“İmamoğlu ‘devletin kurucu iradesine bağlıyım’ , ‘Topal Osman’a bağlıyım’ diyen biri. İşte bana göre, demokratikleşmenin birinci unsuru, bu söylemleri sorgulamak.”
BOLD – Eren Keskin, her dönem devletin gazabına uğramış Türkiye’nin en önemli hak savunucularından. Türkiye’nin geleceği ve bugünü üzerine kritik tespitleri var.
Kronos’tan Alin Özinan ve Selahattin Sevi’nin Eren Keskin’le yaptıkları röportajın bir bölümünü sunuyoruz:
Türkiye sizce gerek anlamda ne zaman demokratikleşecek? Var mı böyle bir umudunuz?
Yaşadığımız coğrafyada, gerçek anlamda bir demokratikleşme beklemiyorum. Küçük bazı adımlar olabilir. Ancak sistem, geçmiş ile yüzleşmekten kaçındığı sürece, demokrasi bir “hayal” olarak kalmaya devam edecek.
Büyük bir suç üzerine kurulmuş bir devletten söz ediyoruz. 1915 Ermeni Soykırımı ve ardından aynı zihniyet tarafından kurulan bir Cumhuriyet! Yalan bir tarih, tekçi bir resmi ideoloji. İşimiz çok zor. Ancak sistem zaman zaman “bunalımlar” yaşıyor. Bu süreç de, böyle bir bunalım dönemi… O nedenle, Türkiye konusunda kısa ve orta vadede bile inanın öngörüde bulunamıyorum.
HUKUKUN BU DENLİ “YERLERDE SÜRÜNDÜĞÜ” BAŞKA BİR SÜREÇ HATIRLAMIYORUM
Türkiye’de gittikçe daha çok insan adaletsizlikle burun buruna geliyor. Bunun sonu nasıl gelecek? Adaleti aramak, talep etmek ve ona ulaşmak için insanlar ne yapmalı?
Bu coğrafyada, adalete erişim çok zor. Hukukun bu denli “yerlerde süründüğü” başka bir süreç hatırlamıyorum. Yargının bir tarafı olan savunma, tamamen yargı süreçlerinin dışına atılmış durumda. Biz avukatlar, savcı ve hakimlerin odalarına dahi giremiyoruz.
Düşünce ve ifade hakkının, bu kadar baskı altında olduğu, bu kadar kolay tutuklama kararlarının verildiği, başka bir süreç hatırlamıyorum. Cezaevleri, entelektüel insanlarla dolup taşıyor.
Özellikle 15 Temmuz olayından sonra yeni bir baskı yöntemi ile de karşılaştık. İnsanlar sorgusuz, sualsiz işlerinden atıldılar. Ekmekleri alındı ellerinden. Muhalif siyasetçiler cezaevinde. Sivil siyaset engelli!
Böyle bir durumda, adalete erişim çok zor oluyor. Ancak yine de, bir taraftan mücadele de devam ediyor. İşimiz zor!
Bugün yaşanan hak ihlallerini, yargının durumunu geçmiş yıllar ile kıyaslayınca ne görüyorsunuz?
Türkiye’de yargı, hiçbir zaman bağımsız olmadı. Yasama, yürütme, yargı tümü ile militarizme bağlıydı. Ancak, AKP-Derin devlet uzlaşması ile birlikte, “tek adam” sistemi yoğunlaşınca, yargı bu yapının etkisi altına girdi.
Eski yıllarda, konuşabileceğimiz hakim ve savcılar bulurduk. Ancak, artık hakim ve savcılar da çok korkuyorlar. Çünkü bir anda görevden alınabiliyorlar. Yargı unsurlarının özellikle karar verici makamda olanların, böylesine korktuğu bir yerde, artık yargının bağımsızlığını tartışmak imkansızdır.
Bu dönem en çok adaletsizliğe uğrayanlar kimler sizce?
Aslında her dönem aynı çevreler adaletsizliğe maruz kalıyorlar. Resmi ideolojinin değerlerine aykırı düşünen ve davranan herkes baskı altında.
Ancak bu dönem, düşüncüleri nedeni ile çok sayıda insan cezaevine girdi. İşkence ve asıl olarak şiddet, devlet eli meşrulaştırıldı. Şiddetin meşrulaştırılması, topluma da yansıdı. Kadın cinayetlerinde yaşanan artışı da, bu durumdan ayrı değerlendiremeyiz.
“NE OLURSA OLSUN, YURTDIŞINA GİTMEYECEĞİM”
Eren Keskin kapatılan Özgür Gündem gazetesinin genel yayın yönetmeni olduğu için 122 davada toplam 17 yıl 2 ay 20 gün hapis ve 360 bin TL para cezasına çarptırıldı. 5 dava kapsamındaki yargılama sürerken 3 yıl 9 ay hapis ve 220 bin TL para cezasına mahkûm olduğu 31 dosya Yargıtay aşamasında toplamda 11 yıl 3 ay hapis cezası aldığı 72 dosya ise istinaf aşamasında. Keskin hakkında 139 bin TL adli para cezasına çarptırıldığı 10 dosyada ise hüküm kesinleşti. Eren Keskin tüm bu davalara rağmen Türkiye’den gitmeyeceğini söylüyor. Ve Türkiye’nin geleceği hakkında önemli öngörülerini paylaşıyor.
Barış sürecinin sona ermesiyle davalar peşi sıra geldi, neden?
Davaların bu kadar yoğun açılması, devletin Kürt Politikasında yaşadığı çelişkiler ile ilgili. Bir dönem aynı devlet, Habur’dan gerillaların girişine izin vermişti ve hiçbir şey olmadı. Halk tepki göstermedi. Ancak AKP-Cemaat ittifakı bitip, AKP-Avrasyacılar ittifakı başlayınca, bazı değişiklikler oldu.
Aslında, ben devletin hiçbir zaman Kürt meselesini barışçıl bir şekilde çözmek istemediğine inanıyorum. Sivil Kürt siyasetinin güçlenmesi, onları çok korkuttu.
Selahattin Demirtaş ve çok sayıda HDP’li, bugün hapiste ise, bu korku nedeniyledir. Devlet her zaman, silahlı bir muhalefet istiyor. Ve bu muhalefet üzerinden şovenizmi geliştiriyor.
CESARET İNSANI KORUYAN EN ÖNEMLİ ŞEYDİR
İnsanlar korkuyorlar, bunu haklı görüyor müsünüz? Yazarken, konuşurken korkmak… Bunu nasıl yenmek gerekiyor?
İnsanların korkmasını anlıyorum. Çünkü bir sosyal medya paylaşımından bile ceza alıyor, hapse giriyor insanlar. İşten atılıyorlar insanlar. Korku, çok doğal bir duygu. Ancak korku eğer hayata egemen oluyorsa, bu çok önemli bir sorun. Ben, cesaretin insanı koruyan, en önemli şey olduğunu düşünüyorum, her zaman.
“Devletin kurucu ideolojisini savunarak her şeyi güzel yapamazsınız”, demişsiniz bir söyleşide. En çok kime bu sözünüz?
Ben, bu coğrafyada, sağcıların da solcuların da İttihatçı ideoloji ile biçimlendiğine inanıyorum. Cumhuriyet okuyarak solcu oldu insanlar. Her şey Türkiye’ye özgü. Sağcılık da, solculuk da, feminizm de….
Son günlerde, “Her şey çok güzel olacak” slogan etrafında, toplandı herkes.
Ancak unutmayalım, Ekrem İmamoğlu “devletin kurucu iradesine bağlıyım” , “Topal Osman’a bağlıyım” diyen bir insan. İşte bana göre, demokratikleşmenin birinci unsuru, bu söylemleri sorgulamak. Resmi ideolojiyi, resmi tarihi sorgulanmadan, geçmişle yüzleşme olmadan, büyük değişiklik olmaz, bu coğrafyada.
Son İstanbul belediye seçimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Farklı kesimlerin bir araya gelmesini nasıl okumalıyız?
İstanbul seçim sonuçlarını, AKP-MHP ittifakını geriletmek adına önemli buluyorum. Ben, sonradan kendimi mutsuz hissetmemek adına oy kullanmadım. Bu ittifakın bir tarafında, binlerce Kürdün katliam ve gözaltında kayıp edilmesinden sorumlu, ırkçı düşünceye sahip Meral Akşener, diğer tarafında resmi ideolojinin kurucu partisi, bir tarafında da Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler…
Bence, tüm bu kesimleri bir araya getiren, AKP-MHP faşizmimden duyulan rahatsızlık. Bunda başarılı olundu. Bundan sonrasını ise göreceğiz.
KÜRTLER İLE CHP’NİN BİRLİKTELİĞİ DİYE BİR ŞEY OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM
Kürtlerle CHP en son 80’lerin sonundaki yerel seçimlerinde bir araya gelmişti ve benzer bir başarı elde edilmemişti. Ayrışma nasıl oldu, bu birliktelik uzun sürer mi?
Kürtler ile CHP’nin birlikteliği diye bir şey olduğunu düşünmüyorum. Kürt halkı çok acılar yaşadı. Ve tüm gerçeklerin farkında. Ancak, şu bir gerçek ki, artık Kürt sorununu çözmeyi hedefleyen güçler, Kürtlerden destek alabilirler. Dilerim, Kürt halkının verdiği mesajı, tüm partiler almıştır. Farklı kesimlerin dayanışmasının sürmesi, Ekrem İmamoğlu’nun ve CHP’nin performansına bağlı. Göreceğiz.
medyabold
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder