden hissedildiği ayın şu ana kadar eylül ayı olduğu görülüyor. Hayat pahalılığı ve işsizlik artık yaratılan diğer gündemlerin gölgesinde kalamayacak hale geldi” ifadelerini kullandı.

ERDOĞAN’A DESTEK AZALIYOR

Katılımcılara, “Ekonomiyi hangi lider en iyi şekilde düzeltebilir” yönünde soru yöneltildiğini kaydeden Selçuki, “Bunu mayıs ayında da sormuştuk. Karşılaştırmalı sonuçlar gösteriyor ki Erdoğan diyenlerin oranı yüzde 40 seviyesinden yüzde 33’e düşmüş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çekirdek desteğinde net bir azalma gözüküyor” dedi. Selçuki, ekonomiyi düzeltebilecek liderler arasında ise Akşener’in yüzde 4.6’dan yüzde 8.6’ya çıktığını, Babacan’ın ise 2.3’ten 8.9’a yükseldiğini söyledi.

 

Demokratlar, Trump’un hastalığı için komisyon kurulmasını istedi

medyabold
Devamını Oku »

Merkez’in faiz hamlesi doları 10 kuruş geriletti

Dolar, dün sabah saatlerinde 7.9575 lirayı gördükten sonra Merkez Bankası’nın sıkılaştırma adımları sonrasında 7.8573 liraya kadar çekildi. Dövizin gevşemesinde Merkez’in döviz karşılığı TL swap piyasasında faizi yükseltmesi etkili oldu.

BOLD – Dolar/TL ekonomik ve jeopolitik endişelerle dün 7.95’i geçerek yeni zirveye yükselirken Merkez Bankası’nın sıkılaştırma adımları dövizin ateşini az da olsa söndürdü.

SWAP FAİZİ 150 BAZ PUAN ARTTIRILDI

Dolar, dün sabah saatlerinde 7.9575 lirayı gördükten sonra başta Merkez Bankası adımları olmak üzerine diğer haber akışı kaynaklı gelişmelerle 7.8573 liraya kadar çekildi. Günü ise 7.87 seviyesinde kapattı. Dövizin kısmen gevşemesinde Merkez Bankası’nın (TCMB) dün döviz karşılığı TL swap piyasasında TL faiz oranını yüzde 10.25’ten yüzde 11.75’e yükseltmesi etkili oldu.

MERKEZ’İN SWAP STOKU 46.5 MİLYAR DOLAR

TCMB’nin Borsa İstanbul (BİST) dahil swap stoku bankacıların hesaplamalarına göre yaklaşık 46.5 milyar dolar seviyesinde. Bankacılar, TL’nin TCMB adımı ile değer kazandığını ancak piyasada diğer endişelerin ağır bastığını söyledi. Öte yandan Türkiye, şubat ayındaki tahvil ihracından bu yana ilk kez uluslararası piyasada borçlanmaya çıkarken ihraca yaklaşık 3 kat talep gelmesi, yatırımcıların Türkiye’nin taşıdığı riske rağmen ihraç ettiği tahvillere yeterince güvendiğini gösterdi. 2025 vadeli eurobond ihracına 6.5 milyar dolar talep geldi.

Demokratlar, Trump’un hastalığı için komisyon kurulmasını istedi

medyabold
Devamını Oku »

Moskova’daki zirveden Dağlık Karabağ’da ateşkes kararı çıktı

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in çağrısı üzerine Moskova’da bir araya gelen Ermenistan ve Azerbaycan dışişleri bakanları, çatışmaların yaşandığı Dağlık Karabağ bölgesinde ateşkes ilanı konusunda anlaşmaya vardı. Ateşkes anlaşması bugün saat 12.00’den itibaren geçerli olacak.

BOLD -Dağlık Karabağ’da devam eden çatışmalara çözüm bulmak amacıyla devreye giren Rusya, tarafları Moskova’ya davet etti.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Azerbaycan Dışişleri Bakanı Ceyhun Bayramov ve Ermeni Mevkidaşı Zohrab Mnatsakanyan arasında 11 buçuk saat süren üçlü toplantıdan ateşkes kararı çıktı. Toplantının ardından kameralar karşısına geçen Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, ateşkes kararını okudu.

ATEŞKES KONUSUNDA İKİ ÜLKE ANLAŞTI

Lavrov, “10 Ekim 2020’de (bugün) saat 12.00’dan itibaren insani yardım amaçlı olarak Uluslararası Kızılhaç Komitesinin arabuluculuğu ve kriterleri doğrultusunda esirlerin, tutsakların ve cenazelerin değişimi için ateşkes ilan edildi” dedi. Ateşkes rejiminin parametreleri üzerinde ayrıca çalışılacağını kaydeden Lavrov, Azerbaycan ve Ermenistan’ın, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Minsk Grubu eş başkanlarının arabuluculuğuyla meselenin çözümü prensipleri temelinde, erken barışçıl bir çözüme ulaşmak amacıyla esaslı müzakerelere başlayacağını kaydetti.

Lavrov’un anlaşma metnini okumasının ardından da Rusya Dışişleri Bakanlığı internet sitesinde metnin tamamı yayınlandı.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev dün, Hadrut kasabası ve birkaç köyün işgalden kurtarıldığını duyurmuş, Moskova’da devam eden görüşmelere atıf yaparak, Ermenistan’a son bir şans verdiklerini kaydetmişti.

Demokratlar, Trump’un hastalığı için komisyon kurulmasını istedi

medyabold
Devamını Oku »

9 Ekim 2020 Cuma

Nobel Barış Ödülü BM Dünya Gıda Programı’na verildi

2020 Nobel Barış Ödülü, Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı’na (WFP) verildi. Nobel Komitesi, açlıkla mücadeleye ve çatışma alanlarındaki insanların yaşam koşullarının düzeltilmesine katkılarından dolayı programı ödüle layık gördü.

BOLD – Nobel Komitesi 2020 Nobel Barış Ödülü’ne BM Dünya Gıda Programı’nın (WFP) değer görüldüğünü açıkladı. 2020 Barış Ödülü’nün özellikle açlıkla mücadele çabalarından dolayı WFP’ye verildiğine işaret edildi. WFP Sözcüsü Thomson Phiri, 101’inci Nobel Barış Ödülü’nü kazanmalarının kendileri için gurur verici olduğunu söyledi.

İtalya’nın başkenti Roma merkezli kuruluşun çatışmadan etkilenen bölgelerde barış koşullarının iyileştirilmesine yönelik katkılar sağladığı da vurgulandı.

Nobel Ödülleri’nin Twitter hesabından yapılan açıklamada, “Açlığın bir savaş ve çatışma silahı olarak kullanılmasını önleme çabalarında itici güç olarak hareket ettiğinden dolayı” bu yılki Barış Ödülü’nün WFP’ye verildiği belirtildi.

WFP sosyal medyada yaptığı paylaşımda, “dünya çapında açlık yaşayan 100 milyondan fazla çocuk, kadın ve erkeğe yiyecek ve yardım götürmek için her gün hayatlarını tehlikeye atan WFP personelinin çalışmalarının tanınmasına katkı sağladığı için” teşekkürlerini iletti.

Nobel Barış Ödülü’nü kazanan WFP, 10 milyon İsveç kronu (1,1 milyon Amerikan doları) para ödülünün de sahibi olacak.

DÜNYA GIDA PROGRAMI

WFP; doğal afetler, savaşlar veya çatışmalar gibi nedenlerle aniden açlık tehlikesiyle yüzleşenlere insani amaçlarla gıda yardımı yapmak amacıyla 1965’te İtalya’nın başkenti Roma’da kurulmuştu.

Program kapsamında 88 ülkede yılda yaklaşık 97 milyon kişiye yardım gıda yardımı yapılıyor.

Halen programın genel sekreterliğini ABD’li eski South Carolina Valisi David Beasley yürütüyor.

WFP operasyonları, esas olarak hükümetlerden ve ayrıca özel şirketler ve bağışçılardan gelen gönüllü bağışlarla finanse ediliyor.

2018’de toplam bütçesi 7,2 milyar dolar olan programın en büyük iki bağışçısı 2,5 milyar dolar ile ABD hükümeti ve 1,1 milyar dolar ile de Avrupa Birliği.

Program, 2020 yılında Yemen’de yüzde 80’i Husi güçleri altında yaşayan 12 milyon Yemenli’ye gıda yardımı yaptı.

Daha önce WFP ile birlikte BM çatısı altında çalışma yürüten 12 kişi veya kuruluş Nobel Barış Ödülü’nü kazanmıştı.

2020 Nobel edebiyat ödülü sahibini buldu

medyabold
Devamını Oku »

750 milyon dolar harcanan demir yığını Ankapark için son 30 gün!

Ankara Büyükşehir Belediyesi, Melih Gökçek’in 750 milyon doları savurduğu Ankapark’ın tahliyesi için işletmeci şirkete son ihtarnameyi gönderdi: 30 gün içinde tesisi boşaltın!

BOLD – Ankara Büyükşehir Belediyesi, Melih Gökçek döneminde 750 milyon dolar maliyetle yaptırılan ancak ilgi çekmeyince atıl durumda kalan Ankapark için harekete geçti. Birgün’den Mustafa M. Bildircin’in haberine göre ABB, tesisin işletmesini 2018 yılından beri elinde bulunduran özel şirkete tesisin tahliyesi için ihtar çekti.

2018 yılında özel bir işletmeciye devredilen ve uzun süredir bakımsız ve hizmete kapalı olan Ankapark için Ankara Büyükşehir Belediyesinden son ihtar geldi. Birçok sivil toplum kuruluşu ve akademisyenin karşı çıkmasına karşın “Çılgın proje” denilerek 750 milyon dolara yaptırılan tesisin 30 gün içerisinde teslim edilmesi gerektiği, aksi halde kaymakamlık yolu ile tahliyesinin sağlanacağı bildirildi.

Ankapark’ı devraldıktan sonra yalnızca yedi ay sonra parkı hizmete kapatan şirketin 30 Nisan 2020 tarihinde ödemesi gereken 26 milyon 400 bin TL’yi ödememesi üzerine harekete geçen ABB, sözleşme feshine gitmeden önce 90 günlük fesih ihtarı çekti. İhtara rağmen ödemeyi yapmayan şirketin ihaleyi aldığında teminat mektuplarının karşılığı olarak yatırdığı 26 milyon 400 bin TL, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nce gelir olarak kaydedildi.

Fesih ihtarı süresinin geçmesinin ardından ABB, işletmeciye sözleşme gereği parkı 30 gün içerisinde tahliye etmesi yönünde son ihtarnameyi gönderdi. İşletmecinin Ankapark’ı 30 gün içerisinde tahliye etmemesi halinde tahliye işleminin kaymakamlık yolu ile gerçekleştirileceği öğrenildi.

Belediye kaynakları, Ankapark’ın yeniden değerlendirilmesi için sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, meslek odaları ve vatandaşların fikri alınarak ortak akılla karar verileceğini bildirdi.

medyabold
Devamını Oku »

Kırıkkale’de sahte içki içen 7 kişi öldü

Kırıkkale’de sahte içkiden zehirlendikleri şüphesiyle hastaneye kaldırılan 8 kişiden 7’si öldü. Sahte içki olayıyla ilgili iki kişi gözaltına alındı. İzmir’de ise sahte içkiden zehirlenen 50 kişi hastaneye kaldırıldı. Hastaların durumunun kritik olduğu kaydedildi.

BOLD – Kırıkkale’de son üç günde sahte içkiden zehirlendikleri şüphesiyle hastaneye başvuran 8 kişiden 7’si hayatını kaybetti. Şehir merkezinde son 3 günde farklı zamanlarda alkol alan 8 kişi bir süre sonra rahatsızlanınca Yüksek İhtisas ve Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırıldı. Burada tedavi altına alınan 8 kişinin ilk belirlemelere göre sahte içki kullandıkları belirlendi. Hastanede tedavi altına alınanlardan İ.Y, C.D, ÜG, Y.M, H.V, M.Ö. ve A.B. yaşamını yitirirken. Ö.Ö’nün yoğun bakımdaki tedavisinin sürdüğü belirtildi. Olayla ilgili S.Ü. ve Ö.Ö. gözaltına alındı.

İZMİR’DE ZEHİRLENEN 50 KİŞİNİN DURUMU AĞIR

Öte yandan İzmir’de de sabah saatlerinden bu yana metil alkol zehirlenmesi şikayeti ile çeşitli hastanelerin acil servislerine başvuranların sayısının 50’ye ulaştığı bildirildi. Tedavi altına alınanların büyük bölümünün hayati tehlikesinin bulunduğu, polis ekiplerinin konuyla ilgili geniş çaplı araştırma başlattığı kaydedildi. Sözcü’ye konuşan İzmir Tabip Odası Başkanı Lütfi Çamlı, ‘Acil servislerde çalışan hekim arkadaşlarımızdan gelen bilgilere göre vaka sayısı 50’ye yaklaştı. Ve ne yazık ki tamamına yakını ağır vaka. Ölüm olup olmadığıyla ilgili henüz bir bilgi ulaşmadı” dedi.

Kan donduran iddia: 3 yaşındaki çocuğu cinsel istismar öldürdü

medyabold
Devamını Oku »

ABD 18 İran bankasına kapsamlı yaptırım kararı aldı: Halkı açlığa mahkum ediyorlar

Trump yönetimi İran’ın neredeyse mali sektörünün tamamını hedef alan yeni yaptırımlar açıkladı. Kararı “insanlığa karşı işlenen bir suç” olarak adlandıran İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, “Halkı açlığa mahkum ediyorlar” dedi.

BOLD – ABD Maliye Bakanlığı, 18 İran bankasının yaptırım listesine alındığını açıkladı. Bu kapsamda, İran bankalarıyla iş yapan yabancı mali kurum ve kuruluşlara da yaptırım uygulanmasının önü açıldı. Bu adım İran bankalarının uluslararası sistemle bağlantısının da kesilmesi anlamına geliyor.

Yaptırımlarla ilgili açıklama yapan ABD Hazine Bakanı Steven Mnuchin, “İran’ın önde gelen 18 bankasına yönelik yaptırım uygulanması adımı dolara yasadışı erişimi durdurma konusundaki taahhüdümüzü yansıtıyor” dedi.

İNSANİ NEDENLERLE YAPILAN İŞLEMLERE İZİN VERİLECEK

Mnuchin, “İran terör faaliyetlerine verdiği desteği durdurana ve nükleer programını sonlandırana kadar yaptırım programımız sürecek. Bugün attığımız adımlar İran halkını desteklemek amacıyla insani nedenlerle yapılan işlemlerin yapılmasına ise imkan verecek” ifadelerini kullandı.

ABD’nin hedefi olan 18 kuruluş arasında, halihazırda yaptırım listesinde bulunan bir İran bankasının yönetimindeki bir banka ve İran ordusuyla bağlantılı olduğu belirtilen bir başka banka da yer alıyor.

YABANCILARA 45 GÜN SÜRE

ABD’nin 18 İran bankasına yönelik yaptırım adımının Avrupa ülkeleriyle İran konusunda yaşanan gerilimi artırması bekleniyor.

Yaptırım listesine alınan bu bankalarla iş yapan yabancı şirketlere de ABD yaptırımlarının hedefi olmamaları için 45 günlük bir süre tanındı, aksi takdirde bu şirketler de dolaylı yaptırımların hedefi olacak.

Avrupa ülkeleri, İran’ın bankacılık sektörünün tamamını hedef alan yaptırımlara karşı çıkmıştı. Gerekçe, İran’la iş yapan büyük Avrupa bankalarının ve şirketlerinin de yaptırımların hedefi haline gelebileceği endişesi.

“İNSANLIĞA KARŞI İŞLENEN BİR SUÇ”

İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, ABD’nin yaptırım kararına sert çıkarak yaptırımları insanlığa karşı bir suç olarak niteledi.

Zarif, Twitter’dan yaptığı açıklamada, “Kovid-19 pandemisi yaşanırken ABD rejimi gıda malzemeleri ve ilaç ödemelerini yapmak için kullandığımız ödeme kanallarını yok etmek istiyor. İranlılar bu zalim adımların da üstesinden gelecektir. Bir halkı açlığa terk etme girişiminde bulunmak insanlığa karşı işlenen bir suçtur. Paramızı bloke eden tüm sorumlular ve buna imkan verenler adalet karşısında hesap verecek” diye yazdı.

ABD’NİN YAPTIRIMLARI GERİ GETİRME GİRİŞİMİ BAŞARISIZ OLDU

Trump yönetimi geçen ay İran’la nükleer anlaşma kapsamında hafifletilen ya da kaldırılan yaptırımları geçen ay yeniden devreye aldığını açıklamıştı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeleri ise ABD’nin İran’la nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmiş olduğunu belirterek Tahran’a yaptırımları yeniden devreye alma hakkına sahip olduğu tezine karşı çıkmıştı.

İran’la nükleer anlaşmanın korunmasından yana olan ülkelerin neredeyse tamamı görmezden geleceklerini açıklasa da Amerikan yaptırımlarının ihlal edilmesi, ABD mali sistemine erişimin kaybedilmesi gibi büyük bir riski de beraberinde getirebilir.

Putin, Azerbaycan ve Ermenistan Dışişleri Bakanlarını Moskova’ya davet etti

medyabold
Devamını Oku »

Şebnem Korur Fincancı: “Sağlık Bakanı hekim kimliğini reddetti”

Türk Tabipler Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya ağır eleştiriler yöneltti. Sağlık Bakanı’nın halk sağlığıyla ‘ulusal çıkarı’ karşı karşıya getirmesini eleştiren Fincancı, Fahrettin Koca’nın artık hekim kimliğini reddettiğini söyledi. “Ulusal çıkarınız, öncelikle halkın sağlığının korunmasıdır” dedi.

BOLD – Türk Tabipler Birliği, son dönemlerde Kovid-19 merkezli hararetli tartışmaların merkezinde. Öyle ki, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamaları ile birliğin kapatılması bile tartışılmaya başlandı. Evrensel Gazetesi’ne konuşan TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı ise eleştirilere cevap verdi.

FİNCANCI’DAN SAĞLIK BAKANINA AĞIR ELEŞTİRİ

Fincancı hedefindeki Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya sert sözlerle yüklendi. Bakan Koca’nın ‘vaka ayrı hasta ayrı’ sözlerini değerlendiren Fincancı “Halk sağlığının öncelenmediği bir ulusal çıkar mümkün mü? Bir salgında ulusal çıkar, o salgının ciddi bir biçimde yönetilmesi, koruyucu bütün mekanizmaların işletilmesi ve doğru bir tedavi sürecinin planlanmasıdır. Bunu yapmazsanız ne ekonomide başarı sağlarsınız ne de çalışma alanında. Üretken yaşlarında insanlar kaybedildiğinde, yaşamlarını yitirdiğinde neyin ulusal çıkarıdır bu? Ulusal çıkarınız öncelikle halkın, toplum sağlığınızın korunmasıdır.

FİNCANCI: BAKAN HEKİM KİMLİĞİNİ REDDETTİ

Fincancı ayrıca Bakan Koca’nın siyasi açıklamaları ile hekim kimliğini inkar ettiğini söyledi. “Diğer yandan Sayın Sağlık Bakanı bir hekim. Bir yemini var. Bu yemin çok açıktır; ‘Önceliğim hastamdır, hastamla arama kimse giremez. Baskı altında bile ben önce hastamın sağlığını gözeteceğim’ der. Bir hekim olarak ‘Halk sağlığı yanında ulusal çıkarı da gözetiyoruz’ dediğinizde zaten hastanızla aranıza piyasanın girmesine izin veriyorsunuz demektir. Bütün bu siyasi boyutun dışında hekim kimliği kalkmıştır Sayın Bakanın. Hekim kimliğini reddetme boyutuna gelmiştir bu açıklamayla ne yazık ki.” dedi.

KOVİD-19’LA MÜCADELEDE ÖNEMLİ UYARI

Türkiye’deki uygulamanın Dünya Sağlık Örgütü’nün kriterlerine uymadığını belirten Fincancı Kovid-19 ila mücadeledeki yanlışların da altını çizdi. Fincancı, “Kovid-19 hastası olarak kabul edilmeyip evde filyasyon ekipleri tarafından takip edilenlerde de sıkıntılar var. Filyasyon ekipleri yeterli eğitim almamış, sağlık müdürlüklerinde çalışan, farklı alanlardan görevlendirilen kişilerle yürütülüyor. Bunların hem kendilerini hem de toplum sağlığını koruyabilmeleri için iyi bir eğitimden geçmeleri gerekiyor. Ayrıca sahada yetememe durumu da var. Karantinada kalması, izole edilmesi gerekenlerin diğer insanlarla temas ettikleri gerçeği var. Dolayısıyla bir izlem süreci yürütülmeye çalışılıyor ama yetmiyor. Birinci basamak koruyucu sağlık çalışmaları, sağlık ocaklarında bir ekip üzerinden o bölgeye yönelik yürütülürdü. Aile hekimliği ise bunu sağlayamıyor, yetersiz kalıyor. Telefonla aramakla karantina süreci yönetilemez.” ifadeleri kullandı.

“GRİP AŞISI YETERLİ DEĞİL”

Fincancı grip aşısı tartışmalarında önemli bir bilgiyi de paylaştı. Sonbaharla birlikte grip vakalarının da tırmanışa geçtiğinin altına çizen TTB Başkanı, Türkiye’de en az 6 milyon doz grip aşısı ihtiyacı olmasına karşın, eczanelerin 1 buçuk milyon doz aşı siparişi verdiğini kaydetti. Fincancı bu sebeple grip olaylarında yüksek bir seyir izleneceğini ve kovid-19’la mücadele sırasında sağlık personelinin aşırı yıpranacağını belirtti.

FİNCANCI: İKTİDAR SALGIN GERÇEĞİNİ GİZLİYOR

Son dönemlerde kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan TTB’nin başkanı Fincancı siyasi tartışmalara da değindi. Salgın döneminde artan baskıların, iktidarın salgına ilişkin gerçekleri gizleme çabasının kendileri tarafından halkla açık bir şekilde paylaşmanın sonucu olduğunu ileri sürdü.

medyabold
Devamını Oku »

AYM’nin Enis Berberoğlu kararının gerekçesi: ‘Seçilince dokunulmazlık kazanır’ kuralı esastır

Anayasa Mahkemesi, MİT TIR’ları davasından aldığı ceza nedeniyle milletvekilliği düşürülen CHP’li Enis Berberoğlu ile hak ihlali kararının gerekçesini Resmî Gazete’de yayınladı. Gerekçede “Tekrar seçilen milletvekilinin Anayasanın 83. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca yeniden dokunulmazlık kazanacağı kuralı esastır ve geçerliliğini korumaktadır” denildi.

BOLD – ‘Gizli kalması gereken bilgileri açıklamak’ suçundan 5 yıl 10 ay hapis cezası alan CHP’li Berberoğlu’nun seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine 17 Eylül 2020’de oybirliğiyle hükmeden AYM, kararın gerekçesini bugünkü Resmi Gazetede yayınlandı.

Gerekçeli kararda, milletvekillerinin geçici olarak dokunulmazlıklarını kaldıran anayasanın geçici 20’nci maddesindeki istisnanın, her ceza dava dosyası bakımından değil, anayasa değişikliğinin kabul edildiği tarihte mevcut yasama dokunulmazlığının kaldırılması taleplerine ilişkin yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosya ile sınırlı olduğu belirtildi. Yasama dokunulmazlığına ilişkin Anayasanın 83’üncü maddesine dikkat çekilen kararda, maddenin milletvekillerinin TBMM’nin kararı olmadıkça tutuklanamayacağı ve yargılanamayacağı güvencesine yer verdiği ifade edildi. Gerekçede, aynı kuralın dördüncü fıkrasının ise tekrar seçilen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını TBMM’nin yeniden dokunulmazlığı kaldırmasına bağladığı belirtildi.

ANAYASA KURALI UYGULANMALI

Tekrar milletvekili seçilen kişinin, Anayasanın 83’üncü maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca yeniden dokunulmazlık kazanacağı kuralının esas olduğu ve geçerliliğini koruduğu ifade edilen gerekçede, “Anayasanın geçici 20’nci maddesinde tekrar seçilen milletvekilinin yasama dokunulmazlığından faydalanmasını engelleyen ayrı ve açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu durumda yapılması gereken istisnanın kapsamını yorum yoluyla genişletmek veya yorum yoluyla yeni bir istisna getirmek değil, kuralı uygulamaktır” denildi.

SEÇİLME VE SİYASİ FAALİYETTE BULUNMA HAKKI İHLAL EDİLDİ

Gerekçeli kararda şu ifadelere yer verildi: “Yeniden milletvekili seçilmesine karşın hükmen tutuklu olarak kovuşturma sürdürülüp infaz evresine geçilerek başvurucunun yasama dokunulmazlığını koruyan Anayasanın 83’üncü maddesi hükmüne aykırı davranıldığı, dolayısıyla anayasanın 67’nci maddesinde güvence altına alınan seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.”

TUTUKLULUĞU ANAYASA’YA AYKIRI

AYM, Berberoğlu’nun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali iddiasıyla ilgili ise, 24 Haziran 2018 genel seçimlerinde yeniden milletvekili seçilmesi dolayısıyla milletvekili seçildiği tarih itibarıyla tekrar yasama dokunulmazlığından yararlanmaya başladığı, bu nedenle seçildiği tarihten sonra tutuklanmaya devam ettirilmesinin anayasayla bağdaşmadığını vurguladı.

KHK’yla ihraç edilenlerin Meclis’e girişi yasaklandı

medyabold
Devamını Oku »

Rekor kıran dolara Merkez’den swap hamlesi de çare olmadı

Güne rekorla başlayan dolar kuru 7.9576 ile rekorunu yeniledi. Merkez Bankası, dolardaki yükselişe swap faizlerini 150 baz puan artırarak cevap verdi ancak dolar bir saat gibi kısa bir sürede 7.94 seviyelerine yeniden yükseldi.

BOLD – Dolar ve euro, TL karşısında haftanın son gününde zirveye ulaşarak tarihin en yüksek seviyesini gördü. Dolar kuru, Türk Lirası karşısında sabah saatlerinde 7.9576’yla rekor kırdı. Aynı dakikalarda euro kuru ise TL karşısında 9.3638’le zirve yaptı.

SWAP FAİZLERİ 11.75’E ÇIKARILDI

Dolar kurundaki yükseliş sonrası Merkez Bankası swap işlemlerinde kullanılan TL faizini yükseltti. Merkez Bankası, haftalık döviz swap işlemlerinde kullandığı TL faiz oranını 150 baz puan artırdı. Merkez Bankası daha önce yüzde 10,25 olarak uyguladığı faiz oranını yüzde 11,75’e çıkardı. Merkez Bankası’nın hamlesi sonrası 7.91 seviyelerine kadar gerileyen dolar kuru kısa sürede kayıplarını toparlayarak yeniden 7.94 seviyelerine kadar yükseldi.  Dünkü kapanışta doların satış fiyatı 7,9270 lira, euronun satış fiyatı ise 9,3060 lira olmuştu.

KHK’yla ihraç edilenlerin Meclis’e girişi yasaklandı

medyabold
Devamını Oku »

KHK’yla ihraç edilenlerin Meclis’e girişi yasaklandı

TBMM Başkanlık Divanı, hukuksuz bir karara imza atarak 1 Ocak 2015’ten itibaren KHK ile ihraç edilen Meclis çalışanlarının TBMM yerleşkesine girişini yasakladı. Güvenlik gerekçesiyle alınan skandal karara CHP’li ve HDP’li üyeler karşı çıkarken teklif oy çokluğuyla kabul edildi.

BOLD – TBMM Başkanlık Divanı, 27. dönem 4. yasama yılının ilk toplantısını Meclis Başkanı Mustafa Şentop Başkanlığı’nda yaptı. Toplantıda TBMM’nin yeni bütçesi, güvenlik ve ödül yönetmeliği ele alındı.

Meclis güvenlik yönetmeliği görüşülürken, 1 Ocak 2015 yılından sonra Meclis’ten herhangi bir gerekçeyle ihraç edilenlerin TBMM yerleşkesine girişinin yasaklanmasına karar verildi.

CHP’Lİ ÜYELER ‘KANUNA AYKIRI’ DİYE UYARDI

CHP’li üyeler, karara karşı çıkarak, temel hak ve özgürlüklerin sadece kanun ile sınırlandırılabileceğini ve bu uygulamanın Anayasa’ya aykırı olduğunu belirtti. Ancak hukuksuz karar, oy çokluğu ile kabul edildi.

GERGERLİOĞLU: “ŞU REZALETE BAK”

HDP Milletvekili ve insan hakları savunucusu Ömer Faruk Gergerlioğlu, “Şu rezalete bak!!! TBMM’de soykırım uygulaması. Hem zulüm KHK’sı ile ihraç et hem de milletin meclisini milletin ferdine yasakla!!! Anayasa üstünde tepiniyorlar, başka hangi kamu kurumuna giremeyecek!?? Meclis’ten ihraç personel yerleşkeye alınmayacak.” dedi.

MECLİS’İN BÜTÇESİ ARTIRILDI

Divan toplantısında, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Onur Ödülü ve Üstün Hizmet Ödülü” uygulamasında da değişikliğe gidildi. Yapılan değişiklikle ödül kazananlara verilen 80 küçük altın uygulaması kaldırıldı. TBMM’nin 2020 yılında 1 milyar 747 milyon 789 bin TL olan bütçesi, 2021 yılı için 1 milyar 894 milyon 56 bin TL’ye çıkartıldı. Bu bütçenin yüzde 63’ü milletvekili ve personel giderleri için kullanılıyor.

Yandaş baroya üye olmayan kamu avukatlarına sürgün tehdidi

medyabold
Devamını Oku »

Erdoğan’ın ödeneği 6 yılda 75 kat artırıldı: 14.8 milyar TL

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın göreve geldiğinde 199 milyon lira olan Cumhurbaşkanlığı’nın ödeneği, aradan geçen 6 yılda 75 kat arttı. Tam 14.8 milyar TL’ye yükseldi.

BOLD – Orta Vadeli Mali Planı açıklayan Hazine ve Maliye Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı ve bağlı üç birimine yedek bütçe ile birlikte gelecek yıl için toplam 14.8 milyar TL ödenek ayırdı.

KURUMLARIN TOPLAM BÜTÇESİ 1.346 MİLYAR LİRA

BirGün’den Hüseyin Şimşek’i haberine göre Hazine ve Maliye Bakanlığı, Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından hazırlanan ve 2021, 2023 yılları arasını kapsayan Orta Vadeli Mali Plan açıklandı. Plana göre, 2021 yılında kamu kurumlarının 1 trilyon 346 milyar 139 milyon TL tutarında bütçe gideri öngörüldü.

EN BÜYÜK BÜTÇE DAMADIN BAŞINDA OLDUĞU HAZİNE VE MALİYE BAKANLIĞINA

Orta vadeli mali planda kurumların bütçe teklif tavan rakamları belirlendi. Hazine ve Maliye Bakanlığı 527.9 milyar TL ile ilk sırada yer aldı. Milli Eğitim Bakanlığına 146,9, Milli Savunma Bakanlığına 51,5 milyar lira bütçe tavanı ayrıldı. Cumhurbaşkanlığı ile bağlı birimleri İletişim Başkanlığı, Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı ile Strateji ve Bütçe Başkanlığı için ayrılan tutar ise tam 14 milyar 814 milyon 390 bin TL oldu.

SARAY’A ÖDENEK YETİŞTİRİLEMİYOR

Erdoğan’ın kullanımında olan Cumhurbaşkanlığı ödeneğinde yıllardır süren artış, önümüzdeki yıl da hız kesmeyecek. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği 2014 yılında 199 milyon TL olan ödenek, 2015 yılında yüzde 99’luk rekor artışla 397 milyon TL’ye çıktı. 2016 yılında 434 milyon, 2017’de 648 milyon, 2018’de 845 milyon TL ödenek ayrılırken bu tutar bir önceki yıla göre yüzde 231’lik artışla 2,8 milyar TL’ye ulaştı. Bu yılın ödenek toplamı da 3.8 milyar TL olarak belirlendi. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre Cumhurbaşkanlığı’nın 2021 yılı ödeneği, 4 milyar 39 milyon TL oldu.

TÜM TUTARLARIN KULLANIM HAKKI SARAY’DA

Cumhurbaşkanlığına bağlı olan ve “propaganda bakanlığı” gibi hareket eden İletişim Başkanlığı’na öngörülen ödenek tutarı 422 milyon 754 milyon TL, Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı’na ayrılan tutar ise 230 milyon 408 bin TL. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın sahip olduğu ödenek, yedek tutarla birlikte tam 10 milyar 121 milyon 775 bin TL ile rekor sayılabilecek bir seviyeye ulaştı. Yedek tutar da sarayın kullanımında olacak.

Sağlık Bakanlığından şüpheleri arttıracak bir veri daha: İstanbul’da son bir aydaki ölü sayısı 1

medyabold
Devamını Oku »

Erdoğan Şişecam’daki grevi ‘milli güvenlik’ gerekçesiyle yasakladı

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Petrol-İş Sendikasının Şişecam’ın Mersin ve Adana’daki fabrikalarında bugün başlatacağı grevi “genel sağlığı ve millî güvenliği bozucu nitelikte” olduğu gerekçesiyle yasakladı.

BOLD – Petrol-İş Sendikası’nın Şişecam Kimyasallar Grubu’na bağlı Soda Sanayii A.Ş.’de bugün başlayacak grev, Cumhurbaşkanı Kararı ile 60 gün süreyle ertelendi.

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan imzasıyla yayınlanan karar Resmi Gazetede yayınladı. Kararda, Şişecam’ın Mersin ve Adana’daki soda, krom ve tuz fabrikalarındaki grev kararının genel sağlığı ve milli güvenliği bozucu nitelikte olduğu öne sürüldü.

Kararda, grevin ertelenmesiyle ilgili şu ifadeler yer aldı: “Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları Anonim Şirketine ait Mersin İli, Akdeniz İlçesi, Kazanlı mevkiinde yer alan soda ve krom üretim tesisleri ile Adana İli, Seyhan İlçesi, Arabali mevkiinde yer alan tuz işletmesinde Petrol-İş Sendikası tarafından alınmış olan grev kararının, genel sağlığı ve millî güvenliği bozucu nitelikte görüldüğünden 60 gün süreyle ertelenmesine, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 63 üncü maddesi gereği karar verilmiştir.”

Petrol-İş Sendikası Mersin Şubesi, Soda Sanayii A.Ş.’deki toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine grev kararı almıştı. 14 Eylül’de işyerine asılan karara göre, işçiler 9 Ekim’de greve başlayacaktı. ​​​​​​​​​​Cam sanayisinin ana ham maddelerinden biri olan soda üretiminin yapıldığı Soda Sanayii A.Ş.’de, 2018 yılında yapılacak grev de yasaklanmıştı. Petrol-İş Sendikası’nın grevi, “milli güvenliği bozucu nitelikte görüldüğü” gerekçesiyle 17 Mayıs 2018 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile ertelenmişti.

Erdoğan’ın ödeneği 6 yılda 75 kat artırıldı: 14.8 milyar TL

medyabold
Devamını Oku »

8 Ekim 2020 Perşembe

Marquezian And Joycean Moments In Midnight’s Children: The Sentential Craft of Salman Rushdie

“Afterwards, when the buddha reminisced about the war to his uncle Mustapha, he recounted how he had stumbled across the field of leaking bone-marrows towards his fallen companion; and how, long before he reached Farooq’s praying corpse, he was brought up short by the field’s greatest secret.”  – Salman Rushdie in Midnight’s Children

“Many years later, as he faced the firing squad, Colonel Aureliano Buendía was to remember that distant afternoon when his father took him to discover ice.” – Gabriel Garcia Marquez in One Hundred Years of Solitude

In this brief essay, being a close reading of Salman Rushdie’s Midnight’s Children, I will focus on two aspects of authorial craft, first on Rushdie’s use of sentences packed with elements of narrative arc and characterization ala’ the opening line of Gabriel Garcia Marquez’ One Hundred Years of Solitude, and second, the author’s use of extensive monologue and deep inner conversations reminiscence of the long passages of James Joyce and those writing “streams of consciousness”. This brief essay will employ examples from the 2006 edition of the novel.

Saleem Sinai, Portrait of a child as India

Perhaps the story of the independence of India in 1947 is so painful and even so deadly, so bloody, so violent, leading to the birth of “Medusa-like” creatures of a nation-state primarily East and West Pakistan and later Bangladesh, still leaving Kashmir as a pariah region to be fought over tooth and nail and with guns and nationalistic glory, till today, leading to the India-Pakistan arms race and as oftentimes reported over the decades, the atomic bombs tested in the Kashmir region — in all these the story may have inspired Salman Rushdie to place the burden of storytelling on a child, purposely switched at birth, a freak of a child as chronicled,  with a constant runny nose and an ugly one to go with the face, protaganized to lead the “Congress” of children (as in the Indian Congress at its infancy) yet endowed with magical powers not only to see the future but to alter its course. The child-nation — perhaps Saleem Sinai – a Salman Rushdie as I hypothesized — is the nation-state-metaphor of India with the poignancy and tragedy of the inability to breathe life and freedom to the Kashmiris. (pg. 533)

In Saleem Sinai, whose last name carried the semantic nobility of Ibnu Sina or Avicenna (pgs. 348-349) the great Muslim physician and philosopher, lies the authorial license of Salman Rushdie to assume different narrative voices — of the “I”, the “primordial and philosophical; ‘I’”, the “you”, and the “he” and the narrator even calling him as a “Saleem Sinai” as a distant character altogether, whose role as a protagonist is akin to the mythical role of the Greek figure of wisdom persona non-grata and metaphysically-ahistorical-metaphysical-teacher-wanderer, Hermes, or in the Islamic myth of similar theological functionality, the figure of the prophet Khidr who is said to be wiser than Moses or Musa.

In authoring and metaphorizing such characterization of the young yet ageing-post-British India, plagued with uncertainties of multiplicities I sense in literary intonation that Rushdie was sympathetic towards the idea of keeping India as a union, rather than see it partitioned and be broken apart and allow the blood of sectoral and religious violence to color the flag of independence (pg. 503). Saleem Sinai, the boy is a metaphor of a young India with hope yet as he was growing up, as his life became enmeshed and endangered by the complex interplay between nationalism and the fatal excesses of it, became not only disillusioned by the consequences of the events within and even beyond his control, and by the gradual unveiling of the secrets, mostly leading to deadly consequences, of the people he knew as well as he loved.

Saleem Sinai is a victim of history he too was part of its creation, albeit like prophecies, meant to be fulfilled through him a “chosen one”. A poignant moment was when, at the beginning of Book Three, Saleem chose to renounce life, to live in the present, to detest the ideas of memory and to not be historied by history and ideology, and to resort to sit under a tree and become, or at least to be perceived as looking like a “buddha”, directing child-soldiers to search for enemies, mostly vegetarians and Hindus, and annihilate them, in the name of the emerging “Land of the Pure” called Pakistan. (pg. 402-403). The scene was set in a killing field of East Pakistan, circa 1947, a place that gave birth to what is now Bangladesh.

In authoring and giving life to Saleem, Rushdie was engaging in a mode of deep reflection and conjuring a sense of alternate history, although not much was narrated of the horrifying deaths of millions that greeted the independence and partition of India.

Rushdie’s Marquezian moments

In his novel, the Colombian author Gabriel Garcia Marquez wrote these opening lines to One Hundred Years of Solitude:

“Many years later, as he faced the firing squad, Colonel Aureliano Buendía was to remember that distant afternoon when his father took him to discover ice.” (pg. 1)

Interesting, notably, in this line is the completeness of the narrative arc, with characters-setting-plot all in one, as well as the complexity of the theme that foreshadowed the end of one’s life that began with the act of discovery of a father-son moment-of-joyous-learning to the act of demise of a man-society planned-death scene. I consider this a unique Marquezian moment employing the craft of, though simple foreshadowing, tells a complete story of life and death in one sentence, addressing the philosophical question of Fate and Free Will and the hegemonic-ideologic-matrix of human existence.

Using this example of how authors foreshadow, the following passages will illustrate Salman Rushdie’s use of it in controlling the process of storytelling, especially for a novel as complex and linguistically-hyper-innovative such as Midnight’s Children.

In a similar vein as the Marquezian opening, Rushdie wrote:

“Afterwards, when the buddha reminisced about the war to his uncle Mustapha, he recounted how he had stumbled across the field of leaking bone-marrows towards his fallen companion; and how, long before he reached Farooq’s praying corpse, he was brought up short by the field’s greatest secret (p. 428).

Language is proposed to not only represent reality or to misrepresent it, to construct social and psychological reality depending on what analytical framework one uses to analyze the idea of language — not only this as a notion of reality-constructing thought-formation womb of ideational-to-linguistic device of the self, but also is proposed as the shaper and deconstructor of reality.

Rushdie’s Joycean moments

William Faulkner, Virginia Wolf, and James Joyce are master narrators who employed the literary device of “stream of consciousness”, characterized by the character’s use of internal monologue expressed for the public to read. Joyce was fond of using long sentences to express his inner sensibilities as well as insensibilities. It is a powerful literary device which gives the effect of the reader understanding what’s in the head of the character. A wealth of study linking literary work and its relationship with inner-world inner-workings have been produced, to chronicle the use of this device.

Herein lie the idea of inner language, if framed from the (Lev) Vygotskian point of view, as a universe of inner reality itself waiting to define what is outside. This idea of the inner-outer carnivalesque interplay of language that defines “realities-that-too-are-subjective” can best shed light on the use of “stream of consciousness” as authorial strategy.

In Midnight’s Children, Salman Rushdie oftentimes bring readers into a Time-collapsing-Reality-altering excursion of the inner world of the character.

To exemplify the point of Rushdie’s sub- and supra- consciousness depiction of the voice of the main character, as in one of the longest sentences he crafted, in the novel (pgs. 391-393 and pgs. 479-482), characteristic of the intense inner dialogue of Saleem Sinai the child-nation-memory-narrator of Rushdie’s Bakhtinian-Vygotskian postmodern novel of Hindu-epic proportion.

Other authorial strategies to study

Besides the Marquezian-Joycean moments evident in Rushdie’s story of the birth of India, I propose we study other innovative devices the author used, to make this story not only a cultural-philosophically engaging one but a banquet of linguistic delight with innovative dishes for one to enjoy and in the process see how new words and phrases and sentence-structures are invented, at times breaking away from the standard norms of the English Language teachers of the language attempt to teach to new and novice users. (Here I am reminded of William Shakespeare as the inventor of more than 2000 English words and phrases of which Rushdie was heavily influenced by when asked in an interview)

Among these are: bracketed explanation, erratic but strategic shifting of narrator’s voice (Saleem the ‘buddha’ moment, pg. 425), combined words to signify intensity, usage of  foreign words left untranslated, seemingly-hanging-dangling sentences, character’s use of dialect and idiolects (Reverend Mother, Tai the boatman, the three child soldiers and one died as a jihadist, the Daccan scavenging peasant, Eva, etc.), hybridizing food and intense feeling and big emotions (in describing Saleem’s scheming and hypocritical Aunt Alia), use of colors to describe intensity of emotions (scene at the Pioneer’s Café, pg. 238-239) complex and layered metaphorism, and most importantly the infusion of magic into realism to heal the wounds of history (throughout the book, especially at the scene of the congress of the midnight’s children, on pg. 291-294).

In the tradition of what I’d call a Rushdian narratival absurdity and his playfulness-laced-with-deadly criticisms, I discerned, at the novel’s ending, the major shift of voice in which he confessed that in the story, he falsified/fictionalized the idea of the protagonist being switched at birth – after all! This is an irony, not only from the idea of deconstructing the act of authoring itself, but to do a “mega-trick” on the readers, after 500-pages of the novel (pgs. 510-511), tells me one thing: one needs to do a meta-reading of the Midnight’s Children and see the Bakhtinian (“the death of the author” and perhaps his reincarnation next) logic in seeing through Rushdie’s anguish and longingness for peace and philosophy, rather than his warning to others in engaging in the patheticness and pathos of politics. (see Saleem’s final speech to the Midnight’s Children, pgs. 500-502)

These are amongst the key elements of the style worth exploring, making the novel a document of immense value on the creative use and transmogrification of the English language

Conclusion

Elegantly crafted One-Hundred Years of Solitude-like opening passages used as event-shifting-prophecy-crafting narrative-arc markers throughout, useful as page-turners in mid-chapters, the use of extensive one-paragraph passages to capture the cyberneticism and existential moments of the protagonist Saleem Sinai’s shifting, evolving, mutating states of consciousness ala (James Joycean mode) – in a “neurological-fictional-narratival mode”, as I see it – these two are the key elements if style I focused in this brief essay: the Marquezian-Joycean moments in Salman Rushdie’s modern nation-and-narration-self-and cultural-location-postmodern-novel, Midnight’s Children.

I end this brief analysis of authorial craft with a passage emblematic of the theme of the story, of longingness of the conclusion to personal history and to return to the “motherland” or the “fatherland” – a passage conclusive inconclusive, a sartor-resartus, of the tailor retailoring, of doing and undoing, framed by the Marquezian mode, albeit in reverse and in retrospect:

“… and I see that I shall never reach Kashmir, like Jehangir the Mughal Emperor I shall die with Kashmir on my lips, unable to see the valley of delights to which men go to enjoy, or to end it, or both; because now I see other figures in the crowd, the terrifying figures of a war-hero with lethal knees, who has found out how I cheated him of his birthright, he is pushing towards me through the crowds which is now wholly composed of familiar faces … “(pg. 533).

And thus, poetic justice is served when Saleem Sinai meets his nemesis, Lord Shiva reincarnated. When the young India meets the forces of destruction, in a yuga, or a tumultuous period of an illusionary world!

Bibliography

Marquez, Gabriel Garcia. (1998).  One Hundred Years of Solitude. (New York: HarperPerennial)

Rushdie, Salman (2016). Midnight’s Children. (New York: Vintage International)



from Politurco.com| Informs and Inspires by Facts and Analyses http://www.politurco.com/marquezian-and-joycean-moments-in-midnights-children-the-sentential-craft-of-salman-rushdie.html
Devamını Oku »

Who will judge the Judge?


According to my East African tribe’s traditional grassroots justice delivery system, when an elder is found “guilty” of misdeed in a public trial that involves a younger kin, the verdict of a panel of local judges was always simply: “Gwasinga enyomyo” – meaning the pillar has lost (the case). 

In our customary living house structural engineering practice, this pillar in question is specific. It is “eyengambilo” –literally (the pillar) of the declaration. That is the main one. And normally upon this verdict declaration, some silence was observed. Nothing else happened immediately thereafter. But the judgment stood for a reminder to the elder as it was a lesson to the kin.

Tradition also demanded that the kin is ordered to bear token costs of the trial as a deterrent to other family members in the kinship network. While elders are called upon to be careful with how they conduct themselves, the youth are impressed upon to think twice before they subject their elders to public trial. 

Then it was life as usual just like nothing had happened.

This experience of my youth days in the traditional setting, came back to my mind when I came across the International Association of Judges (IAJ) statement trying to labour upon defending a decision by the President of the European Court of Human Rights (ECHR), Robert Spano, to accept an honorary doctorate (in law)  from the University of Istanbul in Turkey. 

Established 67 years ago as a professional, non-political, international organization of national associations of judges to promote the Rule of Law and the Judiciary Independence, the IAJ argued that ECtHR President Robert Spano acceptancy “should not be interpreted as an endorsement of the actions taken by the current government of Turkey”.  It is held to be the oldest and most prestigious international organization of judges.  If you are not here, you are not there yet. 

As seasoned sub-editor, from the outset, I was disturbed by the way the words “acceptance” and “acceptancy” were used at will when, strictly speaking,  one is not the substitute of the other. As a noun, “acceptance” is the action of consenting to receive or undertake something offered or the process of being received as adequate, valid or suitable. “Acceptancy”, also taken as a noun, denotes willingness to accept or receive. 

In other words, one is absolute and, therefore, not subject to debate. This is the concept of “acceptancy” – never mind its being used rarely. The other, “acceptance” as the action, is relative, and therefore, subject to debate. It is subject to a mode and that is the bone of contention the world has with the ECHR President Robert Spano over (his acceptance to) the visit to Turkey, spiced with a honorary degree from Istanbul University. This has implications on the good name of the Court and himself as head and judge by profession and practice.

With due respect to the IAJ stance, there are still several genuine stages building up a strong case for the worldwide criticisms that emerged. I am not a lawyer. I don’t even possess a certificate in law. But I have a profession, in respect of which there must be accompanying ethics. For every profession there is ethics. 

In journalism we are called upon to be objective. We have no side in a story. When writing, we are not supposed to insert our opinions. When there are two sides to the story, each should be heard and must be given equal treatment in the outlet. We have to balance our stories. We are advised to keep away from political leaders, tycoons and the like to avoid ‘being put in their pockets’ and other potential risks.

While enlightening myself on what is ethically expected of judges, I found out that along the similar lines in our journalism professional practice, the judges have to maintain independence, impartiality and avoid impropriety or even its appearance.  

It is here that I remembered an observation made by the late Father of the Nation in Tanzania, Julius Kambarage Nyerere. He said that for a leader, when it came to the question of corruption, even public suspicion alone was already bad enough to demand accountability. 

I remembered Tanzania’s Second Phase President Ali Hassan Mwinyi, now retired and in his early 90s. He accepted responsibility and resigned from the post of the Home Affairs Minister after more than ten inmates died in a police remand cell in a region to which he had not ever been before. President Nyerere accepted his resignation. Mwinyi went on to vie for and win presidency in a general election.

I further learned that when it comes to politics, the judges should not be swayed by partisan interests, public clamour or fear of criticism. Here is an issue for the judges to balance competing interests, be wise and sensitive, besides being knowledgeable also in economy, social security, sociology, psychology and the like. They have to be all-round, so to say. 

The problem here is that while psychology and sociology can be learned at school, wisdom and being sensitive have yet to find a key for entry into the education curriculum development books of any country on earth. This leaves us with self-regulation as the key. This is why, in this case, we find ourselves with questions like: “Who will judge the Judge?”

President Robert Spano acceptancy to the offer of a honorary degree was perfect. But his acceptance was lacking. After accepting the offer, he should have done his homework. A decision to offer a honorary degree is made by the highest academic and administrative arm of respective institutions of higher education. The present highest governing body of Istanbul University is a product of post-2016 coup security of emergency declarations. What does Spano have to share with them?

Fellow journalist Mehmet Altan, his academics status and civil treatment aside, sent a message to Spano saying: “I’m not sure how gratifying it would be to become an honorary member of a university which has unjustly kicked out and forced into unemployment and poverty hundreds of academics”. Could Spano have gone to the Istanbul University to remember the dismissed more than 6,000 academics? I doubt. 

The official visit was at the invitation of the Turkish Justice Minister, Abdulhamit Gul, between 3-5 September, 2020. He was accompanied by national judge of Turkey and deputy section registrar at the Court.  A little bit of study should have revealed a serious threatening condition of what can be called as Civil death –as a product of a “sui generis” presidential system established after the 2017 constitutional amendments.

The timing was wrong. At the 24th Term Training of prospective judges and prosecutors’ session, Robert Spano delivered a speech titled: “Judicial Independence – The Cornerstone of the rule of law”.  Basak Cah, human rights scholar, said Spanos speech at the Justice Academy did not expose the tragic state relating to the big number of ex-Turkey complaints before the Court.  

Wondering about the importance of the visit to the Academy, another expert asked: “Could it have been in memory of 4,260 purged judges and prosecutors?” I doubt this one either. Reports reveal judges taking up offices with a less than four-year experience! They are yet to be worth the ‘wig’.

What happened that Robert Spano found himself meeting the trustee of Mardin Municipality? Was it to remember the arrests of thousands of HDP opposition party members and replacement of elected opposition party mayors in defiance of the verdict of people’s decision through the ballot box? I doubt this as well.  People can vote but the regime decides who will rule.

Utmost one can see the ECHR chief being caught in an itinerary trap, the like of a “dema” used by traditional fisher folk on the western rim of the Indian Ocean in East Africa. Otherwise, where could he find time for discussions with top government officials and not a single minute for individual or group human rights activists? He was caged. It is wrong to compare the Spano visit to Turkey with Bible stories of Christ dining with sinners. Spano is not a prophet. He is human. He can err. The ECHR pillar has lost the Turkey visit case. But the common Turkish people are paying the costs. Who will judge the judge?



from Politurco.com| Informs and Inspires by Facts and Analyses http://www.politurco.com/who-will-judge-the-judge.html
Devamını Oku »

Top Turkish, Greek diplomats hold first meeting since crisis

The foreign ministers of Turkey and Greece met on Thursday for the first time since a dispute emerged between the two NATO members over energy exploration and territorial rights in the eastern Mediterranean, the Turkish Foreign Ministry said.

Turkey’s Mevlut Cavusoglu and Greek counterpart Nikos Dendias met on the sidelines of the Global Security Forum in the Slovak capital Bratislava, it said. Turkish state media said the two men discussed “bilateral and regional issues”.

Turkey and Greece sharply disagree over rights to offshore resources and the extent of continental shelves. Tensions simmered in August when Turkish and Greek warships collided but later eased when Ankara and Athens agreed to resume talks.

Greece has accused Turkey of illegally carrying out seismic exploration in parts of the Mediterranean claimed by Athens and Cyprus, but Turkey says its operations are within international law.

Ankara withdrew its exploration vessels from contested waters last month to “allow for diplomacy” ahead of a meeting of EU leaders. After the summit, the bloc said it would punish Turkey if it continued its operations in the region.

Reuters

Greece, Turkey set up hotline to avoid clashes in Eastern Med, NATO says

The post Top Turkish, Greek diplomats hold first meeting since crisis appeared first on IPA NEWS.



from IPA NEWS https://ipa.news/2020/10/08/top-turkish-greek-diplomats-hold-first-meeting-since-crisis/
Devamını Oku »