“Babalar oğullarını gömmemeli!” Böyle söylemişti kudretli Kral Theoden “Yüzüklerin Efendisi İki Kule” filminde. O anda sadece bir babaydı, ne kraldı ne de kudretli… Ölüm karşısında hepimizin olduğu gibi aciz…
BOLD– Anne baba için evladını toprağa vermekten daha acı ne olabilir? Yoksa “evlat acısı gibi” diye bir deyim olur muydu? Biz bir haber bülteninde ya da sosyal medyada birkaç saniyeliğine üzülüp(!) geçerken onlar ölene kadar taşıyacakları ağır bir acının altına girmiştir.
Kral Theoden’den 35 yıl önce savaşta yitirilen evladın acısını anlatır “Bir Askerin Babası”. Bu, yaşlı Gregory Makharashvili’nin hazin hikayesidir.
YETER OĞLUMUN SAVAŞTIĞI
“Sor onlara” demişti karısı, “Bu savaş ne zaman bitecek, yeter artık oğlumun savaştığı!” Makharashvili’nin öyküsü böyle başlar, tam da üzüm bağlarının bozulma zamanı geldiğinde. Onu bütün köy uğurlar, herkesin haber beklediği biri vardır çünkü. Umut işte, ne onunla ne onsuz…
Savaşın kazananı yoktur, derler ya işte bunu “Bir Askerin Babası” kadar iyi anlatan az bulunur. Oğlunu arama yolculuğu Makharashvili için sarsıcı bir değişime yol açar. Bir üzüm fidesini ezdi diye asker tokatlayan, üstünden top mermileri uçuşurken baharda uyanmaya başlayan toprağı sevgiyle avuçlayan yaşlı adam insanlara kurşun sıkan birine dönüşür.
BEN ANNENE NE DİYECEĞİM ŞİMDİ?
Oysa savaşın ne olduğunu ilk gördüğünde “Oğlum savaşta nasıl birine dönüştü acaba? O iyi bir çocuktu!” demiştir. Makharashvili oğlunu bulur sonunda bir binanın çatısında kanlar içinde ve ağzından başlıktaki cümle dökülür: “Ben şimdi annene ne diyeceğim?”
Artık yaşlı adam için geriye dönüş yoktur, çünkü aslında kimse savaştan dönemez. Ölmese de savaş bitse de içinde bir şey hep orada kalır. İnsan olmanın hakikatine dair bir şey… Eğer vicdanınız bütünüyle ölmemişse adını koyamasanız bile varlığını anlayacağınız bir şey…
medyabold
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder