25 Temmuz 2020 Cumartesi

U.S. says Russia sent more equipment to Libyan front lines

Russia appears to be sending more military equipment to its mercenaries in Libya, including the flashpoint city of Sirte, in breach of an arms embargo, the U.S. military said on Friday.

Its Africa Command said there was mounting evidence from satellite pictures of Moscow’s military cargo planes, including IL-6s, bringing supplies to fighters from the Russian Wagner Group.

Both sides have been mobilizing forces around Sirte where any major new escalation could risk drawing major regional powers further into Libya’s messy conflict.

The Tripoli-based, internationally recognized Government of National Accord (GNA) is backed by Turkey. The eastern-based forces of Khalifa Haftar’s Libyan National Army (LNA) are backed by Russia, the United Arab Emirates, and Egypt.

“The type and volume of equipment demonstrate an intent toward sustained offensive combat action capabilities,” the Africa Command said in a statement posted on its website.

Both Russia and its LNA ally have denied previous U.S. military statements that Moscow has sent fighter jets to back Wagner forces there.

The GNA earlier this year pushed the LNA from most territory it held in northwest Libya, including in Tripoli, destroying several Russian air defense systems.

However, the LNA stopped retreating at the central coastal city of Sirte, which it took from the GNA in January, and the front line has solidified there.

Reuters

Turkey says any Libya ceasefire deal requires Haftar withdrawal

The post U.S. says Russia sent more equipment to Libyan front lines appeared first on IPA NEWS.



from IPA NEWS https://ipa.news/2020/07/25/u-s-says-russia-sent-more-equipment-to-libyan-front-lines/
Devamını Oku »

İstanbul Sözleşmesi’ne AKP’li seçmen desteği yüzde 49,7

AKP seçmeninin yüzde 49,7’si, İstanbul Sözleşmesi diye bilinen ‘Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nde kalınmasını talep etti.

BOLD – MetroPOLL Araştırma’nın, kamuoyunda ‘İstanbul Sözleşmesi’ diye bilinen ‘Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ ile ilgili araştırmasından AKP’li seçmen sürprizi çıktı. Hükumetin sözleşmeden çekilmesini isteyen seçmen oranı 25,7’de kalırken AKP’lilerin 49,7’si ‘kalalım’ dedi. Yüzde 24,6’sı ise fikir beyan etmedi.

ÇEKİLMEYİ ONAYLIYORUM DİYENLER YÜZDE 17’DE KALDI

Araştırmaya katılanların yüzde 63,6’sı, çekilmeyi onaylamadığını belirtti. ‘Evet çekilmeyi onaylıyorum’ diyenlerin oranı 17’de kalırken 19,4’lik kesim ‘fikrim yok’ dedi.

AYRILALIM DİYEN HDP’LİLERİN ORANI DİKKAT ÇEKTİ

MetroPOLL cevapların, 24 Haziran 2018 seçiminde oy verilen partiye göre dağılımını da paylaştı. Buna göre çekilmeyi onaylıyorum diyen kesimin yüzde 25,7’sini AKP, 7,6’sını CHP, 27,3’ünü MHP, 18,2’sini HDP, 3,5’ini İyi Parti tabanı oluşturdu.

Kılıçdaroğlu: Firavunların iktidarını yıkıp halkın iktidarını kuracağız

medyabold
Devamını Oku »

Kılıçdaroğlu: Firavunların iktidarını yıkıp halkın iktidarını kuracağız

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin 37’nci Olağan Kurultayında konuştu. “Firavunların iktidarını yıkıp halkın iktidarını kuracağız. Dostlarımızla ilk seçimde iktidar olacağız.  Bu kurultay alçak gönüllü bir uygarlığın inşasına çağrıdır” dedi.

BOLD – Bilkent Odeon Gösteri ve Kültür Merkezinde “Hedef İktidar” sloganıyla gerçekleştirilen kurultayda Kılıçdaroğlu’nun 80 il başkanının  imzasıyla aday gösterilmesi bekleniyor.

CHP kurultayında Bilim Kurulu tavsiyeleri doğrultusunda koronavirüse karşı kurultay alanı girişinde delegelerin ateşi ölçüldü, maske ve dezenfektanlar verildi. Sosyal mesafenin korunması için yerlere “Sağlığınız için 1.5 metre sosyal mesafeyi koruyun” yazılı sticker yapıştırıldı. Oy verme işlemlerinde, yığılmaları önlemek amacıyla 44 sandık ve 132 kabin kuruldu.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, eşi Selvi Kılıçdaroğlu ile birlikte Odeon Kültür Merkezi’ne geldi. Kılıçdaroğlu’nun aracı, yolda yürüyen bazı basın mensuplarını alarak alana getirdi. Tören Kılıçdaroğlu’nun salondakileri saygı duruşunun ardından İstiklal Marşı söylemeye davetiyle başladı. Divan Başkanlığı’na Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu seçildi.

KURULTAY ALÇAK GÖNÜLLÜ BİR UYGARLIĞIN İNŞASINA ÇAĞRIDIR

Kılıçdaroğlu, kurultay konuşmasında şunları kaydetti:

Tarihi bir kurultay bu kurultay. Bu kurultay Türkiye Cumghuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılına taşıyacak olan bir kurultaydır. Bu kurultay işsizliği, bu kurultay yoksulluğu, bu kurultay liyakatsizliği, bu kurultay umutsuzluğu nasıl ortadan kaldıracağımızı açıklayan bir kurultaydırOn binlerin gözü, kulağı, aklı bu kurultaydadır. Bu kurultay sadece vatandaşlarımızın değil Orta Doğu’dan Avrupa’ya, Afrika’ya, Amerika’ya, Rusya’ya, Uzak Asya’ya kadar tüm dünyanın gözünün üstünde olduğu bir kurultaydır. Çünkü bu kurultay ekonomik buhrandan nasıl çıkacağımızı anlatacağımız bir kurultaydır. İnanıyorum ki bu kurultay örnek olacaktır. Bu kurultayda alacağımız her kararın yankısının yüksek olacağını biliyoruz. Bu kurultay alçak gönüllü bir uygarlığın inşasına çağrıdır.

Adalet Yürüyüşü’nü hiç kimse unutmasın. Son gününde Maltepe’de bu bir sona değil yeni bir başlangıçtır demiştim. Önümüzdeki duvarı yıkacağız demiştim. 31 Mart seçimlerinde duvarın arkasına geçtik. O duvarı şimdi dostlarımızla birlikte parça parça yıkacağız.

Üzülerek ifade ediyorum 1. YY.’da yasama, yargı ve medya bir kişinin vesayeti altındadır. Demokrasi sadece kağıt üzerinde kalan bir sözcük haline gelmiştir. Saray ne diyorsa yargı aynısını yapıyor, egemen güçler ne diyorsa saray aynısını yapıyor. Örneğin, Osman Kavala içeride kalacak diyorlar, gereği yapılıyor.

HESAP SORMALIYIZ

Fabrikaları sattılar, parayı ne yaptıklarını kimse bilmiyor. Topraklarımızı sattılar. 250 bin dolara istediğiniz yerden istediğiniz daireyi alabiliyorsunuz! Bunu özellikle bizi dinleyen bütün vatandaşlarıma ifade etmek istiyorum, elinizi vicdanınıza koyun. 18 yıl devleti yönetecek, 18 yılda 2 trilyon 400 milyar dolar para harcanacak, bu paranın nereye gittiğini TBMM’de kimse bilmeyecek, sonra bana kalkıp ekonomiden bahsedeceksiniz. Peki bu işsizlik, yoksulluk ne? Türkiye Cumhuriyeti bu hale getirenlerden hesap sormalıyız. Neden bu hale getirdiniz bu memleketi?

Üçüncü büyük sorun da dış politika. Türkiye şu anda egemen güçlerin taleplerini yerine getiren bir devlet konumuna düşürülmüştür. Süleyman Şah Türbesi bu ülkenin namusudur. Oradan bayrağımızı indirip, Süleyman Şah Türbesi’ni kaçıranlara vatan haini denir.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir devlet başkanı aldatıldım dememiştir ve aldatılmamıştır. Ama ilk kez 18 yıllık iktidarında bir kişi herkes tarafından aldatılmıştır. Bakın bir örnek vereceğim. 18 Şubat 2018’de şöyle diyor (Erdoğan); ‘Sayın Obana ile defalarca konuştum. Ama hep aldatıldık. Bir değil, iki değil, üç değil hep aldatıldık.’ Bu anlayış dış politikamızı egemen güçlere teslim etme anlayışıdır.

Dördüncü en büyük sorun eğitimdir. Hâlâ birleşik sınıflar var. 21. YY.’dayız. 2 trilyon 400 milyar dolar para harcadınız halen yeterli derslik yok. Bir devleti geriletmek için işgal etmenize gerek yok, eğitim sistemini bozarsınız. Eğitim politikalarını sürekli değiştirerek kendi çocuklarını denek olarak kullanan dünyadaki tek ülkeyiz.

TOPLUMSAL BARIŞ TEMELDEN DİNAMİTLENDİ

Beşinci temel sorunumuz toplumsal barış. Toplumsal barışımız temelden dinamitlenmiştir. Oysa bu ülkede 83 milyon bayrağımızın altında huzur içinde yaşamalıyız. Kimsenin etnik kimliğini sorgulamak bizim haddimiz değildi. Bizim sorgulayacağımız şey vatandaşın karnı aç mı tok mu. Siyasal iktidar başta Kürt sorunu olmak üzere toplumsal ayrıştırmaya yaşatmakta ve politikalarını bunun üzerine inşa etmektedir.

MİLLET İTTİFAKINDAKİ DOSTLARIMIZLA ÇÖZECEĞİZ

Bu sorunları hep birlikte çözeceğiz. Dostlarımızla Millet İttifakını oluşturan dostlarımızla çözeceğiz. Özgürlük isteyen gençlerimizle çözeceğiz. Bu sorunu her gün şiddete uğrayan ama asla pes etmeyen kadınlarla çözeceğiz. Bu sorunları kalemini satmayan gazetecilerle, bilim insanlarıyla, ahlaklı sporcularla. Bu sorunları alın terinin karşılığını alamayan emekçilerle çözeceğiz.i Sayıları 10 bini aşan ve büyük bir kısmı gençlerden oluşan işsizlerle çözeceğiz. Birlikte halkımızla birlikte çözeceğiz.

Şimdi geldik nasıl çözeceğiz? Şunu hiç kimse unutmasın; önümüzdeki ilk seçimlerde dostlarımızla birlikte iktidar olacağız. Firavunların iktidarını yıkıp halkın iktidarını kuracağız. Hangi partiye oy verdin sorusunu değil, ne derdin var sorusunu soracağız. Akılla, bilgi, birikim, istişare ile çözeceğiz. Adalet duygusuyla çözeceğiz.

Sorunlarımızı nasıl çözeceğimiz anlatan 2. yüzyıla çağrı beyannamesini hazırladık. 2023’de Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılını geride bırakacağız ve 2. yüzyıla geçeceğiz. 2. Yüzyılda Türkiye bölgesinin ve dünyanın en saygın ülkelerinden biri haline gelecek? Bu beyannamenin detaylarını paylaşarak sonrasında da bu beyannameyi oylarınıza sunacağım:

YENİ ANAYASA İLE GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEM

Birinci hedef; yeni bir anayasa ile güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilecektir. Geniş bir toplumsal mutabakat sağlanacaktır. Herkesin Mısır’daki sağır sultanın da bilmesini istiyorum. Biz bütün tarafların katılımıyla darbe hukukundan arınmış bir anayasa yapacağız. Cumhurbaşkanının tarafsız olması sağlanacaktır. Partili cumhurbaşkanı uygulamasına son verilecektir. Cumhurbaşkanı namuslu, tarafsız olacak, aldatılmayacak, namuslu, hür bu toprakların evladı olacak. kuvvetler ayrılığı esas alınacak. Yargı bağımsızlığı sağlanacak. Yüksek yargı organları üzerinde vesayete son verilecek.

İkinci hedef; düşünceyi ifade, basın özgürlüğü koşulsuz güven altına alınacaktır. STK’lar üzerindeki her türlü baskıya son verilecek, medya özgürlüğü evrensel ölçüler altında garanti altına alınacaktır.

Türkiye’de toplumsal barışın huzuru sağlanacaktır. Tüm toplumsal sorunlarımız, TBMM öncülüğünde sorunlar çözülecek Türkiye’nin tam bağımsızlığı güçlendirilecektir. Kürt sorununu egemen güçlerin kullanmasına asla izin vermeyeceğiz. Kadın-erkek fırsat eşitliği sağlanacak. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi öncelikli bir devlet politikası haline getirilecek. Toplumsal barışın kalıcı haline getirilmesi için tüm terör örgütleriyle mücadele ödün verilmeksizin sürdürülecek.

GÜREŞÇİDEN BANKA MÜDÜRÜ OLMAYACAK

Üçüncü madde; devlet yönetiminde liyakat sistemi hakim kılınacak. Kamusal alandaki bütün atamalarda liyakat sistemi esas alınacaktır. Hizmet yandaşa değil, vatandaşa verilecektir. İşi ehline vermek bir devlet politikası olacak. Bu anlayışla yola çıkınca güreşçiden banka müdürü olmayacak.

Dört; seçim yasası değişecek, milletin vekilini genel başkanlar değil, millet seçecek. Seçim yasası değişikliğiyle cinsiyet kotası getirilecek, kadınların parlamentodaki temsili yasal güvence altına alınacaktır. CHP’li kadın milletvekilleri bu yasa teklifini hazırlayarak TBMM’ye verecekler. Parlamentoda da kadınlar hak ettikleri yeri alacaktır.

Beş; siyasi ahlak yasası çıkarılacak. Siyaset kirlilikten arındırılacak.

Altı; kamu ihale kanunu yeniden düzenlenecek. Kamuda israf ve kayırmacılığı önlemek için ivedilikle değiştirilecektir.

medyabold
Devamını Oku »

Ayasofya’da Fetih Suresi okunurken hüngür hüngür ağladı!

Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Nihat Özdemir, dün Ayasofya Camii’nde, Fetih Suresi okunurken içinden gürül gürül bir nehir aktığını, göz yaşlarını tutamadığını ve hüngür hüngür ağladığını açıkladı.

BOLD – Hürriyet yazarı Fatih Çekirge, Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanı Nihat Özdemir’in dün Ayasofya Camii’nde kılınan cuma namazı sonrası kendisine “Fetih Suresi okunurken içimden gürül gürül bir nehir aktı. Gözyaşlarımı tutamadım. Hüngür hüngür ağladım” dediğini aktardı.

HUZUR VE HUŞU İÇİNDE BİR NAMAZ KILDIK

Limak Holding Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı da yürüten Özdemir’in yazının ilgili kısmındaki sözleri şöyle: “Fatih’in İstanbul’u almasından sonra, bu millet bir kez daha kendisini Ayasofya’da göstermiştir. Bakın, bu cuma namazına yüz binlerce insan Anadolu’nun her yerinden geldi. Bu neyi gösterir? Bizim hangi ırktan, kökenden olursa olsun en güçlü bağımız Müslümanlıktır, onu bir kez daha gördük. Huzur ve huşu içinde bir namaz kıldık. Gözyaşlarıyla kıldık. Muazzam bir özen ve tertibat vardı.”

Şirket yöneticileri gelecekten umutsuz

medyabold
Devamını Oku »

Türkiye dahil 16 ülkeden gelen yolculara zorunlu korona testi yapılacak

Koronavirüs salgınıyla mücadele kapsamında yeni bir adım atan Fransa, 16 ülkeden gelecek yolculara havalimanlarında Kovid-19 testini zorunlu kıldı. Söz konusu ülkeler listesinde Türkiye de yer aldı.

BOLD – Avrupa’da Kovid-19 ile yoğun mücadeleye giren ülkelerden Fransa, pandemiye karşı yeni önlemler aldı. Başbakan Jean Castex, Paris Charles de Gaulle Havalimanı’nda, salgının hızla yayıldığı 16 ülkeden gelecek yolculara zorunlu Kovid-19 testi yapılacağını açıkladı.

UYGULAMA 1 AĞUSTOS İTİBARIYLA BAŞLIYOR

Castex, yolcuların, Fransa’ya gelişten en fazla 72 saat içinde havalimanlarında veya öncesinde test yaptırması gerektiğini belirtti. Testin Fransa havalimanlarında uygulanması halinde sonuçların 24 saatte ilgili kişiye telefon veya elektronik posta ile bildirileceğini, pozitif sonuçlu kişilere zorunlu karantina uygulanacağını kaydetti. Tedbirin 1 Ağustos’ta yürürlüğe gireceği bilgisini verdi.

KATALONYA’YA GİTMEYİN İKAZI YAPTI

Vatandaşlarına,  salgının endişeye yol açması sebebiyle İspanya Katalonya’ya seyahat etmemelerini tavsiye eden Castex, iki ülke arası gidiş-geliş sayısını en aza düşürmek için Madrid’le görüşüldüğünü dile getirdi. Öte yandan Başbakanlık, salgın listesindeki ülkeleri şöyle sıraladı: ABD, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Panama, Güney Afrika, Kuveyt, Katar, İsrail, Brezilya, Peru, Sırbistan, Cezayir, Türkiye, Madagaskar, Hindistan ve Umman.

SON 3 HAFTADA VAKA SAYISI YÜZDE 66 ARTTI

Fransa Halk Sağlığı Kurumu’na göre son 3 haftada Kovid-19 vaka sayısı yüzde 66 arttı. Ülkedeki can kaybı 30 bin 182’ye, vaka sayısı ise 210 bin 972’ye yükseldi.

Sağlık Bakanlığına koronavirüs kazığı

medyabold
Devamını Oku »

Şirket yöneticileri gelecekten umutsuz

Şirket yöneticileri ile yapılan bir anket, şirketlerin salgından olumsuz etkilendiğini ortaya koydu. Geleceği ilişkin belirsizlikten yakınan şirket yöneticileri, gelecek yıldan itibaren bir düzelme bekliyor.

BOLD – CRIF Türkiye’nin yaptığı “Kovid-19 ve Sonrası Yönetici Beklenti Anketi”, salgının ekonomiye etkilerini net şekilde ortaya koydu. Ankete katılan şirket yöneticilerinin tamamına yakını, şirketlerinin salgından olumsuz etkilendiğine dikkat çekti. İkinci çeyrekte ise yüzde 12.2 daralma bekleniyor.

EN ÇOK OTOMOTİV VE İNŞAAT FİRMALARI ETKİLENDİ

Anket sonuçları, yılın ikinci çeyreğinde talepte yaşanan sert düşüşün etkisiyle bu süreçten en fazla otomotiv ve inşaatta faaliyet gösteren şirketlerin etkilendiğini ortaya koydu. Yine salgın süreciyle ilgili olarak şirket yöneticilerinin yüzde 74’ü siparişlerinde azalma olduğunu belirtirken, sadece yüzde 7’si bu dönemde siparişlerinin arttığını vurguladı. Ayrıca yöneticilerin yüzde 67’si, gerek sipariş taleplerinin azalması gerekse nakit akışında yaşanan aksaklıklar nedeniyle müşterilerinden gelen vade uzatım taleplerinin arttığı bilgisini paylaştı.

EKONOMİDE İYİLEŞME 2021’E KALDI

“Hangi çeyrekte ekonomide yukarı doğru ivme bekliyorsunuz” sorusuna ise ankete katılan yöneticilerin yüzde 21’i üçüncü çeyrek, yüzde 30’u dördüncü çeyrek, yüzde 32’si 2021’den itibaren yanıtını verdi. Yöneticilerin yüzde 17’si ise bu soruyu “emin değilim” diye yanıtladı. Şirket yöneticilerin yüzde 45’i şirket cirolarının yılın üçüncü çeyreğinden itibaren artacağını, yüzde 35’i düşeceğini ve yüzde 20’si değişmeyeceğini öngörüyor.

İKİNCİ ÇEYREKTE YÜZDE 12 DARALMA BEKLENİYOR

Türkiye ekonomisinin, küresel koronavirüs salgınının etkilerinin en çok hissedildiği ikinci çeyrekte yüzde 12.2 olmak üzere 2020 yılını yüzde 4.3 daralma ile tamamlaması bekleniyor. Reuters’ın 42 ekonomistin katılımıyla gerçekleştirdiği ankette ülke ekonomisinin üçüncü çeyrekte yüzde 3.1 daralması beklenirken, 2021 yılında ise yeniden büyüme gerçekleştirerek yüzde 4.5 büyümeye ulaşması bekleniyor.

Gazi üsteğmen Kılıçaslan 15 Temmuz Toplama Kampı’ndaki dehşet dolu günleri anlattı

medyabold
Devamını Oku »

Bakan danışmanının kız kardeşi personel daire başkanlığına atandı

Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, danışmanı Uğur Sadioğlu’nun Milli Savunma Bakanlığında sivil memur olarak çalışan kız kardeşi Sinem Sadioğlu’nu Orman Genel Müdürlüğü Personel Daire Başkanı olarak atadı.

BOLD – Sadioğlu’nun başında olduğu daire başkanlığının KPSS puanı yüksek olanlara, mülakatta düşük puanlar vererek bin 150 orman mühendisi, 2 bin 700 orman muhafaza memuru alması bakanlığı karıştırdı.

Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli, geçen yılın haziran ayında Ege Ordu Komutanlığında sekiz yıldır Milli Savunma Bakanlığında sivil memur olarak görev yapan Fatma Sinem Sadioğlu’nu, orman köylüleri için proje üreten, hibe ve kredi desteği veren yüksek bütçeli Orman ve Köy İşleri Dairesi başkanlığına atamıştı. Bakanlık danışmanı Uğur Sadioğlu’nun kız kardeşi Sinem Sadioğlu’nun, ormancılıkla ilgili deneyimi olmadığı, eğitim ve meslek geçmişine dair hiçbir bilginin yer almadığı kaydedildi.

LİYAKATİ ALT ÜST ETTİ

Tarım Orman İş Sendikası Genel Başkanı Şükrü Durmuş, Sadioğlu’nun, kurumun en kritik dairesi olan personel dairesine atanmasına tepki gösterdi. Durmuş, “Pakdemirli’nin kafasında bu kurumu ticarethaneye çevirmek olduğunu biliyoruz” dedi.

Durmuş, şunları söyledi: “Bu daireye, mesleği bilen birinin atanması gerekiyordu. Daha memuriyet tecrübesi bile çok düşüktü. O yetmemiş gibi, kısa süre sonra personel dairesi başkanlığına atandı. Bu, daha da büyük bir zuldür. Çünkü Orman Genel Müdürlüğünde, personelin işlendirilmesi konusu çok önemlidir. Hanımefendi geldikten sonra, üç ay önce rotasyondan tayin olmuş ve yeni yere yerleşmiş 213 personeli, apar topar tekrar rotasyona tabi tuttu. Kuruma alınacak 1150 orman mühendisi ve 2 bin 700 orman muhafaza memurundan KPSS puanı yüksek olanlara, mülakatta düşük puanlar vererek elediler. Kararlar mahkemeye gitti, şimdi tek tek iptal ediliyor. Bu yanlışlık, Sadioğlu daire başkanı olduktan sonra yapıldı. Yanlış verilen kararlar, kurumun tüm liyakatini altüst etti. Ormancılığı bilmeyen insanların buraları yönetmesinden daha büyük bir kötülük olamaz.”

Babacan’dan AKP’ye Ayasofya eleştirisi: Hükumetin büyük sorunları örtmek için getirdiği olaylardan biri

medyabold
Devamını Oku »

Cumartesi Annelerinin eylemi 800’ncü haftasına girdi: Yaşlıyım ve hastayım ama susmayacağım

Gözaltında kaybedilen çocuklarının akıbetini sormak ve faillerin cezalandırılması talebiyle buluşan Cumartesi Anneleri, eylemlerinin 800’üncü haftasına girdi. Oğlunu 25 yıl önce kaybeden Hasan Ocak’ın annesi Emine Ocak, “Kaç defa gözaltına alındığımı bilmiyorum. Yaşlıyım ve hastayım ama susmayacağım” dedi.

BOLD – 700’üncü haftalarında polisin sert müdahalesiyle karşılaşan, iki yıldır Galatasaray Meydanına çıkamayan Cumartesi Anneleri, koronavirüs nedeniyle eylemlerini internetten sürdürüyor.

Cumartesi Anneleri, 800. haftalarında bugün az sayıda aileyle sembolik olarak Galatasaray Meydanı’na karanfil bırakacak ve ardından her hafta olduğu gibi açıklamalarını online yapacak. Cumartesi Anneleri, Twitter’dan açıklama yaparak, “800. haftada ‘Adalet istiyoruz!’ diyen sesleri çoğaltmak için siz de cuma akşamları saat 21.00’da @CmrtesiAnneleri Twitter hesabından duyurulacak etiketi kullanarak onların sesine sesinizi katın” dedi.

70 YAŞINDAYIM TORUNLARIM MÜCADELEYİ ÜSTLENDİ

Gözaltında kaybedilen Hüseyin Taşkaya’nın eşi Sultan Taşkaya, oğlunun babasını aradığı için defalarca darp edilerek gözaltına alındığını belirtti. Taşkaya, “Ama şunu bilsinler ki o dar sokağa da sıkıştırsalar şiddet de uygulasalar çocuklarımın, torunlarımın ve Cumartesi ailesinden hiçbir ailemizin sesini kısamayacaklar. 70 yaşındayım çocuklarım torunlarım bu mücadeleyi üstlendi ve devam ettirecekler” ifadelerini kullandı.

Emine Ocak yazdı: Biz vazgeçersek bu ülke kaybedenlerin cenneti ...

BEN ANNEYİM YASAK BİLMEM

Oğlu Hasan Ocak’ı 25 yıl önce kaybeden, Cumartesi Annelerinin simge isimlerinden Emine Ocak (84), “Biz Galatasaray’a çıkıp karşılarında durunca insanlarımızı kaybedemediler. Mahkemelere gittik geldik. Kayıplarımızdan bazılarını toprağın altından çıkardık, onlara mezar yaptık” ifadesini kullandı. İktidara gelen her hükumetin önce kendilerine “haklısınız” dediğini kaydeden Ocak, şöyle konuştu: “Ne zaman ki hükumetler güçlendi önce bizi yasakladı, dövdü, gaza boğdu. ‘Haklısınız, ben sizin sorununuzu çözeceğim’ deyip bizimle görüşen Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi. Ben anneyim, yasak bilmem. Katiller ceza alınca, tüm kayıplarımızın mezarı bulununca susarım ancak. Kaç defa gözaltına alındığımı bilmiyorum. En zoru çocuklarımın ve arkadaşlarımın gözümün önünde dövülmesiydi. Galatasaray’ı kazanana kadar ölmek istemiyorum. Yaşlıyım ve hastayım artık ama susmayacağım. Galatasaray polislerin, demir bariyerlerin değil, Cumartesi Anneleri’nindir. Herkes bize yardımcı olsun, biz Galatasaray’a gidelim.”

40 YILDIR MEZARSIZIZ

Cemil Kırbayır’ın kardeşi Fatma Kırbayır ise, kaybedilen sevdiklerinin unutulmamalarını sağladıklarını belirtti. Düşman muamelesi gördüklerini anlatan Kırbayır, “Başvurduğumuz tüm devlet kurumlarında inkârla, dışlanmayla karşılaştık. Galatasaray bizim için kayıplarımızla buluştuğumuz yerdir. Kayıplarımızın mezarlarına bırakamadığımız çiçeklerimizi götürdüğümüz yerdir. Biz aile olarak 40 yıldır mezarsızız. Galatasaray’ı yasaklamak kayıp yakınlarını bir kez daha mezarsız bırakmaktır. Ne kayıplarımızdan ne de annelerimizden, babalarımızdan bize miras olan Galatasaray’ımızdan vazgeçeceğiz” dedi.

Dünyanın en pahalı yolu Amasya’da açılıyor: Her bir kilometresine 125 milyon lira harcandı!

medyabold
Devamını Oku »

Son görüşmeyi inceleyen bilirkişi: İhtar-ikaz-izah var!

Kayıp üniversite öğrencisi Gülistan Doku soruşturmasında bilirkişi, dosyadaki baş şüpheli Zaynal Abakarov’un Doku ile son görüşmesine ilişkin kamera kayıtları incelemesini tamamladı. Sonuç: “İhtar-ikaz-izah anlamında bedensel hareketler okunmakta.”

BOLD – Tunceli’de 203 gün önce kaybolan Munzur Üniversitesi öğrencisi Gülistan Doku ile dosyadaki baş şüpheli Zaynal Abakarov’un son görüşmesine dair kamera kayıtları incelemesi sonuçlandı. Cumhuriyet’ten Mehmet Kızmaz’ın haberine göre ilgili bilirkişi raporunda, Abakarov’un Gülistan ile konuşmasının ‘sokakta karşılaşılan bir erkek ve kadının bilinen normal konuşmaları gibi olmadığı’ ve ‘ihtar-ikaz-izah anlamında bedensel hareketlerinin okunduğu’ vurgulandı.

O KADINLARIN BEYANLARI SORUŞTURMAYA GİRMEDİ

Şüpheli Abakarov’un, Doku ile çalıştığı kafede yaptığı görüşme öncesi muhtemelen aynı yerde çalışan 3 kadınla da görüştüğü bilgisi verildi. Bilirkişi raporunda bu kadınlardan ‘tanık olabilirler’ diye bahsedildi. Raporda HTS kayıtları bulunduğunu belirten Doku ailesi avukatı Ali Çimen, “Kayıtlarda, kaybolmadan önceki gün, Abakarov’un Gülistan’ı alıkoyup darp etmesi olayında, bölgeye giden polislerden birinin o an Zaynal’ın polis babasını aradığı ortaya çıktı. Yine söz konusu kadınların beyanı soruşturmaya girmedi. Bu özellikle gizleniyor” dedi.

Yaylada kaybolan 11 yaşındaki Elif Akbayrak aranıyor

medyabold
Devamını Oku »

Sağlık Bakanlığına koronavirüs kazığı

Sağlık Bakanlığı, dört ay önce bakanlık şirketi USHAŞ’tan ihalesiz aldığı yerli tanı kiti için 6 kat daha fazla ücret ödediği ortaya çıktı. Bu durumla ilgili CHP’li Murat Emir, “Bakanlığın şirketi bakanlığı mı kazıkladı?” diye sordu.

BOLD – CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, Sağlık Bakanlığının koronavirüs tanısında kullandığı yerli tanı kitine ilişkin yolsuzluk tartışmaları sürerken aynı tanı kitinin bakanlığa dört ay arayla iki farklı fiyattan satıldığını iddia etti.

AYNI İLACA 6 KAT FAZLA ÖDEME YAPILMIŞ

Cumhuriyet’ten Mahmut Lıcalı’ya konuşan Emir, Türkiye’de pandemi sürecinin başlamasıyla birlikte koronavirüs teşhisinde Bioksen firmasının Biospeedy Covid-19 PCR kitinin kullanılmaya başlandığını ancak bakanlığın bugüne kadar bu tercihinin nedenini açıklamadığına dikkat çekti. Emir, “Dört ay önce bakanlık şirketi USHAŞ’tan ihalesiz yapılan alımla, bugün yapılan alım arasında neredeyse 6 kat fark olduğunu biliyoruz” dedi.

SAĞLIK BAKANI FİYAT FARKINI AÇIKLASIN

Tanı kiti üreten 12 firmanın daha bulunduğunu hatırlatan Emir, “Bu tanı kiti, dört ay önce USHAŞ aracılığıyla doğrudan alım yöntemiyle kaç liraya satın alınmıştır? Aynı ürün, iki hafta önce Devlet Malzeme Ofisi (DMO) ihalesiyle Bioeksen firmasının kendisinden kaç liraya alınmıştır? Biz, arada neredeyse 6 kata kadar fahiş bir fiyat farkı olduğunu biliyoruz. Bakanlığın şirketi, bakanlığı mı kazıklamıştır? USHAŞ’tan pis kokular geldiği için mi, bu ihale DMO üzerinden yapılmıştır?” diye sordu. Emir, Sağlık Bakanı Koca’yı bu fahiş fiyat farkını açıklamaya davet etti.

Gazi üsteğmen Kılıçaslan 15 Temmuz Toplama Kampı’ndaki dehşet dolu günleri anlattı

medyabold
Devamını Oku »

Federal ajanlar Çin’in Houston Konsolosluğuna girdi

Donald Trump yönetiminin Çin’e, Houston’daki konsolosluğunu kapatması için verdiği 72 saatlik sürenin dolması ile ABD’li federal ajanlar ve yerel kolluk kuvvetleri, diplomatik yerleşkeye girdi.

BOLD – ABD ile Çin arasındaki Houston geriliminde yeni bir sayfa açıldı. ABD’li federal ajanlar ve yerel kolluk kuvvetleri, Çin’in Houston konsolosluğunun kapatılması için verilen 72 saatlik sürenin bitmesiyle diplomatik yerleşkeye girdi.

GİRİŞTE KAMYON, KAMYONET VE ÇİLİNGİR ARACI KULLANILDI

Yerel basın, sürenin dolmasına kısa süre kala çevreye polis barikatı kurulduğunu aktardı. Aynı anlarda diplomatik plakalı araçların konsolosluktan çıktığı görüldü. Sonrasında biri Dışişleri Bakanlığı görevlisi, birkaç kişi arka kapıdan yerleşkeye girdi. CNN’in verdiği bilgiye göre birkaç siyah SUV tipi araç, kamyon, kamyonet ve bir çilingir aracı girişte yer aldı. İtfaiyenin de yerleşkeye girip çıktığı belirtildi.

ÇİN DE ÇENGDU’DAKİ ABD KONSOLOSLUĞUNUN KAPATILMASINI EMRETTİ

Geçen günlerde ABD, ani şekilde Çin’e, Houston’daki konsolosluğunu kapatması için emir verdi. Washington, konsoloslukta görevli diplomatları ekonomik casusluğa ve koronavirüs araştırmalarının çalınması girişimine destekle suçladı. Çin, karara ABD’nin Çengdu’daki konsolosluğunu kapatmasını emrederek karşılık verdi.

Yunan Ordusu’ndan Türkiye’ye tehdit: Oruç Reis’in kabloları kıta sahanlığımıza temas ederse…

medyabold
Devamını Oku »

Babacan’dan AKP’ye Ayasofya eleştirisi: Hükumetin büyük sorunları örtmek için getirdiği olaylardan biri

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, 86 yıl sonra Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla ilgili AKP iktidarını eleştirdi. “Türkiye’nin büyük sorunları var. Hükumetin büyük sorunları örtmek için getirdiği olaylardan biri” dedi.

BOLD –  AKP’nin para olduğu sürece bir süre çarkı döndüreceğini belirten Babacan, “Ancak kaynaklar eriyor. Biz çok kötü günlere hazırladık sistemi. Sağlam bir yapı oluşturduk. Hâlâ onun mirası yeniyor” ifadelerini kullandı.

Babacan’ın Ayasofya’yla ilgili sözlerini köşesine taşıyan Sözcü yazarı Deniz Zeyrek, “Bu yorumu ben yapsam, CHP’li, HDP, TKP’li biri yapsa, ‘Siz ne anlarsınız Ayasofya’da namazın öneminden?’ diyebilirler. Ancak özel hayatında muhafazakarlığından kimsenin şüphe duymadığı Babacan’a bu soruyu soramazlar” dedi.

Sözcü yazarı Deniz Zeyrek, Babacan’la ilgili yazısında şunları kaydetti:

“DEVA Partisi lideri Ali Babacan, tam 13 yıl boyunca Türkiye ekonomisinin patronluğunu yapmış, ekonominin bütün kılcallarını, eksiklerini, gediklerini bilen bir isim…Muhafazakar bir ailede ve mahallede büyümüş, AK Parti’de 18 yıl siyaset yapmış Babacan’ın, yıllar sonra Ayasofya’da namaz kılınmasının muhafazakar camia için önemine dair bilgisini sorgulayacak konumda değilim. Elbette, Türkiye ekonomisinin durumu kadar Ayasofya’da namazın anlamını ve yansımalarını benden daha iyi biliyordur.İşte o Babacan, Ayasofya’da namaz kılınmasıyla ilgili aynen şu yorumu yapıyor: “Türkiye’nin büyük sorunları var. Hükumetin büyük sorunları örtmek için getirdiği olaylardan biri.” Bu yorumu ben yapsam, CHP’li, HDP, TKP’li biri yapsa, “Siz ne anlarsınız Ayasofya’da namazın öneminden?” diyebilirler. Ancak özel hayatında muhafazakarlığından kimsenin şüphe duymadığı Babacan’a bu soruyu soramazlar.

GÜÇLÜ BİR PROPAGANDA MEKANİZMASI VAR

Babacan’ın şu tespitleri de dikkat çekiciydi: “Şu anda Türkiye’de güçlü bir propaganda mekanizması oluştu. Bir sanal alem oluşabiliyor. Sosyoekonomik düşük seviyede insanlara soruyorlar, daha iyisini görmedikleri için kendilerini iyi hissediyorlar. Para olduğu sürece çark bir süre dönüyor. Ne zamana kadar? Kaynaklar bitene kadar. Türkiye’nin doğal gazı, petrolü olsa bu sistem uzun süre devam eder, tıpkı Asya’daki ülkeler gibi. Ancak kaynaklar eriyor. Biz çok kötü günlere hazırladık sistemi. Sağlam bir yapı oluşturduk. Hâlâ onun mirası yeniyor. (Türkiye’ye karşı) ekonomik operasyonun en büyüğü akıl dışı, bilim dışı irrasyonel ekonomi politikalarıdır. Mevcuttaki kötü politika bile değil. Operasyonun en büyüğü kötü yönetimdir.”Eminim bazılarınız Babacan için “o kadar yıl Türkiye’yi buraya getiren sistemin parçası oldunuz. Seyirci kaldınız” gibi cümleler kuruyorsunuzdur. Bu cümlelerin haklılık payı olmakla birlikte, dile getirdiği ülke gerçeklerini değiştirmeyeceğini ve başlıkta aktardığım tespiti hafifletmeyeceğini de unutmamak lazım. AK Parti’nin geçmişinden gelen bu seslere ve eleştirilere kulak vermekte yarar var.”

15 Temmuz Toplama Kampındaki gazi üsteğmen dehşet dolu günleri anlattı

medyabold
Devamını Oku »

Ekonomist Yeşilada’dan sonbaharda kriz uyarısı

Birçok sektörde fiyat balonlarının oluştuğuna dikkat çeken Ekonomist Atilla Yeşilada, aşırı talep nedeniyle oluşan fiyat köpüklerinin sonbaharda patlayabileceği konusunda yatırımcıları uyardı. Yeşilada, kredi krizi uyarısı yaptı.

BOLD – Ekonomist Atilla Yeşilada, krediyle hızlanan harcamaların ekonomide spekülatif fiyat köpüklerine neden olduğunu belirterek, fiyatların olması gerekenin çok üzerine çıkmasına bankaların mevduata negatif faiz uygulamasının yol açtığını kaydetti.

BİRÇOK ALANDA FİYATLARDA KÖPÜK OLUŞTU

Bu durumun vatandaşa mevduatta getiri elde etme şansı tanınmadığını söyleyen Yeşilada, “TL mevduatta faizin reel olarak negatife düşmesi ve yatırımlarını yurt dışında değerlendirmek isteyenlere uygulanan ağır baskı yüzünden, para finansal sisteme girmiyor. Negatif faiz birçok sektörde fiyat balonlarının oluşmasına yol açıyor” dedi. Banka mevduatlarına negatif faiz uygulanması nedeniyle vatandaşların dövize geçtiğini veya elindeki parayı tüketime yönelttiğini belirten Yeşilada, talebin artması nedeniyle konuttan buğdaya kadar birçok alanda fiyatlarda köpük oluştuğunu söyledi.

FİYAT KÖPÜKLERİ SONBAHARDA PATLAYABİLİR

Sözcü’den Mehtap Özcan Ertürk’ün haberine göre aşırı talep nedeniyle oluşan fiyat köpüklerinin sonbaharda patlayabileceği uyarısı yapan Yeşilada, “Sonbaharı çok riskli görüyorum, ekonominin parlak bir resim çizmediği aksine temmuzdan itibaren yine boynunu büktüğünü görebiliriz” yorumunu yaptı. Aşırı kredi genişlemesinin ekonomide bir canlanma oluşturduğunu ancak bunun sürdürülebilir olmadığını savunan Yeşilada, “Buğday piyasası şikayet ediyor. ‘Ucuz krediyi alan buğday alıyor’ diye. Diğer yandan haziranda 190 bin konut satın alındı. Türkiye’de ciddi bir konut stoku varken, fiyatlar aylık yüzde 6, yıllık yüzde 23 artmış. Talep geldiğini gören inşaatçılar anında zam yapmışlar, ucuz krediden kazandığımızı inşaatçıya yedirmişiz” dedi.

KREDİ KRİZİ KAÇINILMAZ

Çeşitli tedbirlerle ivmelenen kredi büyümesi son dönemde tarihsel olarak çok yüksek seviyelere geldi. 17 Temmuz’da toplam krediler yılbaşına göre yüzde 24.2 artışla 3.3 trilyon liraya çıktı. 13 haftalık hareketli ortalamaya göre kredilerin yüzde 76.1 büyüdüğüne dikkat çeken Yeşilada, kredilerin nominal Gayri Safi Yurtiçi Hasıla büyümesinden daha fazla büyüdüğü ülkelerde kredi krizinin kaçınılmaz olduğunu vurguladı. Yeşilada, “Amerikalı iktisatçılar Kenneth Rogoff ve Carmen Reinhart’ın çalışmaları bunu tartışmaya yer kalmayacak şekilde gösteriyor. Krediler ödenmez hale gelirse, bankalar sermaye yetersizliğine düşer. Türkiye’de hızla bu duruma gidiyoruz” dedi.

15 Temmuz Toplama Kampındaki gazi üsteğmen dehşet dolu günleri anlattı

medyabold
Devamını Oku »

S&P’ye göre Türkiye yatırım yapılmaktan çok uzakta

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P, Türkiye’nin uzun vadeli kredi notunu yatırım yapılabilir seviyenin dört kademe altında “B+” olarak teyit etti. S&P, ayrıca Türkiye’nin not görünümünü değiştirmeyerek “durağan”da bıraktı.

BOLD – Kredi derecelendirme kuruluşu S&P, Türkiye’nin notunu “B+”da teyit etti, not görünümünü değiştirmeyerek “durağan” olarak belirledi.

“YATIRIM YAPILABİLİR”İN 4 KADEME ALTINDA

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P Global Ratings, Türkiye’nin yabancı para cinsinden uzun vadeli kredi notunu yatırım yapılabilir seviyenin dört kademe altında “B+” olarak teyit etti. Ayrıca kurum, not görünümünü değiştirmeyerek “durağan”da bıraktı.

RAHİP BRUNSON OLAYINDA NOT DÜŞÜRMÜŞTÜ

S&P 7 Mayıs 2020’deki önceki değerlendirmesinde, Türkiye’nin uzun vadeli döviz cinsinden kredi notunu “B+” ve uzun vadeli yerel para birimi cinsinden kredi notunu ise “BB-” olarak teyit etmiş, not görünümünü durağan olarak belirlemişti. S&P, Türkiye’nin kredi notunu Ağustos 2018’de kurda yaşanan sert yükseliş esnasında düşürmüştü.

15 Temmuz Toplama Kampındaki gazi üsteğmen dehşet dolu günleri anlattı

medyabold
Devamını Oku »

CHP’de koronavirüs nedeniyle seyircisiz kurultay: Genel Başkanlık seçimi bugün yapılacak

CHP’nin koronavirüs nedeniyle seyircisiz olarak gerçekleştirileceği 37. Kurultayı bugün başlayacak. Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşacağı kurultayda delege desteğini alması durumunda İlhan Cihaner, Aytuğ Atıcı ve Tolga Yarman da başkan adaylığı için yarışacak.

BOLD – Bilkent Odeon konser alanında yapılacak kurultayda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kapsamlı bir manifesto açıklaması bekleniyor.

Genel başkanlık seçiminin de yapılacağı ilk günde, İlhan Cihaner, Aytuğ Atıcı ve Tolga Yarman genel başkanlık için yarışacak. Söz konusu isimlerin aday olabilmesi için 68 delegenin imzasına ihtiyaç bulunuyor.

Saat 10.00’da başlayacak kurultayda Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’nun divan başkanı olarak görev yapması bekleniyor.

PM SEÇİMİ YARIN

Kurultaya 1356 delegenin yanı sıra yalnızca görevli olanlar ile katılacağını ifade eden onur üyeleri alınacak. Pandemi koşulları nedeniyle ayrı ayrı alanların oluşturulduğu Odeon’da seçimler için 44 sandık ve her sandıkta üç farklı kabin olmak üzere toplam 132 kabin oluşturulacak. Gazeteciler için de ayrı bir alanın oluşturulduğu kurultaya girişte ateş ölçümü yapılacak, maske takılması zorunlu tutulacak. Kurultayın ikinci gününde Parti Meclisi seçimleri yapılacak. Toplam 60 üyeden oluşan PM’nin 8 üyesi, Bilim Yönetim ve Kültür Platformundan seçiliyor. Kılıçdaroğlu’nun 52 üye için bir anahtar liste hazırlayacağı belirtiliyor. PM adayı olarak seçime katılabilmek için 10 delegenin imzası gerekiyor.

GENÇLİK KOTASI ARTIRILDI

CHP Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı, kurultayı Sağlık Bakanlığının önerdiği tedbirlere uygun olarak seyircisiz bir şekilde, delege ve onur üyelerinin katılımıyla yapılacağını kaydetti. Kurultayda ilk kez yüzde 10 olan gençlik kotasının yüzde 20’ye çıkarıldığını belirten Salıcı, genel başkanlık için imza oranının yüzde 10’dan yüzde 5’e düşürüldüğünü söyledi.

Muhalefetten sosyal medya düzenlemesine tepki: Türkiye’yi İran mı yapmak istiyorsunuz?

medyabold
Devamını Oku »

Yaylada kaybolan 11 yaşındaki Elif Akbayrak aranıyor

Giresun Bulancak Aydındere Beldesi Semen Yaylası’nda dün akşamdan bu yana kayıp 11 yaşındaki Elif Akbayrak için arama – kurtarma çalışması başlatıldı.

BOLD – Tevrat ve Gülcan Akbayrak’ın kızı Elif Akbayrak, dün akşam Giresun Bulancak Aydındere Beldesi Semen Yaylası’nda kayboldu. Aile çevrede yaptığı aramalarda bulamayınca jandarma ekiplerinden yardım istedi. İhbar üzerine yaylaya jandarma, İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü (AFAD), AKUT ve Jandarma Özel Harekat (JÖH) ekipleri, sevk edildi. Ekipler, küçük kızı bulmak için arama-kurtarma çalışması başlattı.

“Bayramda sarılmayın, öpüşmeyin, ziyareti telefonla yapın”

medyabold
Devamını Oku »

Mansur Yavaş’tan ihtiyaç sahipleri için kavurma kampanyası

Birçok sosyal yardım kampanyasına imza atan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, şimdi de ihtiyaç sahiplerine konserve şeklinde kavrulmuş kuşbaşı ve kıyma dağıtımı için kampanya başlattı.

BOLD – Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, Kurban Bayramı öncesi ‘Afiyet Ver’ adlı yeni bir iyilik hareketi başlattı. Kampanya ile Halk Ekmek Genel Müdürlüğü Eylül ayından itibaren ihtiyaç sahiplerine konserve şeklinde kavrulmuş kuşbaşı ve kıyma dağıtımı yapacak. Hayırseverler “afiyetver.com” adresi üzerinden 800 gramlık kavrulmuş kuşbaşı ve kıyma konservesinin tamamını ya da yarısını satın alabilecek.

ELEKTRONİK ORTAMDAN SATIN ALINABİLECEK

Kurban Bayramı öncesi yeni bir kampanya başlattıklarını belirten Başkan Yavaş, “Ankara’dan ‘Afiyet Ver’ adıyla yeni bir iyilik hareketi başlatıyoruz. Hiçbir anne-baba eve bir şey götüremediği için çocuklarına karşı mahcup olmasın. Kimse mahzun kalmasın, hiçbir çocuk besinden uzak büyümesin” dedi. Başkan Yavaş, paketlenmiş kuşbaşı ve kıyma konservelerinin hayırseverler tarafından elektronik ortamda satın alınabileceğini belirtti.

DAĞITIM EYLÜL AYINDA YAPILACAK

Ramazan ayında “İftar Ver” kampanyası ile yola çıktıklarını belirten Yavaş, daha sonra “Su Ver”, “Bilet Ver” ve “El Ver” kampanyaları ile yüz binlerce ihtiyaç sahibi ailenin dertlerine derman olunduğunun altını çizdi. Ankara’dan tüm Türkiye’ye yayılan veresiye defteri kapatma kampanyasını da hatırlatan Yavaş, “Şimdi mübarek Kurban Bayramı öncesinde yeni bir iyilik hareketi daha başlatıyoruz. Darda kalan vatandaşlarımızın yüzüne umut, gözüne ışık olmak için bu kez ‘Afiyet Ver’ kampanyamızla iyiliği bulaştıracağız. Hedefimiz Eylül ayı itibarıyla yüz binlerce kavurma ya da kıymayı paketlenmiş halde ihtiyaç sahibi ailelerimize ulaştırmak” dedi.

İSTEYEN İNTERNETTEN KAMPANYAYA KATILABİLİYOR

Hijyenik koşullarda ve veteriner hekim denetiminde kesilen hayvanlardan elde edilen yaklaşık 1500 gram çiğ etten üretilen 800 gramlık kavrulmuş kuşbaşı ve kıyma konservesinin tamamı ya da yarısı KDV ve hizmet bedeli dahil elektronik ortamda satışa sunuldu. 4 ayrı fiyat seçeneğinin sunulduğu “afiyetver.com” adresi üzerinden; kavrulmuş kuşbaşı paketleri, 400 gram için (paketin yarısı) 32 lira 50 kuruş, 800 gram için 65 TL; kıyma paketleri ise 400 gram için (paketin yarısı) 27 lira 50 kuruş, 800 gram için 55 TL ödenerek kredi kartıyla satın alınabilecek.

15 Temmuz Toplama Kampındaki gazi üsteğmen dehşet dolu günleri anlattı

medyabold
Devamını Oku »

Yandaş sendikadan ücretsiz izin uygulamasına tepki

Salgın nedeniyle işten çıkarmaları önlemek için getirilen ücretsiz izin uygulamasına tepkiler büyüyor. Yandaş Hak- İş Konfederasyona bağlı Öz İplik-İş Sendikası Başkanı Rafi Ay, “Patron, kızdığı işçiyi günlük 39 TL sefalet ücretine mahkum ediyor” dedi.

BOLD – Öz İplik-İş Sendikası Başkanı Rafi Ay, iktidarın işvereni korumak amacıyla getirdiği ücretsiz izin uygulamasını birçok işverenin işçiye karşı silah olarak kullandığını söyledi. Ay, daha iyi şartlarda çalışmak için sendika üyesi olmak isteyen işçilerin ücretsiz izne gönderilerek günlük 39 lira ücretle açlığa mahkum edildiğini belirtti.

ÜCRETSİZ İZİN ACİLEN İPTAL EDİLMELİ

Sözcü’den Erdoğan Süzer’in haberine göre Ay, son dönemde örgütlenmek isteyen işçilerin ya işten atma yasağının işlemediği “ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırılık” gerekçesiyle işten atıldığını ya da ücretsiz izne gönderildiğini söyledi. Ay, “Örgütlenme konusunda yaşadığımız engellere şimdi de ücretsiz izin fırsatçılığı eklendi. Sendikalı olmak isteyen işçilere saldırılıyor, e-devlet şifreleri ellerinden alınıp işçiler adına sendikadan istifa ettiriliyor. Şimdi de pandemi için getirilen ücretsiz izin işçiye karşı silah olarak kullanılmaya başlandı. İşveren yasak nedeniyle işten atamadığı üyelerimize ya 25/2’den çıkış veriyor ya da kısa çalışmadan faydalandırmayıp ücretsiz izne gönderiyor ki günlük 39 liraya mahkum olsunlar, sendika üyeliğinden vazgeçsinler. Ücretsiz iznin acilen iptal edilmesini istiyoruz” dedi.

ASGARİ ÜCRETLİDEN ZENGİN VERGİSİ ALINIYOR

Öz İplik-İş Sendikası Başkanı Rafi Ay, artan oranlı vergi dilimleri yüzünden milyonlarca asgari ücretlinin zengin vergisi ödemek zorunda kaldığını da anlattı. Ay, “Vergi dilimi adaletsiz bir uygulamadır. Biz az kazanıyoruz ve az kazanandan adalet gereği az vergi alınsın istiyoruz. Asgari ücretliler 7.5 ay çalıştıktan sonra yüzde 15 yerine yüzde 20’lik vergi dilimine yakalanıp yüksek vergi ödüyor. Yani zenginleştiğimiz iddia ediliyor. Asgari ücretin 2 katına kadar vergi yüzde 15 olmalı” dedi. Ay, işten atma yasağı nedeniyle işsiz sayısının az göründüğünü de söyledi.

15 Temmuz Toplama Kampındaki gazi üsteğmen dehşet dolu günleri anlattı

medyabold
Devamını Oku »

24 Temmuz 2020 Cuma

“Bayramda sarılmayın, öpüşmeyin, ziyareti telefonla yapın”

Bilim Kurulu Üyesi Prof Dr. Mehmet Ceyhan’dan Kurban Bayramı uyarıları: “Yakınları ziyaret yerine telefonla arayın. Görüşme için açık alanı tercih edin, sarılmayın, el öpmeyin ve muhabbeti kısa tutun.”

BOLD – Koronavirüs salgını Türkiye’de etkisini devam ettirirken yaklaşan Kurban Bayramı’nda alınması gereken tedbirlere yönelik Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu Üyesi ve Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, tavsiyelerini sıraladı. “Yakınlarınızı ziyaret yerine telefonla arayın. Eğer ziyarete gidecekseniz açık alan tercih edin, sarılmayın, el öpmeyin ve görüşmeleri kısa tutun” diye ikaz etti.

YÜKSEK SESLE KONUŞMAK BULAŞMA RİSKİNİ ARTIRIYOR

Bayramda en iyi önlemin mümkün mertebe az kişiye gitmek olduğunu ifade ederek illa ziyaret olacaksa da bunun süresinin kısa tutulması gerektiğini dile getirdi.”Hatta ziyaretlerin ev önünde, bahçede olması riski 19 kat azaltacaktır. Herkesin eli değen yerlerin mutlaka dezenfektanla temizlenmesi lazım. Bir de yüksek sesle konuşulmamalı. Bu ciddi şekilde virüsün bulaş riskini artırıyor. Öksürüğü, hapşırığı, ateşi bulunanlar kesinlikle başkalarıyla görüşmemeli” şeklinde konuştu.

65 YAŞ ÜSTÜ VE KRONİK HASTALARA DİKKAT EDİLMELİ

Kurban kesim aletlerinde risk bulunmadığını aktaran Prof. Dr. Ceyhan, ayrıca şunları belirtti: “Bayramda 3 riskli durum var. Biri kesim sırasında oluşan kalabalık ki solunum yoluyla bulaş için risk oluşturur. İkincisi toplu taşıma araçları. Üçüncüsü ise evlerde, kapalı ortamda özellikle risk grubuna giren 65 yaş üstü ya da kronik hastalıklı kişilere ziyaretlerdir. Hayvanlardan ise bulaşma olmaz. Ayrıca sarılmak, öpüşmek de tehlikeli hususlar.”

Türkiye’de son 24 saatte korona nedeniyle 17 kişi daha öldü

medyabold
Devamını Oku »

Dünyanın en pahalı yolu Amasya’da açılıyor: Her bir kilometresine 125 milyon lira harcandı!

Yapımı 16 yıl süren ve kilometresine 125 milyon lira harcanan Amasya Çevre Yolu bugün açılıyor. 16 yılda altı firma çevre yolunun yapımında görev alırken, çevre yoluna harcanan para kadar da kamulaştırma bedeli ödendiği ortaya çıktı.

BOLD – Yapımına Temmuz 2005 tarihinde başlanan dünyanın en pahalı ve en uzun sürede yapılan yolu olarak tarihe geçen Amasya Çevre Yolu bugün açılıyor. 11.3 kilometrelik yol için 1 milyar 267 milyon lira harcandı.

11 KM YOL İÇİN 1.267 MİLYAR LİRA HARCANDI

Cumhuriyet’ten Mehmet Menekşe’nin haberine göre Amasya Valisi Mustafa Masatlı, 11.3 kilometrelik yolun 1 milyar 267 milyon liraya mal olduğunu açıkladı. Kilometresi 125 milyona mal olan çevre yolunun yapımı süresince 11 ulaştırma bakanı ve Amasya’da 7 vali değişti. Geçen sürede altı firma çevre yolunun yapımında görev alırken çevre yolunun geçtiği bölgede kamulaştırma yapıldığı ve çevre yoluna harcanan para kadar da kamulaştırma bedeli ödendiği ortaya çıktı.

YOL İSRAFIN AÇIK GÖSTERGESİ

CHP İl Bakanı Turgay Sevindi, çevre yolunun Amasya’nın acil ihtiyacı olduğunu, ancak yapımının yılan hikâyesine döndüğünü, hem uzun zamanda hem de çok pahalıya mal olduğunu savundu. Sevindi, “1 milyar 267 milyon TL’ye mal olan yolun bedelinin Amasya’nın tek seferde aldığı en büyük yatırım olarak gösterilmesi doğru değildir. Bu israfın açık bir göstergesidir” dedi.

15 Temmuz Toplama Kampındaki gazi üsteğmen dehşet dolu günleri anlattı

medyabold
Devamını Oku »

Muhalefetten sosyal medya düzenlemesine tepki: Türkiye’yi İran mı yapmak istiyorsunuz?

AKP’nin hazırladığı sosyal medyayı susturma teklifinin Adalet Komisyonu görüşmelerinde sert tartışmalar yaşandı. Muhalefetin “Bu yasa teklifiyle beraber bizi Çin mi, Kuzey Kore mi, Rusya mı, İran mı yapmak istiyorsunuz” tepkisine AKP’li Ali Özkaya, “Twitter’in avukatı mısınız” cevabı verdi.

BOLD – Meclis Adalet Komisyonunda 13 saat kesintisiz görüşülen teklif, tartışmalar arasında kabul edildi.

Komisyonda CHP milletvekilleriyle, teklifin sahibi AKP milletvekilleri arasında tartışma çıktı. CHP İstanbul Milletvekili Turan Aydoğan, “Bu yasa teklifiyle beraber bizi Çin mi, Kuzey Kore mi, Rusya mı ya da İran mı yapmak istiyorsunuz? Hangi lige taşımak istiyorsunuz? Çoluk çocuğumuzun globalleşmiş olan dünyayla entegrasyonunu, yok olmasını göze aldınız, bu teklifi dayatıyorsunuz.” ifadeleriyle tepki gösterdi.

AKP Afyonkarahisar Milletvekili Ali Özkaya ise, “Ey CHP! Ey İyi Parti! Ey HDP! Siz Twitter’ın avukatı mısınız, milletin vekili misiniz?” dedi.

Komisyonda konuşan AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, “Neredeyse devletlerin üstünde güce sahip olan muazzam bir sosyal ağlar dünyası inşa oldu. Ve bu ağlara sahip olanlar hukuk tanımak istemiyorlar. Adaletle alakalı bizim bir terazimiz var ya, terazimiz de bugün çok hassas, kuyumcu terazisiyle yapmamız gerekiyor” dedi. .

PARA CEZASI, BANT DARALTMA

Sosyal ağ sağlayıcılara Türkiye’de temsilci bulundurma ve verileri Türkiye’de barındırma zorunluluğu getiren teklif, para cezalarının ardından reklam yasağı ve bant daraltmaya kadar giden yaptırımlar getiriyor. Teklife göre şirketler, “içeriğin yayından çıkarılması ve erişimin engellenmesi” yükümlülüklerini yerine getirmek için 3 ay içinde gerekli çalışmayı tamamlayacaklar. Teklifin salı günü Meclis Genel Kurulunda görüşülmesi ve bayramdan önce yasalaşması hedefleniyor. Buna göre yasaya uymayan şirketlere ilk yaptırımlar kasım ayında gelebilecek. Şirketler başvurularla ilgili ilk raporlarını, 2021 Ocak ayında Bilgi Teknolojileri Kurumu’na verecek.

15 Temmuz Toplama Kampındaki gazi üsteğmen dehşet dolu günleri anlattı

medyabold
Devamını Oku »

15 Temmuz Toplama Kampındaki gazi üsteğmen dehşet dolu günleri anlattı

Jandarma Özel Harekatçı gazi üsteğmen Musa Kılıçaslan elektroşok cihazıyla gözaltına alındı. Toplama Kampı olarak bilinen Ankara TEM Spor Salonu’nda kan ve idrar havuzunda işkence gördü, yürüyemez hale geldi. Kadın bir pilota yapılan işkencelere tanık oldu. Gazi unvanını Erdoğan’ın elinden alan üsteğmen Musa Kılıçaslan’ın hikayesi…

SEVİNÇ ÖZARSLAN

BOLD ÖZEL – “16 Temmuz 2016 tarihinden sonra 24 Temmuz 2016 tarihine kadar geçen gözaltı sürecinde bir gazinin yaşadıklarını anlatacağım şimdi size. 16 Temmuz sabahında dipçik darbeleri ve elektro şok cihazı ile gözaltına alındım. Ben aslında… Benim annem burada da; bi dışarı çıkartsak ondan sonra…

BAŞKAN: Bulunmasını istemiyor musun annenin?

SANIK MUSA KILIÇASLAN: Bunları duymasını istemiyorum açıkçası.

BAŞKAN: İsmi nedir annenin?

SANIK MUSA KILIÇASLAN: Zeliha.

BAŞKAN: Zeliha hanım oğlunuz savunması sırasında bulunmanızı istemiyor.

SANIK MUSA KILIÇASLAN: Savunmada değil işkence kısmında bulunmasını istemiyorum, ondan sonra gelebilir. Babam doğuda zaten, bu kısımlar bittikten sonra ben söyleyince tekrar içeriye girer kendisi…”

Bu konuşma, 2012’de Van’da çıkan bir çatışmada gazi olan Musa Kılıçaslan ile Ankara 23. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı arasında Aralık 2019’da geçti. Mahkemede 20 sayfalık savunma yapan Musa Kılıçaslan, savunmasının son 10 sayfasında, 15 Temmuz’dan sonra Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi Spor Salonu’nda gördüğü işkenceleri anlattı.

Gazi üsteğmen Musa Kılıçaslan, 16 Temmuz sabahı dipçikle ve elektroşok cihazıyla gözaltına alındı. Kaldırım taşı ve sopalarla lince tabi tutuldu. Protezli bacağına vurulan darbeler nedeniyle yürüyemez hale geldi. Halini gören doktor, ‘kaburgan kırılmış, beyin travması geçirmiş olabilirsin” demesine rağmen darp ve cebir yoktur diye rapor yazdı, tekrar TEM’e gönderdi. Yerinden kalkamadığı için Ankara TEM’in spor salonunda idrar ve kan gölünün içinde yatmak zorunda kalan gazi Kılıçaslan 9 gün işkence gördü.

“GİDİN DUVARIN DİBİNE YAPIN LAN!”

Ankara Tabip Odası raporunda 15 Temmuz Toplama Kampı olarak kayıtlara geçen Ankara TEM Spor Salonu’nun duvarlarının insan boyuna kadar olan kısımlarının kan içinde olduğu ortaya çıkmıştı. Musa Kılıçaslan o salonda hareket edemediği için kan ve idrar gölünün içinde bırakıldı. Anlattığı manzara 1980’lerde Diyarbakır Cezaevinde yapılan işkenceleri hatırlatıyor:

“… ben yerde yatarken duvarın dibinde görevli memura gelip tuvalet ihtiyaçlarının olduğunu ve tuvalete gitmek istediğini söyledi. Oradaki memur da gidin şu duvar dibine yapın lan dedi. Erler orada insanlar var, biz oraya tuvaletimizi yaparsak onların üzerine gider her yer idrar olur, dedi. Bunun üzerine bana ne kardeşim altına yap, diye bir ifade kullandı. Erler de mecburen gelip duvara idrarlarını yapmak zorunda kaldılar ve bu yapılan idrarlar yerde yatarken bizim bütün üzerimizi tabiri caizse kapladı. Elimizi, yüzümüzü her yerimizi yani her taraf kan ve idrar olmuştu.”

Musa Kılıçaslan, Çankaya Köşkü’nde şehit yakınları ve gaziler onuruna verilen iftar yemeğinde dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa ve birlikte. 11 Temmuz 2014, saat 20.28.

“HEPİMİZ SENİN IRZINA GEÇERİZ”

Kılıçaslan’ın savunmasında sadece kendisine yapılanları anlatmıyor, tanık olduğu işkencelerle ilgili insanın kanını donduran ifadeleri de var. Aradan geçen 4 yıl sonunda kendisine yapılanları unuttuğunu ama polislerin genç bir kadın pilotu sabaha kadar dövmelerini, herkesin gözü önünde soymaya kalkmalarını ve “hepimiz burada senin ırzına geçeriz” tehditlerini hala kulaklarında yankılandığını söylüyor. Anlatacaklarının tarihi olaylar olduğunu ifade ediyor.

Füzelerden sorumlu diye evinden pijamasıyla gözaltına alınan kadın subayın, o gece evinden hiç çıkmadığı ortaya çıktı ve beraat etti. İşkence yapan polise ise gazilik unvanı verildi. Aynı şekilde Fuat Avni diye spor salonuna getirilen ama daha sonra Fuat Avni olmadığı anlaşılan bir gence işkence odasında işkence yapılıyor. Kılıçaslan, sabaha kadar çığlık atan gencin tir tir titrer haldeki görüntüsünü de unutamamış.

İŞKENCECİ İLE CEZAEVİNDE KARŞILAŞMA

Musa Kılıçaslan, işkenceleri yapan ekibin başındaki kişinin ismini vererek onunla kaderin garip bir cilvesi olarak cezaevinde nasıl karşılaştıklarını ise şöyle anlattı:

“Bir gün kapı açıldı cezaevinde kalıyoruz, koğuştan içeriye biri girdi ama adamın acayip bir korku var gözlerinde, içeriye girdi kimmiş TEM Şube Müdür Yardımcısı Bayram Çiftçi işkencenin başında bulunan yani. Neden tutuklanmış, fetöden. Neyse tabi korkunun sebebi şu; yani koğuştakilerin yarısına işkence yapmış o gece. Daha sonra korktuğu gibi olmadı, kimse herhangi bir fiske dahi vurmadı. Yanlış bir şey söylemedi kimse. Eşyaları alındı. Çay ikram edildi. Ondan sonra koğuş değiştirdi, ne oldu bilmiyorum. Ama hatırladığım bir şey var. Konuşurken sesi korkudan tir tir titriyordu, onu hatırlıyorum.”

“KANSER HASTALARINA BİLE RAPOR VERİLMEMESİ İÇİN KESİN TALİMAT VAR”

Halen Ankara Sincan T Tipi Cezaevinde tutuklu olan Kılıçaslan’a yapılan kötü muamele gözaltından sonra da devam etti. Protezli bacağını tedavi ettirebilmek için cezaevi yönetimine 1,5 yıl dilekçe yazmasına rağmen hiçbirine cevap verilmedi. Nihayet doktora gitmeyi başardığında ise aynen şu ifadeleri duydu: “fetöden tutuklu kanser hastalarına bile rapor verilmemesi konusunda kesin talimat var.”

GAZİ UNVANINI ERDOĞAN VERDİ

Jandarma Genel Komutanlığında üsteğmen olarak görev yapan Musa Kılıçaslan, Jandarma Özel Harekat’ta görev yaparken 2012’de Van’da gazi oldu. Sağ bacağına protez takıldı. İki sene Türk Silahlı Kuvvetleri Rehabilitasyon Merkezinde tedavi gördükten sonra tekrar görevinin başına döndü. Artık sadece masa başı işlerle ilgileniyordu.

Kılıçaslan gazilik unvanını Mart 2015’te Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda düzenlenen “Devlet Övünç Madalyası ve Beratı Tevcihi” töreninde, 26 gazi ve şehit yakını ile birlikte Erdoğan’ın elinden aldı. Tören, Saray inşa edildikten sonra yapılan ilk merasimlerden biriydi.

Musa Kılıçaslan, gazilik unvanını Erdoğan’ın elinden alırken. Cumhurbaşkanlığı Sarayı, Mart 2015.

15 Temmuz gecesi, saat 20.00’de Ankara’daki evinde kızını uyutup kendisinin de onun yanına yattığını söyleyen Musa Kılıçaslan, terör saldırısı olduğunu saat 22.00’de öğrendiğini ve yıllarca terörle mücadele eden bir gazi subayı olarak birliğine gittiğini söylüyor. Hakkındaki iddiaları ve 3 yıl sonra ifade değiştiren tanıkların yalan beyanlarını savunmasında çürüten Kılıçaslan’ın gördüğü işkencelerin tamamını kendi ifadeleriyle sunuyoruz.

MUSA KILIÇASLAN’IN MAHKEME KAYITLARINA GEÇEN, KENDİ AĞZINDAN YAŞADIĞI VE TANIK OLDUĞU İŞKENCELER:

 

 

 

(Musa Kılıçaslan’ın savunmasının, ilk sayfası… Diğer sayfalar yazım kurallarına dikkat edilmeden ve ara verilmeden yazıldığı için tarafımızdan word’e aktarılıp aşağıya alınmıştır. S.Ö.)

“… Şimdi başkanım 15 Temmuz kısmına kadar ki yerlere geldik. Açıkçası bundan sonraki kısımları ben pek bahsetmek istemiyordum. İlk ifademde de bahsetmedim, ancak ilk ifademden sonraki geçen zorlu süreçte çaldığım bütün kapılar yüzüme kapandı ve bende bir gazinin neler yaşadığını mahşeri vicdanda … bulması için bazı ifadelerde bulunacağım. Özellikle sonuna kadar dinlemenizi istiyorum çünkü bağlama noktasını sonunda yapacağım.

“16 Temmuz 2016 tarihinden sonra 24 Temmuz 2016 tarihine kadar geçen gözaltı sürecinde bir gazinin yaşadıklarını anlatacağım şimdi size. 16 Temmuz sabahında dipçik darbeleri ve elektro şok cihazı ile gözaltına alındım. Ben aslında benim annem burada da bi dışarı çıkartsak ondan sonra…

BAŞKAN: Bulunmasını istemiyor musun annenin?

SANIK MUSA KILIÇARSLAN: Bunları duymasını istemiyorum açıkçası.

BAŞKAN: İsmi nedir annenin?

SANIK MUSA KILIÇARSLAN: Zeliha.

BAŞKAN: Zeliha hanım oğlunuz savunması sırasında bulunmanızı istemiyor.

SANIK MUSA KILIÇARSLAN: Savunmada değil işkence kısmında bulunmasını istemiyorum ondan sonra gelebilir. Babam doğuda zaten bu kısımlar bittikten sonra ben söyleyince tekrar içeriye girer kendisi.

Evet başkanım 16 Temmuz sabahında dipçik darbeleri ve elektro şok cihazları ile gözaltına alındım. Kendime geldiğimde herkes iç çamaşırları ile otobüslere bindiriliyordu. Otobüslere bindikten sonra C Nizamiye’nin (Jandarma Genel Komutanlığı) çıkışında kaldırım taşı ve sopalarla lince tabi tutuldum.

“TEKME, YUMRUK VE SOPA DARBELERİYLE KORİDORDAN GEÇTİK”

Yolda giderken başımızdaki polis memuru Ankara Emniyet Müdürlüğünün girişinde 300 kişilik bir polis grubunun koridor yapıp bizi beklediğini söyledi. Ellerimiz ters kelepçeli vaziyette ve iç çamaşırlı iken araçtan indik. Sadece kilodumuz kalmıştı. Birer birer bu koridordan tekme, yumruk ve sopa darbeleriyle geçtik. Oradan geçerken kafama, kaburgalarıma, kasığıma ve sağ bacağıma darbeler aldım.

“YERE DÜŞTÜM, BİR DAHA KALKAMADIM”

Sağ bacağımdaki proteze gelen darbeler sonucu koridorun sonunu getiremedim, yere düştüm ve bir daha kalkamadım. Gözümü yarı baygın açtığımda Ankara TEM’in spor salonundaydım. Dışarıda bulunanlar ellerindeki silahlarla spor salonunun camlarına ateş ederek, içeri gelerek bizi öldüreceklerini söylüyorlardı ve üzerimize düşen cam kırıkları ağır kesikler oluşturuyordu. Ayrıca yere düşen cam parçaları üzerimizde herhangi bir kıyafet olmadığı için vücudumuzda derin kesikler oluşturuyordu. Ne kadar kaldığımı hatırlamamakla birlikte başkanım kaldığım süre içerisinde sağ bacağıma aldığım darbeler nedeniyle sağ bacağımda protez vardır, söylediğim gibi hareket etmekte zorlanıyordum.

“YAPILAN İDRARLAR BİZİM ÜZERİMİZİ KAPLADI”

Bu arada birkaç tane er ben yerde yatarken duvarın dibinde görevli memura gelip tuvalet ihtiyaçlarının olduğunu ve tuvalete gitmek istediğini söyledi. Oradaki memur da gidin şu duvar dibine yapın lan dedi. Erler orada insanlar var, biz oraya tuvaletimizi yaparsak onların üzerine gider her yer idrar olur, dedi. Bunun üzerine bana ne kardeşim altına yap, diye bir ifade kullandı. Erler de mecburen gelip duvara idrarlarını yapmak zorunda kaldılar ve bu yapılan idrarlar yerde yatarken bizim bütün üzerimizi tabiri caizse kapladı. Elimizi, yüzümüzü her yerimizi yani her taraf kan ve idrar olmuştu.

“AZRAİL OLDUĞUNU SÖYLEYEN BİR POLİS GELDİ”

Bu vaziyette iken yiyecek olarak bir tane ekmek küçük bir tane de küçük su ile 5-10 kişi idare ediyorduk. Bu arada kapı açıldı içeriye kendisini Azrail olduğunu söyleyen ne şivesi ile konuştuğunu tam anlayamadığım ve üzerinde polis yeleği olan biri girdi. Dedi ki herkes sırtını dönüp dizüstü dizlerinin önüne çöksün. Tabi herkes sırtını döndü. Dizlerinin üzerine çöktü ancak ben yerden kalkamadım. Bu Azrail denilen şahıs geldi. Elinde tomarla plastik kelepçeyi kırbaç gibi yapmış, dizüstü çökün diyorum sana lan deyip vuruyordu, vuruyordu ama ne hikmetse ben o acıyı hissetmiyordum.

“KORKULACAK BİR ŞEY YOK, KABURGAN KIRILMIŞ, BEYİN TRAVMASI GEÇİRMİŞ OLABİLİRSİN”

Tabi çok kalın bir şey ama yani bilmiyorum. Vurdukça vurmaya başlıyordu artık yorulmaya mı başladı ne bilmiyorum sana dizüstü çök diyorum dedi. Ben de artık benim sağ bacağımda protez var, aldığım darbeler sonucu ayağa kalkamıyorum, ben gaziyim dedim. Bunun üzerine demek sen gazisin lan, aynen bu ifadeye kullanarak daha hızlı vurmaya başladı. Bunun üzerine oradaki arkasını dönenler artık dayanamadı döndüler. Niye vuruyorsunuz o gaziye. Gazi olduğunu belirtiyor hala vuruyorsunuz. Bunun üzerine korktu korkup bıraktı, tabi ben hala yerde yatıyorum. Yerler idrar, kan, her şey elimizde yüzümüzde, daha sonra kaç gün geçti tam hatırlamamakla birlikte 3-4 kişi beni revire götürdü. Revirdeki doktor beni muayene etti. Aynen ifadesini söylüyorum başkanım. Korkulacak bir şey yok. Kaburgan kırılmış, beyin travması geçirmiş olabilirsin. Bacağındaki protezler darbeye bağlı oynamış olabilir. Onun için oynatamıyorsun bacağını. Seni hastaneye sevk edeceğim deyip muayene raporunu eline aldı.

“BAŞINIZ BELAYA GİRMESİN DİYE DOKTORU TEHDİT ETTİ”

Peki muayene raporuna ne yazdı başkanım yani normal yazması gereken biraz önce bana söylediği ifadeler peki yazdığı şey ne yazdığı şey darp ve cebir yoktur. Onun üzerine beni hastaneye sevk ettiler. Yanlış hatırlamıyorsam, yanlışta söylemek istemiyorum Keçiören Devlet Hastanesi ama hatırlamıyorum, kayıtlarda mevcuttur. Keçiören Devlet Hastanesine gittiğimizde oradaki ortopedi doktoru röntgen ve tomografi istedi. Sonuçlara bakınca panik halinde, hemen buna müdahale etmemiz lazım dedi. Peki oradaki polis memurları ne yaptı? Bir tanesi doktorun kulağına eğildi ki benim gazi olduğumu da biliyor, revirden götüren kişi, ya aynen ifadesini okuyayım da hocam bu vatan haini başınız belaya girmesin siz de sıkıntıya girersiniz deyip üstü kapalı tehdit etti. Doktor yüzündeki o korkuyu hatırlıyorum. Peki doktor ne yaptı? Tamam dedi, biraz önce müdahale etmesi gereken doktor bir anda 180 derece dönüp beni tekrar TEM’in revirine sedye ile götürdüler.

“GÖZLERİMİ ZAR ZOR AÇIYORUM”

Şimdi buraya kadar yaşadığım hadiseler mi daha zordur revire giderken ki yaşadığım hadiseler mi daha zordur derseniz açıkçası arasında bir tercih yapabilir miyim şüpheliyim. Şundan dolayı bu doktoru üstü kapalı tehdit eden polis memuru, askerlik, kahramanlar… sedye ile gidiyorum kulağımın dibine geliyor, şu mesafeye yaklaş diyor ve şunu diyor bakın gazi olduğumu da biliyor, protez var yani bacağımda, siz vatan hainleri ancak rütbe takarsınız, ben var ya askerde en önde giderdim bölük komutanımız korkup en arkaya gelirdi. Bir gün çok sinirlendim bağırıp çağırdım kendine. Operasyondayız dövecektim de… Allah’tan arkaya geçti bir şey demedi. Bütün subaylar hepiniz böyle korkaksınız dedi.

Gözlerimi zar zor açıyorum, kafama aldığım darbelerden dolayı ama artık belli bir aşamaya geldi dayanamadım dedim ki kardeş sen yanlış kişiyle yanlış konuları konuşuyorsun bunları bana değil git başkasına anlat. Tabi böyle bir tepki beklemeyince afalladı, konuşma lan kes sesini diyebildi sadece, başka bir şey diyemedi.

“KADIN SUBAYI BAYAĞI BİR DÖVDÜLER”

Revire döndüğümüzde şimdi burayı anlatmak biraz zor olacak çünkü dünya tarihi böyle bir şey yaşamış mıdır, açıkçası şüpheliyim. Çünkü anlatacağım şeyleri birazdan burada vicdanı olan herkesin vicdanında yankılanacağını düşünüyorum. TEM’in revirine döndüğümde akşam, pijamalı bir bayan getirdiler ve getiren polis memuru aynen şu ifadeyi verdi: Bu var ya bu, bütün füzelerden sorumluymuş, dediği kadın pijamalarıyla revire konuldu. Bunun üzerine kadın subayı bayağı bir dövdüler. İsmini biliyorum ama ismini vermek istemiyorum, rencide olmaması için, sadece hadiseyi anlatıyorum. Bunun üzerine kadın subayı bayağı bir dövdüler.

HEPİMİZ BİRER BİRER SENİN ÜZERİNDEN GEÇECEĞİZ”

Yanlış hatırlamıyorsam isminin Süleyman olduğu söylenen bir polis memuru iki de bir kadını hem dövüyor hem kulağının dibine gidip ne diyordu biliyor musunuz? Birebir gözlerimin önünde olan hadise. Senin ırzına geçeceğim, Türk subayına bunu söylüyor daha suçlu mu suçsuz mu hiçbir şey belli değil. Birazdan seni aşağı götüreceğim. Hepimiz birer birer senin üzerinden geçeceğiz deyip bir yandan da vuruyordu. Daha sonra sen var ya cezaevinde seni her gün ziyaret edeceğim daha ağırları var da ben bunları hafifleterek söylüyorum. Ya inanın şu andaki gözümü kapatıyorum ve o anı hatırlıyorum.

“KADINI GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDE SOYUNDURMAYA ÇALIŞTI”

Kadın sanki böyle top yumak haline geldi utançtan. Hatta biraz daha ileriyi gitti. Kadını bizim gözümüzün önünde soyundurmaya çalıştı. Nasıl bir affedersiniz fantezi anlayışı varsa Allah’tan, başka bir polis memuru müdahale etti de arka tarafta bölme vardı oraya götürüp üstünü değiştirdi. Daha sonra bu ismini söylediğim biraz önceki polis memuru bir gün içeriye geldi. Sağ elini incitmiş. Oradaki bir tane bayan polis memuru vardı dedi ki ya Süleyman bey elini nasıl incittin? Ya dedi dövüyordum birini, çenesine vurunca elmacık kemiği kırıldı, o ara benim de elim incindi. Oradaki doktor muayene ediyor, ben de görüyorum tabi, aramız sizden daha yakın bir mesafe. Ya böyle söyle dedi niye başın belaya girer sinirlendim duvara vurdum de veya gözaltına alınma sırasında arbede oluştu, vurdum elim incindi de dedi. Aynen bu ifadeler geçiyor ve polis memuru da aynı şekilde ya işte bende sinirlendim de vurmaya başladım, demeye başladı.

“AKLIMDA KALAN TEK ŞEY O KADININ YÜZ İFADESİ”

Sonraki günlerde yanlış hatırlamıyorsam 16 Temmuz’dan sonraki 2-3 günkü zaman dilimi olabilir. Daha sonra tekrar geliyor aynı memur yine aynı bayanın yanına oturuyor, kulağına eğiliyor, bir şeyler söylüyor, kadın kıpkırmızı kesiliyor, bir Türk subayına ve pijamalı. Bazen diyorum ki bu kadar zaman geçti 3,5 yıl 4 yıl, aklımda ne kaldı diye emin olun aklımda kalan tek bir şey var o kadının yüz ifadesi.

“ÖZEL HAREKET POLİSLERİ BENİM EMRİNDEYDİ, HİÇ KİMSE BÖYLE YAPMADI”

Şimdi ben bir insan bunu nasıl yapabilir diye düşünüyorum. Çünkü ben 2011 yılında ekim ayıydı, bir haber geldi, dediler ki 15 kişilik bir terörist grubu Şırnak’ın Antiçin yaylasında mezrada bulunuyor. Operasyon yapılacak. Hemen iki TEM hazırlığı, başta da sen gideceksin denildi. Ben de hemen personelimi aradım. Yarım saat içerisinde hazırlığımızı yaptık. Yaklaşık 20-22 kişi 15 kişilik terörist grubuna bulunduğu bölgeye atılacağız. Helikopterler geldi, helikopterler bizi attı, emniyetçileri çıkarttım ve bende personelimle beraber mezraya doğru ilerledim. Yaklaşık 5 metre mesafeye kadar bir özel harekat bölük komutanı olarak temasa girdim. 5 metre mübalağa yapmıyorum ve 4 tanesini kendi elimle ve birkaç tane personelle birlikte canlı yakaladık. Bir tanesinin üzerinde iç çamaşırı vardı. Gerekli güvenlik önlemini aldırdıktan sonra bakın daha yakaladığımız kişilerin daha hukuk önünde ceza almamış suçluluğu, suçsuzluğu daha kesinleşmemiş, bu kişiye dedim ki arkadaşlar yedek kıyafetlerinizi çıkartın üzerine giydirin ki biz bir erkeğe böyle muamele yaptık. Silahlı kuvvetler personeli olarak böyle yaptık. Benim emrime onlarca kez özel hareket polisi verdiler, onlarca kez operasyon yaptık ve benim emrimdeydi hiçbirinin böyle bir eylem yaptığını görmedim bana o zaman deselerdi ki bir Türk subayına bayan Türk subayına bir polis memuru bunu yapacak ya yeminle söylüyorum hayal edemezdim.

Ben uzun zamandır düşünüyorum buna nasıl bir tabir bulayım emin olun bir tabir bulamıyorum. Nasıl bir şey diyeceğim bilemiyorum. Bütün kelimeler dünya üzerindeki bütün kelimeler yetersiz kalıyor. Yani varsayalım, 2 ülke arasında savaş olsun ve bir bayan subay diğer ülkenin askeri tarafından esir alınsın veya bir Yunan subayı veya ne bileyim Iraklı, İranlı, Rusya ne ise artık esir alınsın. Bayan ya ona bile bu şekilde muamele yapılamaz. Savaş hukukunda bu çok büyük bir suçtur.

“BAYAN SUBAYIN EVİNDEN HİÇ ÇIKMADIĞI ORTAYA ÇIKTI”

Peki bunlardan sonra ne oldu? Evet bunlardan sonra şu oldu. Bu bayan subay hiç evinden çıkmadığı belli oldu. Lojmandan alınıp getirildiği belli oldu ve beraat etti. Beraat etti, peki pardon mu bu mu cevabı. Geçenlerde ben gelmedim ama hatta şöyle söyleyeyim daha sonra bu kişinin bu bayan subaya bunu yapıp birini döverken işkence yaparken eli incinen kişiye de gazilik statüsü verildiğini duydum. Ne garip değil mi gazilik statüsü. Acaba bu kadar ucuz bir şey mi?

“AMCAM DA YÜKSEKOVA’DA YARALANDI”

Geçirdiğim yılları düşünüyorum, çektiğim ızdırapları düşünüyorum ve gaziliğin bu kadar ucuz olup olamayacağına bir anlam veremiyorum. Benim amcam Hakkari Yüksekova’da iki parmağını kaybetti çatışmada şu şekilde. 20 küsur yıl oldu, devlet rozet verdi, tazminat verdi ama gazilik statüsü vermedi. Neden biliyor musunuz? Bir milim aşağından kopmadı diye. 20 küsur yıl oldu bu şekilde iken demircinin yanında çalıştı. Ben tarihi çok seven bir insanım ve hobi niyetine okurum sınav için ya da bir şey için değil de tarih okurken Türk milletinin göstermiş olduğu kahramanlıklar yanında düşmana karşı göstermiş olduğu şeylere hep yüreğim kabarmıştır. En çok beni etkileyen sahne Çanakkale Savaşı’ndaki şey de anlatmışlardı da rehber cepheler arası 25 metre hatta o kadar yoğun ateş var ki düşman cephe arasında mermiler havada çarpışıyor ve bir tane İngiliz askeri yaralanmış inliyor ve İngiliz askerlerinin kendi arkadaşlarının hiçbiri cesaret edip de o askeri alamıyor ve artık inlemeler o kadar yükseliyor ki bir tane Mehmetçik dayanamıyor, beyaz fanilasını sallıyor. Ateş bir anda duruyor. Çıkıyor mevzisinden, alıyor İngiliz askeri sırtına, götürüyor İngilizlerin mevzisine koyuyor ve tekrar kendi mevzisini dönüyor. Ne oluyor biliyor musunuz? Bütün İngiliz cephesi alkışlamaya başlıyor. Bakın bir savaştan bahsediyorum ve bir Türk askeri bu şekilde davranıyor, fazla uzatmayacağım.

Bir Diyarbakırlı komiserin bir gaziye yaptığını söyleyeceğim. Diyarbakırlı bir komiser vardı orada bir tane, birisi söyledi Diyarbakırlı olduğunu oradan biliyorum. Bakın dedi bu da Diyarbakırlı sizin gibi vatan haini değil, Kürt ama vatan haini değil dedi. Daha sonra ne oldu biliyor musunuz? Benim gazi olduğumu bilince geldi demek sen gazisin lan dedi. Bir tane vurdu, yani ne yapmak istediğini ne demek istediğini hala anlamladıramıyorum. Ben de Diyarbakırlıyım lan dedi, nasıl bir mesaj anlayamadım, bir Diyarbakırlı bir gaziye vuruyor ve bende Diyarbakırlıyım lan diyor, bir sürü gazi var yani benim arkadaşlarım var Vanlı olan Hakkarili olan hepsi de gazidir.

“İŞKENCE ODASINA BİRİNİ GETİRİP BİRİNİ GÖTÜRÜYORLARDI”

Tabi biz revirde kalırken başkanım sabaha kadar işkence odası vardı, birini getirip birini götürüyorlardı. Bir gün bir tane tulumlu birisini getirdiler. Getiren kişi dedi ki, bu F16 pilotuymuş. O adamı bir aldılar ya adamın eli yüzü tanınmaz haldeydi. Daha sonra işkence odasına götürdüler. Sabaha kadar çığlıkları halen kulağımda çınlıyor. Peki sabahleyin ne oldu? Getirip adamı bir kum çuvalı gibi attılar. Daha sonra getiren polis memuru ne dedi biliyor musunuz? Ya bu F16 pilotu değilmiş, ya bu Skorsky pilotuymuş. Diğeri de olsun ya o da pilot diğeri de pilot dedi. İnsan hayatı bu kadar ucuz.

“BU İÇ KANAMA GEÇİRİYOR OLABİLİR”

Bir tane Başbakanlık’ta çalışan sivil gelmişti. Getiren memur dedi ki bu Fuat Avni imiş. Adamı var ya anasından doğduğuna pişman ettiler. Daha sonra işkence odasına aldılar. Sabaha kadar işkence ettiler. Çığlıkları halen kulağımda yankılanıyor ve sabahleyin getirip ortaya attılar. Adam tir tir titriyor. Doktor baktı, bu iç kanama geçiriyor olabilir, bunu hastaneye sevk etmemiz gerekir dedi. Hastaneye sevk ettiler. Peki hastaneye sevk ederken ne oldu biliyor musunuz? Başka bir polis memuru geldi, bu Fuat Avni değilmiş, dedi. O adam yaşıyor mu yaşamıyor mu onu da bilmiyorum.

“İŞKENCECİ BAYRAM ÇİFTÇİ İLE CEZAEVİNDE KARŞILAŞTIK”

Başkanım bu olay çok uzun anlat anlat bitmez bunu kısaca kesiyorum. Sadece şunu demek istiyorum. Kaderin garip bir cilvesidir ki Bayram Çiftçi diye o zaman ki işkencenin başındaki TEM Şube Müdür Yardımcısı, bir gün kapı açıldı cezaevinde kalıyoruz, koğuştan içeriye biri girdi ama adamın acayip bir korku var gözlerinde, içeriye girdi kimmiş TEM Şube Müdür Yardımcısı Bayram Çiftçi işkencenin başında bulunan yani. Neden tutuklanmış, fetöden. Neyse tabi korkunun sebebi şu; yani koğuştakilerin yarısına işkence yapmış o gece. Daha sonra korktuğu gibi olmadı, kimse herhangi bir fiske dahi vurmadı. Yanlış bir şey söylemedi kimse. Eşyaları alındı. Çay ikram edildi. Ondan sonra koğuş değiştirdi, ne oldu bilmiyorum. Ama hatırladığım bir şey var. Konuşurken sesi korkudan tir tir titriyordu, onu hatırlıyorum.

“HADİ BİRAZ GİDİN YATIN DA AKLINIZ BAŞINIZA GELSİN”

Dediğim gibi uzatmayacağım çünkü artık bunun başka bir davanın konusu olduğunu düşünüyorum. İşkence davasının bu nedenle kısa kesiyorum. 9 günlük işkencenin ardından ne oldu? Tutuklanma talebi ile mahkemeye sevk edildik. Tabi ben koltuk değnekleri ile gidiyorum, hakimin karşısına çıktım. Oğuz Dik dedi ki niye bu haldesin? Ben de durumu aynen olduğu gibi anlattım. Gazi olduğumu, bacağımda protez olduğunu ve darbelere bağlı yürüyemediğimi söyledim. Öyle olunca garip bir şekilde şunu yaptı aynen. Yan tarafta iki üç kişi vardı, sivil hatta şöyle bir ifade de oldu tamam sen çık dedi. Ben çıktım, daha sonra 5 kişi içeriye girdik. Aynen şu ifadeyi kullandı hadi biraz gidin yatın da aklınız başınıza gelsin, diyerek bizi tutukladı ve buradan Sincan T Tipi Cezaevine geldim.

“KABURGA KIRIĞIM İLAÇSIZ İYİLEŞTİ”

T Tipi Cezaevindeki koğuş 25 metrekare idi. Tahmin edersiniz 25 metrekarenin ne kadar olduğunu. Kürsünün biraz uzununu düşünün, kare şeklinde ve 6 tane yatak var. 17 kişi kalıyor. Yani inanın kalkıp insanların üzerinden koltuk değneği ile geçerek tuvalete gitmek bile bir işkence idi yarım saat sürüyordu, aşağı in ve çık. Tabi bu süreç zarfında kaburga kırığımız ilaçsız bir şekilde iyileşti. Dudağımız ve çenemiz ilaçsız bir şekilde iyileşti ama ne gariptir ki iyileşmeyen bazı geçmeyen yaralar da mevcut.

“KUSURA BAKMA TALİMAT VAR”

Cezaevinde ne oldu? Biliyorsunuz benim 4 bölümden mutat bir şekilde takip edilmem lazım. Revire çıkıyorum. Ne kadar sürede çıkabiliyorum? 3 hafta. 3 hafta boyunca bekliyorum. Revire çıkıyorum. Çıktıktan sonra doktor diyor ki tamam seni ortopedi bölümüne sevk ediyorum. Peki ne kadar sürüyor bu sevk 2 ay. Yani yaklaşık 2,5 ay boyunca ben bir bölüme gidebilmek için bekliyorum.

Bir gün kendisine hocam bakın ben 2,5 ay bekliyorum bir bölüm için, benim mevcut rahatsızlığımı biliyorsunuz, raporlarım var elinizde, 2 bölüme sevk edemezsiniz, dedim. Ya kusura bakma, talimat var, ben de biliyorum senin rahatsızlıklarını ama bize sadece bir bölüme sevk edebileceğimizi söylediler. 1 bölüme sevk edebilmek içinde talimat verdiler. Dedim hocam bu nasıl olur, ya siz doktorsunuz sevk edilmesi gerekiyorsa sevk edersiniz. Kusura bakma, benim de yapabileceğim bir şey yok dedi ve ben normalde 2-3 aya bir gitmem gereken kontrol olmam gereken bölümlere sadece bir tur için 10 ay beklemekteyim.

İşin daha garip tarafı ben cezaevinde kalamaz raporu için dilekçe yazdım. 1,5 yıl boyunca dilekçe yazdım. Peki ne zaman onay verildi biliyor musunuz? Burada ilk mahkeme günü, avukatım durumu arz edince, benim gazi olduğumu söyleyince siz de şaşırmıştınız. Bizim davamızda gazi mi vardı diyerek ve onaylayarak tamam demişsiniz, sizin mahkemenizin onayı üzerine ben cezaevinde kalır kalamaz raporu alabilmek için hastaneye gittim. 1,5 yıl boyunca cevap dahi verilmedi.

RAPOR VERİLECEĞİ GÜN KARABÜK’E SEVK EDİLDİM”

Peki rapordan sonra ne oldu? Rapordan sonra şu oldu başkanım. Ankara Numune Hastanesine 3 ay boyunca gidip geldim rapor almak için. Bakın normal bir süreç aslında çünkü 4 farklı bölüm her biri tetkik istiyor ve bu kadar uzun sürebilecek bir bölüm normal. Peki 3. ayın sonunda ne oldu biliyor musunuz? Cuma günü rapor verilecek, öğlenleyin gideceğiz, rapora gireceğiz, ben cuma sabahı Karabük’e sevk oldum. Dedim ki ya bakın, benim mahkeme kararı var, Karabük’e gitmemem lazım. Bu raporu almam lazım, aldıktan sonra gönderin. Bizi ilgilendirmez, bizi Adalet Bakanlığının yazısı ilgilendirir.

Adalet Bakanlığının yazısı bir memurun yazısıdır. Mahkemenin yazısı mahkeme bir karar verir karardır. Hangisi daha üstündür mahkeme kararı. Yani eğer Adalet Bakanlığının yazısı daha üstünse biz hiç mahkemeye çıkmayalım. Adalet Bakanlığından gelen bir talimatla direk cezalandırılalım ama bunu kulaklarım duydu.

Peki Karabük’e gittik, ne oldu? Orada da 1 ay boyunca dilekçe yazıp sizin kararınızın üzerine göndermelerini sağlamaya çalıştık ve Karabük Devlet Hastanesine sevkimiz yapıldı. Peki başkanım ne kadar sürede almış olabilir bu raporu, söylüyorum, saat 10’da gittim 12’de raporu verdiler. Nasıl mı? Fizik tedavi doktorunun odasına girdim. Şöyle bir baktı. Tamam gidebilir dedi.

“KANSER HASTALARINA BİLE RAPOR VERMİYORUZ”

Normalde o kasın zayıflayıp zayıflamadığını, bacakların hareket kısıtlılığının bunların hepsini teker teker kontrol etmesi lazım. Tetkikler istemesi lazım. Daha sonra üroloji doktoruna gittim. O da hiçbir tetkik istemeden imzaladı. Zaten beyin cerrahi doktorunu hatırlamıyorum bile. Sadece tetkik isteyen bir ortopedi doktoru vardı. Röntgen çektirdim, öğleyin de kurula girdim. Kuruldan da rapor çıktı. Peki bu rapor çıkmadan önce ne dedi biliyor musunuz? Aynen şu ifadeleri kullandı. Ya kardeşim boştan yere uğraşıyorsun, talimat var, kanser hastalarına bile rapor veremiyoruz. Cezaevinde kalan bir sürü kanser hastası vardı, onlara bile cezaevinde kalır kalamaz raporu verilmiyordu ve bu kulaklar biraz önceki cümleyi duydu. “Talimat var, kanser hastalarına bile rapor veremiyoruz.”

“PROTEZLERDE ŞEKİL DEĞİŞİKLİĞİ BAŞLADI”

Neyse başkanım, bütün kapılar bir bir yüzüme kapanınca ben de kendime çözümler bulmaya çalıştım. Mesela bacak kaslarımın zayıflamaması için 2 litre 3 litre petlerden kendime ağırlık yaptım. İlk aramada yasak diye aldılar. Bunun üzerine çorabın içerisine tuz poşetleri koyarak ağırlık yaptım. Ne yaptılar yine ilk aramada aldılar. Yasak. Peki ne yapmam gerekir diye revire sordum. Doktor raporu alman lazım dediler. Peki beni doktora sevk edin ortopediye, sevk ettiler doktora gittim, aynen doktorun kullandığı ifadeleri söylüyorum. Röntgen çektirdi, kampüsteki doktora sevk ettiler, röntgen çektirdi aveskilörnekröz başlangıcı. Bu pek anlaşılmıyor SEGBİS’te ama aveskilörnekröz başlangıcı. Protezlerde şekil değişiklikleri başlamış, şekil değişikliği var ve ileri seviyelere çıkıyor. Fizik tedavi yapmanız gerekir. Bacaklarınızda kaslarımızı kuvvetlendirin. Ben de hocam ben zaten bunun için geldim yani beni uygun görürseniz bana bir ağırlık yazarsanız bacak kaslarımı kuvvetlendirmek için cezaevi o rapora istinaden benim yaptığım ağırlıklara bir şey demeyecek, dışarıdan ağırlık almayı geçtim, benim yaptıklarıma bir şey demeyecek, suya bir şey demeyecek, tuza bir şey demeyecek.

“TALİMAT OLABİLİR AMA SİZ DOKTORSUNUZ”

Bu yani, peki doktor ne dese beğenirsiniz, şunu dedi, ya tamam anlıyorum size öyle diyorlar ama bize de herhangi bir rapor yazmayın diye talimat veriyorlar. Talimat var, rapor yazamıyoruz, özellikle fetöden yargılananlara rapor yazmayın diyorlar. Ya bakın kulaklar duydu yanımdaki fizik tedavi doktoru da duydu. Beni götüren askerler ve oradaki uzman çavuş da duydu. Peki bunun üzerine ben ısrar ettim. Hocam dedim yani bunun yazılması lazım yani talimat olabilir ama siz doktorsunuz yani ne ise benim rahatsızlığım ona istinaden bir rapor yazmanız lazım, bunu söyleyince tamam sen git ben yazarım dedi, neyse ben gittim ama yazmadı, daha sonra bir vesile ile tekrar gittiğimde uzman çavuştan rica ettim ettim ya doktor bir rapor yazacaktı bunu bir hatırlatalım gittim doktora söyledim tamam sen git ben yazarım dedi yine yazmadı yalan söyledi, aslında talimat var yazamıyorum ifadesi daha masum bir ifade geliyor şimdi ikinci olaydan sonra yalan söylüyor ve yazmıyor.

“AMELİYAT OLMANIZ LAZIM”

Neyse başkanım artık ağrılarım dayanılmaz boyutlara ulaşınca ve bacağımda şişlikler olmaya başlayınca üç hafta önce yanlış hatırlamıyorsam mahkeme başlamadan önceydi, doktora gittim aynı doktor kampüsteki doktor, röntgen çekti ve bana ne dese beğenirsiniz biliyor musunuz, hımmm maalesef protezleriniz yerinden oynamış ameliyat olmanız gerekiyor, hükümlü müsünüz, tutuklu mu diye sordu. Ben tutukluyum hocam dedim, ya bu şartlarda dedi bu ameliyat çok özel bir şey gerektirir, ekipman gerektirir ameliyatı ayrı zordur, ameliyattan sonraki süreç daha zordur, ki ben biliyorum bu süreci çünkü ben tedavi sürecini aynı şekilde yaşamak gerekiyor yani TSK Rehabilitasyon Merkezinde 2 yıl tedavi yaşadım. Tam teşekküllü hastanede yaşadığım ameliyatı aynı şekilde cezaevinde yaşamak zorundayım ki bu sefer o protezi çıkarttılar, yerine tek bir kere kullanımlık 10 yıl 15 yıl ömrü olan protez takacaklar ve sağ bacağımı kullanamayacağım.

“BEN BU YARAYI BABAMIN ÇİFTLİĞİNDE DEĞİL, DEVLETİN DAĞLARINDA ALDIM”

Ben de bir doktora baktım bir üzerindeki üniformaya baktım, bir duvardaki diplomasına baktım, hiçbir şey demedim ama dışımdan bir şey demedim, içimden dedim ki Allah’ım ben bu yarayı babamın çiftliğinde değil bu devletin dağlarında aldım. Beni talimatla hareket edip beni bu hale düşüren kim varsa Allah’ım öyle bir konuma koy ki hemen canını alma, öyle bir çeksin ki bugüne kadar ne göz görmüş olsun ne kulak duymuş olsun ne de zihinde hayal edebilmiş olsun ne de bundan sonraki kıyamete kadar herhangi bir şekilde başkası bunu yaşamış olsun, ki benim durumum anlasın o ana geldiği zaman gazi Musa Kılıçaslan bu durumdaydı biz buna göz yumduk, talimattan dolayı göz yumduk diyorsa benim yaşadığımın aynısını yaşasın diye o acılar içinde düşündüm.

Şimdi size biraz önce talimat var diyen doktorun yemin metnini okuyacak hepsini değil de bir kısmını, hipokrat yemini, ne diyor hipokrat yemininde şöyle diyor, hekimlik mesleğinin bir üyesi olarak yaşamamı insanlığın hizmetine adayacağıma, hastamın sağlığına ve esenliğine her zaman öncelik vereceğime, hastamın özerkliğine saygı göstereceğim, insan yapısına en üst düzeyde saygı göstereceğime, görevimi hastalar arasında yaş, hastalık ya da engellilik inanç, etkin köken, cinsiyet, milliyet, politik düşünce, ırk, cinsel yönelim, toplumsal konum ya da başka bir özelliğin girmesine izin vermeyeceğime, hastamın sırlarını yaşamını bitirdikten sonra bile gizli tutacağıma, meslek vicdanımla, onurumla ve hekimlik ilkelerini gözeterek uygulayacağıma hekimlik mesleğinin onurunu ve saygın geleneklerini bütün gücümle koruyacağım, tehdit ediliyor olsam bile tıbbı bilgimi, insan haklarını ve bireysel özgürlükleri .. için kullanmayacağıma kararlılıkla özgürce ve onurum üzerine ant içerim. Özgürce ve onurum üzerine ant içerim.

“DOKTORLAR DA TALİMATLA HAREKET EDECEKSE…”

Peki memuriyet yemini ne diyor? Kısaca Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını, milletin hizmetinde olarak tarafsız ve eşitlik ilkelerine bağlı kalarak uygulayacağıma görev ve sorumluluklarımı bilerek bunlara davranış halinde göstereceğime, namusum ve şerefim üzerine yemin ederim, evet, mesleğe başlarken edilen yeminler. Bazen kendi kendime diyorum yani bir insan doktor örneğinde olduğu gibi talimatla hareket edecekse ne gerek var ki, yapay zeka teknolojisi gelişti, bir programla talimatla bir program yüklenir yazı denir ki pazartesi gelenler grip olsun, bütün pazartesi gelenlere girip der, salı günü gelenler zatürre olsun, salı günü gelenlere zatürre der, çarşamba günü gelenlere de bronşit olsun hem daha ekonomik hem daha hızlı karar alır yani dolayısıyla devlette tasarruf etmiş olur ve böylece aslında devlet kendi memuruna yeminin ve onurunu çiğnetmek zorunda kalmaz, daha güzel taraf bence bu.

Peki şunu soruyorum, mesleğinin doğrularını verilen bir talimat ile çiğneyen söz konusu şahısın vicdanı var mıdır, muhakkak vardır çünkü her insanda vicdan vardır. Peki bu vicdan her zaman için insana doğruyu söyler neden böyle bir harekette bulunmuş olabilir. Kendi kendime şunu diyorum bir beklentileri vardır, korkuları vardır, ne gibi beklentisi vardır, mesela korkuyordur, diyordur ki ya ben buna rapor verirsem sıkıntıya girerim, disiplin soruşturması geçiririm, cezaevine girebilirim veya başhekim olamam veya ayın 15’inde maaş alıyorum, sıkıntıya girer, onu da yapamam, o zaman ne yapayım, vicdanımın sesi sen biraz arkaya deyip talimatları uyguluyor.

Peki vicdanın sesi bastırıldı. Sustu mu susmaz, çünkü vicdanın sesi insana öyle bir ızdırap verir ki sürekli didikler, gece yattığında kafasını koyar, bir an didikler çünkü doğruların her zaman açığa çıkmak gibi bir özelliği vardır, ne kadar bastırırsanız bastırın ama ve bu ölene kadar devam eder. Yalnız yine beklentilerin büyüklüğü ve küçüklüğüne göre de o vicdanın sesi bazen çıkar, bazen içeri girer ve bu ölene kadar devam eder.

Peki başkanım sizce bu yaşadığım hadisedeki durumdaki kişilerin ne kadar ömrü olabilir. 10 yıl, 20 yıl, 30 yıl veya devam edelim yani 50 yıl. İşte bir zaman gelip zamanımızın aktörleri olan bizler dünya sahnesinden silinip gittiğimizde geriye ne bırakacağız ve giderken ne götüreceğiz bana gazilik bunu anlattı, bunu öğretti, bizim meslekteki tabirle söyleyeyim kimimiz hatıraları ile anılacağız kimilerimiz ise anıları ile anılacağız, söz konusu kişiye ve torunlarına hem bu tarafta hem de öbür tarafta düşecek anı hakkı gözetmeyen ve talimatla yeminini çiğneyen bir miras olacaktır.

“İKİ KERE GİTTİM, GELDİM”

Başkanım, ben acizane o ışığı iki kere gördüm, yani gittim geldim gibi yani öyle söyleyeyim, iki kere gördüm ve iki kere ışığı görmüş biri olarak söylüyorum, hayatında insanın yaşadığı en zor pişmanlık hangisi diye bana sorsanız tereddütsüz ne derim biliyor musunuz ölüm anındaki son pişmanlığım derim, bunu yaşamayan bilemez, bunu yaşamak lazım, ama herkese nasip olmaz. Ben iki kez yaşadım o anı ki çoğu bir kere yaşayıp bir daha yaşayamazdı ve şunu diyorum ölüm anındaki son pişmanlığım, o an aklıma dedemle yaşadığım bir anı geldi.

O sıralar 14 yaşındaydım, dedem beni kaldırdı, tarlaya götürdü tarlada çalışıyoruz. Allah’ım dedim ya ben hep böyle çalışacak mıyım? Ya çalış çalış çalış nereye kadar dedim ya, 60-70 yaşına nasıl gelecek dedim ya başkanım ilk mermi girdi sağ taraftan girdi sol taraftan çıktı, gayri iradi kendim yere düştüm gayri iradi kendimi atmadım, o an bir şok yaşadım lan ne oluyoruz hani gözümü kapattım hayal mi değil gerçek, vuruldum nereden vuruldum sol bacağımı kıpırdatamıyorum ne oldu diyorum, bacağım mı şey yaptı acaba hareket etmiyor hissetmiyorum bacağımı, siniri parçalanmış bacak yok, sağ bacağımı da oynatamıyorum sürünmeye çalışıyorum, sürünemiyorum, sanki iç organlarımdan bir şeyler akıyor. O an ne geldi biliyor musunuz aklıma. O an gelen tek şey o gözümü kapattığımda dedemin tarladaki o an geldi. O an söylediğim cümle geldi. Demek ki bitiyormuş bu hayat, demek ki bitiyormuş, nasıl bir ızdırap bilemezsiniz. Peki bu ızdırap ne yaptıklarım veya yapamadıklarımın ızdırabı ve şunu anladım o an çekmiş olduğum ızdıraptan acıdan maddi acıdan daha büyük olan acı neymiş biliyor musunuz? İşte o an insanın yaşadığı manevi bir ızdırap ve acıymış ve bu manevi ızdırap bir daha geriye dönüp keşke yapmasaydın dediği şeyleri dönüp düzeltemeyecek olmanın ızdırabı ve bacağınız kopmuş, kolunuz kopmuş ağrılar hafif kalıyor, vallahi hafif kalıyor, yemin ederim hafif kalıyor. Başkanım bunu hayatta insan bir kez yaşar, biraz ağır oluyor ifadeler biraz ağır geçiyor olabilir ama kapanan bütün kapılar kapandığından dolayı bir çaresizlik diyebilirsiniz bunun vicdanındaki yankılanmaları arz ettiğim hususlar.

“GAZİLİK HAKLARIM KESİLDİ”

Peki buraya kadar anlattığım kısıma kadar neler oldu, bana etkileri neler olacak, tek atımlık bir kurşunum vardı o tek atımlık kurşunu 15-20 yıl sonra yaklaşık 50-60 yaşlarında kullanmam gerekiyordu 3,5 yılın sonunda bu zor cezaevi şartlarından dolayı bugünlerde kullanmak zorunda kaldım veya kalacağım birkaç haftaya ve hayatımın geri kalanında ciddi hasarlar oluşturacak sonuçlarla yüzleşeceğim, TSK rehabilitasyon merkezi olan tam teşekküllü bir hastanede 2 yılda ancak düzelen düzeltebildiğim rahatsızlıklarımı cezaevi şartlarında tekrar o ameliyatı yaşayıp tekrar cezaevi şartlarında kalacağım, bunlar yaşadığım maddi cezaevinde yaşadığım tutukluluk sürecinde yaşadığım maddi zorluklar yani benim şahsi yaşadığım bir de gazilikte yaşadığım sıkıntılar var ki masumiyet karinesini geçtik yani direk bu gazilik haklarını kısıtlamaya geldi mesela gazilik maaşım düşürüldü, gaziye yapılan kira yardımı kesildi daha suçlu muyum suçsuz muyum o bile belli değil, ailem hastanelerde tedavi olamıyor, kısaca ölmeden toprağa gömüldüm. Yani sosyal bir soykırıma tabi tutuldum. Ya masumiyet karinesini geçtim de suçlu bir insan olsa da gazilik dokunulmayacak haklardandır çünkü gazilik bu tarafla alakalı bir şey değil gazilik gökler ötesinde tescillenen bir unvandır ve şehitlikte öyledir iki unvan vardır bu ikisidir ve bazen kendi kendime düşünüyorum cezaevinde yatarken diyorum ki ya ben varsayalım 3 Ağustos 2012’de yaralandığım zaman milimlerle hayatta kaldığımı doktor söylemişti o zaman ölmüş ve şehit olmuş olsam ve varsayalım ki şehitlikte toprağın altında olan bir unvan değilde hayatta gazi gibi yaşayan bir unvan olsa ben bu yaşananları şehitlik unvanıyla yaşar mıydım cevabını veriyorum evet kesinlikle yaşardım.

“SOSYAL SOYKIRIM TARZI MUAMELE VAR”

Kesinlikle bana bu yaşatılırdı. Çünkü gazi, şehit o şey yok sosyal bir soykırım tarzı muamele var. Bazen düşünüyorum kendi kendime bunları savunmamla alakalı gibi görünebilir ama bağlayacağım bir yere birazdan hayatta unutulmayan üç arkadaşlık var derler atasözü gibi bir şeylerdir bu askerlik arkadaşlığı, hastane arkadaşlığı ve hapishane arkadaşlığı ben acizane bu üçünü de yaşamış biriyim, hatta yaşayan nadir insanlardan birisiyim, askerlik hayatı, hastane hayatı ve hapishane hayatı buna ben muhteşem üçlü diyorum veya üçlü tecrübe askerlik hayatı ile insanın sınırlarının ne kadar geniş olduğunu öğrendim Tokat’ta görev yaptığım 2 yıl boyunca 1 yıldan fazla arazide yattım kalktım, yağmur çamur hiç fark etmedi, 11 gün aralıksız yağmurun altında arazide yattım, suyum bitti yağmur suyu içtim, 2009’da Reşadiye’de askeri araca baskın olunca 8 şehit verildi, belki hatırlarsınız o olaydan sonra günlerce karın üzerinde yattım, haftanın 5 gününü arazide geçiriyordum ve 2 yıllık 3 tabur vardı, 3 tabur 2 yıl boyunca Tokat’ı didik didik etti, bir tane terörist bulamadı, Van’a gitmeden 1 ay önce benim personelim Karadeniz grup sorumlusu dahil yanlış hatırlamıyorsam adı Zigana’ydı 3 teröristi öldürdü ve Karadeniz yapılanması PKK’nın Karadeniz yapılanması çöktü ki 2 yıl boyunca çok ciddi yatırımlar yapmışlar.

Sonra Van’a gittim, Van’a gittiğimde ilk gördüğüm şey ki o zaman biz gitmeden önce ateşkes tabiri bir şey vardı, eylem yapılmıyordu, tam gittiğim zaman eylemler başladı, terör eylemleri, bir gittim helikopterin biri kalkıyor biri iniyor, dediler ki 15-20 yıldır bir bölge var girilmiyor, buraya sen gireceksin, iki timle buraya iki timle ben girdim ve 5 teröristi düzeltiyorum 4 teröristi yakaladım.

“3 AĞUSTOS 2012’DE BÖLÜĞÜMÜN ÖNÜNDE PUSUYA DÜŞTÜM”

Van bölgesinde görev yaptığım zaman dilimi içinde 8 terörist etkisiz hale getirildi, bakın Van bölgesinde yaklaşık 4 tane 5 tane tabur var yani yaklaşık 15 tane bölük var bu 8 teröristin 7 tanesini benim bölüğüm etkisiz hale getirdi. Yaptığım bu tür operasyonlardan ötürü Cumhurbaşkanlığı tarafından saat ile ödüllendirildim ve 3 Ağustos 2012’de bölüğümün önünde giderken pusuya düştük, çatışmada yaralandım başka kimse yaralanmadı çok şükür, peki bunlar askerlik hayatı öğretti bana.

Hastane hayatı ne öğretti bana, şunu öğretti, gaziliğin zor ama bir o kadar da güzel olan tecrübelerini yaşadım ve hayatta her şeyin olumlu tarafını bakmayı gördüm. br gün odada oturuyorduk 4 gazi, 4 kişilik odalar var, birinin iki bacağı yok diğerinin kolu yok bende o aralar ayağa kalkamıyorum yine bir uzman çavuş girdi yarısı yok, şeyle girdi akülü arabayla girdi, cidden yarısı yok iki bacağını kökten kesmişler, içeridekiler dedi ki hayırlı olsun kardeş dediler, araba almışsın sağ ol komutan dedi, bende sordum hayırdır ne arabası aldın dedim, komutanım bize indirimli araba veriyorlar ya Mercedes 180 aldım dedim iyi hayırlı olsun dedim peki nasıl oldu bir anlatır mısın nasıl yaralandın dedim, komutanım dedi ben Hakkari’de görev yapıyordum bir çatışmaya girdim roket geldi bacağımın ikisini de koparttı daha sonra doktorlar da ikisini birden kestiler dedi, dedim kardeş Allah sabır versin dedim biraz üzgün bir ifadeyle baktım hiç üzülmüyor çocuk ne dedi biliyor musunuz ya komutanım boş verin bunları dedi ya ölüm var dert yok dedi ya, akülü arabaların joistiğini bilirsiniz hızlı bir şekilde döndü ve gitti, tabi o ara afalladım bir iki dakika düşünce gelmez ya insana bir iki dakika sonra kafama balyoz gibi bir şey dan diye indi, 20-22 yaşındaki bir genç bekar yarısı yok, ileride evlenip evlenemeyeceği belli değil nasıl böyle bir dirayet nasıl böyle bir inanmışlık, olsun dedi ya devletim için feda olsun yani ölüm var dert yok dedi. Ve sonra şunu anladım, hayat bir şeye sevinebilecek kadar çok uzun değil veya bir şey içinde üzülecek veya bir şeyden korkacak kadar bana bunu öğretti, bu uzman çavuş bana bunu öğretti. Ve şunu öğrendim insan normal bir hayatta iken kendisini çok güçlü, kuvvetli, iktidarlı taşı sıksam suyunu çıkartırım diye düşünüyor ama bazen serçe parmağını dahi oynatamıyor.

BACAĞIMDA AĞIR SİNİR HASARI VAR”

Benim sol bacağımda dediğim gibi ağır sinir hasarı var sinirler kopmuştu, hastanede yatıyorum, bacak şu şekilde düşünün ayak olarak düşünün, bu kolumu şu parmağı oynatamıyorum, bacak oynamıyor, hatta şu parmağı oynatayım ya odaklanıyorum bütün odağımı ayağıma veriyorum parmağı oynatayım yok oynamıyor Allah Allah ya ben daha dün 30 km yol yürüdüm sırtımda çanta vardı, 2 günlük operasyondu ama şu parmağıma hükmedemiyorum, bunu anladım yani şu anda bana deseniz ki ne kattı sana gazilik bana bunu kattı serçe parmağa hükmedemiyorsun ama tabi bunu ne zaman anlıyorsunuz düştükten sonra anlıyorsunuz. Ve şunu dedim yani hayatta ne yaşarsan yaşa bir sonraki gün Allah’ın sana nasıl bir musibet vereceğini bilemezsin, buna göre yaşamalı.

“ŞU AN SOL BACAĞIM UYUŞUKTUR, OYNATAMIYORUM”

Başkanım gazilikle dediğim gibi hadiselerin iyi tarafına bakmayı öğrendim. Mesela ağrılar sinir ağrısı dediğim ağrı öyle bir ağrıdır ki 24 saat her saniye sanki bacağımızın içinden tel çekilir gibi olur sanki birisi her saniye biri bacağınızı testereyle keser gibi olur 6 ay devam eder bu şekilde geri kalan 6 ayda da hafiflemeye başlar ama her an vardır. Şu an mesela sol bacağım uyuşuktur hissetmiyorum yani. En ağır ağrı kesicileri alırsınız, morfin artık etki etmemeye başlar, uyku ilacı alırsınız en ağırından 10 dakika uyutur sizi 6 ay boyunca günde 10 dakika 15 dakika uyursunuz, bunlar olurken bir gün bir gazi komutanımız vardı Bedri Aluçlu diye o aklıma geldi. İki eli yok iki gözü yok kafatasının yarı yok, göğüs kafesinin yarısı yok ve onu düşündüm, bir gün evlerine gitmiştim de çalışma başladıktan sonra ziyarete ışıklar karanlık zile bastım bastım akşam üstü kimse yok herhalde evde yoklar deyip geri döndüm o ara tam çıkarken eşiyle karşılaştım, yenge ben evde yoksunuz sandım bedir komutanımız nerede evde dedi evde oturuyor nasıl yani ya dedim nasıl bir pot kırdım dedim, 30 yaşından sonraki hayatını kalkmak için başkasının yardımına ihtiyaç duyacak şekilde yaşıyor, ışık ihtiyacı yok yani ve dedim ki Musa sen kendi haline, konumunu kabullen o insanı düşünerek ağrılarımla ve sızılarımla baş ediyorum. Hapishaneyi zaten anlattım başka bir ekleme yapmaya gerek yok ve bunları bana aslında bunlar çok korku şeyi gibi görünüyor ama çok dolu dolu ve çok güzel bir hayat yaşadığımı ve çok güzel tecrübeler edindiğimi gösterdi cidden bu muhteşem üçlü bana çok büyük katkılarda bulundu.

“MAHŞERİ VİCDANA DUYURMAK İÇİN”

Hatta bazı tecrübeler konusunda dünyada tekim dersem yalan olmaz hatta şey derler bilirsiniz ya reklamın iyisi kötüsü olmaz gibi hani yani ben diyorum kendi kendime ışığı iki kere gördüm bunu çok kişi görmemiştir. Başkanım şimdi buraya kadar anlattıklarım bir gazinin masumiyet karinesi bir tarafa bırakılarak nasıl da zalimane uygulamalara maruz kaldığını mahşeri vicdana duyurmak içindi, ayrıca bırakın masumiyet karinesini suçlu bile olsa herhangi bir insana yapılmaması gereken maddi ve manevi işkencelerin benim gibi vatan ve millet aşkını somut dellillerle ispat etmiş bir gaziye yapılması güzel vatanın geleceği için beni endişelendirmektedir…

15 Temmuz Toplama Kampı: Kurbanlardan biri ilk kez konuşuyor

 

medyabold
Devamını Oku »