23 Mart 2019 Cumartesi

Sağ siyasetin ve İslamcılığın “adalet” kavramı üzerine çok önemli analiz

Necip Fazıl’ın “gaddarca” olabilen adalet anlayışıyla şekillenen bir nesil, ve tüm dünyadaki sağ partilerin kullandığı temel kavram olan “adelet”in kavranış biçimine yolculuk…

Tanıl Bora’nın Birikim Dergisi için kaleme aldığı “Adalet Dairesi” başlıklı yazıda “adalet” kavramının sağ partilerde ve İslamcıların gözünde neyi ifade ettiğini irdeledi.

Yazı, Necip Fazıl’ın dünyasındaki adalet kavramından, “adalet” kelimesinin gerçek kökenine kadar çok önemli detaylar var.

Tanıl Bora/Birikim

“Adalet” ismi takınan partiler, hemen hep, sağcı partiler. İstisnası pek az. Yurtta ve cihanda.

Yurtta, Adalet Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi, malûmlarınızdır.

Fas’ta, 2011’den beri hükümeti kuran Ḥizb al-adala ve’t-Tanmiya, keza Adalet ve Kalkınma Partisi demektir, İslâmî-muhafazakârdır, amblemi de lambadır! Cezayir’de İhvan çizgisinde küçük bir parti var: Hürriyet ve Adalet Partisi (Hizb el-Horreya ve’l Adala), kısaca Adala/Adalet. Endonezya’da da yine küçük, yüzde 5-10 ‘bandında’ gezen İhvan ilhamlı İslamcı ‘Müreffeh’ Adalet Partisi var (Partai Keadilan Sejahtera. 1998’de “Adalet Partisi” – Partai Keadilan adını taşıyormuş).

Polonya’da koyu milliyetçi-muhafazakar popülist, Hak ve Adalet (Prawo i Sprawiedliwość) partisi, 2015’ten beri iktidar. Macaristan’da 1998-2002 arası mecliste yer alan faşizan milliyetçi-muhafazakar Macarlara Adalet ve Macarlara Hayat Partisi, kısmen iktidardaki Orban’ın Fidesz’i (yurttaş birliği), kısmen azgın faşist Jobbik arasında bölünmüş.

Arjantin’de Partido Justitialista, Adaletçi Parti, 1945’ten beri Peronizmin ana dalıdır. Peronizm malûm, soldan sağa uzanan, zamanla örgütsel olarak da ayrışmış bir popülist yelpaze; Adaletçi Parti, onun sağ-popülist ana damarını teşkil eder.

Hindistan’da 1916-1944 arası hayat etmiş Adalet Partisi, ilk döneminde İngiltere hakimiyetine tamamen sadık tutumuyla biliniyor, sonra milliyetçi harekete biraz açılmış.

İran’da, Kalkınma ve Adalet Partisi ile İslâmî İran Halkına İlerleme ve Adalet adını taşıyan iki küçük muhafazakâr-popülist parti var. İran’da reformist kanatta da, yine küçük ama biraz daha etkili, İran İslâmî Özgürlük ve Adalet Örgütü bulunuyor.

Zaten İslâm dünyası siyasetinde adalet, illâ sağda konumlanmayanların da tutunduğu bir ad. Uganda Adalet Forumu, otoriter yönetime karşı Müslüman nüfusu temsil eden bir muhalefet partisi. Pakistan’da ehemmiyetsiz ufak Adalet ve Demokrasi Partisi, “merkezde” konumlandırılıyor. Afganistan’daki ehemmiyetsiz ufak Hezb-e-Hak-ve-Adalat de öyle. Tunus’ta 2011-2013 arasında faal olan ehemmiyetsiz ufak Özgürlük, Adalet ve Kalkınma İçin Halk Adına Dilekçe hareketi, “popülist” diye tavsif edilmiş. Mısır’da küçük Hizb el-Adl’e (Adalet Partisi), “sol-liberal” deniyor (işte yine onlar!). Mali’deki Tüm-Afrika İçin Özgürlük, Dayanışma ve Adalet Partisi, “sosyal demokrat eğilimli” sayılıyor.

Latin Amerika’da adalet, zayıf bir merkez-sol soluk üfleyebiliyor. Bolivya’da Özgürlük vc Adalet Partisi, Peru’da Ulusal Adalet, merkez-solda sayılan kısa ömürlü, ufacık teşebbüsler. Venezuela’da 2000’den beri önemlice bir muhalefet yapan Önce Adalet (Primero Justicia), sol-liberal.

Eritre’de Demokrasi ve Adalet İçin Halk Cephesi, “Afrika sosyalizmini” savunuyor ama otoriter tek parti yönetimidir.

Avustralya’da adalet ismi takınmış, eyalet çapında küçümen ‘özel meseleli’ partiler var. Victoria eyaletinde pedofili karşıtı yasal reform için bir Adalet Partisi, dört ayrı eyalette Animal Justice Party: Hayvanlara Adalet Partisi.

Gezintiyi toparlarsak, evet, küçük ve tesirsiz istisnalar olmakla beraber, -Müslüman topluluklarında gördüğü teveccühü de akılda tutarak-, bir önemi, ağırlığı olan adalet partileri, hep sağdadır.

***

Sağ, adalette neyi sever; sağın zihniyet dünyasında adaletten anlaşılan nedir?

Adalet Partisi ulularından, tipik (eski usul, mümkün mertebe ve usulü dairesinde liberal-demokrat) bir merkez-sağcı siyasetçi, nasıl demiş: “Avam, genelde adaletli bir ortamı, özgür ortamlara tercih eder.”  Sağ siyaset de, avamın bu tercihini tercih eder. Adalet, özgürlük arayışına hacet bırakmayacak, hatta ondan alıkoyacak bir ‘konfor, bir tedbirdir bu zihniyet dünyasında.

***

Daha önemlisi, adaletin, eşitliğin alternatifi olarak düşünülmesidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, kadın haklarıyla ilgili konuşmasında (24 Kasım 2018), bu karşıtlaştırmayı çok açık görürüz: “Adalet herkese hakkını vermektir. Dikkat ederseniz herkese hakkını vermek demek, bir şeyi herkese eşit şekilde dağıtmak veya herkese aynı şekilde davranmak anlamına gelmiyor. Büyükle küçüğü aynı terazide tartamazsınız. Güçlüyle zayıfı aynı yarışa sokamazsınız. Bazıları ‘eşit, eşit’ diyor da şimdi yani biz 100 metreyi kadın-erkek aynı şekilde mi koşturacağız? Bu, adalet olur mu? Olmaz. Olması gereken nedir? Kadın kadın ile koşar, erkek erkekle koşar. Olması gereken budur. Çünkü yaradılışa, fıtrata uygun olan da budur.” Farkı, farkları, bir fıtratla sabitlemek ve onları illâ ve evvela eşitsizliğin teyidi olarak görmek … Bir zamandır müesses nizam televizyonlardaki felsefe sohbetleriyle bilinen, hem milliyetçi hem muhafazakâr muhitlerde itibar gören Teoman Duralı, eşitliğe karşı adalet düsturunu şeksiz şüphesiz koyar:

“İnsanlar eşit yaratılmadıklarından, hukukun dışında kalan sahalarda, herkes istidâdıyla, aklıyla, fikriyle, zikriyle, öğrenimiyle, yapıp ettikleriyle bağlantılı biçimde lâyıkına kavuşmalıdır. (…) Toplumun bütün katlarında katmanlarında her şeyin ve herkesin lâyık olduğu oruna [makam-mevki – T.B.] yerleştirilmesi, adalettir.”

Herkesin lâyığını tayin etmek, herkesi yerli yerine yerleştirmek, haddini bildirmek – eşitliğe karşı adaletten söz ederken, bir otorite, bir tahakküm hazzı sızar dile.

***

Oysa kelimenin Arapça etimolojisi, adaletin eşitlikle akrabalığını haber veriyor. A-de-le kökünden türeyen adalet kelimesinin “eşit, denk, benzer, âdil (kimse), karşılık, fidye, diyet, kefaret, bedel (ivaz), doğruluk, düzlük, ölçü, eğrilik” anlamlarını taşıyor. Kavramın kaynağındaki temel anlamı, “iki şeyi birbiriyle denkleştirmek” diye izah ediliyor. (İtidal, “orta hallilik, iki uca da aynı mesafede olmak”, aynı kökten geliyor.) Kimi dilbilgisi âlimi fakihler, adaletin zıt anlamlı (ezdâd) kelimelerden olduğunu yazmışlar, yani aynı anda hem doğruluk-düzlük hem eğrilik anlamına geliyormuş. Adaletin kök anlamı olan denklik, içerdiği bu iki zıt anlamın müşterekliğini ve dengesini de ifade ediyor. Denklik anlamca doğruluğa-düzlüğe daha yakın olduğundan, zamanla eğrilik çağrışımı zayıflayıp sönmüş. Kelimenin hikâyesi, adaletin eşitlikle hısımken zamanla uzaklaştığını söylüyor bize.

***

Necip Fazıl, İdeolocya Örgüsü’nde adalet terazisinin kefelerine, mehter nekkârelerine tokmak sallar gibi vurur. Onda adalet mefhumu, olağanüstü şiddetli bir ceza-merhamet zıtlığına (daha doğrusu, ‘zıtların birliğine’) dayanır. Adalet, “mefkûrevî çapta şiddetli merhametle, mefkûrevî çapta şiddetli cezanın iç içe” olması demektir. “İnsanlar, gerektiği zaman sinekler gibi öldürülecek, ve bin sinek için, gerektiği zaman bir dünya yıkılabilecektir.” “Öksüren tek serçeye eczahaneler dolusu imdat ve sapıtan binlerce kişiye caddeler boyu darağacı” vaat eder Necip Fazıl’ın adalet terazisi. ‘Hak edene’ gaddarca ceza, adeta adaletin alâmetidir. Adeta, mücrim olarak görülenlerin şiddetle cezalandırılması, ‘hak edenlerin’ merhamet görmesinin zorunlu bedelidir.

Popüler adalet algısında da, güçlü bir karşılığı yok mu bu tasavvurun? Baba arzusunu (döven-ve-seven, döverek seven) hatırlatan; adaletin sağlamanmasını ailenin namusunun korunması cinsinden anlayan bir tasavvur…

***

Radikal İslâmcılık gayretini sürdüren Haksöz dergisi, Ocak 2019 sayısında, iktidarın hukuk icraatında merhamet-adalet dengesinin kaybından şikâyet ediyordu.

İlâhî adalet etrafındaki kelam tartışmaları, adalet kavramına dair bir tür trajik bilinç üretir. Akılcılığıyla bilinen Mutezile okulu, Allah insana özgür irade verdiği ve iradesiyle karar verme sorumluluğu yüklediği için, kişilerin baskı ve cebir altında yaptıklarından sorumlu tutulmasının gayrı adil olacağını söyler. Muhafazakâr Eşarî okuluysa, ilâhi adaletin beşerî kavramlarla anlaşılıp değerlendirilemeyeceği kanısındadır; olur ki ahrette çocuklara azap çektirilebilir, bir kâfir cennete, bir mümin cehenneme sokulabilir, bunlar ilâhî adaletin adil oluşuna halel getirmez.

Yakın zamanda tehditlere maruz kalan ilâhiyatçı Mustafa Öztürk, ilâhî adaletle merhameti bağdaştırma zorluklarını, “insanın beynini/zihnini zonklatan” bir dert olarak işler (Karar, 6 Ekim 2018). Eski bir meseli aktarır bununla ilgili. “Üç kardeş” adlı hikâyede, kardeşlerden biri mümin, biri kâfir olur, biriyse çocukken ölür. Çocukken ölen, cennete gidemeyince, keşke ömür verilseydi de mümince yaşayıp cennete girseydi diye yakarır. Ona, yaşatsaydı günah işleyip cehennemlik olacağı, bunun için kendisine merhamet edilip çocuk yaşta canının alındığı bildirilir. Bunun üzerine kâfir kardeş, niçin kendi canı masum bir çocukken alınmadı diye serzenişte bulunur.

Kelam tartışmalarında ilâhî adalet, tekrarlayalım, bir trajik bilinç meselesidir. Hıristiyanlıktaki teodise (“Tanrı varsa kötülük niye var?”) davasıyla kıyaslayabiliriz. Adalet, sırlı bir mefhumdur bu düşünce dünyasında. Ve adalet, neticede, adaletsizliği sineye çekme kuvvetiyle tartılır.

***

Tıpkı modernliğin şafağındaki Batı siyaset felsefesi gibi, İslâm siyaset felsefesi de ideal hükümdardan adil olmasını ister. Esasen bir ‘yönetişim prensibi’ olarak böyle olmasını ister. Osmanlı devlet aklının, -ve birçokları nezdinde eskiii Türk devlet geleneğinin-, meşhur daire-i adalet düsturu, bunun tipik örneği değil mi? Nasıl döner daire-i adaletin tekeri: hükümdar adil olmalıdır ki tebasını koruyabilsin; ki kendini güvende hisseden teba üretim yapıp vergi ödeyebilsin; ki böylece hazinesi dolan devlet dış tehditlere karşı sağlam bir ordu tutabilsin; ki ordusuna dayanan hükümdar güçlü olup adaleti sağlayabilsin. Sıfır toplamlı adalet oyunu. Tekerlemenin Osmanlıcasının son cümlesi: “Raiyeti kul eder padişah-ı âleme adl.” Yani tebayı padişaha kul eden, adalettir.

Velhâsıl, devlet aklı adalette, iktidarın istikrarını temin için fayda görür.

***

Bayıldığım polisiye yazarı McKinty’de rastladığımda irkilmiştim bu lâfa: “İntikam adaletin aptal üvey kardeşidir.”

Sonra hatırladım, Nietzsche İnsanca, Pek İnsanca’da intikamın, -keza şükranın da-, adaletle aynı kaynaktan doğduğunu söylemiyor muydu? Çünkü ona göre adaletin kökeni, denk güçteki hasımlar arasında, birbirlerini lüzumsuz yere perişan etmesinler diye, kerhen uzlaşma fikrine dayanıyordu. Özünde mütekabiliyet ve misilleme vardı[5] – bir bakıma, ertelenmiş veya tazmin edilmiş intikam. Adalet, kurumsal adalet, medenileştirilerek ‘yüceltilmiş’ intikam, değil mi? İntikamın kurnaz üvey kardeşi.

***

Adaletin muğlaklığına geliyoruz yine: adaletin tarifi, tayini zor, ama adaletsizlik aşikârdır. Adaleti aramak, onu -tıpkı adaletin kendisi gibi- ebedî bir arayış olan eşitlik ve özgürlüğün alternatifi, ‘çaresi’ olarak gören zihniyetin kıskacından kurtarmakla mümkün ancak. O “adalet dairesi”nin dışına çıkmakla, adaleti sıfır toplamlı oyun çemberinden çıkartmakla…

medyabold

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder