19 Aralık 2019 Perşembe

Saray’ın Libya Stratejisi: Çatışmayı büyüt aranan nakiti bul!

Erdoğan’ın Suriye’yi unutup Libya’ya dönmesinde strateji değil acil nakit ihtiyacı etken. SADAT milislerini göndermeye başladı. Kanal İstanbul pazarlığın bir ayağı.

FATİH YURTSEVEN

BOLD ANALİZ

Arap Baharı olarak adlandırılan süreç Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde diktatörlerin devrilmesine, halk ayaklanmalarına ve iç savaşlara neden oldu. Türkiye bu süreçte yaşanan hadiseleri anlamak ve akıllıca karar vermek yerine, finansmanı Katar tarafından sağlanan Siyasal İslam projesinin sahadaki uygulayıcısı olmayı tercih etti. Romantik bir beklenti ile yeni Ortadoğu’nun lideri olacağına inandı. Suriye’de ılımlı muhaliflerin eğitilmesine ve silahlandırılmasına ön ayak oldu. Dünyanın çeşitli bölgelerinden gelen savaşçı cihatçılar Türkiye topraklarından Suriye geçtiler. IŞİD tarafından kontrol edilen bölgelerden elde edilen kaçak petrol Türkiye üzerinden satıldı. Erdoğan rejimi ve İŞİD arasındaki para trafiğine ait bilgiler Mart 2016 tarihinde Rusya tarafından BM Güvenlik Konseyine sunuldu. Erdoğan rejimi Haziran 2016’da Rusya’dan özür dileyince dosya kapandı.

Halkların meşru demokrasi talebiyle başlayan Arap isyanları, Suriye’de duvara tosladı. Türkiye’nin de katkısıyla meşru zeminde başlayan hareketler Suriye’de terörize oldu. Dünyanın dört bir yanından gelen radikal selefi gruplar Suriye yaptıkları ile Arap haklarının meşru değişim taleplerini gölge düşürdüler. Siyasal İslam’dan Mısır örneğinde olduğu gibi bir demokratik hareket çıkmayacağı anlaşıldı. İslam ve demokrasi kelimelerinin yan yana gelemeyeceğine dair düşünceler kuvvet kazandı. Yaşanan gelişmelerde Erdoğan Rejiminin Katar’ın finansal desteğiyle sahada yaptığı faaliyetler büyük rol oynadı. Erdoğan Türkiye’de kendi rejimini kurma karşılığında küresel bir projenin yüklenicisi oldu. Nihayetinde Türkiye’de tek adam rejimi hüküm sürmeye başladı.

Rejimin devamı için en önemli etken para. Erdoğan kurduğu rant sistemini devam ettirdiği müddetçe iktidarının devam edeceğini düşünüyor. Türkiye’nin stratejik konumu da dahil, para akışının sağlanması için her şey masada pazarlık konusu yapılabilir. Oluşturulan korku ortamı, içi boşaltılan devlet kuruluşlarına yerleştirilen ve kendi varlıklarının devamını, Erdoğan rejiminin devamında gören bürokrasi sayesinde toplum, beka, devlet meselesi söylemleriyle uyutuldukça her şey yapılabilir.

Daha iki hafta öncesine kadar Suriye, YPG ve Barış Pınarı Harekâtı gündemin ilk sırasını işgal ederken, bugünlerde Kanal İstanbul, Doğu Akdeniz ve Libya’yı tartışıyoruz. Peki ne oldu da gündem birden bu kadar çabuk değişti?
Erdoğan Barış Pınarı harekâtı ile Fırat’ın doğuruşunda kuracağı şehirlerle hem çevresindeki en büyük destekçileri olan inşaat firmalarına alan açmayı, hem de ülke ekonomisine artık yük olmaya başlayan mültecileri buraya yerleştirmeyi planlıyordu. Bu konuda AB’nin kendisini maddi olarak destekleyeceğini düşünüyordu. Ancak, masada yapılan planlar sahada değişince Erdoğan kendisine yeni çıkış yolları aramaya başladı.

Kanal İstanbul projesi tekrar gündeme geldi. Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile kazanılan hakların kaybedilmesi pahasına, Erdoğan Kanal İstanbul projesini tartışmaya aştı. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Lozan Anlaşması ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en önemli kuruluş belgelerinden bir tanesi. Savaş ve barış koşullarında ticari ve askeri gemilerin Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin güvenliğine halel getirmeyecek şekilde, boğazlardan geçişini düzenliyor. Savaş gemilerine uygulanan Tonaj kısıtlamaları nedeniyle, Türkiye’nin güvenliğine olduğu kadar, Rusya’nın da güvenliğine hizmet ettiğini söylemek yanlış olmaz.

Bu noktadan hareketle Erdoğan bu defa Putin ile pazarlığı boğazlar üzerinden açmışa benziyor. Möntrö’nün savaş gemilerine getirdiği tonaj sınırlaması, Rusya’yı da koruyor. Kanal İstanbul açılırsa bu koruma bitecek. Erdoğan’ın kafasındaki pazarlık konusunu ise tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Sıkça tekrar edildiği üzere, Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerimizin korunması, yapılan anlaşmanın imzacısı olan Libya Milli Mutabakat Hükumetinin varlığını devam ettirmesine bağlı. Ancak burada bir sorun var. Rusya ve Erdoğan rejimi Libya’da farklı tarafları destekliyor.

Rus Wagner Firmasına bağlı askerler sahada dengeleri General Hafter lehine değiştirmiş durumda. Mısır, Libya’ya dışarıdan yapılacak herhangi bir müdahaleyi kendi ulusal güvenliği açısından sorun olarak görüyor. Libya’da Milli Mutabakat Hükumetini Türkiye’nin dışında İngiltere, Katar ve İtalya destekliyor. Ancak Türkiye dışında askeri olarak destek vereceğini açıklayan kimse yok.

Dünyanın en kaliteli petrolü Libya’da çıkıyor. Petrol sahalarının kontrolü General Hafter’in elinde. Dışarıdan bir destek olmadığı takdirde General Hafter ilerleyen zamanlarda Trablus’u da ele geçirecek ve anlaşıldığı kadarıyla da meşru otorite olarak tanınacak. Erdoğan Libya’da ancak dengeleri Ulusal Mutabakat Hükumeti lehine değiştirirse petrolden pay alacağını düşünüyor. O yüzden, ihtiyaç olursa asker gönderebiliriz, diyor.

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov geçen hafta yaptığı açıklamada; İblid’de bulunan cihatçı gruplardan bazılarının Libya’da görüldüğünü, bu durumdan endişe duyduklarını söyledi. Söz konusu cihatçılar ancak Türkiye üzerinden Libya’ya gidebilirler. Anlaşılan Erdoğan öncelikle SADAT şemsiyesi altında sahada olmayı tercih edecek. Putin ile de Kanal İstanbul üzerinden boğazlar için açtığı pazarlığı Libya’da sahada etkin olmak için kullanacak.

Anlaşılan Erdoğan Rejimi; Suriye’nin petrolünü kaçırarak bir dönem elde ettiği finansman benzeri sistemi, şimdi Libya’da iç savaşı büyüterek oranın petrolü üzerinden elde etmeye dayalı bir planlama yapmış durumda. Böylece Saray, sistemini sürdürebildiği için acil ihtiyaç duyduğu likit paraya kavuşacak..

Dünya’da Amerika dahil bir iç savaşın tarafı olup zarar görmeyen ülke yok. Türkiye sahada tüm aktörlerle kavgalı olmak, Mısır ile sıcak çatışma içerisine girmek, Doğu Akdeniz’deki tüm haklarını en zayıf olduğu noktaya teksif ederek stratejik bir kayıp yaşamak pahasına Libya’da bir maceraya sürükleniyor. Yaşanan hadiseleri devlet politikası, beka, milli menfaat kelimeleri ile açıklamak mümkün değil. Türkiye’de 15 Temmuz’dan sonra bir rejim değişikliği yaşandı. Bu rejimini devamı için Erdoğan’ın rejimi kendisine hediye edenlere karşı ödemesi gereken bir diyet borcu, yapması gereken ev ödevleri ve devamlı sıcak para ile beslemesi gereken bir rant ekonomisi var. Bu uğurda da anlaşılan yapamayacağı hiçbir şey yok.

Kılıçdaroğlu’ndan olay açıklama: Erdoğan, 21’inci yüzyılın Firavunudur

medyabold

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder