Türkiye’de yaklaşık 8,5 milyon insayn asgari ücretle geçiniyor. Ancak yüzde 25’i geçen gıda enflasyonu alım gücünü sürekli düşürüyor. Birçok ülkenin gerisinde kalan asgari ücret alım gücüyle insanlar temel ihtiyaçlarını zorlukla temin edebiliyor.
BOLD – Türkiye’de asgari ücretin alım gücünün birçok ülkenin gerisinde olduğu biliniyor. Benzer pek çok ülkeyle kıyaslandığında, Türkiye’deki asgari ücretliler, gelirlerinin önemli bölümünü gıda harcamalarına ayırmak zorunda kalıyor.
Sözcü’den Nuray Tarhan, Türkiye ve diğer bazı ülkelerde bir asgari ücretlinin maaşıyla ne kadarlık temel gıda ürünü alabildiğini analiz etti. Bu amaçla, her ülkenin en yaygın süpermarketlerinden 14 temel gıda maddesinden oluşan bir sepet alışverişi yaptı.
Buna göre, en düşük fiyatlarla oluşturulan market sepetine asgari ücretle çalışan bir Türk 241,8 lira öderken, İngiliz asgari ücretli 262,9 TL, Yunanlı 300 TL, Amerikalı 244,5 TL, Alman ise 275,7 lira ödedi. Ancak bu ülkelerde asgari ücret Türk Lirası bazında Türkiye’dekinin en az iki katı (Yunanistan) olduğu için bu harcamaların payı daha düşük kaldı.
YUNANİSTAN’DA ASGARİ ÜCRET TÜRKİYE’NİN İKİ KATI
Türkiye’de yılbaşında yapılan yüzde 26,01 zamla asgari ücret 2 bin 20 liraya çıkarken Yunanistan’da bir asgari ücretli 683,8 Euro yani 4 bin 130 lira, İngiltere’de 1,300 sterlin yani 8 bin 931 lira, Amerika’da (Eyaletlere göre değişiyor) en düşük 1,392 dolar yani 7 bin 539 lira, Almanya’da ise çocuklu bir asgari ücretli 1,300 Euro yani 7 bin 852 lira alıyor.
Dolayısıyla Türkiye’de bir asgari ücretli bu market alışverişine, maaşının yüzde 11.97’sini harcamak zorunda kalırken, Yunan asgari ücretli yüzde 7ç26’sını, İngiliz yüzde 2,94’ünü, Amerikalı yüzde 3,30’unu, Alman ise sadece maaşının yüzde 3,51’ini harcadı.
Bu da Türkiye’de sayıları 8.5 milyonla toplam çalışan nüfusun yüzde 45’ini oluşturan asgari ücretlilerin ne kadar zor durumda olduklarını bir kez daha gösterdi.
Prof. Dr. Korkut Boratav, “Hükümetin ödemesi gereken borçlar yığıldı. Çaresizce seçime kadar idare etmeye çalışıyorlar, seçimden sonra IMF’ye başvuracaklar.” dedi.
BOLD – Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’nun düzenlediği, “Yerel Yönetimlerde Kamucu Tavır” sempozyumunda konuşan, Prof. Dr. Korkut Boratav, AKP hükümetinin 31 Mart’a kadar ödemesi gereken borçlarının yığıldığını vurguladı.
Prof. Boratav, “Çaresiz bir şekilde marta kadar idare etmeye çalışıyorlar. Marttan sonra ya açıkça IMF’ye başvuracaklar ya da kemer sıkma politikasını ağırlaştıracaklar.” değerlendirmesini yaptı.
ÇAKTIRMADAN IMF PROGRAMI UYGULANIYOR
Sempozyumun birinci oturumunun başkanlığını yürüten Boratav, konuşmasına “Krize nasıl geldik” sorusunu sorarak başladı. Boratav, “Kendisine büyük işlevler yükleyen bir iktidarın söylemine kanmamak lazım. Bu iktidar, emperyalizme bağımlıdır.” dedi.
İstihdamın, üretimin düştüğü, işsizliğin tırmandığı bir ekonomi ile karşı karşıya olunduğunu belirten Boratav, hükümetin “çaktırmadan” IMF politikalarına girdiğine dikkat çekti.
FAİZCİ VE KEMER SIKMACI PROGRMAI KABUL ETTİLER
Hükümetin, faizci ve kemer sıkmacı bir programı kabul ettiğini belirten Boratav, ismine de “Yeni Ekonomi Politikası” denildiğini kaydetti.
Boratav şöyle devam etti:
“O programı da bütçeye taşıdılar ve yabancı sermayeye 2019’un kemer sıkmayla geçeceğini taahhüt ettiler. Ama uygulamayı bir türlü başlatamıyorlar, erteleyecekler. 1 yıl içinde ödenmesi gereken dış finansman gereksinimi 182 milyara çıktı. Üstelik bu sadece dış borçların tutarı. Borçlar yığıldı. Çaresiz bir şekilde marta kadar idare etmeye çalışıyorlar. Marttan sonra ya açıkça IMF’ye başvuracaklar ya da kemer sıkma politikasını ağırlaştıracaklar.”
New York (BOLD)- ABD’nin önde gelen TV program suncularından Keith Olbermann, NBA’de forma giyen Enes Kanter‘in Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerini CNN’de anlatmasını eleştiren hükümet yanlısı bir Türk gazeteciye sert çıktı.
Ünlü gazeteci, Kanter’in CNN’de ‘can güvenliğimden endişe diyorum’ açıklamasını ” Dürüst olmak gerekirse bunlar iğrenç ötesi. Türkiye, kamuoyunun bir numaralı düşmanı olan PKK lideri Abdullah Öcalan’ı bile idam yetmedi.” yorumuna Twitter üzerinden “Diktatörünüz sahte bir darbe sahneledi ve kullandı, çoğunuz çok aptaldınız ve bunu gözlemlemekten, dikkate almaktan korkuyordunuz! Ve tüm akıllı olanlar tutuklandı ve / veya tehdit edildi. Bu ülkeyi (Amerika) kızdırmadan önce Kanter’i, ailesini ve ABD’dekileri yalnız bırakın ve s…. gidin!.. #NBA” şeklinde cevap verdi.
Your dictator staged and exploited a fake coup, most of you were too stupid and scared to notice this, and all the smart ones were arrested and/or threatened. Leave Kanter and his family and those in the US alone, and STFU before you piss this country off. #NBAhttps://t.co/gUhWRd81Ma
ABD medyası, Kanter’in can güvenliği nedeniyle takımı New York Knicks’in Londra’daki maçına gidememesine geniş yer vermeye devam ediyor. ABD medyası Türkiye’nin Kanter hakkında çıkarttığı ‘kırmızı bülten’ olayını yakından takip ediyor.
New York (BOLD)- ABD Başkanı Donald Trump, kısmen kapalı olan hükümetin tekrar açılması için Demokratlara yeni tekliflerde bulundu.
Başkan Trump beklenildiği gibi, çocukken ABD’ye ailesi ile birlikte yasadışı gelen çocukların statüsünü koruyan ve ‘DACA’ olarak bilinen kanun maddesini iptal etmeyeceğini söyledi. Yasal olarak ABD’ye sığınma başvurusunda bulunan göçmenlerin yasal işlemlerinin takip edilmesi ve daha iyi korunmasını da öneren Başkan Trump, Kongre’den 5,7 milyar dolar talebini yineledi.
Demokratların 5,7 milyar dolarlık duvar bütçesini bu şartlarda onaylaması halinde yaklaşık 29 gündür kapalı olan hükümeti tekrar açacağını söyledi.
DEMOKRATLAR:UMUTSUZ BİR GİRİŞİM
Temsilciler Meclisi’nin Demokrat Partili lideri Nancy Pelosi, Başkan Trump’ın önerisini “umutsuz bir girişim” olarak niteledi.
Pelosi, Trump’ın iyi niyetli bir çaba olmadığını belirterek “her biri kabul edilemez olan, daha önce reddedilen birkaç girişimin bir derlemesi” dedi.
Trump daha önce DACA’cılar ve geçici olarak ABD’ye sığınan yabancıların hemen sınır dışı edilmesini istiyordu.
29 gündür kısmen kapalı olan hükümet, ABD ekonomisinide olumsuz etkilemeye başladı. Ekonomistler hükümetin bir an önce açılması gerektiği önerisinde bulundu. Beyaz Saray verilerine göre hükümetin kapalı kaldığı her hafta ABD ekonomisi 27 milyar dolar daralıyor.
Florian Henckel von Donnersmarck imzalı, 1930’ların Nazi Almanya’sında geçen Asla Gözlerini Kaçırma filminin fragman ve afiş yayınlandı. Almanya’nın Oscar aday adayı olan film, 8 Şubat’ta Türkiye’de de gösterime girecek.
Dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan Asla Gözlerini Kaçırma (Never Look Away), festivalin en beğenilen filmleri arasına girmeyi başarmıştı. 76. Altın Küre Ödülleri’nde Yabancı Dilde En İyi Film Ödülü’ne aday gösterilen film, aynı zamanda Almanya’nın bu seneki Oscar aday adayı.
Filmloverss‘in aktardığına göre, 1930’ların Nazi Almanya’sında başlayan ve 30 yıllık bir döneme yayılan epik hikâyesi, insanları karanlıktan sanatın gücünün çıkarabileceğini gözler önüne seriyor. Gerçek olaylardan esinlenen filmde, Kurt ve Ellie üniversitede tanışır tanışmaz birbirlerine aşık olurlar. Ellie’nin babası, Profesör Seeband kızının erkek arkadaş seçiminden memnun değildir ve bu ilişkinin bitmesi için elinden geleni yapmaya hazırdır. Fakat bilmedikleri şey, Kurt ile Seeband’ın yaşamlarının zaten yıllar önce Profesör’ün işlediği korkunç bir suç nedeniyle bağlantılı olduğudur. Kurt, ne kadar sanatına odaklanmak istese de, Nazi rejimi altında geçen çocukluğunun ve komünizmin gölgesinde kalan gençliğinin yarattığı travmalardan kurtulmak kolay olmayacaktır.
Başrollerini Tom Schilling, Sebastian Koch, Paula Beer ve Saskia Rosendahl’ın üstlendiği Never Look Away, 8 Şubat 2019‘da gösterime girecek.
Öldürülmesinin üzerinden 12 yıl geçen Agos gazetesi genel yayın yönetmeni Hrant Dink vurulduğu yerde binlerce kişi tarafından anıldı. Anma töreninde bu seneki konuşmayı 1948 yılında gözaltında katledilen Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali yaptı. Ali, “Sevgili Hrant, yine de o kadar umutsuz değiliz. Susmayanlar var, hala buradayız, bir yere gitmiyoruz, vazgeçmiyoruz” dedi.
Filiz Ali’nin anmada yaptığı konuşma şöyle:
“Sevgili Hrant,
12. kez, seni aramızdan alan karanlığa karşı, senin ve ailenin yanında durmak için, ellerinle kurduğun, büyüttüğün gazeten Agos’un önündeyiz. Bizi acılarda akraba edenlerin kurdurduğu ve ne yazık ki her geçen gün büyüyen geniş ailemizin en eski üyelerinden biri olarak sesleniyorum bugün sana.
Babam Sabahattin Ali, 1948 yılında, karlı bir sabahta, benim ve annemin birkaç poz fotoğrafını çektikten sonra, Ankara’dan İstanbul’a doğru yola çıktı, bir daha geri dönmedi. Gözaltında kaybedilen ve akıbetini hala bilemediğimiz babam ne yazık ki bu ülke tarihinin ne ilk ne de son kaybı oldu. Babamı ‘milli hislerle galeyana geldiği için’ öldürdüğünü söyleyen katilin, seni öldüren ve sonrasında bayrağın önünde poz veren katilden farkı yoktu.
Sabahattin Ali 70 yıldır kayıp. Olayın iç yüzü, bugüne kadar gelmiş geçmiş iktidarlar tarafından ısrarla aydınlatılmadı, tıpkı iktidarın seni öldürenlerin ‘Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmasına izin vermeyeceğiz’ demesine rağmen cinayeti aydınlatmamış olması gibi…
Sabahattin Ali gibi tanınmış, sevilen bir yazarın hunharca öldürülmesinin yarattığı dehşet ve korku, toplumu suskunluğa sevk ederken, öte yandan her türlü muhalefeti sindirmeyi vazife bilen karanlık güçlere de cesaret verdi. Her on yılda bir tekrarlanan askeri darbeler ile karanlık güçler denen, aslında içimizden birileri, diğerlerini yok etmeye devam ettiler. Öldürülen gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, bilim insanlarının ardından toplumda gitgide derinleşen ve hiç bir biçimde tedavi edilemeyecek yaralar açıldı.
Geniş ailemiz 1948’den 2007’ye kadar ne yazık ki durmaksızın büyüdü. Seni kaybetmemizin ardından da hız kesmediler. Sadece Ocak ayı, onca canımızı anımsatıyor bize. Onat Kutlar, Metin Göktepe, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy bize Ocak soğuğundan bakıyorlar, bugün burada bizimleler. Yasemin Cebenoyan Aralık’tan bakıyor bize. Şubat’ın ayazında Abdi İpekçi var.
Babam kayıptır dedim, Cumartesi Anneleri / İnsanları 1995 yılından beri Galatasaray Meydanı’nda babamın, 1915, 24 Nisan’ında İstanbul’da gözaltına alınarak trenlere bindirilen Ermeni aydınlarının, 70’lerden beri Türkiye’de kaybedilen yüzlerce insanın akıbetini soruyorlar, Türkiye tarihine bir hakikat meydanı armağan eden bu insanlar kar kış, saldırı, gözaltı dinlemeden on yıllardır kayıplarını sormaya devam ediyorlar. Soruları gelmiş geçmiş iktidarlar tarafından yanıtlanmadı, kayıpları bulunmadı.
Sana geçtiğimiz yıldan iyi haberler vermek isterdim ama ne yazık ki veremiyorum. Yazarlar, kültür insanları, siyasetçiler, gazeteciler hapiste, haklarında iddianame bile hazırlanmadan, neden olduğunu bilmeksizin cezaevinde aylarını, yıllarını geçiriyorlar. Uluslararası mahkeme kararları hiçe sayılıyor, imzacısı olduğumuz sözleşmelere uyulmuyor, hukuksuz bir hukukla insanlar özgürlüklerinden mahrum bırakılıyor. Kayıplarımız bulunmadığı, bir mezardan mahrum bırakıldığımız yetmezmiş gibi, geçtiğimiz yıl Cumartesi Meydanı’na yapılan saldırılara tanıklık ettik, Cumartesi Anneleri / İnsanları artık meydanlarında değil, ara sokaklarda toplanıp soruyorlar kayıplarının akıbetini.
Babamın kaybedilmesinden 70 yıl sonra gelinen noktada toplum, toptan pasifize edilmiş, her türlü haksızlık, hukuksuzluk, cinayet ve dehşeti kanıksamış durumda. Ne var ki güneşin her sabah doğması kadar doğal ve değişmez bir gerçek var evrende. Hafıza. İnsan hafızası kaybolan, kaybedilen, yok edilen, yakılan, parçalanan değerlerimizi unutmaz. Onlar, bu kayıp değerler hiç umulmadık bir yerde, umulmadık şekilde toplumun karşısına çıkar ve “susmaktan hiç utanmadınız mı ?” diye sorar.
Sevgili Hrant, yine de o kadar umutsuz değiliz. Susmayanlar var, hala buradayız, bir yere gitmiyoruz, vazgeçmiyoruz. Seni öldürdüklerinde henüz çocuk olanlar bugün burada, aramızda, öldürülmenizin peşine düşüyorlar, soru soruyorlar, susmuyorlar. Sizler, kaybettiğimiz bütün değerlerimiz, bize Ocak ayazında bakarken, biz burada, her yıl gençleşen kalabalıklarla vazgeçmiyoruz demeye devam ediyoruz. Umut burada! Bu topraklar, bu ülke bizim!”
Spor Toto Süper Lig’de ikinci yarının ilk hafta mücadelesinde Galatasaray sahasında MKE Ankaragücü’nü 6-0 mağlup etti. Sarı kırmızılı takıma galibiyeti getiren golleri Sinan Gümüş (2), Onyekuru (3) ve N’Diaye kaydetti. Bu sonuçla Galatasaray puanını 32’ye yükseltirken, MKE Ankaragücü 20 puanda kaldı.
1’inci dakikada Galatasaray 1-0 öne geçti. Hızlı paslarla rakip yarı sahaya giden sarı kırmızılı takımda Belhanda topu Onyekuru’ya bıraktı. Onyekuru, sağ kanatta müsait pozisyonda bulunan Mariano’ya pasını aktarırken, Brezilyalı futbolcu meşin yuvarlağı ceza sahasına giren Feghouli’nin önüne bıraktı. Feghouli topu içeri çevirirken, savunmanın hatası sonucunda top Onyekuru’nun önünde kaldı. Onyekuru’nun vuruşu savunmadan sekerken, seken topu Sinan Gümüş tamamladı: 1-0.
11’inci dakikada Sinan Gümüş, kendisine doğru gelen uzun topu tek pasla Onyekuru’nun önüne attı. Onyekuru hızla rakip ceza sahasına sokulurken, yaptığı vuruşa savunma müdahale etti.
21’inci dakikada Linnes sol kanatta topla buluştu ve pasını ceza sahası içerisinde yer alan N’Diaye’ye aktardı. N’Diaye tek pasla Onyekuru’yu görürken, yıldız futbolcu rakibinden sıyrılarak vuruşunu yaptı ve ağları sarstı: 2-0.
26’ncı dakikada Belhanda – Mariano paslaşmasında Mariano ceza sahasına girdi ve topu altıpas üzerindeki Sinan Gümüş’e çıkarttı. Sinan’ın tekte vuruşu ağlarla buluştu: 3-0.
İlk yarı ev sahibi takımın 3-0’lık üstünlüğü ile sonuçlandı.
49’uncu dakikada Fernando topu bir süre sürdükten sonra pasını Sinan Gümüş’e aktardı. Sinan’ın kaleci ile karşı karşıya kaldığı pozisyonda yaptığı vuruş üstten dışarı çıktı.
56’ncı dakikada takım arkadaşının pasıyla ceza sahasına giren Fernando’nun vuruşunu kaleci Altay çeldi.
59’uncu dakikada Fernando topu kaptı ve pasını Onyekuru’ya aktardı. Kaleci ile karşı karşıya kalan Onyekuru’nun ceza sahasına girer girmez yaptığı yerden vuruş fileleri sarstı: 4-0.
63’üncü dakikada Feghouli’nin sağ kanattan içeri çevirdiği top, arka direkte bulunan Onyekuru’nun önüne geldi. Yıldız futbolcu yaptığı vuruş ile kendisinin 3’üncü, takımının 5’inci golünü kaydetti: 5-0.
77’nci dakikada Sinan Gümüş’ün ceza sahasında arka direğe aşırdığı topu Mariano altıpasa çevirdi. N’Diaye topa dokunurken, Altay gole izin vermedi.
86’ncı dakikada Mariano, Feghouli’nin pasıyla ceza sahasına girdi ve pasını Yunus Akgün’e aktardı. Yunus’un gelişine vuruşu savunmadan sekerken, seken topa N’Diaye’nin yaptığı vole vuruş ağlara gitti: 6-0.
Mücadele Galatasaray’ın 6-0’lık üstünlüğü ile sona erdi.
BELHANDA CEZALI DURUMA DÜŞTÜ
Galatasaray’ın MKE Ankaragücü ile oynadığı müsabakada sarı kart gören Younes Belhanda, cezalı duruma düştü. Faslı futbolcu, sarı kırmızılı takımın Spor Toto Süper Lig’in 19’uncu haftasında oynayacağı Göztepe mücadelesinde forma giyemeyecek.
STAT: Türk Telekom
HAKEMLER: Alper Ulusoy, Volkan Ahmet Narinç, Hakan Yemişken
Libya açıklarında 120 göçmeni taşıyan bir botun battığı, aralarında 2 bebeğin ve bir hamile kadının da olduğu 117 kişinin boğulduğu ve 3 kişinin kurtarıldığı belirtildi.
İtalyan basınının aktardığı haberlere göre; perşembe gecesi Libya’nın Garabulli kentinden hareket eden şişme botun, yaklaşık 10 saatlik yolculuğun ardından sönmeye başlamasıyla Trablus’un 45 mil açığında battığı açıklandı. ‘Akdeniz’de yılın ilk ölümlü kazası’ olarak kayıtlara geçen trajik kazanın ardından 3 saat boyunca müdahale edilmemesi üzerine, çoğunluğu Batı Afrika ülkelerinden olan 117 kişinin denizde can verdiği bildirildi.
İtalya Deniz Kuvvetleri’ne ait bir helikopterle, kazadan 3 saat sonra kurtarılan ikisi Sudanlı, biri Gambiyalı üç göçmen dün İtalya’nın güneyindeki Lampedusa Adası’na getirildi.
Hayatta kalan göçmenlerin hipotermi nedeniyle tedaviye alındığı belirtildi.
İtalya Deniz Kuvvetleri’nin ve Libya Sahil Güvenliği’nin tüm gece boyunca kazanın meydana geldiği Libya karasularında arama-kurtarma çalışması yaptığı, ancak ne batan bota ne de göçmenlere ulaşılabildiği bildirildi.
BİR HAMİLE KADIN İLE 2 BEBEK DE BOĞULDU
Hayatta kalanların, Uluslararası Göç Organizasyonu (IOM) yetkililerine anlattıklarına göre; botta biri hamile on kadın ile biri 2 aylık iki bebek de bulunuyordu.
İtalya limanlarını Akdeniz’den gelen göçmenlere kapatan İtalya Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı Matteo Salvini yaptığı açıklamada, “Libya açıklarında yine ölümler var. Avrupa limanları açık olduğu sürece, insan tacirlerine birileri yardım etmeyi sürdürdüğü müddetçe, insan kaçakçıları öldürmeye ve bu işi yapmaya devam edecek,” ifadesini kullandı.
Geçen yıl Akdeniz’de boğularak ölen göçmenlerin sayısı 2 bin 262 olarak kaydedilmişti.
Kayseri’de, Gülen Cemaati soruşturması kapsamında hakkında örgüt üyeliğinden 3 yıl 1 ay hapis cezası bulunan Sami Boydak (47), iddiaya göre ailesi ile Umre’ye gitmek için geldiği Kayseri Erkilet Havalimanı’nda yapılan bagaj kontrolünde 3 kilo 600 gram altın ile 40 bin ve 200 bin TL’lik senetle yakalandı.
Gülen Cemaati soruşturma kapsamında gözaltına alınan ve 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Sami Boydak, ‘Silahlı terör örgütüne üye olma’ suçundan etkin pişmanlık hükümleri kapsamında 3 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. İddiaya göre eşi ile birlikte, Umre’ye gitmek için Erkilet Havalimanı’na gelen Sami Boydak’ın bagaj kontrolünde 1059 çeyrek altın, 220 yarım altın, 138 tam altın, 8 gremse altın olmak üzere toplam ağırlığı 3 kilo 600 gram gelen 1425 altın ele geçirildi. Ayrıca biri 40 bin TL, diğeri ise 200 bin TL’lik senet de bulundu.
Sami Boydak, 5549 sayılı suç gelirini aklanmasının önlenmesi kanununa muhalefet suçu iddiasıyla gözaltına alındı.
A Life in Pictures, hayatınız hakkındaki en kuşatıcı çalışma, kız kardeşiniz Bonnie McCurry tarafından kaleme alındı ve yayına hazırlandı. Bir sanatçının biyografisinin kardeşi tarafından yazılması pek alışılagelmiş değildir. Bu proje nasıl başladı?
Kız kardeşim İtalya’da çalışmalarım hakkında bir kitap hazırlayan bir editöre yardım ediyordu. Bazı yanlışları düzeltmek için Philadelphia’ya uçmuştu, ziyareti sırasında kendisine kişisel hayatıma ilişkin daha fazla fotoğraf paylaşmak isteyip istemediği sorulmuş. Kendi kitabım için saklıyorum onları diyerek şaka yapmış o da. Bu editörün merakını uyandırmış, proje böylece gelişti. İlk görüşmeden kısa bir süre sonra kız kardeşim ve editörü İskoçya’da buluştular ve üç gün boyunca kitabın yapısını tartıştılar, fotoğraflara baktılar, bölümleri ve başlıkları belirlediler.
1978’de genç bir gazeteci olarak cesur bir karar vermiş ve Hindistan’a tek yön bir bilet almıştınız. Hayatınızdaki bu dönüm noktasından bahseder misiniz? Neden Hindistan? Size ilham veren neydi? Hiç pişman oldunuz mu?
Hindistan’a bir gezi planlamamın nedeni öncelikle zaten Afrika’da, Latin Amerika’da ve Avrupa’da çeşitli projelerde çalışmış olmamdı. İdeal olarak Asya’da yeni bir işe teşebbüs etmek istiyordum. Hindistan’ı seçtim çünkü din, gelenek ve coğrafya açısından en karmaşık ülkenin Hindistan olduğunu düşündüm. Gezi altı hafta sürecekti ama iki yıl kaldım, çünkü içselleştirmem gereken hayal edebileceğimden çok daha fazla şey vardı. O zamandan beri 80’den çok kez gittim Hindistan’a. Kültürel ve görsel olarak müthiş bir ülke.
Göz alıcı kariyerinize dönüp baktığınızda sizi en çok hangi işiniz gururlandırıyor?
Fotoğraflarımı çocuklarım gibi görürüm. Farklı fotoğrafları farklı nedenlerle seversiniz. En tatmin edici işim Körfez Savaşı’ydı. Doğası gereği hem insani hem çevresel, bütün dünyayı etkileyen bir hikâye. Onu belgelemek destansı ve derin bir deneyimdi.
“Afgan Kız” dünyanın en popüler fotoğraflarından biri. Diğer işlerinizi gölgede bırakıyor mu? Fotoğraftaki kadın hayatta, onun hikâyesini hâlâ takip ediyor musunuz?
O fotoğrafı çektiğim zamandan bu yana gün geçmedi ki onunla ilgili bir telefon, elektronik posta ya da soru almayayım. Diğer işlerimi gölgede bıraktığını sanmıyorum ve o fotoğrafı çekmiş olmaktan gurur duyuyorum. Yıllar içinde kız kardeşim ve ben Sharbat’le ilişkimizi sürdürdük. Onu ve ailesini desteklemeye, ona ve ailesine Afganistan’da rahat bir hayat için temel gereklilikleri sağlamaya çalıştık. Onunla iletişimimizi onun huzuru ve güvenliği için kişisel olarak sürdürüyoruz.
Fotoğrafçılık dünyasında artık her şey daha dijital. Dijital dönüşüm işinizi ve hayatınızı nasıl etkiledi? Karanlık odaların ve canlı renklerin dönemini özlüyor musunuz?
Gelişmeler görme ya da fotoğraf çekme şeklimi değiştirmedi ama sürecimi değiştirdi elbette. Dijital olarak fotoğraf çekmek bana düşük ışıkta çalışma, renklerin sıcaklık ayarıyla oynama, çektiğim fotoğrafları gözden geçirme, kompozisyon ve odağı değerlendirme şansı veriyor. Bunlar büyük gelişmeler. Elbette geçmişte olan şeylere ilişkin bir nostalji oluyor – ama geleceğe bakmayı yeğliyorum. Hâlâ iyi fotoğraflar çekmek benim için basit şeylere dayanıyor. Büyük bir fotoğrafın niteliği her zaman onu çeken kişinin sezgisine bağlıdır.
Fotoğrafçılık kariyeriniz boyunca yüksek bütçeli işlerde ve özel projelerde çalıştınız. Örneğin birkaç kez Afganistan’a gittiniz, mobil bir laboratuvar kullanıyor, foto çekimi mekânlarına helikopterle gidiyorsunuz. Diğer bir deyişle, sektöre işinizin önemini gösterdiniz. Fotoğrafçılık hâlâ pahalı bir iş mi?
Fotoğrafçılık önce olduğundan daha pahalı bir iş değil. Belki de malzemeler ve depolama ek bir yatırım gerektiriyor.
Fotoğrafçılar dışında etkilendiğiniz isimler kimler; yazarlar, yönetmenler, düşünürler…
Tahmin edebileceğiniz gibi her zaman gezi yazısı türü ilgimi çekmiştir. Richard Burton ve Paul Theroux benim için ilham kaynağıdır. Üniversitede sinema bölümünde okudum, bu nedenle bu sanatın değerini bilirim ve Federico Fellini, Orson Welles ve Francis Ford Coppola’nın isimlerini bana ilham verenler olarak sayabilirim.
Biz Ortadoğu’dan sürgün gazetecileriz. Siz de bölgeyi birkaç kere ziyaret ettiniz. Bir fotoğrafçı gözüyle, Ortadoğu sizce dünyanın diğer bölgelerinden ne açıdan farklı?
Ortadoğu beni dünyada en çok çeken bölge. Eşsiz bir kültürel derinliği ve coğrafyası var. Gelenekleri binlerce yıl önceye dayanıyor. Dünyanın diğer bölgelerinde kolonyal kültür eski kültürleri gölgede bırakıyor ama ilginç olan bu bölgelerde ileri medeniyetler ve dinler olmuş tarih boyunca.
Türkiye’yi de birkaç kez ziyaret ettiniz. “Time in Turkey” (Türkiye’de Zaman) sergisi bu ziyaretlerinizden biriydi ve o sergide birkaç ay önce aramızdan ayrılan Ara Güler’le de görüşmüştünüz. “Türkiye’de Zaman”ın direktörlerinden Fevzi Yazıcı, Zaman gazetesinin görsel yönetmeni olduğu için müebbet hapis yatıyor. Türkiye’de son dönemdeki siyasi karmaşayı takip ediyor musunuz?
Türkiye’deki güncel gelişmeleri takip ediyorum. Fevzi Yazıcı davası hakkında söyleyebileceğim başka bir şey yok, Türkiye’ye yaptığım çeşitli ziyaretlerde onunla çalışmaktan hep keyif aldım. Fotoğrafların gazete tasarımlarında kullanımına ilişkin ateşli sohbetlerimiz oldu. Hakkındaki suçlamaları son derece rahatsız edici buldum, onurlu ve saygın bir insandır.
A Life in Pictures, hayatınız hakkındaki en kuşatıcı çalışma, kız kardeşiniz Bonnie McCurry tarafından kaleme alındı ve yayına hazırlandı. Bir sanatçının biyografisinin kardeşi tarafından yazılması pek alışılagelmiş değildir. Bu proje nasıl başladı?
Kız kardeşim İtalya’da çalışmalarım hakkında bir kitap hazırlayan bir editöre yardım ediyordu. Bazı yanlışları düzeltmek için Philadelphia’ya uçmuştu, ziyareti sırasında kendisine kişisel hayatıma ilişkin daha fazla fotoğraf paylaşmak isteyip istemediği sorulmuş. Kendi kitabım için saklıyorum onları diyerek şaka yapmış o da. Bu editörün merakını uyandırmış, proje böylece gelişti. İlk görüşmeden kısa bir süre sonra kız kardeşim ve editörü İskoçya’da buluştular ve üç gün boyunca kitabın yapısını tartıştılar, fotoğraflara baktılar, bölümleri ve başlıkları belirlediler.
1978’de genç bir gazeteci olarak cesur bir karar vermiş ve Hindistan’a tek yön bir bilet almıştınız. Hayatınızdaki bu dönüm noktasından bahseder misiniz? Neden Hindistan? Size ilham veren neydi? Hiç pişman oldunuz mu?
Hindistan’a bir gezi planlamamın nedeni öncelikle zaten Afrika’da, Latin Amerika’da ve Avrupa’da çeşitli projelerde çalışmış olmamdı. İdeal olarak Asya’da yeni bir işe teşebbüs etmek istiyordum. Hindistan’ı seçtim çünkü din, gelenek ve coğrafya açısından en karmaşık ülkenin Hindistan olduğunu düşündüm. Gezi altı hafta sürecekti ama iki yıl kaldım, çünkü içselleştirmem gereken hayal edebileceğimden çok daha fazla şey vardı. O zamandan beri 80’den çok kez gittim Hindistan’a. Kültürel ve görsel olarak müthiş bir ülke.
Göz alıcı kariyerinize dönüp baktığınızda sizi en çok hangi işiniz gururlandırıyor?
Fotoğraflarımı çocuklarım gibi görürüm. Farklı fotoğrafları farklı nedenlerle seversiniz. En tatmin edici işim Körfez Savaşı’ydı. Doğası gereği hem insani hem çevresel, bütün dünyayı etkileyen bir hikâye. Onu belgelemek destansı ve derin bir deneyimdi.
“Afgan Kız” dünyanın en popüler fotoğraflarından biri. Diğer işlerinizi gölgede bırakıyor mu? Fotoğraftaki kadın hayatta, onun hikâyesini hâlâ takip ediyor musunuz?
O fotoğrafı çektiğim zamandan bu yana gün geçmedi ki onunla ilgili bir telefon, elektronik posta ya da soru almayayım. Diğer işlerimi gölgede bıraktığını sanmıyorum ve o fotoğrafı çekmiş olmaktan gurur duyuyorum. Yıllar içinde kız kardeşim ve ben Sharbat’le ilişkimizi sürdürdük. Onu ve ailesini desteklemeye, ona ve ailesine Afganistan’da rahat bir hayat için temel gereklilikleri sağlamaya çalıştık. Onunla iletişimimizi onun huzuru ve güvenliği için kişisel olarak sürdürüyoruz.
Fotoğrafçılık dünyasında artık her şey daha dijital. Dijital dönüşüm işinizi ve hayatınızı nasıl etkiledi? Karanlık odaların ve canlı renklerin dönemini özlüyor musunuz?
Gelişmeler görme ya da fotoğraf çekme şeklimi değiştirmedi ama sürecimi değiştirdi elbette. Dijital olarak fotoğraf çekmek bana düşük ışıkta çalışma, renklerin sıcaklık ayarıyla oynama, çektiğim fotoğrafları gözden geçirme, kompozisyon ve odağı değerlendirme şansı veriyor. Bunlar büyük gelişmeler. Elbette geçmişte olan şeylere ilişkin bir nostalji oluyor – ama geleceğe bakmayı yeğliyorum. Hâlâ iyi fotoğraflar çekmek benim için basit şeylere dayanıyor. Büyük bir fotoğrafın niteliği her zaman onu çeken kişinin sezgisine bağlıdır.
Fotoğrafçılık kariyeriniz boyunca yüksek bütçeli işlerde ve özel projelerde çalıştınız. Örneğin birkaç kez Afganistan’a gittiniz, mobil bir laboratuvar kullanıyor, foto çekimi mekânlarına helikopterle gidiyorsunuz. Diğer bir deyişle, sektöre işinizin önemini gösterdiniz. Fotoğrafçılık hâlâ pahalı bir iş mi?
Fotoğrafçılık önce olduğundan daha pahalı bir iş değil. Belki de malzemeler ve depolama ek bir yatırım gerektiriyor.
Fotoğrafçılar dışında etkilendiğiniz isimler kimler; yazarlar, yönetmenler, düşünürler…
Tahmin edebileceğiniz gibi her zaman gezi yazısı türü ilgimi çekmiştir. Richard Burton ve Paul Theroux benim için ilham kaynağıdır. Üniversitede sinema bölümünde okudum, bu nedenle bu sanatın değerini bilirim ve Federico Fellini, Orson Welles ve Francis Ford Coppola’nın isimlerini bana ilham verenler olarak sayabilirim.
Biz Ortadoğu’dan sürgün gazetecileriz. Siz de bölgeyi birkaç kere ziyaret ettiniz. Bir fotoğrafçı gözüyle, Ortadoğu sizce dünyanın diğer bölgelerinden ne açıdan farklı?
Ortadoğu beni dünyada en çok çeken bölge. Eşsiz bir kültürel derinliği ve coğrafyası var. Gelenekleri binlerce yıl önceye dayanıyor. Dünyanın diğer bölgelerinde kolonyal kültür eski kültürleri gölgede bırakıyor ama ilginç olan bu bölgelerde ileri medeniyetler ve dinler olmuş tarih boyunca.
Türkiye’yi de birkaç kez ziyaret ettiniz. “Time in Turkey” (Türkiye’de Zaman) sergisi bu ziyaretlerinizden biriydi ve o sergide birkaç ay önce aramızdan ayrılan Ara Güler’le de görüşmüştünüz. “Türkiye’de Zaman”ın direktörlerinden Fevzi Yazıcı, Zaman gazetesinin görsel yönetmeni olduğu için müebbet hapis yatıyor. Türkiye’de son dönemdeki siyasi karmaşayı takip ediyor musunuz?
Türkiye’deki güncel gelişmeleri takip ediyorum. Fevzi Yazıcı davası hakkında söyleyebileceğim başka bir şey yok, Türkiye’ye yaptığım çeşitli ziyaretlerde onunla çalışmaktan hep keyif aldım. Fotoğrafların gazete tasarımlarında kullanımına ilişkin ateşli sohbetlerimiz oldu. Hakkındaki suçlamaları son derece rahatsız edici buldum, onurlu ve saygın bir insandır.
BOLD- ABD’li senatör Lindsey Graham, Ankara’daki görüşmelerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile yaptığı görüşmelerden sonra basın toplantısı düzenledi. Graham, Erdoğan ile yaptığı 3,5 saatlik görüşmenin verimli geçtiğini söyledi.
‘YPG PKK’nin politik koludur’ diyen Graham “YPG’nin PKK ile bağlantısı var. Kanıtlar açık ve net. Müttefik Türkiye için yarattığımız problemi çözmeliyiz. Bizimle IŞİD’e karşı savaşanlara da bir şeyler borçluyuz. İlerlemek için şansımız var, hatalarımızı düzeltmek için fırsatımız ve ve zamanımız tükeniyor, bu yüzden buradayım. IŞİD’liler hala dağlarda. Trump’ı Obama gibi hata yapmaması için uyardım. YPG’nin Türkiye’den uzaklaştırılması için Dunford’un bir çalışması var. Obama YPG’yi silahlandırarak Türkiye için kabus yarattı.” dedi.
ABD’nin Suriye’nin kuzeydoğusundan çekilme isteğini değerlendiren Graham “(Yönetimin) Çekilme isteğini anlıyorum. Ama planlı olmayan bir çekilme kaos olur. Başkan Donald Trump’a Obama’nın yaptığını yapmaması, yani öylece çıkıp gitmemesi konusunda uyardım. Güvenli bölge Türkiye’nin güvenliği için kurulacak” diye konuştu.
“TÜRKİYE, ABD’NİN SİLAHLANDIRDIĞI İNSANLARI HEDEF ALIRSA DELİCE OLUR”
Erdoğan’ın kendisine ifade ettiği üzere Türkiye’nin terörist ve Türkiye için tehdit gördüğü unsurları temizlemek isteyeceğini belirten Graham, bunun ABD’nin silahlandırdığı insanları Türkiye’nin hedef alması anlamına geldiğini söyleyerek, “Bu da delice. Bu insanlar ki bize yardım ettiler, biz onlara bazı şeyler borçluyuz” görüşünü aktardı. Böyle olursa Suriye’de adeta yeniden Irak örneği yaratılacağını kaydeden Graham, oysa Suriye’nin kuzeyini istikrarlı hale getirerek Cenevre’de barış müzakerelerini yürütmek ve Suriye’yi Suriyelilere geri vermek gerektiğini anlattı.
Graham, ABD’nin kendi yarattığı YPG sorununun çözümüyle uğraşmaksızın çekilmesiyle bununla Türkiye’nin uğraşacağını ve ABD’nin silahlandırdıklarıyla diğer silahlı gruplar arasında savaş yaşanacağını savundu.
MENBİÇ YOL HARİTASI ÖNEMLİ
“YPG’nin neden kontrolunu kazandığı bölgeleri terk etmeyi kabul edeceği” yönündeki soru üzerine ise, Graham, Suriye’de yeniden düzenlemeye ihtiyaç duyulduğunu ve bunun insanlara daha iyi tercihler sunulmasıyla mümkün olduğunu savundu. Aksi takdirde Türkiye’nin terörist unsurlar olarak gördüğü ancak ABD’nin silahlandırdığı grubun peşine düşeceğini belirten Graham, bunun da Türkiye için kötü tercih olacağını dile getirdi.
ABD’nin “tampon bölge” oluşturabilmesi açısından ise öncelikle Menbiç Yol Haritası’nın hayata geçirmesi gerektiğini de söyleyen Graham, Menbiç’ten YPG’nin uzaklaştırılmasının ardından da Fırat’ın doğusuna uzanacak bir tampon bölge oluşturabileceğini öne sürdü.
BOLD- Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, ABD Başkanı Donald Trump’ın terör örgütü IŞİD ile Mücadele eski Özel Temsilcisi Brett McGurk‘un Türkiye’yi hedef alan açıklamalarına tepki gösterdi.
Kalın, McGurk’un, Washington Post’ta 20 Ocak’ta yayımlanmak üzere kaleme aldığı yazısında Türkiye aleyhinde kullandığı ifadelere Twitter’dan yanıt verdi. Kalın Twitter hesapında “Analiziniz hatalı. Türkiye’ye karşı yönelttiğiniz suçlamalar tam anlamıyla saçmalık, yalnızca bir PKK propagandasının tekrarı. Türkiye, yüz binlerce Suriyeli Arap, Kürt, Süryani ve diğerlerinin hayatını kurtardı. PKK’ya yeni bir hayat vermek istiyorsunuz. Bu gerçekleşmeyecek.” dedi.
Your analysis is flawed. Your accusations against Turkey are complete nonsense, only a repetition of PKK propaganda. Turkey has saved the lives of hundreds of thousands of Syrian Arabs, Kurds, Assyrians and others. You want to give new life to PKK. Won’t happen. @brett_mcgurkhttps://t.co/2TkEWXtIMu
McGurk’ın yarın yayınlacak yazısında “Türkiye’nin bölgede güvenilir bir ortak olmadığını” dile getiriyor.
Trump’ın “Erdoğan’ın Suriye’deki IŞİD ile mücadele edeceğiz önerisine” göre hareket ettiğini belirten tecrübeli diplomat “Aslında Türkiye, ABD’nin askeri desteği olmadan sınırından yüzlerce kilometre uzaklıktaki düşman topraklarında operasyon yapamayacağını”savunmuştu.
Amerikan edebiyatının dev ismi Edgar Allan Poe 210 yaşında. Yıllardır şairin her doğum gününde gizemli bir hayranı mezarına karanfil bırakıyor.
210. doğum gününde Edgar Allan Poe’yu hatırlamak, edebiyatın günümüzdeki yaygın ve popüler yüzünün kökeni üzerine düşünmek anlamına da geliyor. Poe çağdaş polisiyenin, ‘ucuz roman’ın, keşif hikâyelerinin, bilimkurgunun, Gotik korku anlatılarının ve kasvetli metropol öykülerinin olduğu kadar (ilk kitabı Timurlenk ve Öteki Şiirler’le) Doğu’nun cazibesinden beslenen yapıtların da habercisiydi. Bütün bu edebi türlerin konumunu kökten değiştirdi.
Poe’nun kısa yaşamı 1809’da Boston’da başladı. İkisi de tiyatrocu olan anne ve babasının ona Edgar adını aynı yıl sahneledikleri Shakespeare’in Kral Lear oyunundan esinle koydukları söylenir. Ama Poe’nun hayatı boyunca Shakespeare’e hayranlık (en azından, mesela Tennyson’a olduğu kadar) duyduğuna dair bir kayıt yok. Bir yaşındayken babasını, ertesi yıl annesini kaybetti. “Allan” orta ismini kendisini evlatlık edinen tüccar John Allan’dan aldı. İlk gençliğinden itibaren babalığıyla aralarında başlayan çatışma yıllarca sürecek, Poe’nun ‘baba figürü’yle ve otoriteyle olan sorunlu ilişkisini biçimlendirecekti.
Yalnız geçen çocukluk
Mutsuz değilse de yalnız, arkadaşsız bir çocukluk geçirdi Poe. Sonraki hayatında pek anmadığı yalnız çocukluğuna öykülerinde ve şiirlerinde örtük göndermeler yaptı. (Örneğin, kız kardeşini evlatlık edinen Usher ailesine, unutulmaz öyküsü “Usher Evi’nin Çöküşü”yle selam vermişti). Birkaç yılı İngiltere’de, orman yürüyüşleri, spor ve şiirler arasında geçen çocukluktan geriye çok iyi bir eğitim kaldı. Poe, Latincenin yanı sıra Almanca ve Fransızca öğrenmiş, İspanyolca ve İtalyancada yol almıştı. Bir aylak ve bohem için fazla iyi eğitimliydi. Buna karşın, üniversite hayatı kumar, alkol ve babalığıyla para konusundaki çatışması yüzünden yarım kaldı. Ardından ömrünün en düzenli yıllarını geçireceği orduya yazıldı. Yüklü bir tazminat ödeyerek buradan da ayrıldı. Babalığı John Allan, tazminatı asla ödemedi ve ölüm döşeğinde bile Poe’ya karşı yumuşamadı. Allan’ın ölümüyle Poe ikinci kez yetim kaldı. Edebî yeteneğini hor gören babalığından intikamını daha sonra “The Bussiness Man” adlı öyküsüyle alacaktı.
Poe için artık kendi parasını kazanmak için ömrünün sonuna kadar sürdüreceği eleştirmenlik/yayıncılık dönemi başlıyordu. Jeffrey Meyers’ın Edgar Allan Poe: His Life & Legacy adlı kapsamlı biyografisinde aktardığına göre şair (zihinlerdeki genelgeçer ‘aylak’ imgesinin aksine) çok çalışkan bir editör, sıkı bir okurdu. Yazdığı kitap eleştirilerinde sözünü sakınmıyordu—bu ‘dürüst’ eleştiriler ona çok sayıda düşman kazandırdı. Henüz metinlerarasılık’ın esamisi okunmazken öykülerini ve şiirlerini başka kitaplara göndermelerle donatmaya bayılıyordu. O yıllarda bir yandan da geçmiş mutlu günleri hatırlamanın kederini tanıyor ve kurtuluşu içkide buluyordu. Teyzesi ve yedi yaşındaki kuzeni Virginia’yla birlikte yaşamaya başladı. Poe’nun yapıtlarındaki ‘saf güzellik’, ‘ölü güzel kadın’ gibi baskın izleklerde belirleyici olan Virginia 13 yaşına geldiğinde evlendiler.
Kısa yayıncılık hayatında Doğu yakasının büyük şehirleri (Richmond-New York-Philadelphia-Baltimore) arasında salınıp durdu. Yazmak dışında hiçbir uğraştan para kazanmayı başaramadı. Amerikan edebiyatının, geçimini yalnızca kalemiyle sağlayan ilk yazarı oldu. Çalıştığı dergilerde yorulmadan öykü ve şiirler yayımladı. “Usher Evi’nin Çöküşü” adlı öyküsü, ilk öykü kitabı Grotesk ve Arabesk Öyküler’in yolunu açtı. Poe yayımlanan şiirleriyle kazanamadığı saygınlığı öyküleriyle elde etti. Kitap çıkınca Coleridge ile kıyaslandı, Boston Nationdergisi onun “geleceğin okurlarına seslendiğini” duyurdu. Kitap çok satmasa da, yarım kalan tek romanı A. G. Pym’in yaşattığı hayal kırıklığından sonra Poe’ya ihtiyacı olan saygınlığı kazandırdı. Bu sayede Dickens ve Hawthorne’la tanıştı. (Ne ki Dickens, ona verdiği İngiltere’de yayıncı bulma sözünü tutamadı.) Arkadaşı James Russell Lowell’a şöyle demişti Poe: “Hayatta iki şeyi çok istedim: Uluslararası Telif Yasası’nın çıkması ve aylık bir dergiye sahip olmak.” Söz konusu telif yasası, ancak Poe’nun ölümünden 41 yıl sonra çıktı. (Poe, hayatı boyunca toplam sadece 6200 dolar kazanabilmişti.) Aylık dergi hayaliyse asla gerçekleşmedi. Adını Stylus koymayı düşündüğü dergisi için ölümüne kadar topladığı malzeme hiçbir zaman yayımlanmadı.
1847’de karısı Virginia’nın 25 yaşındayken ölümünün ardından Poe’nun yayımladığı son şiir “Annabel Lee” oldu. Kalan iki yılını dergisi için para arayarak geçirdi. Baltimore’da bir gece sokak ortasında genç bir yayıncı tarafından bulunduğunda beş parasızdı. Halüsinasyonlar görüyor, anlaşılmaz dualar mırıldanıyor ve Virginia’yı hayatta sanıyordu. Bulunduktan beş gün sonra, 7 Ekim 1849’da öldü.
Poe’nun mirası
Edgar Allan Poe yazdıklarının edebiyat tarihinde meydana getirdiği kırılmayı göremedi ama az çok seziyordu. Örneğin, ünlü şiiri “Kuzgun” için “Bugüne kadar yazılmış en iyi şiir” diyecek kadar güveniyordu yeteneğine. Bugünün popüler edebiyat türlerine açtığı yolun yanı sıra, “etkinin birliği” ilkesini miras bıraktı. Edebiyat tarihine, Sherlock Holmes’un atası sayabileceğimiz Auguste Dupin (“Morg Sokağı Cinayeti”) ve Roderick Usher (“Usher Evi’nin Çöküşü”) gibi iki unutulmaz karakteri hediye etti. “O” harfinin/sesinin kederine inanıyordu. Bu harfin baskın olduğu en güzel dizeyi yazdı: “Quoth the Raven: Nevermore” (‘Dedi Kuzgun: Asla’). Uzun bir ‘o’ harfi gibi okunan kendi adı da İngilizcedeki “şiir” (poetry) sözcüğünün yarısıydı.
Baudelaire’i derinden etkiledi (Eduard Manet’ye, “Beni Poe’yu taklitle suçluyorlar.” diyordu Fransız şair). Karanlık öykü kişileri, Yeraltı Adamı’nın habercisi oldu. Claudel kendisine hayranlık, Valéry saygı duyuyordu. Mallarmé, “Poe’nun Mezarı”nı yazdı. Rilke, Henry James, Kafka, Auden ve daha bir yığın isim ondan etkilendiklerini kayda geçirdiler.
Birkaç yıl önce doğum gününde okurları yine şairin mezarı başındaydık. Baltimore’da o kasvetli kilise mezarlığına kar çiselerken, her şey bir Poe öyküsündeki gibiydi. Her yıl şairi ziyaret eden gizemli hayranının sabaha karşı bıraktığı karanfil, mezar taşının üstünde Gotik manzarayı tamamlıyordu.
***
Poe’ya mektup
Sevgili Edgar,
Bir öykünde çok uzak bir kavim gibi andığın Türklerden birinin, çantasında senin öykülerinin Türkçe baskısıyla, neredeyse her gün, bir zamanlar yaşadığın odanın önünden geçeceğini hayal eder miydin?
Bunu duymak, tek gerçekliğin düşler olduğuna inanan senin gibi birini belki de şaşırtmazdı. Yine de bazen, şimdi kapısına cam takılı, penceresinin önüne bir kuzgun maketi yerleştirilmiş ve bir tür küçük müzeye dönüştürülmüş odana bakarken bütün bunlar bana bir düş gibi geliyor. Bir kısmının tohumu bu kampüste geçirdiğin günlerde atılan öykülerinin, her gün ders çıkışında gidip çalıştığın masalarda, başka bir dilde okunduğunu bilmeni isterdim. Geçen haftalarda Türkiye’de, bütün öykülerinin şimdiye dek yapılmış en iyi Türkçe çevirisi yayımlandı. Senin doğumundan ancak 200 yıl sonra da olsa, Türkiyeli okurlar da artık derli toplu bir çeviriyle öykülerinin gizemli dünyasına girecekler.
Bazı dostların gibi sana “Allan” diye değil de, ilk adınla seslenmeyi tercih ettim. “Kötü kalpli” üvey babandan aldığın o ismin seni hep rahatsız ettiğini düşünürüm. Ama o ismi niçin ölene kadar taşıdığını da merak etmiyor değilim. Sahi, neden hayatın boyunca mektuplarını üç isimle imzaladın?
Birkaç hafta önce, çocukluğunun şehrindeydim: Üvey babanla paylaştığınız evin yerinde yeller esiyor. Yaşadığınız sokağa çok yakın, yüzyıllar öncesinden kalma başka bir bina (artık ona “Eski Taş Ev” diyorlar) şimdilerde “Poe Müzesi.” Müzeye her gidişimde seni asıl öldürenin Amerika olduğunu söyleyen Bernard Shaw’un çok da haksız olmadığını düşünüyorum. Genç bir rehber senin ne kadar iyi bir polisiye yazarı olduğunu anlatıp duruyor. Şairliğinden, düşlerinden pek söz etmiyorlar (belki de Amerikalı yerli turistlerin beklentisini karşılamanın tek yolu budur). Kısacası, bugünün “Poe mitolojisi” seni bir polisiye yazarı düzeyine indirmeyi şart koşuyor.
“Kalabalıkların” insana neler yapabileceğini genç yaşta kaleme almış biri olarak sanırım bu rezilliğe şaşırmazdın. Kalabalık demişken, ölüm yıldönümünde Baltimore’daki mezarında bir cenaze töreni düzenlendi. Anlatılana göre “kalabalık” bir tören olmuş. Asıl cenazendeki insan sayısı bir düzineyi geçmediğinden, bu töreni akıl edenler kendilerini başarılı saymış olmalılar. “Kalabalıkların Adamı” adlı unutulmaz öykündeki muhteşem alıntıyı bilmiyorlardı belki de: “Yalnız olmamak, bu büyük mutsuzluk”. Okuldaki odanın önünden aldırışsız geçen kalabalığı her gün gördükçe o öyküye daha çok inanıyorum. (Paul Valéry dememiş miydi: “Poe tek kusursuz yazardır. O asla yanılmadı.”) Senden bir asır sonra yaşayan Türk şair Celal Sılay’ın bir dizesi var: “Geri ver bakışlarımı ey kalabalık!” Bu dize ne zaman dilime gelse, sen de bunu severdin diye düşünürüm.
Bu okulda vaktinin çoğunu kütüphanede geçirmişsin. Haftada altı gün, sabah altıdan dokuz buçuğa kadar süren derslerden sonra, zihninin hâlâ dinç olduğu vakitlerde şiirlerin üzerinde çalışırmışsın. İlk kitabındaki bütün şiirleri –biri hariç– burada elden geçirdiğini öğrendim. Tamerlane‘deki, toy şairlere has süslü söyleyişi yok etme çabasıydı belki. “Ayyaş Poe” efsanesi bir tarafa, burada çalıştığın günler ve sonraki hayatın, bir şairin nasıl üretken olabileceğinin kusursuz örneği gibi geliyor bana. Çevremdekilere senin ayyaş değil, çalışkan bir editör olduğunu söylediğimde şaşırıyorlar—efsane, gerçeği bulandırıyor. Yine de “gerçeklik” hakkında kesin konuşmamayı öykülerinden öğrendim. Hem Amerikan edebiyatının kurucu öğesi (gerçi Amerikalılar, ardılın Whitman’ı senden daha çok sahiplenmiş görünüyor) hem de ilk Amerikan karşıtı olmak gibi sıra dışı bir konumun var. Elbette içinde taşıdığın ‘sonsuzluk’, Baudelaire’in deyişiyle “maddi şeylere ihtiras duyan” bir topluma fazla gelecekti.
Geçen yaz, gizemli ölümün hakkında bir kitap okuyunca çocukluğunun şehrine tekrar gidip kayboluşunu hayal etmeye niyetlenmiştim—bir niyet olarak kaldı. Ama hayatındaki o son yedi gün biliniyor mu? Seninki gerçekten ‘neredeyse bir intihar’ mıydı? Kaybolduğun yolculuğa çıkacağın gün, Messenger‘ın editörüne “Annabel Lee” şiirini bırakmıştın, “Sizin için bir değeri olabilir” diyerek. “Kusursuz şiir” hayaline onunla ulaşmış mıydın? (Başka bir Türk şair, Melih Cevdet o şiiri “kusursuz” biçimde Türkçeye çevirdi, belki “Annabel Lee”nin bütün dillerdeki en güzel çevirisidir.) Yoksa seni en çok tatmin eden şiirin “Kuzgun” muydu? Philadelphia’da kaybolan o iki metninde neler yazılıydı? Son yolculuğa çıkarken niçin kolay olan yolu seçmemiştin?
Sevgili Edgar,
Şairin yaşadığı yere benzediğine inanmam ama ‘öteki’ni anlamak için onun yaşadığı yerlerin havasını solumanın gerekliliğine artık inanıyorum. Boston’da doğduğun halde Baudelaire’in sana neden ısrarla “Virginialı” dediğini anlar gibiyim, onun seni nasıl bu kadar iyi anladığına şaşırarak… Baudelaire’i biraz da bu yüzden seviyorsam, ikinize de “şarlatan” diyen Henry James’i galiba hiç sevemeyeceğim.
Sorular bir mektuba sığmaz. Onca düşünce, soru, sızı arasından seçemediğim bir yığın şey var; öykülerinden birinin kahramanı gibi söylersem: “Düşünceler hep belli belirsiz anılarla, yabancı söylencelerin ve yüzyıllar öncesinin açıklanamaz anılarıyla karışıyor.”
Bazen evrenin duvarlarını düşündüğün o odanın kapısında düşlerim seninkilere mi karışıyor, ayırt edemiyorum. Ve merak ediyorum: Sen hiç başkasının düşünü gördün mü?
Yandaş iş adamı Ethem Sancak ile Katar devletine peşkeş çekilen, Sakarya Arifiye’deki, 1’nci Ana Bakım Merkezi tank palet fabrikasına, işçiler sahip çıktı. Türkiye’nin dört bir yanında Sakarya’ya gelen 15 bin işçi, ihalesiz özelleştirmeyi protesto etti.
Protesto gösterisine CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç, İYİ Partili milletvekilleri ve Türk İş Başkan’ı Ergün Atalay da katıldı.
Türk İş’e bağlı Harb-İş sendikasının organize ettiği ettiği mitingde söz alan Türk – İş Başkan’ı Ergün Atalay, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “özelleştirme yapılmadı” açıklamasına tepki gösterdi.
Atalay, “Bu yapılan işlem özelleştirme değil diyorlar, nasıl özelleştirme olmuyor, bilen bir bana anlatsın” ifadesini kullandı. Tank palet fabrikası işçilerinin bağlı olduğu Türk Harb-İş sendikası Başkan’ı Bayram Bozyel ise, özelleştirme ile ekonomiye darbe vurulduğunu söyledi. Atalay, şunları söyledi:
TELEKOM’UN BAŞINA GELENLERİ HATIRLAYIN
“Bu fabrikamız Milli Savunma Bakanlığı emrinde kalmalıdır. Telekom’la ilgili 10 yıl evvel başlayan süreci hatırlayın. İhaleyi alan firma Telekom’u kullandı, para kazandı, şirketi batırdı ve çekti gitti. Telekom ortada kaldı. SEKA örneği ortada, şeker fabrikaları örneği ortada.”
Tank palet Fabrikası’nın Türkiye’nin en stratejik kurumlarından olduğunu kaydeden Atalay, “Türk iş 1 milyon üyesiyle, maddi gücüyle, vücuduyla, herşeyiyle Türk Harb İş ve Sakarya’nın emrindedir.”dedi.
Bozyel, fabrikada üretilen “fırtına obüslerinin” önemine değinerek, “Türkiye daha önce bu araçları Güney Kore’den tanesi 10 milyon dolara alıyordu. Aynı araç bu fabrikada 4,2 milyon dolara mal ediliyor.” bilgisini verdi.
Protesto gösterisine katılan işçiler sık sık sloganlar atarak, özelleştirme sürecine karşı çıktı. İşçiler, “peşkeşe hayır”, “savunma millidir, milli kalacak” diyerek, özelleştirme sürecini protesto etti.
BOLD- Meksika’nın başkenti Meksiko’da bir akaryakıt boru hattında meydana gelen patlamada ölenlerin sayısı 66’ya yükseldi. Yaralananların sayısı da 76’ya yükseldi.
Patlamanın, bir grup hırsızın boru hattına delik açmasından birkaç saat sonra meydana geldiği açıklanmıştı. Meksika hükümeti yıllık milyarlarca dolar zarara uğratan akaryakıt hırsızlığı bu sefer can aldı.
Meksika Devlet Başkanı Andres Manuel Lopez Obrador akaryakıt hırsızlığına karşı mücadele etmeye devam edeceklerini söyledi.
Boru hattı uzun süre kapatılamayınca civar köylerde yaşayan 600-800 köylünün yangının büyüklüğünden korkarak bölgeden uzaklaşmaya çalıştı. Meksika Savunma Bakanı Luis Cresencio Sandoval patlamanın olduğu bölgeye 25 asker gönderdiklerini duyurdu. Köylüler yetkililerin geçilmesine tepki gösterdiği belirtildi.
Almanya’da silah taşımasına izin verilenlerin sayısı son yıllarda baş döndürücü biçimde artıyor. Sebebi üzerine farklı görüşler var.
Alman gazetesi Neue Osnabrücker Zeitung, Alman Federal İçişleri Bakanlığı’nın silahlanmayla ilgili rakamlarını yayınladı. Habere göre; 2014’ten bu yana, silah ruhsatı sahiplerinin sayısı iki katına çıktı ve 600.000’e ulaştı. 2014 yılında 261.332 ruhsatlı silahlı kişi sayısı, 2018 yılının Ekim ayında 599.940’a, Aralık ayında ise yüzde 130 civarında bir artışla 603.482’ye yükseldi.
Silah ruhsatı sahipleri, gaz tabancası, sinyal silahı, tahriş edici silahlar kullanabiliyor. Ancak bu yalnızca acil durumlar için geçerli. Ruhsat alabilmek için ön koşul, başvuru sahibinin yasal yaşta olması ve kişisel olarak uygun ve güvenilir görülmesi. Silahlar yalnızca acil durumlarda kullanılabiliyor ve halka açık yerlere götürülemiyor.
Öte yandan, kesici silahlar Almanya’da yasak. Ancak rapora göre bu tür silahların sayısı geçtiğimiz yıl 27.000 artarak 5.4 milyon silah mühimmat ve ekipmana ulaştı. Geçtiğimiz yıl, 3.6 milyon av tüfeği, tüfek ve uzun namlulu silah tespit edilmişti.
Almanların silahlanmasının ve bu silahlanmanın artmasının birçok nedeni olduğu belirtiliyor. Alman Polisi, birçok vatandaşın suçlarla ilgili çok hızlı yayılan haberler nedeni ile yaşadığı güvensizlik hissinin silah alımını arttığını söylüyor. Örneğin Köln’de silah ruhsatı sahiplerinin sayısı Yılbaşı Gecesi’ndeki saldırıların ardından önemli biçimde yükseldi.
Sol parti sözcüsü Ulla Jelpke ise politikacıları suçluyor: “Açıkçası bu, İçişleri Bakanı Horst Seehofer ve AfD gibi sağcıların kışkırtmalarının, korkutma taktiklerinin sonucudur”.
Ayrıca Alman Polis başkanı Oliver Malchow, silah kullanımının daha fazla şiddete yol açabileceği konusunda da uyarıyor: “Bu tür durumlarda, insanlar kendilerini savunmak için daha fazla silahlanmaya gidiyor, bu kullanıcının kendisini de bir suçlu yapabilir.”
Zombi fotoğrafları eşliğinde Türkiye’deki seçim hileleri dünya basınında. Özellikle de Osmanlı zamanında doğmuş, 100 yaşının üzerindeki binlerce seçmen..
BOLD- Reuters Haber Ajansı, 165 yaşındaki seçmen haberini şu ilginç sözlerle dünyaya duyurdu: “Bunlar (seçmen listeleri) 165 yaşındaki Ayşe Ekici’yi de içeriyor. Muhtemelen 19. yüzyılda ilk Osmanlı kağıt parasını basan Sultan Abdülmecid zamanında doğdu. Ekici, daha önce hiç oy kullanmadı şeklinde kaydedildi. Diğer bir imkansız seçmenin ismi ise kısaca Zülfü. 149 yaşında.”
Türkiye’deki seçim hileleri dünya basınına haber oldu. İngiliz Reuters Haber Ajansı, Türkiye’de seçmen listelerinde ortaya çıkan çarpıklıkları ve hileleri “Türk muhalefeti 165 yaşında seçmen bulunduran seçim listesine itiraz ediyor” başlığıyla dünyaya duyurdu.
REUTERS: EKONOMİ NEDENİYLE ERDOĞAN ANKARA DAHİL BÜYÜK ŞEHİRLERİ KAYBEDEBİLİR
CHP, HDP ve İyi Parti’den Reuters Haber Ajansına konuşan siyasiler seçmen listelerine ilişkin binlerce itiraz sunduklarını ve bazı bölgelerde hayatta olmayan kişilerin seçmen listelerinde bulunduğunu belirttiler.
Reuters, 31 Mart’ta yapılacak seçimlerde partilerin birbirine yakın oylar almasının beklendiğini ve ekonomideki kötü gidişat dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki AKP’nin başkent Ankara dahil bazı şehirleri kaybedebileceğini yazdı.
CHP ve HDP, listelerdeki çarpıklıkların özellikle AKP’nin seçimi küçük bir farkla kaybettiği bölgelerde yoğunlaştığını belirtti. AKP’li yetkililer ise kendilerinin bu çarpıklıkların en büyük mağduru olduğunu, kendilerinin de listelere binlerce itiraz yaptığını iddia etti.
CHP: 100 YAŞIN ÜZERİNDE 6 BİN 389 SEÇMEN LİSTELERDE VAR
CHP Milletvekili Onursal Adıgüzel, seçmen listelerinde yaşı 100’ün üzerinde 6 bin 389 kişi tespit ettiklerini ve Yüksek Seçim Kurulundan bunları araştırmasını istediklerini açıkladı.
Reuters Haber Ajansı, 165 yaşındaki seçmen haberini şu ilginç sözlerle dünyaya duyurdu: “Bunlar (seçmen listeleri) 165 yaşındaki Ayşe Ekici’yi de içeriyor. Muhtemelen 19. yüzyılda ilk Osmanlı kağıt parasını basan Sultan Abdülmecid zamanında doğdu. Ekici, daha önce hiç oy kullanmadı şeklinde kaydedildi. Diğer bir imkansız seçmenin ismi kısaca Zülfü. 149 yaşında.”
ÇANKIRI’NIN ORTA İLÇESİNDE SEÇMEN SAYISI 6 AYDA YÜZDE 95 ARTMIŞ
CHP, özellikle Haziran’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra bazı çevrelerde seçmen sayısının hızla arttığını tespit etmiş.
En büyük artış Çankırı’nın Orta ilçesinde gerçekleşmiş. İlçede seçmen sayısı yüzde 95 artmış görünüyor. Seçimi AKP’nin küçük bir farkla kazandığı Üsküdar’da bir dairede ise 40 seçmenin kayıtlı olduğu tespit edilmiş.
HAKKARİ’DE BİR DAİREDE 1 108 SEÇMEN, MARDİN’DE 506 SEÇMEN KAYITLI
İyi Parti de 126 bin seçmen kaydına itiraz etti. Bitlis’te bir dairede 45 değişik soyadına sahip 80 kişi tespit edilmiş.
Meclis araştırması isteyen HDP ise Hakkari’de bir dairede 1 108 seçmen ve Mardin’de ise 506 seçmen olduğunu kayıtlara geçirmiş.
HDP, ayrıca binlerce seçmenin kaydının silindiğini ifade etti.
Reuters Haber Ajansı’nın haberi ve detaylar Twitter’da da çokça konuşuldu.
Akademisyen Cengiz Güneş, “Şaka değil: Türk muhalefeti 165 yaşında seçmen bulunduran seçim listesine itiraz ediyor” paylaşımını yaptı.
Not a joke – “Turkish opposition challenges electoral list containing 165-year-old voter” | Article [AMP] | Reuters #Turkeyhttps://t.co/HYVLWgup1V
Gazeteci-Yazar Pınar Tremblay ise, “Bütün Hollywood film yapıcılarına çağrı – özellikle Türkiye’de 31 Mart üzerine bilim kurgu – o günde yaşları 100 ile 165 yaş arasında binlerce seçmen oy kabinine gelirken kameranızı çalıştırın! Bunu kaçırmak istemezsiniz. Türk Hava Yolları size herhangi bir şiddet sahnesi için yardımcı olabilir. Değil mi” dedi.
Calling all hollywood movie makers — esp sci fi to Turkey on March 31- get ur cameras rolling thousands of voters btw ages 100-165 will be coming to the voting booth that day! You dont wanna miss it! @TurkishAirlines can help you for any violent scenes right @barbarosansalfn
Seçmen listelerindeki çarpıklıklar birçok esprili paylaşımla da gündem oldu.
YSK kayıtlarına göre yaşı 100 ile 165 arasında değişen, 6.389 seçmen olduğu, yine YSK’ya göre 165 yaşında ”Ayşe Ekici” adlı bir seçmenin ilk kez 31 Mart’ta oy kullanacağı öğrenildi!
Endüstriyel bir bitki olan fakat uyuşturucunun hammaddesi olarak kullanılan kenevir üretimi Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, her katıldığı her programda birinci gündemi oldu. Adeta milli bir mesele haline gelen kenevir üretimi ile ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, açıklamalarının ardından bürokrasiden ve iş dünyasından destek mesajları geldi.
ERDOĞAN: VEZİRKÖPRÜ BU İŞİN MERKEZİ OLACAK
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) Samsun ilçe belediye başkan adayları toplantısında ekonomik değeri yüksek olan kenevir üretimi tekrar gündeme getirdi. Kenevir üretimi üzerinde durduğunu belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Samsun Vezirköprü’de kenevir ekimini yoğun bir şekilde sürdüreceğiz. Vezirköprü bu işin merkezi olacak” dedi.
Kırklareli Valisi Osman Bilgin
KIRKLARELİ VALİSİ BİLGİN: BİZDE YETİŞİYOR
Erdoğan’ın açıklamalarının ardından Kırklareli Valisi Osman Bilgin’de kenevir üretimi ile ilgili açıklamalarda bulundu. Kırklareli’nde de yaklaşık 3 ile 3,5 milyon kök arasında kendiliğinden yetişen Hint keneviri bulunduğunu anlatan Vali Bilgin, “Belli aralıklarla yetişen kenevirleri sökülüp imha edilmektedir. Bunların ekonomiye kazandırılması çok önemlidir” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarının ardından Tarım ve Orman Bakanlığı yetkilileri ile temasa geçtiklerini aktaran Vali Bilgin, “Kırklareli’ni de kenevir ekim sahası içerisine aldıracağız, var olan yani kendiliğinden yetişen kenevirleri değerlendireceğiz. Vatandaşımızın talep etmeleri halinde ise kendi arazilerine devlet kontrolü altında kenevir ekimi yapılacak. Hem vatandaşımızın kalkınmasına hem de ülke ekonomisine katkı sağlanacak.” ifadesini kullandı.
MÜSİAD Başkanı Abdurrahman Kaan
MÜSİAD BAŞKANI KAAN: ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ KURALIM
AKP’ye yakınlığı ile bilinen Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Genel Başkanı Abdurrahman Kaan, uyuşturucu seviyesi düşük ‘Endüstriyel Türk Keneviri’ tohumu üretilmesi gerektiğini kaydederek, “Çiftçiler bu konuda bilinçlendirilmeli, teşvik edilmeli. Tüm bu süreçlerin takibi ve planlı bir şekilde ilerleyebilmesi için bir Türk Keneviri Araştırma Enstitüsü kurulmalıdır” teklifinde bulundu. MÜSİAD olarak her türlü desteğe hazır olduklarını belirten Başkan Kaan, Türkiye’de üretilen kenevirin Avrupa’da ve diğer bölgelerde üretilen çeşitlerine göre kalitesi ve yüksek verimliliğiyle öne çıktığını vurguladı.
ERDOĞAN: ONLAR CAYIR CAYIR EKİYOR
Daha önce katıldığı bir programda kenevir üretimini gündeme getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Afyon ve kenevirle ilgili kısıtlamaların yer alması, konunun bir başka önemli boyutudur. Bize bir zamanlar afyon ekimini yasaklayanlar kendileri cayır cayır afyon ekiyorlar. Tarım Bakanlığımıza bu konuda gerekenleri söyledim. Yeniden bir kenevir ekimi süreci başlatalım. Çünkü kenevir ekiminin çok farklı alanlarda çok farklı faydalarının olduğunu göreceğiz. Bu süreci başlatacağız. Buradaki amacın ülkemizi sadece askeri açıdan değil ekonomik olarak dışarıya bağlılığını kaldırmaktır.” demişti.
KENEVİR NEDİR?
Anavatanı Orta Asya olan Kenevir, insanlık tarihinin en eski bitkisel hammadde kaynağıdır. Saplarında bulunan liflerden iplik üretilerek dokuma ve kumaş yapımında kullanılmaktadır. Esrar yapımında da kullanılan bitkinin üretimi sınırlama getirildiği için Tarım ve Orman Bakanlığından izin alınması gerekiyor. Türkiye’de, Kastamonu, Samsun, Kocaeli, Adana, Amasya, Kayseri, Sivas, İzmir, Kütahya, Antakya gibi illerde yetiştiriciliğini yapmak mümkün.
Endüstriyel bir bitki olan fakat uyuşturucunun hammaddesi olarak kullanılan kenevir üretimi Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, her katıldığı her programda birinci gündemi oldu. Adeta milli bir mesele haline gelen kenevir üretimi ile ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, açıklamalarının ardından bürokrasiden ve iş dünyasından destek mesajları geldi.
ERDOĞAN: VEZİRKÖPRÜ BU İŞİN MERKEZİ OLACAK
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) Samsun ilçe belediye başkan adayları toplantısında ekonomik değeri yüksek olan kenevir üretimi tekrar gündeme getirdi. Kenevir üretimi üzerinde durduğunu belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Samsun Vezirköprü’de kenevir ekimini yoğun bir şekilde sürdüreceğiz. Vezirköprü bu işin merkezi olacak” dedi.
Kırklareli Valisi Osman Bilgin
KIRKLARELİ VALİSİ BİLGİN: BİZDE YETİŞİYOR
Erdoğan’ın açıklamalarının ardından Kırklareli Valisi Osman Bilgin’de kenevir üretimi ile ilgili açıklamalarda bulundu. Kırklareli’nde de yaklaşık 3 ile 3,5 milyon kök arasında kendiliğinden yetişen Hint keneviri bulunduğunu anlatan Vali Bilgin, “Belli aralıklarla yetişen kenevirleri sökülüp imha edilmektedir. Bunların ekonomiye kazandırılması çok önemlidir” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarının ardından Tarım ve Orman Bakanlığı yetkilileri ile temasa geçtiklerini aktaran Vali Bilgin, “Kırklareli’ni de kenevir ekim sahası içerisine aldıracağız, var olan yani kendiliğinden yetişen kenevirleri değerlendireceğiz. Vatandaşımızın talep etmeleri halinde ise kendi arazilerine devlet kontrolü altında kenevir ekimi yapılacak. Hem vatandaşımızın kalkınmasına hem de ülke ekonomisine katkı sağlanacak.” ifadesini kullandı.
MÜSİAD Başkanı Abdurrahman Kaan
MÜSİAD BAŞKANI KAAN: ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ KURALIM
AKP’ye yakınlığı ile bilinen Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Genel Başkanı Abdurrahman Kaan, uyuşturucu seviyesi düşük ‘Endüstriyel Türk Keneviri’ tohumu üretilmesi gerektiğini kaydederek, “Çiftçiler bu konuda bilinçlendirilmeli, teşvik edilmeli. Tüm bu süreçlerin takibi ve planlı bir şekilde ilerleyebilmesi için bir Türk Keneviri Araştırma Enstitüsü kurulmalıdır” teklifinde bulundu. MÜSİAD olarak her türlü desteğe hazır olduklarını belirten Başkan Kaan, Türkiye’de üretilen kenevirin Avrupa’da ve diğer bölgelerde üretilen çeşitlerine göre kalitesi ve yüksek verimliliğiyle öne çıktığını vurguladı.
ERDOĞAN: ONLAR CAYIR CAYIR EKİYOR
Daha önce katıldığı bir programda kenevir üretimini gündeme getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Afyon ve kenevirle ilgili kısıtlamaların yer alması, konunun bir başka önemli boyutudur. Bize bir zamanlar afyon ekimini yasaklayanlar kendileri cayır cayır afyon ekiyorlar. Tarım Bakanlığımıza bu konuda gerekenleri söyledim. Yeniden bir kenevir ekimi süreci başlatalım. Çünkü kenevir ekiminin çok farklı alanlarda çok farklı faydalarının olduğunu göreceğiz. Bu süreci başlatacağız. Buradaki amacın ülkemizi sadece askeri açıdan değil ekonomik olarak dışarıya bağlılığını kaldırmaktır.” demişti.
KENEVİR NEDİR?
Anavatanı Orta Asya olan Kenevir, insanlık tarihinin en eski bitkisel hammadde kaynağıdır. Saplarında bulunan liflerden iplik üretilerek dokuma ve kumaş yapımında kullanılmaktadır. Esrar yapımında da kullanılan bitkinin üretimi sınırlama getirildiği için Tarım ve Orman Bakanlığından izin alınması gerekiyor. Türkiye’de, Kastamonu, Samsun, Kocaeli, Adana, Amasya, Kayseri, Sivas, İzmir, Kütahya, Antakya gibi illerde yetiştiriciliğini yapmak mümkün.
IŞİD’den kurtarılan Şengal’de güvenliğin sağlanamaması nedeniyle halk göçetmeye ya da kamplarda yaşamaya devam ediyor.
Irak’ta faaliyet gösteren bazı sivil toplum örgütleri, Ezidi Kürtlerin resmi yollardan Avrupa ülkelerine geçişi için yardım ediyor ancak kaçak yollardan iltica yollarına düşenler de binlerce.
Ezidi Kürt aktivist Mahmud Albirgişi, “Ezidilere herhangi bir güvence verilmedi. Katliama uğradılar ama katillerine yardım edenler bugün Şengal’e geri dönüyor. Kimsenin bu insanlık suçu nedeniyle yargılanmadığını, cezalandırılmadığını görüyorlar. Bu yüzden ülkeyi terketmek istiyorlar” diyor.
Şengal Kaymakamlığı verilerine göre, kaçak yollarla yurt dışına çıkmaya çalışan yaklaşık 300 Ezidi Kürt Ege Denizinde boğularak öldü. IŞİD saldırılarının başladığı Ağustos 2014’ten bu yana yurt dışına iltica eden Ezidi Kürt sayısı ise 118 bin.
Işıd saldırıları sonrası kaçan ezidiler
YÜZDE 85’İ DUHOK MÜLTECİ KAMPINDA
IŞİD’in Şengal’e saldırmasıyla birlikte bölgede yaşayan 300 bin Ezidi Kürt göçetti. Şu ana kadar 18 bin kişi Şengal’e geri döndü. Geri kalanların yüzde 85’i de şuan Duhok’taki mülteci kamplarında barınıyor.
Ninova İl Meclisi Başkanı Seydo Çeto, “2014’ten önce buradan göç çok az sayıdaydı. Ama malesef yaşanan acı olayların ardından Ezidileri koruma adına atılan adımların yetersiz olması halkı göçe yönlendirdi” diyor.
Teknoloji lüksle buluşunca fiyatlar astronomik noktalara çıkıyor. Neredeyse bin dolar etiket fiyatıyla piyasaya çıkan kulaklık ve özellikleri.
Dünyada lüksün sembolü olan Louis Vuitton, cep telefonu aksesuarı üretiminde önemli bir adım attı.
New York merkezli müzik şirketi Master & Dynamic ile birlikte çalışan Louis Vuitton Horizon Earphones adını verdiği bir kulaklık piyasaya sürdü. Dört farklı renk tonu tasarımında ve fiyatı 995 dolar.
LOUİS VUİTTON KULAKLIĞIN ÖZELLİKLERİ
Kulaklık, 10mm yüksek performanslı Berilyum sürücülere sahip ve 3,5 saatlik sürekli oynatım-kullanım sunuyor. Kulaklıklar LV amblemi taşıyor ve şarj ünitesi de oldukça şık.