CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, 31 Mart’ın perde arkasını BirGün’den Uğur Koç’a anlattı. Kaftancıoğlu’nun verdiği yanıtlar şöyle:
Seçim öncesindeki buluşmamızda sandık güvenliği için tüm önemleri aldığını söylemiştiniz? Önlemleriniz İstanbul’un alınmasında nerede duruyor? “Bu önemler olmasaydı” sorusuna cevap aradınız mı?
Geçmiş deneyimlerimizi dikkate almayıp olması gerektiği gibi hazırlanmasaydık, bu seçimin sonucu 31 Mart akşamı ortaya çıkan gerçek sonuç değil, iktidarın topluma dayatıp zorla kabullendireceği bir sonuç olacaktı. Onlar, seçim gecesi lehlerine çıkaracakları sonucun planını önceden yapmıştı. Ancak biz sandıklara etkin biçimde sahip çıkarak bu oyunu o gece bozduk.
31 Mart akşamı Anadolu Ajansı (AA), saat 19.00 itibariyle veri aktarmaya başladı. İlk olarak sandıkların yüzde 24’ünün açıldığını söyledi. Saat 21.00’e gelindiğinde ise sandıkların yüzde 80’inin açıldığı belirtildi. Bu aşamada AA’ya göre Binali Yıldırım 4 puan öndeydi. Bizim AA ile dakika dakika kıyaslayarak tuttuğumuz kendi verilerimizde ise saat 21.00’de sandıkların yüzde 36,5 sandığın açılmış, oran olarak AKP’nin yüzde 44, bizim ise yüzde 52 olduğumuz görülüyordu.
Bu aşamada biz, önceki seçimlerde yaptıkları gibi bir algı operasyonu yapacaklarını öngördük. Ve Ekrem İmamoğlu saat 21.00’de kameraların karşısına geçerek doğru rakamları verdi, o çok konuşulan açıklamasını yaptı: “Kimsenin hakkını yemem, hakkımı da kimseye yedirmem.”
23.22’de ise Binali Yıldırım çıktı ve ‘biz kazandık’ dedi. AA bu sırada veri akışını durdurdu. Bizim sistemimize göre ise Ekrem İmamoğlu öndeydi. 04.39’da Bayram Şenocak kürsüye çıkarak, “3 bin 870 oyla seçimi kazandık” dedi.
Acı olan şu; o gece bize AKP’nin kendi sisteminden de ekran görüntüleri geliyordu. Bayram Şenocak açıklama yaptığı sırada AKP’nin kendi sisteminde de Ekrem İmamoğlu öndeydi.
Bu seçimde YSK’nin elindeki verilere, bizim elimizdeki verilere ve hatta AKP’nin sistemindeki verilere göre bile Ekrem İmamoğlu öndeyken çıkıp birilerinin, “Biz kazandık” demesini toplum uzun uzun düşünmeli. AKP’nin milletin iradesine nasıl yaklaştığının en somut örneğidir bu seçimler.
O gece bu işi bitireceklerini düşünüyorlardı. O gece ıslak imzalı tutanakların bizim elimizde olup olmadığını araştırdılar. Islak imzalı tutanaklar elimizde olmasaydı, vatandaşa verdiğimiz sandıklara sahip çıkma sözünü tutmasaydık bir gün sonra kimsenin söylediğinin bir anlamı olmayacaktı. “Atı alan Üsküdar’ı geçti” diyeceklerdi.
Islak imzalı tutanakların elinizde olup olmadığının araştırıldığı bilgisi somut mu? Bu bilgi size nasıl geldi? Nasıl araştırdılar bunu?
Bu bilgi çok güvendiğimiz bir kaynaktan ve doğrudan bize geldi. Telefon açıp, “Islak imzalı tutanaklar hakikaten ellerinde mi?” diye sordular. Bunu ciddi bir şekilde araştırdılar.
AA, veri sağlayamadığını iddia ettiği sıralarda veya öncesinde/sonrasında sizden hiç veri aldı mı? Ya da bu süreçte sizden hiç talepte bulundu mu?
AA bizden ne bir veri aldı, ne de bir bilgi talebinde bulundu. Bizden talepte bulunsaydı elimizdeki verileri memnuniyetle paylaşırdık. Ancak AKP, AA eliyle operasyon yapmaya çalıştı. YSK de zaten çıkıp “AA bizden veri almıyor” diye açıklama yaptı. Bunun adı “operason”dur, başka bir şey değil.
Sonrasındaki YSK tavrını ele alalım. Geçersiz oyların sayılması ve gelişen tüm süreç hukuki anlamda ne ifade ediyor? Sizce YSK ne kadar hukuk içinde kaldı, ne kadar hukuk dışına çıktı?
2014 Ankara seçimlerinde geçersiz oylara dair sandık başlarında ciddi itirazlar olmasına ve aradaki fark çok daha az olmasına rağmen talebi kabul etmeyen YSK’ydı. İstanbul’da ise sandık başlarında geçersiz oylara dair bir itiraz dahi yok. 31 bin 186 sandıktan hiçbirinde geçersiz oylara dair tutanak tutulmamış. Buna rağmen YSK’nin aldığı yeniden sayım kararını hukukla değerlendirmek mümkün değil.
Bizim oyların sayılmasıyla ilgili bir kaygımız, çekincemiz yoktu. Ancak sürecin hukuk zemininde ilerlemesi zorunludur. Tüm çabamız buna dairdi.
Geçersiz oylar sayıldı, sondaj sandıklar sayıldı, bazı ilçelerde tüm oyların sayıldı bir şey değişmedi… Sonra Büyükçekmece ve Maltepe sürecini başlattılar.
Nihayetinde buralarda istediğini elde edemeyen AKP ‘tam kanunsuzluk’ iddiasıyla bir dilekçe verdi ama dilekçenin bir cümlesinde dahi bu tam kanunsuzluk durumu net biçimde tespit edilmiyor. Ben buna ‘hezeyanlar dilekçesi’ diyorum. Çünkü başka bir anlamı yok.
Gelinen aşamada YSK, kısıtlı seçmenlerin oy kullanıp kullanmadığının araştırılması talimatı verdi.
YSK’nin verdiği kararda yer alan 41 bin kişilik listeye ulaşıp analiz ettiniz mi? Nasıl bir sonuç öngörüyorsunuz?
Bütün görevlilerimizi hala ilçe seçim kurullarında. Süreci yakından takip ediyoruz ve görüyoruz ki bu 41 bin seçmenin hiçbiri oy kullanmamış.
Bizim hala ilçe seçim kurullarında süreci yakından takip etmemizin nedeni, listelerde bir değişiklik yapmalarına engel olmak. Yoksa bu tartışmanın da sonuç getirmeyeceğini biliyoruz.
İstanbul il başkanı seçildiğiniz süreçte hedef haline getirildiğiniz. Seçim sürecinde tekrar hedef tahtasına oturtuldunuz ve bu durum hala devam ediyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz bunu?
Kaybetmeyi hazmedememelerine bağlıyorum. İstanbul İl Başkanı olduğum süreçte “İstanbul’dan geldiler, İstanbul’dan gidecekler” demiştim. 14 ay boyunca bu söylediklerimin gereği olarak biz çalıştık, onlarsa beni ve bizi hedef gösterdiler. Bunlara kulak tıkadık, çalışmalarımızı kararlılıkla sürdürdük. Seçimden sonra da bana ve Ekrem Bey’e yönelik saldırılarını devam ettiriyorlar. İstanbul’u kaybetmelerinin sorumlusu olarak bizi görüyorlar. Ne mutlu ki bu sorumluluğu büyük bir zevkle taşıyorum.
Bundan sonra İstanbul’u nasıl bir gelecek bekliyor. İktidar medyasında ‘devri sabık’ yaratacağınız iddiaları var. Sizden önceki döneme dair ne gibi tasarruflarınız olacak ve bunları nasıl bir kavramla ifade edersiniz?
Kentler, aslında anlayışlar tarafından yönetilir. Yani siz bir kentte bir kişiyi seçersiniz ama aslında orayı seçtiğiniz anlayış yönetir. Bu manada biz sürecin başından beri aynı zamanda İstanbul’da nasıl bir yerel yönetim örneği sergileneceğine dair çalışma yaptık.
Bu tabloda yerel yönetimlerin mevcut yönetim tarzı gösteriliyor (Tablo 1). Biz bir yıl öncesinden İstanbul’da “iktidarı paylaşmak” diye bir yerel yönetim anlayışı ortaya koyduk (Tablo 2). Biz “iktidarı paylaşmak” anlayışıyla piramidi tersine çeviriyoruz. En tepede vatandaş yer alıyor bizim piramidimizde. En sonda ise belediye başkanı. İşte biz bu anlayışa inanarak çalışma yaptık.
AKP’nin son 15 yılda yaptıklarına dair de çok ciddi çalışmalarımız var. Halka nasıl ihanet edildiğine dair belgeler-bilgiler elimizde. Örneğin vakıflara, derneklere – ki bunların hepsi yandaşlardan oluşuyor- belediyeden 847 milyon lira kaynak aktarılmış.
Tüm bu tabloyu görerek biz bu sürece ‘yeni bir başlangıç’ dedik ve öyle yola çıktık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder