Çağdaş İsrail edebiyatının en önemli isimlerinden Amos Oz hayatını kaybetti.
Yazarın ölüm haberini kızı Fania Oz-Salzberger sosyal medya hesabından duyurdu. Babasının kanserle kısa bir mücadelenin ardından öldüğünü belirten Oz-Salzberger, Amos Oz’u “mükemmel bir aile babası, yazar ve barış insanı” olarak tanımladı.
1939 doğumlu Amos Oz’un eserleri dünyada 20’den fazla dile çevrilmişti. Yazarın adı her yıl Nobel adayları arasında anılıyordu. Amos Oz aynı zamanda 1977’den bu yana İsrail’in “Barış, Hemen Şimdi” hareketinin önderlerinden biriydi.
Yazarın romanlarının yanı sıra Aşk ve Karanlık adlı otobiyografisi de dilimize çevrildi. Natalie Portman’ın yönetmenliğini yaptığı Bir Aşk ve Karanlık Hikâyesi (2015) adlı film bu kitaptan sinemaya uyarlanmıştı.
Amos Oz, Pusudaki Panter adlı romanı Türkçeye çevrildiğinde Kitap Zamanı‘ndan Can Bahadır Yüce’ye konuşmuştu. 2012’de yayımlanan o söyleşiyi sunuyoruz.
‘Edebiyatta mutlu anlar vardır, mutlu bir hikâye yoktur’
2010’da, Mavi Marmara krizi sırasında konuşmuştuk sizinle. Kısa görüşmemizde edebiyatın Ortadoğu barış süreci için önemine değinmiş ve İsrail hükümetinin tutumunu eleştirmiştiniz. O zamandan beri Türkiye ve İsrail arasındaki gerilim azalmadı. Bu bağlamda, Pusudaki Panter’in Türkçeye çevrilmesinin sizin için özel bir anlamı var mı?
Evet, benim için özel bir önemi var çünkü İsrail ile Türkiye arasındaki gerginlik beni çok üzüyor. İki ülkenin pek çok ortak yönü olduğuna inanıyorum, geçmişte ilişkiler oldukça yolundaydı. Umarım bu dostluk bir gün kaldığı yerden devam eder. Pusudaki Panter’i İsrail’den Türk okuruna bir diyalog mektubu gibi görüyorum, fikir alışverişinin hâlâ devam ettiğini anlatan bir mektup…
Pusudaki Panter birçok açıdan farklı, özel bir roman. Ama en önemlisi romanda kullandığınız dil. Örneğin, Türkçe çevirisinde, çevirmenin romanın yapısı hakkında okura fikir verebilmek için modern ve eski Türkçeyi birlikte ve yerinde kullanması gerekiyor. Çevirmenle görüşme şansınız oldu mu bu konuda?
Maalesef hayır, Türkçe çevirmenimle görüşemedim ama sizin de belirttiğiniz gibi Osmanlı Türkçesinin kullanılması bence çok iyi bir fikir ve böyle bir çeviri çok başarılı olur. Bu şekilde romandaki farklı dil yapıları muhtemelen okura iletilebilir.
Peki ya diğer çevirmenler?
Bu roman 15 ya da 16 dile çevrildi. Hepsiyle değil ama pek çok çevirmenle konuşma şansım oldu. Her birine çavuş Dunlop’ın eski İbranice kullandığını, hatta Tevrat İbranicesi kullandığını anlattım, bunun hedef dilde eski dil kullanılarak verilmesi gerektiğini belirttim.
Kitap Türkçeye İngilizceden çevrildi. Bölgemizin yazarlarını Batı dilleri üzerinden yapılan çevirilerden okumak bir talihsizlik değil mi?
Elbette, doğrudan İbraniceden çevrilmesi daha iyi olurdu ama modern İbraniceden Türkçeye çeviri yapabilecek iyi bir çevirmen bulmanın mümkün olduğundan pek emin değilim.
Romanda otobiyografik referanslar çok. Amos Oz’un eserlerinde aslında kurgu ile kurgu dışının silik bir çizgide olduğu söylenebilir. Buna katılır mısınız?
Sanırım bu birçok yazar için geçerlidir. Her yazar otobiyografik öğeleri, ayrıntıları ve deneyimlerini yazdıklarına katar. Profi benden üç yaş büyük, üç yıl önce doğmuş. Ama pek çok ortak yönümüz var, bunu inkâr edemem.
Pek çok ortak yönünüz olan o anlatıcı, Profi 12 yaşında. Dünyayı bir çocuğun gözlerinden anlatmak sanırım size her zaman çekici geliyor…
Evet, çok sık bir çocuğun bakış açısından yazıyorum.
Zaten Pusudaki Panter’in belki de en dokunaklı tarafı çocuğun masumiyeti ve siyasî oyunlar karşısındaki şaşkınlığı. Roman bir tür “masumiyete ağıt” olarak tanımlanabilir mi?
Evet, ama daha çok çocukluğa bir ağıt denilebilir. Profi romana bir çocuk olarak girip genç bir adam olarak çıkıyor. Birkaç hafta içinde değişiyor, derin bir değişim geçiriyor. Bu değişim onu genç bir adam yapıyor.
Yalnız bir adam olan Bay Lazarus bence romandaki en etkileyici karakter. Tavuklarıyla konuşan bir adam, sonra da intihar ediyor. “Kaybeden” ve trajik karakterleri yazmak daha etkileyici olmalı. Peki, daha zor diyebilir miyiz?
Aslında daha zor olduğunu sanmıyorum. Edebiyat çoğunlukla kaybedenler, mutsuz karakterler üzerine kuruludur. Mutlu ailelerin anlatılacak pek bir yanı yok belki de. Edebiyat mutsuzluğa odaklanmaya, mutsuzluğun çeşitli biçimlerine odaklanmaya çok uygun.
O halde mutluluğun edebiyatı olmaz diyebilir miyiz?
Belki olabilir ama çok nadirdir. Edebiyatta mutluluk anları vardır. Pusudaki Panter’de bile mutluluk anları var, örneğin Profi’nin Yerdena’yla geçirdiği gece. O, Profi’nin hayatında bir mutluluk anı, aşkı keşfi, umutsuz bir aşk da olsa. Yine de mutlu bir an. Yani bence edebiyatta mutlu anlar vardır ama baştan sona mutlu bir hikâye yoktur.
Eserlerinizde melankoli hem bireysel hem toplumsal açıdan baskın. Bu modern İbranice edebiyat için de geçerli. Yahudi soykırımından neredeyse 70 yıl sonra, yeni nesil İsrailli yazarların toplumsal hafızadan çok bireye odaklandığını söyleyebilir miyiz?
Bugün edebiyat 30-40 yıl önce olduğundan ve elbette 70 yıl öncekinden daha bireyci. Ama aynı zamanda İsrail’in bir Yahudi mülteci kampı olduğunu, Filistin’in de bir mülteci kampı olduğunu unutmayın. Yani İsrail ile Filistin arasındaki çatışma iki mülteci kampı arasındaki trajik bir çatışma.
Anlatıcı önemli bir gözlem yapıyor: “Araplar güçsüz taraftı ve yakında onlar yeni Yahudiler olacaktı.” Bu öngörü hakkında konuşabilir miyiz?
Çavuş Dunlop, 1948 savaşında İngilizler ayrıldıktan sonra Yahudilerin ülkede hüküm sürmesini eleştirir. Ve doğru, Yahudiler 1948’den sonra hüküm sürmüşlerdir çünkü sırtları duvara dayalıydı. Gidecekleri hiçbir yer yoktu, kesinlikle hiçbir yer. Ama bu Filistinlileri mülteciye ve kaybedene dönüştürdü. Bu bana göre doğru ile doğru arasında bir trajedi. Bu, iyi ve kötü adamların olduğu bir Western filmi değil, haklı ile haklı arasında trajik bir çatışma.
Profi’nin Çavuş Dunlop ile dostluğu onu düşmanlığın ve arkadaşlığın karmaşık yapısı üzerine düşünmeye itiyor tekrar. Aslında çavuş Dunlop’u sevmek istiyor ama kendini suçlu da hissediyor. Zaman içinde sizce değişen bir şey var mı bu açıdan? Bugün İsrailli bir çocuk bir Filistinliyi severken suçluluk hisseder mi yine, ya da tersi olur mu?
Sanmıyorum. Zaman değişti. Artık İsrail’de aşırı milliyetçilik yok. Evet, bazı milliyetçi insanlar var ama genel hava 50, 60 ya da 70 yıl önce olduğundan farklı, daha az milliyetçi var. Bugün sıklıkla bir İsrailli ile Filistinli arasında aşk doğduğu oluyor. Bu basit bir şey değil, iki taraf için de karmaşık bir durum. Ve sıklıkla iki tarafın ailesi de karşı çıkıyor buna ama oluyor.
Her yıl Nobel ödülü verileceği günlerde sizin bu ödüle yakın olduğunuz konuşulur Türkiye’de. Sizce Nobel siyasi bir ödül mü?
Bilmiyorum doğrusu. Gerçekten Nobel komitesinin düşüncelerini bilemiyorum ama size şunu söyleyebilirim, bugüne kadar pek çok Nobel ödülünün verildiği isimlerden son derece memnunum, tamamen hak edildiğini düşünüyorum çoğunun. Ve eğer Nobel almazsam mutsuz bir adam olarak ölecek değilim.
Yakın gelecekte Ortadoğu’ya bir Nobel gelir mi?
Hiçbir fikrim yok. Gerçekten öngörüde bulunamıyorum.
Romanlarınızın çoğu filme uyarlandı. Hangisi en beğendiğiniz uyarlama?
My Michael 30 yıl önce İsrail’de beyazperdeye uyarlanmıştı. Çok iyi bir filmdi.
Bölgenin durumuna duyarlı bir yazar olarak, Suriye’deki gelişmeler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Konu Suriye’nin bölünüyor mu olduğu… Şu anki Suriye yönetimi korkunç, gaddar diyebilirim. Ama isyancılar konusunda da umutlu değilim. Onlar da aşırıya gidebilir kanımca. Daha tehlikeli olan ise Suriye’nin bölünmesi, parçalanması ve küçük bölgelerin birbiriyle savaşması olur.
Şu anda üzerinde çalıştığınız bir kitap var mı?
Üç ya da dört ay önce Arkadaşlar Arasında adlı, hikâyeler toplamından oluşan bir kitap yayımladım. Bir kibutzda geçiyor ve yalnızlığı, insan yalnızlığını, iki yalnız insan arasındaki temasın ne kadar mucizevi olduğunu anlatıyor.
Bundan sonra hangi kitabınızın Türkçeye çevrilmesini isterdiniz?
Arkadaşlar Arasında iyi bir tercih olurdu bence.
(Kitap Zamanı 83, Aralık 2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder