KHK’lı öğretmen, yazar Muhammed Fehmi Acat, hapiste geçirdiği bir Ramazan, iki Kurban bayramında yapılanları Youtube kanalı Renkli Dünyam’da anlattı.
BOLD – Cezaevlerinde Ramazan ibadet ve dua yönüyle çok güzel geçiyor. Dünyaya kapalı, Allah’a açık bir Ramazan… Ardından gelen bayramlarda dini ritüellerimizi elimizden geldiğince yapmaya çalışıyorduk. Bayram hazırlıkları 10 gün öncesinde başlıyordu. Bayram temizliği koğuşlarda da yapılıyordu. Toplu bir şekilde kimi mutfağı, kimi bahçeyi, kimi lavaboları kimi de yatakhaneleri temizliyor, pencereleri siliyordu. Bayram havası olsun diye mutlak surette temizlik yapılıyordu. Bu süreçte hapse giren herkes mutlaka bunları yapmıştır.
KOĞUŞLARA BAYRAM ŞEKERİ DAĞITIMI
Bunun dışında bayramda en önemli şeylerden biri ikramlaşmak, hediyeleşmekti. Bayram hediyelerinin alınması bir hafta, on gün önce kantin gününe göre yapılırdı. Kendi ihtiyaçlarımız dışında komşularımıza da şeker alırdık. Bizim koğuşta Kent şekerleri satılırdı. Onlardan alırdık ve diğer koğuşlara dağıtırdık. Bizim koridorumuzda yan yana 10 koğuş vardı. Şekerleri her koğuştaki kişi sayısına göre poşetleyip üzerine ‘Bayramınızı tebrik ederiz’ diye yazardık. Hangi koğuştan olduğumuzu da belirtirdik. Biz TV-4 koğuşundaydık o zaman. Dokuza, sekize, yediye, sıra sıra bütün herkese… Kuru kuru bir bayram kutlamasından ibaret olmuyordu cezaevindeki bayramlar.
AHMET AMCANIN ÇİKOLATALARI
Kendi koğuşumuz için de aynı hazırlık yapılırdı. Tatlı sipariş edecek olan tatlısını söylerdi, çikolata isteyen onu sipariş ederdi. Ahmet Amca çok fazla çikolata siparişi vermişti. Dolapta duruyordu, ara ara biz onu aşırıyorduk. 10 gün önce almış, bayrama kadar kim dayanacak O da tabi bunu fark ediyordu ve çoluk çocuk eğleniyor diye sesini çıkarmıyordu.
KOĞUŞTA BAYRAM ZİYARETİ NASIL OLURDU?
Kantin alışverişine bayram ikramlarını yazmamızın bir nedeni de bayram ziyaretlerimizdi. İçeride de mutlaka bayram ziyaretleriniz olurdu. Nasıl ziyaret yapıyorduk? Yatak ziyaretleri yapıyorduk. Yatak yatak gezerek herkes aldığı ikramların bir kısmını da bu şekilde dağıtıyordu.
KOLA ŞİŞESİNDE KEMALPAŞA TATLISI
Hapiste çok sevdiğim, değer verdiğim bir amcamız vardı. Sağolsun tatlı dağıtıyordu. Peki tatlıyı nasıl dağıtıyordu? Çaydanlığın içinde Kemalpaşa tatlısı yapardı. Sonra onları 2,5 litrelik kola şişelerine koyardı. Tabi tatlılar o şişenin içinde erirdi, helvaya dönüşürdü. Sonra o kola şişeleri yine yan koğuşlara atılırdı. Üzerlerine tek tek koğuşların adını yazardık, elden ele ulaştırılırdı. Böylece tatlı yollayarak da bayramlaşma olurdu. Bunun ön hazırlığı kantinden onlarca Kemalpaşa siparişiyle olurdu. Kantinciler bun kadar Kemalpaşa’yı ne yapacaksınız derdi. Tatlıyı severdiz derdik ama 200 kişiye tatlı ikram edilirdi. Tabi bu geleneğimiz cezaevi bahçelerinin üstleri kapatılınca sona erdi. Ben girdiğimde henüz kapanmamıştı. Ben oradayken bazı bölümler kapandı, çıktığımda hepsi kapandı.
BAYRAM HUTBESİ
Bayram öncesi hazırlıklarımızdan biri de hutbeydi. Bayram hutbesinin coşkulu, insanlara moral ve motivasyon verecek şekilde hazırlanması ve sanki çok özgür bir ortamda, çok kalabalık kitlelere okunuyormuş gibi hazırlanırdı. Bence de bunun böyle olması gerekiyordu. ve ben bir “Toplanma Yeri” başlıklı bir bayram hutbesi yazdım. Hutbeyi de yan koğuşlara atıyorduk.
Bununla ilgili ilginç bir anımı anlatayım. Biz dörtte idik. 9. koğuşta kalan bir arkadaşla hatırladığım kadarıyla 8-10 ay sonra aynı koğuşa denk geldik. Sürekli koğuş değişiklikleri oluyordu. Cuma namazı kılacağız. “Hocam geçen bayramdaki hutbeyi siz mi atmıştınız? Çok güzel bir hutbeydi. Bizim koğuşta bayram namazı kıldıracak kimse yoktu. İmamlık yapmış, namaz kıldıracak kimse yoktu. Bir arkadaşı ikna ederek öne geçirdik. Tabi hutbeyi nasıl yapacağız diye düşünürken yan taraftan geldi. Okuduk ve çok duygulandık, koğuşta herkes ağladı. Ben onu ayrıca bir kağıda yazdım ve açık görüşte eşime verdim. Eşim de tutuklu yakınları olarak hep birlikte okumuşlar ve çok sevinmişler” dedi ve çok sevindiğini ifade etti. Ben de çok mutlu oldum. İçeride yazmış olduğunuz bir hutbe siz dışarı çıkmadan başkalarına ulaşıyor ve o atmosferi bir şekilde yaşamış oluyorlar. Yani esaret aslında bizim zihnimizdeki prangalarımızı kırmamızla yok oluyor.
BAYRAM GÜNÜ
Bayram günü özgür hayatta nasıl yaşıyor ve tasarlıyorsak o şekilde olurdu. Kişisel hazırlıklar bir gün öncesinden başlardı. Arkadaşlar tıraşlarını olurdu. Sakal uzatanlar düzeltmeleri yapardı. Kıyafetler özel hazırlanırdı. Giyinip kuşanıp bayram namazına o şekilde gelirlerdi. Eşofmanla gideyim kılayım, öyle bir şey yoktu. sonra bahçede bayram namazı kılardık. işin en duygusal tarafı tabi, çoluk çocuğunuzla ailenizle geçireceğiniz bir bayramda cezaevindesiniz. Kimse yok, kiminle sarılacaksınız? Fakat herkes aynı durumda. Namazdan sonraki bayramlaşma bu yüzden çok duygusal geçerdi. Yaşı büyük olanlar evlatlarına sarılır gibi sarılırdı. Küçük olanlar anne babalarının elini öper ve bayramlarını kutlar gibi kutlardı ve o atmosferi o şekilde yaşardı. Ağlaşmalı sarılmalar olurdu, yüzde yüz herkes ağlardı…
AVLUDA ‘AÇIK BÜFE’ KAHVALTI
Bahçede kahvaltı yapardık, menü sınırsız… Sınırsız derken kantinde o gün ne alabildiysek.. Açık büfe şeklinden hazırlardık. O sofra bayrama özel bir sofraymış gibi yemekler o gün bayrama özel yemeklermiş gibi hazırlanırdı. Kahvaltıdan sonra dediğim gibi bayramlaşma başlardı. Orada tabi herkes birbirini tanımıyor, farklı illerden farklı mesleklerden birçok insan bir arada… Koğuşlardan sesler yükselmeye başlardı. Ahmettt… Mehmettt… TV-3’ten Mustafaa… “TV-3’ten Mustafa dinlemede” “Bayramın kutlu olsun, seninki de kutlu olsun” bağrışmaları havada uçuşurdu. Herkes mutlaka birbirinin bayramını bu şekilde kutlardı. Bütün sürerdi bu bayramlaşma.
BAYRAM GÖRÜŞÜ: “AĞLARAK DEĞİL, ALKIŞLAYARAK KARŞILAYIN”
Hapishanede asıl bayram açık görüş olduğu zaman yaşanırdı. Benim ilk bayramım ve ilk açık görüşüm bayram gününe denk gelmişti. O dönemde cezaevlerinde iki ayda bir açık görüş yapılırdı. OHAL dönemiydi. İki kimse ailesini göremezdi. Telefon görüşü ve kapalı görüşler olurdu ama kimse çocuğuna sarılamazdı. ben ilk açık görüşüme çıktım. 40 ayrı masanın olduğu, 40 ailenin buluştuğu bir salon. Her bir aile için 6 kişi sınırı vardı. Daha fazla kişi gelemiyordu. Yan salonda yine 40 aile. Toplam 80 aile giriş koridoruna dizilmiş bekliyor.
Oradaki insanların yüzde 80’i cezaeviyle ilk kez tanışan, cezaevini ilk kez gören, daha doğrusu hukuk müeyyidelerinin böyle ağırlığıyla ilk kez karşılaşan insanlar. Simalarına, yaşantılarına, duruşlarına bakıyorsunuz Anadolu’nun mağdur, mazlum, gariban halkı… Tabi insanlar ne yapacaklarını bilemiyordu, ilk açık görüş, bir kültür de oluşması lazım. Ben 40 kişilik grubun en önünd eydim. İnsanlar mahzun mahzun yakınlarına bakarken kafalarını kaldırıp uzaklardan ararken geldi mi gelmedi mi, o heyecan o kıpırtı hali, bir kez nasıl görebilirim… Tabi kimseden ses yok. Cenaze evi gibi. Ben orada hemen bağırdım. Tabi ağlayanlar var, anneler babalar durur mu orada. O hali görünce “Ağlayarak değil alkışlayarak karşılayın” diye seslendim gruba. O anda bir çığlık bir alkış fırtınası koptu… Çünkü hiçbirimiz ağlanacak bir şey yapmadık, alkışlanacak işler yaptık. İçimden öyle geldi ve öyle söyledim. Tabi muazzam bir coşku oluştu.
Tabi hazırladığımız ikramları da yanıma aldık. İlk defa pasta yaptık. Bisküvili pasta işte, çok fazla alternatifimiz yoktu ama çok güzel sanat eseri değerinde pastalar ortaya çıkaran arkadaşlarımız vardı.
Çocuklar nasıl gelirdi bayramlaşmaya? İşte bazı anlar vardır ki işte onları yazıyla anlatmakla olmuyor. O anlar şiir yazdırır. İlk bayram dönüşü ben de bir şiir yazdım.
Muvakkat Buluşmalar
Yine bir buluşma vakti
Hazırlanıyor çocuklar..
Yüzlerinde mahzun gülümseme
Giyinip kuşanıyorlar…
Taranmalı özellikle saçlar,
Kesilmez mi hiç tırnaklar,
Hiçbir eksiklik olmamalı,
Gülüyor görünmeli başlar
Yine bir buluşma vakti
Heyecandan yerinde duramıyorlar
Kimi kemerini arıyorken,
Kızlar tokasını takıyorlar
Bir şeyler yemeye kalmıyor fırsat,
Karınları aç yola çıkıyorlar
Gözler ışıltılı umutlar taze
Sarılacaklar babalarına gönüllerince
Öpüp öpüp koklayacaklar
Koklamaya doyamayacaklar yine de
Kavuşan bırakmayacak ellerini
Hasretle sardıkları eşsiz sineyi
Yolculuk başladı ses yok,
Herkes sus pus neşeden eser yok
Nasıl Bayram bu, eğilmiş başlar
Biri dokunsa gözlerden dökülecek yaşlar
Vardılar buluşma yerine mutlular,
Karşıladı onları yine,
Ellerinde silahlarla jandarmalar
Bayram var dediler geldik
Aldığınız bu tedbir nedir
Üzüldü Jandarma kıstı sesini,
Döküldü dudaktan ‘bu bir emir’
Heyecan dorukta bekleniyor buluşma,
Onca hazırlık sonrası kısa bir kavuşma
Bayrama benzemese de,
Bayram yaşatacak yine de onlara
Uzun bir yürüyüş sanki kilometrelerce,
Koğuştan başlıyor bitiyor buluşma yerinde
Çığlıklar sarılmalar gözyaşları
Bayram başlıyor,
Sevenlerle bayram yaptırmayan hapishanede
Kırk beş dakikalık buluşma yetmiyor kimseye,
Dünya daha hızlı dönüyor sanki durmuyor yerinde
Ne Gözlerde doluyor bakmaya
Ne sözlere doyuyor kulaklar
Ne sarılmalar gideriyor özlemi
Ciğerleri lime lime doğranıyorlar
…Ve ayrılık anı başlıyor yine,
Yaprağın dalından koparılışı
Tüm baharın renklerini bırakışı,
Bulutların acıya ortak ağlayışı
Denizlerin sinirden homurdayışı,
Yerin dayanamayıp sarsılışı
Bir çocuğun, acımasızca babasından koparılışı,
Bir annenin, çocuklarına ağlayışı
Bir babanın, evlatlarından ayırtırılarak sahipsiz bırakılışı
Ayrılıyor eller bitiyor son öpüşler,
Uzaklaşırken bayram, doluyor yine gözler
Son anın heyecanı,
Bir saniye daha el sallama anı
Kaybolmadan ayıran koridordan,
Kopmadan yağmur,
Göze gelmiş yüklü bulutlardan
Bir buluşma da böyle geçti
Anne yoksa, baba yok
Baba yoksa anne nafile,
İkisi de yoksa bayram ne ki?
Ne anlamı olur ki kıyafetlerin,
Takılar tokalar kemerlerin
Nicedir bayramlar, açık görüş
Açık görüşleri oluyor bayram
Ayrılığı keskinleştiren,
Hasreti derinleştiren,
Özlemleri katmerleştiren,
Muvakkat buluşmalar
PANDEMİ VE CEZAEVİ
Evet, açık görüşler böyleydi. Açık görüşler bizim için bayram idi. Gelenler için de açık görüş bayramdı. Çünkü onlar da evde bayram yapmıyordu. Evde harçlık alacağı, bayram kutlayacağı, bir büyüğü olmayan nice çocuk, evladını göremeyen binlerce anne baba vardı. bunların mahzunluğuyla yaşanan ne bayramlar geçerdi.
Fakat şu an pandemi var ve maalesef görüşler iptal edildi. O görüşleri de arar oldu arkadaşlarımız. Şimdi Allah inşallah tahliye bayramıyla arkadaşlarımızı sevindirsin. İnşallah o günler çok yakındır. Tek duamız, temennimiz.
* 19 AY HAPİS YATTI, CEZAEVİNDE 9 KİTAP YAZDI
1977’de Mardin Derik doğumlu sınıf öğretmeni Muhammed Fehmi Acat, 10 Temmuz 2016’da Cemaat soruşturmaları kapsamında tutuklandı. 19 ay Eskişehir Cezaevinde kaldı. Tutuklu olduğu dönemde yayınlanan 672 sayılı ilk KHK ile görevinden ihraç edildi. 2 Şubat 2018’de tahliye edilen Acat, hakkında bir yıl sonra tekrar soruşturma başlatıldı. Ankara’daki evini 22 Nisan 2019 sabahı polis bastı. Bu sırada Acat evden ayrıldı. Bunun üzerine polisler, Acat’ın 16 yaşındaki oğluna işkence yaptı. Artık İsviçre’ye yerleşen Acat ailesinin yaşadıklarını 3 ay önce Muhammed Fehmi Acat Bold Medya’ya verdiği röportajda anlatmıştı.
Muhammed Fehmi Acat, cezaevindeyken 9 kitap yazdı. Havaalanına Kaçış ve Donör adlı iki kitabı dijital kitap platformu Crub Publishing’de yayınlandı. İlk kitabı Havaalanından Kaçış lisede yaşanan problemlerin çözümü üzerine bir roman. İkinci kitabı Donör’de ise Acat cezaevindeki koğuş arkadaşlarının hikayelerini anlatıyor.
medyaboldGözaltına almak istedikleri KHK’lı babayı yakalayamayınca oğluna işkence yaptılar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder