28 Aralık 2018 Cuma

Bakan Gül, eşlere hoş sürprizler ve Roboski…

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül hayatta karşılaştığı zorluklar için ‘kısa yollar’ bulmakta zorlanmıyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde memur olan ve 5 yılını ‘izinli’ olarak geçiren eşi İlknur Gül’ü, yaşam koçlarının ‘ona hoş sürprizler yapın’ tavsiyesiyle Saray’da istihdam ettimişti.

Bugün ise bütün Türkiye’ye bir sürprizi vardı. Tam 7 yıl önce Roboski’de 34 vatandaşın hayatını kaybettiği bombardıman ile ilgili soru önergesine cevap veren Adalet Bakanı Gül, yine yorulmadı. Verdiği cevapta, “Bombardıman Gülen Cemaati’nin (kısa yollar kadar kısaltmaları da sevdiği için böyle demiyor tabi) Türkiye’yi sivil katliamlar yapan bir ülke olarak göstermek üzere yaptığı komploların ilki ve en büyüklerinden biriydi” ifadesini kullandı.

Keşke bir sürpriz yapıp Roboski’ye gitse ve bunu babalarını, eşlerini, evlatlarını kaybeden acılı ailelere bizzat söyleyebilseydi.

Hafıza-i beşer’in üzerinde yalan ve kara propaganda olsa da kamuoyunun ortak vicdanı olan bitenin farkında. Hatırlatalım; Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Roboski, 7 yıl önce bugün, 28 Aralık 2011’de sarsıldı. Sınırdan çay, sigara ve mazot getirerek kaçakçılık yapan, çoğunluğu 12-18 yaş arası çocuk ve gençlerden oluşan 34 kişilik kafile katledildi. F-16’ların kaçakçı köylüleri bombaladığı bu acı olay, ailelerin ocağına ateş gibi düştü.

Oğlunu kaybeden bir anne, devletin, “Çocuğunuzun katili 4 gün içinde bulacaktır.” sözüne inanmıştı. Sarfedilen sözlerin üzerinden tam yedi yıl geçti. Bu süre zarfında, Uludere’de ne düğün ne bayram kutlaması yapıldı. Her yeri ateş, barut ve yanık et kokusunun sardığı, beyaz karın gençlere kefen olduğu o geceden geriye ise dinmez bir acı ve gözyaşı kaldı. Roboski’nin acısı yıllar geçtikçe azalacağı yerde, 7 yıldır faillerin bulunamaması sebebiyle de her geçen gün arttı.

Hayatlarının baharındaki gençlerin böylesi tehlikeli bir yola girmelerini anlamak için bulundukları coğrafyaya bakmak yeterli. Sarp dağların çevrelediği Uludere ve köylerinde halk ne tarım ne de hayvancılık yapabiliyor. Köylünün önemli bir bölümü geçimini meslek olarak gördükleri kaçakçılık üzerinden sağlıyor. Dede mesleği olan bu iş, askerler ve devletin her kademesince yıllardır biliniyor ve hatta göz yumuluyor. Bu coğrafyada başka bir alternatif olan ‘koruculuk’tan daha onurlu görüldüğü için de kaçakçılık tercih ediliyor.

Katliam kadar katliamdan sonra köylülerin duruşlarını da tarih kaydetti. İhbar için aile bireylerini komşularını ihbar eden, şehitlik maaşı için aile bireylerinin birbirine girdiği, ölüp giden oğullarının hesabının sorulmadığı Türkiye’de, Roboskili aileler verilen tazminatları almadılar. O dönem Başbakanlık tarafından ölenlerin yakınlarına verilmek istenen 4 milyon 182 bin lira tazminatı, canları giden aileler kabul etmedi. ‘Kan parası’ olarak değerlendirdikleri tazminat için “bu boğazdan toprak geçer, o para geçmez” dediler.

Her birinin ayrı bir acıklı öyküsü olan köyde mesela, 13 yaşındaki Erkan Encü evin tek erkek çocuğuydu. Bakan Gül, o günlerde henüz ortaokul 2.sınıf öğrencisi olan çocuğun annesine anlatabilir yıllar sonra ulaştığı gerçeği. Annesi Felek Encü o güne kadar asla göndermemişti yavrusunu kaçağa. Ama ilk defa gidecek olan çocuğunun ısrarlarına da dayanamamış izin vermişti. Felek Encü’nün kaderinde henüz küçük bir çocukken babasının mayına basarak öldüğü yerde bu kez oğlunu kaybetmek vardı. Olaydan sonra çocuğunun yüzünü göstermek istemediler ona. “O halde görmeye dayanamazsın, yapma’ dediler. O ise morgda dayanamayıp eldivenlerini sıyırmıştı çocuğunun. Üşümesin diye üst üste giydirdiği 4-5 çorabı çıkarıp ayaklarını öpmüş, ardından da “Ben oğluma doyamadım” diyerek feryat etmişti.

Adalet Bakanı Gül 7 yıldır sorumlularını bulamadığı katliamın kısa yoldan failini isterse Yüksel Ürek’in ailesiyle paylaşsın. Öldüğünde henüz 16 yaşında lise 2. sınıf öğrencisiydi Yüksel. 8 kişilik ailenin geçim yükü babası ve evin en büyüğü olan Yüksel’in omuzlarındaydı. Bir yandan okula gidiyor, bir yandan da para kazanmaya çalışıyordu. Oğlu aklına geldikçe yüreğinin yandığını söyleyen anne Emine Ürek’in, “Ben oğlumu yerde karla, -50 derecelerde 50 lira için yolladıysam, demek ki mecburdum.” feryatlarına, “Oğlum yoldan gelince ayakkabısının bağcıkları donuyordu, sıcak suyla açıyorduk.” çaresizliğine anlatsın.

Anne Emine Ürek o uğursuz günü anlatırken, “Katliamdan 3 dakika önce yeğenimle konuştum. ‘Biz sınırdayız, askerler yolumuzu kesti’ dedi. Ellerinizi kaldırın askerlere teslim olun, size bir şey yapmazlar, dedim. Sonra çocuklar gelecek diye sobayı yaktım, çay koydum. Ama acı haberleri geldi. Biz çocuklarımızın parçalarını kendimiz getirdik. Yüreğimiz bu acıyı artık kaldırmıyor.” diyor hala yüreği yanarak.

Gül, o günden sonra “Çocuğumun sevdiği yemeği yapmıyorum artık bu evde. Diğer çocuklarıma da yedirmiyorum.” diyen annelere anlatsın cemaat masallarını.

15 yaşındaki Bilal Encü, lise 1. sınıf öğrencisiydi. Görme engelli babasının hayattaki tek dayanağıydı. Hayali doktor olup babasının gözlerini açtırmaktı. Bilal öldükten sonra hayata küsen baba Abdurrahman Encü, “Bilal elmaları çok severdi. Bahçemize elma dikmiştim onun için. Oğlum sürekli, ‘Baba bu elmaları ne zaman yeriz?’ diye soruyordu. ‘Bir iki seneye yeriz’ diyordum. Ama inanmıyordu. Bir gün eve geldim.‘Bilal nerede?’ diye sordum.‘Kaçağa gitti’ dediler. Olan oldu sonra, ocağımıza ateş düştü.”

Aradan 7 bahar, 7 yaz geçtikten sonra hala “Bilal nerede?” diye sorduğunu söylesin birisi Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e.

Ve…Söylemeye gerek var mı, bankanın ya da okulun önünden geçene, gazete abonesine Gülen cemaati üyeliği ya da iltisakı olduğu gerekçesiyle soruşturma açılır, ceza verilirken 34 kişinin katledildiği bu olayla ilgili, bu günün şartlarında bile cemaat gerekçesiyle tek suçlama yapılmadı..

Ama Bakan Gül, ‘kısa yollar’ bulmayı seviyor. Roboskili çocuklar, gençler katledilmiş, ne gam… Siz eşinize hoş sürprizler yapın…

 

kronos

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder