AKP hükumetinin ekonomik krize çözüm olarak getirdiği ‘ucuz kredi’ halkı borç batağına sürükledi. Bankalara borcu olanların sayısı 33.9 milyonu aştı. Borçlanma rakamı kişi başı 25 bin lira olurken, kredi kartları ve tüketici kredileri 816 milyar liraya ulaştı.
BOLD – Hükumetin ekonomik krize karşı açtığı krediler vatandaşa borç batağına saplandırdı. Pandemi döneminde verilen ucuz krediler sonrası 33.9 milyon kişi yeni yıla borçla girdi.
Hane halkının bankalara olan borcu bir yılda yüzde 41 gibi rekor bir düzeyde arttı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) 2020’nin 52’nci ve son hafta verilerine göre, bireysel kredi kartları da dahil tüketici kredileri hacmi bir yılda 236.2 milyar lira artarak 816.2 milyar liraya çıktı.
Sözcü’nün haberine göre, pandemi döneminde nisanda 920 bin, mayısta 699 bin kişi ilk defa ihtiyaç kredisi kullandı. Bu rekor artış bireysel kredi borcu bulunan kişi sayısının bir yılda 2.4 milyon artarak 33.9 milyon kişiye ulaşmasına yol açtı. Kişi başına düşen kredi riski ise bir yıl önceki 18.6 bin lira seviyesinden 25.1 bin lira düzeyine çıktı.
EN BORÇLU İL ANKARA
Vatandaşın durumunu özetleyen tabloyu il il incelediğimizde, Türkiye Bankalar Birliği ekim raporuna göre, kişi başına ortalama bireysel kredi borcu en yüksek il 26 bin 87 lira ile Ankara oldu. Ankara’yı 22 bin 945 lira ile İzmir, 21 bin 757 lira ile Tekirdağ takip ediyor. 12 ayda en hızlı borçlanan il ise yüzde 84.5 oranında bireysel kredi artışıyla Şırnak olurken, Hakkari yüzde 82.8, Siirt de yüzde 70.3 artış gösterdi.
İHTİYAÇ KREDİSİ 385 MİLYARI AŞTI
Bireysel kredi türlerinde en büyük artış hacmi ihtiyaç kredilerinde yaşandı. Bankacılık sektörünün kullandırdığı ihtiyaç kredisi hacmi 2020’de yüzde 49 artışla 385 milyar liraya ulaştı. 278.4 milyar liraya ulaşan konut kredilerinde yıllık artış yüzde 40 olurken, sene başında 7 milyar lira seviyesinde olan taşıt kredileri hacmi ise yüzde 64 artışla 11.5 milyar liraya çıktı.
ABD Gıda ve İlaç Dairesi ile Avrupa İlaç Ajansı’nın ardından Dünya Sağlık Örgütü de Prof. Dr. Uğur Şahin ve Dr. Özlem Türeci çiftinin yönettiği BioNTech firması ile Amerikan ilaç devi Pfizer’in ürettiği koronavirüs aşısına acil kullanım onayı verdi.
BOLD – Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Prof. Dr. Uğur Şahin ve Dr. Özlem Türeci çiftinin yönettiği BioNTech firması ile Amerikan ilaç devi Pfizer’in ürettiği koronavirüs aşısına acil kullanım onayı verdi. Bu karar, ülkelerin BioNTech aşısını ivedilikle ithal etmelerinin ve dağıtımını gerçekleştirmelerinin önünü açacak.
DSÖ ONAYI ALAN İLK AŞI
ABD-Alman ortaklığı Pfizer/BioNTech şirketlerinin mRNA teknolojisiyle geliştirdiği Kovid-19 aşısı DSÖ tarafından onaylanan ilk aşı oldu. Pfizer/BioNTech aşısını onaylayan ilk ülke İngiltere olmuş, daha sonra ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ve Kanada’da da bu aşıya kullanım onayı verilmişti. Avrupa İlaç Ajansı (EMA) ve AB Komisyonu da Pfizer aşısını 21 Aralık’ta onaylamıştı.
SALGININ BİTMESİ İÇİN TÜM ÜLKELERİN AŞI TEDARİKİ ÖNEMLİ
DSÖ Genel Direktör Yardımcısı Dr. Mariangela Simao bu onayın Kovid-19 aşılarına küresel erişim sağlamaya yönelik olumlu bir adım olduğunu belirterek, dünyada ihtiyaç duyulan tüm ülkelere aşıların eşit şekilde dağıtımı için büyük bir küresel çaba gerektiğini vurguladı. DSÖ ve ortaklarının güvenlik ve etkinlik standartlarına ulaşan diğer aşıları değerlendirmek için gece gündüz çalıştığını belirten Simao, salgını sona erdirmek için tüm ülkelerin kritik aşı tedarikinin sağlanmasının hayati önem taşıdığının altını çizdi.
2020’nin en fazla kazandıran yatırım aracı yüzde 56 ile altın oldu. Dolardaki artış yüzde 25, eurodaki artış da yüzde 36’da kaldı. Borsadaki artış da yüzde 29 olarak gerçekleşti.
BOLD – Altının gram satış fiyatı, 2020’de bir önceki yıl kapanışına göre yüzde 55,91 artarak yılın en çok kazandıran yatırım aracı oldu.
GRAM ALTIN 291 LİRADAN 454 LİRAYA YÜKSELDİ
Kapalıçarşı’da 24 ayar külçe altının gram satış fiyatı 2020’de yüzde 55,91 değer kazandı. Geçen yılın sonunda 291,20 liradan satılan 24 ayar külçe altının gram satış fiyatı 2020 yılının son işlem gününde 454,00 liraya çıktı. 2019 yılını 1.939,00 liradan tamamlayan Cumhuriyet altınının satış fiyatı ise bu senenin sonunda 3.011,00 lira oldu. Cumhuriyet altınının satış fiyatında bu yıl yüzde 55,29 artış kaydedildi.
DOLAR YÜZDE 25, EURO YÜZDE 36 ARTTI
ABD doları da 2020 yılını bir önceki yıla göre kazançla kapattı. TL karşısında ABD dolarının yıllık artışı yüzde 24,89 olurken, euronun satış fiyatında da yıllık bazda yüzde 36,49 yükseliş görüldü. 2020 yılında yatırım fonları ortalama yüzde 18,33 kazandırırken, emeklilik fonlarının getirisi ise yüzde 25,33 oldu. 2019 yılını 1.144,24 puandan tamamlayan BIST 100 endeksi 2020 sonunda 1.476,72 puana yükseldi. Endeksteki yıllık artış 332,48 puan ve yüzde 29,06 olarak gerçekleşti.
Dolar kuru 8.55 TL’den 7.35 TL’ye kadar gerilese de halk bunu döviz alım fırsatı olarak gördü. Geçen hafta bankalardaki döviz mevduatı 703 milyon dolar arttı.
BOLD – Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) verilerine göre 25 Aralık haftasında yabancı yatırımcılar 107 milyon dolarlık net tahvil girişi gerçekleştirirken hisse senetlerinde net 19 milyon dolarlık çıkış oldu. Yurt içi yerleşiklerin döviz mevduatı aynı dönemde 703 milyon dolar arttı.
TOPLAM DÖVİZ MEVDUATI 235 MİLYAR DOLARA ÇIKTI
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından Haftalık Menkul Kıymet İstatistikleri yayımlandı. Açıklanan verilere göre yurt içi yerleşiklerin döviz mevduatı art arda dördüncü haftada da arttı. Buna göre yerlilerin yabancı para mevduatları geçen hafta 703 milyon dolar artarak 234.8 milyar dolara yükseldi. Döviz mevduatı gerçek kişilerde 731 milyon dolar artarken, 28 milyon dolar azaldı. Yurt içi yerleşiklerin döviz mevduatı aynı dönemde altın hariç 412 milyon dolar arttı. Ayrıca döviz mevduatlarında son dört haftalık toplam artış 6.83 milyar dolar oldu.
YABANCILARIN İLGİSİ AZILDI
Rakamlara göre yabancıların ekonomi yönetimindeki değişimin ardından Türk varlıklarına yönelik ilgisi devam ediyor. Buna göre yurt dışı yerleşikler 25 Aralık haftasında net 107 milyon dolarlık tahvil alımı yaptı. Yabancılar bir önceki hafta 1.66 milyar dolarlık alım yaptı. Yabancılar ayrıca 19 milyon dolar hisse senedi sattı. Bir önceki hafta 244 milyon dolarlık alım yapılmıştı. Son verilerle birlikte yabancı yatırımcıların tahvil stoku 8.28 milyar dolar, hisse senedi stoku ise 27.16 milyar dolar oldu.
Kayseri’de koronavirüs ölümlerinin en fazla görüldüğü Sahabiye Mahallesi’nde en son muhtar da Kovid-19’a yakalandı. Mart ayından beri 951 daire için karantina uygulanan mahallede 50 kişi salgından yaşamını yitirdi.
BOLD – Kayseri’de, mart ayından bu yana 50 kişinin koronavirüsten öldüğü, 951 evin de karantinaya alındığı Sahabiye Mahallesi’nin muhtarı Alim Gerçel da koronavirüse yakalandı.
MUHTAR EVDE KARANTİNAYA ALINDI
Kayseri’nin Kocasinan ilçesi Sahabiye Mahallesi’nin muhtarı Alim Gerçel, 4 gün önce halsizlik şikayetiyle Kayseri Devlet Hastanesi’ne başvurdu. Hastanede yapılan kontrolde Gerçel’in koronavirüs testi pozitif çıktı. 3 çocuk babası muhtar, evinde karantinaya alındı. İlaç tedavisi uygulanan Gerçel’in sağlık durumunun iyi olduğu öğrenildi.
MUHTAR KURALLARA UYULMAMASINDAN ŞİKAYETÇİ
Mahalle muhtarı Gerçel, bir hafta önce DHA’ya yaptığı açıklamada, “Mahallede mart ayından bu yana 50 kişi koronavirüs nedeniyle hayatını kaybederken, 951 daire için de karantina uygulaması yapıldı. Sahabiye Mahallesi geçiş mahallesi olduğu için gündüz nüfusu 70 bini buluyor. Nüfusun çoğalması ile birlikte kuralların ihlal edildiğini görüyoruz. Kahvelerde gizli gizli çay içilmekte ve sigara yasağı olmasına rağmen kurallara uyan vatandaş sayısı çok nadir. Alınan tedbirler caydırıcı, uyulması için yazılan 900 TL’lik cezaya rağmen vatandaş halen duyarsız davranıyor” dedi.
Brexit kararına en ilginç tepki İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın babası Stanley Johnson’dan geldi. Baba Johnson, Fransız vatandaşlığına başvurdu.
BOLD – Başbakan Boris Johnson, İngiltere’nin 47 yıllık AB üyeliğini sona erdiren politikacı olarak tarihe geçti. Ada’nın 1973’te AB’ye girmesinin ardından Brüksel’e atanan ilk memurlar arasında yer alan Boris Johnson’ın babası, Stanley Johnson ise Brexit’e karşı çıktı. Avrupa Komisyonu için çalışan ve Avrupa Parlamentosu üyesi olarak da görev yapan baba Johnson, Fransa’nın RTL radyosuna Fransızca açıklama yaptı.
Fransuz vatandaşlığına başvurduğunu duyuran Stanley Johnson, “Benim için bu zaten sahip olduğum şeyi elde etme meselesi ve bundan çok memnunum” dedi. 80 yaşındaki Stanley, “Bu bir Fransız olma meselesi değil. Yanılmıyorsam ben Fransızım! Annem Fransa’da doğdu, onun annesi de büyükbabası gibi tamamen Fransızdı” ifadelerini kullandı. Johnson şöyle konuştu: “Ben her zaman Avrupalı olacağım. İngilizlere, siz Avrupalı değilsiniz diyemezsiniz. Avrupa tek pazardan fazlasıdır, Avrupa Birliği’nden daha fazlasıdır. ”
Brexit sürecinde İngiltere’nin AB’de kalması için kampanya yürüten Stanley Johnson, Fransız pasaportu alma planını mart ayında yayınlanan kitabında kızı Rachel anlattı. Rachel, büyükannesinin Versailles’da doğduğunu yazdı ve babasının Fransız vatandaşlığı alması durumunda kendisinin de Fransız olmak istediğini söyledi.
İngilizler, Brexit’in ardındaki geçiş sürecinin dün gece yerel saatle 23.00’te sona ermesiyle AB ülkelerinde süresiz oturma ve çalışma izni hakkını kaybedecek. 2016 Brexit referandumundan bu yana binlerce İngiliz’in AB ülkeleri vatandaşlığına geçtiği biliniyor.
Hükumet tarafından elektrik ve doğalgaza zam gelmeyeceği açıklandı ancak halk yeni yıla zamla girdi. Doğalgaza yüzde 1, elektriğe ise yüze 6 oranında zam yapıldı.
BOLD – Doğalgaz ve elektriğe zam geldi. Bugünden itibaren geçerli olacak yeni tarifede doğalgaza konut, ticarethane, sanayi ve elektrik üretim santralleri abone gruplarında yüzde 1 zam yapıldı. Elektrik fiyatı ise yüzde 6 aktarıldı.
Boru Hatları ile Petrol Taşıma AŞ’nin (BOTAŞ) doğalgaza gelen zammı internet sitesinde duyurdu. BOTAŞ’ın konut tüketicileri için gaz dağıtım şirketlerine uyguladığı satış fiyatı, aralıkta geçerli olan tarifeye göre yüzde 1 artışla 1000 metreküp doğalgaz için 1264 lira, ticarethane, sanayi ve elektrik üretim santralleri için ise 1414 lira olarak belirlendi.
ELEKTRİK FİYATLARI YÜZDE 6 ARTTI
Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun (EPDK) elektrik zammı ile ilgili kurul kararı Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında yayımlandı. Resmi Gazete’deki tarife tablolarından yapılan hesaplamaya göre, elektrik tarifelerinde mesken, sanayi ve ticarethane abone grupları için vergi ve fonlar dahil ortalama yüzde 6 artışa gidildi. Söz konusu oran, tarife gruplarına göre ufak çaplı değişiklikler gösterebiliyor.
Almanya merkezli basın örgütü International Journalists Association E.V’nin bir kuruluşu olan Bold Medya kanalı, Tayyip Erdoğan tarafından Youtube’ta kapatıldı. Sosyal Medya uzmanı Yasin Kesen, Erdoğan’ın artık AB sınırları içerisinde de ifade özgürlüğünü kısıtlamaya başladığını vurguladı. Youtube Türkiye ofisinin Erdoğan ile çalıştığını belirtti.
BOLD – International Journalists Association E.V. (IJA) baskı ve hapis cezaları nedeniyle Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan gazeteciler tarafından Almanya’da kurulan bir dernek.
Derneğe üye gazetecilerin neredeyse tamamı Almanya’da mülteci konumunda. Bold Medya Youtube kanalı derneğin en önemli faaliyetlerinden biri.
İki yılda 250 bin aboneye ulaşan kanal, bağımsız gazetecilere Youtube üzerinden mesleklerini sürdürme imkanı veriyor. Kanalın tüm çalışanları ve gönüllü olarak destek verenler Almanya’da.
2019 yılından beri Türkiye’de yasaklı olan kanal, Aralık ayı ortasında kapatıldı ve artık Youtube platformunda görülemiyor. Erdoğan rejimi Bold Medya’yı, Youtube’un telif kurallarını kullanarak kapattırdı. Kanalın yönetici editörlerinden Fatih Akalan, kamu yayıncılığı yaptıklarını, Erdoğan Rejiminin Youtube’un kurallarını istismar ederek hileli bir sansür yöntemi kullanmaya başladığını söylüyor.
Almanya’da yaşayan bilişim uzmanı Yasin Kesen, Youtube kurallarının istismar edilerek, Youtube’un da sansürlenmesinde, Youtube Türkiye ofisindeki bazı üst düzey yöneticilere işaret ediyor ve Erdoğan Rejimiyle birlikte çalıştıklarını, en azından Erdoğan’ın yaptıklarını görmezden geldiklerini söylüyor.
ERDOĞAN ALMANYA’DAKİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ YOK EDİYOR
IJA Genel Sekreteri Mustafa Kılıç, Türkiye’de sansürün neredeyse kanıksandığını ancak durumun artık daha ciddi olduğunu söylüyor:
„Erdoğan ilk kez Avrupa’dan yayın yapan bir Youtube kanalını kapatmış oldu. Erdoğan’ın uzun kollarının farklı faaliyetlerinin Avrupa’da özellikle de Almanya’da olduğu zaten biliniyor. Ancak artık Erdoğan’ın Almanya’dan yayın yapan bir Youtube haber kanalını da kapattırabildiğini gördük. Bunun Deutche Welle’nin Türkçe yayın yapan Youtube kanalını kapattırmasından farkı yok. Dernek üyelerimiz Türkiye’de ifade özgürlüğü yok edilmiş gazeteciler. Şimdi Almanya’da da ifade özgürlüğümüzün yok edildiğini görmek çok korkutucu.”
YOUTUBE TÜRKİYE OFİSİNİN TUTUMU
Bilişim Uzmanı Yasin Kesen, Erdoğan’ın Türkiye’de yaygın olarak uyguladığı sansür sisteminin Youtube’a sıçramasını ve Avrupa’dan yayın yapan kuruluşlara kadar ulaşmasını Youtube’un Türkiye ofisinin tutumuna bağlıyor:
“Youtube’un büyük prodüksiyon şirketleri, televizyon kanalları ve çok yüksek sayıda içerik üreten yayıncı kuruluşlara verdiği Content Management System (CMS) hakkı var. Türkiye’de bu hakka sahip olan yaklaşık 20 kuruluştan biri de devlet televizyonu TRT.
CMS hakkı olan kuruluşlara Youtube, telif hakkı ihlali durumunda bir videoyu doğrudan take down etme ve üç telif hakkı ihlali bildiriminde kanalı kapattırma hakkı veriyor. Bu Youtube’un büyük kuruluşlara güvene dayalı olarak verdiği çok önemli bir ayrıcalık.
TRT bu hakkı suiistimal ediyor. Tamamen Erdoğan’ın kontrolündeki TRT, Tayyip Erdoğan’ın hoşuna gitmeyen videoları, “telif hakkı bende” diyerek siliyor. Ardından üç defa telif hakkı bildirimi yaparak da kanalı kapatıyor.
Ancak gerçekte silinen videolar TRT’ye ait değil. TRT bu videolar üzerinde hiçbir telif hakkı yok. Ancak Youtube’un verdiği bu ayrıcalığı suiistimal ediyor. TRT bunu 4.5 yıldır sıklıkla yapıyor. CMS hakkı suiistimal edildiğinde ve bu üç kez yapıldığında bu hak iptal edilmeli. TRT bugüne kadar bu istismarı yüzlerce kez yaptı. Youtube’un Türkiye ofisi TRT’nin CMS panelini kapatmıyor. Youtube kendi sistemini sansür için Erdoğan’a kullandırmış oluyor. Ve şimdi bu Türkiye sınırlarının dışına taştı. Dünyanın başka yerlerindeki ifade özgürlüğüne de Erdoğan, TRT üzerinden müdahale eder duruma geldi.
Youtube’un Türkiye ofisine bu durum defalarca bildirildi. Bu konudaki çağrılara Youtube Türkiye ofisi ne e-mail ne telefonla cevap vermiyor. Özellikle son beş yıldır baskı nedeniyle Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmış ve sürgünde yaşayan gazeteci, sanatçı, oyuncu gibi muhalif insanlar dünyanın değişik yerlerindeki yaptıkları çalışmalar, Youtube’un Türkiye ofisinin TRT’ye boyun eğmesi nedeniyle Youtube’dan silinerek yok ediliyor, kanalları kapatılıyor.”
ERDOĞAN’LA ÇIKAR İLİŞKİLERİ OLABİLİR
Kesen, Youtube Türkiye ofisinin Youtube’un küresel çaptaki özgürlükçü tutumuna ve marka değerine büyük zarar verdiğini ve bunun yerel çalışanların çıkar ilişkisi nedeniyle olabileceğini belirtiyor:
“Youtube Türkiye ofisi çalışanları ile Erdoğan rejimi arasında çıkar ilişkisi olabilir. Türkiye’de uygulanan sansür inanılır gibi değil ve Youtube’un sözleşmesinde yer alan özgürlükçü maddelere tamamen ters. Telif hakkı çok önemli konu. Kimse ihlal edemez. Ancak Türkiye’de hiçbir hükmü yok. Youtube da bunların hiçbirine ses çıkarmadan boyun eğip Erdoğan’ın emrinde her istediklerini yapar hale gelmiş durumda.”
SİLİNEN VİDEOLAR TRT VİDEOLARIYLA KESİNLİKLE EŞLEŞMİYOR
Kesen, TRT’nin telif hakkı ihlali nedeniyle sildiği videoların, TRT’ye ait videolarla eşleşmediğini, Youtube Türkiye ofisinin bunu fark etmemiş olmasının mümkün olmadığını sözlerine ekliyor:
“TRT, Erdoğan rejiminin hoşuna gitmeyen videonun linkini ve kendisine ait herhangi bir videonun linkini koyup, “bu benim videom” diye Youtube paneline ekleyip otomatik olarak siliyor. Örnek olaylara baktığımızda, iki videoyu çıplak gözle izlediğimizde birbiriyle hiçbir biçimde eşleşmeyen videolar görüyoruz. Ama TRT otomatik olarak CMS sistemi sayesinde “take down” butonuna basarak. Videoyu indiriyor. Youtube Türkiye ofisinin bunu görmemesi, fark etmemesi imkansız. Ancak Erdoğan rejimiyle bir işbirliği söz konusu. Ve bireysel Youtuberlar, gazeteciler, sanatçılar, muhaliflerin ya da TRT’ye göre daha küçük olan kanalların ifade özgürlükleri yok ediliyor.”
NETWORK YAZILIM ÖRNEĞİ
Yasin Kesen, Youtube Türkiye ofisinin Youtube’un verdiği avantajları istismar ettiğine başka bir somut örnek de veriyor ve çıkar ilişkisine dikkat çekiyor:
“CMS hakkı normalde sadece prodüksiyon şirketlerine, televizyon kanallarına verilen bir hak. Ancak Türkiye’deki Youtube ofisi bu sektörlerle hiçbir ilgisi olmayan Network yazılım isimli bir şirkete bu hakkı verdi. Bu şirket içerik üreten bir şirket değil bir bilgisayar yazılım firması. Network Yazılım, Türkiye’de çıkış yapan, trendlere giren videoları inceliyor ve bu videolar eğer kurumsal değilse, bireysel Youtube üreticilerinin yaptığı içeriklerse, bu videolara telif atıyor. Ve CMS hakkı nedeniyle bu videoların tüm reklam gelirleri Network Yazılım’a akmaya başlıyor. Özellikle özgür çalışan bağımsız çalışan Youtuberların başının belası durumda. Youtube Türkiye ofisi, Network Yazılım’ın bu telif hakkı dolandırıcılığıyla ilgili yapılan şikayetlerin hiçbirini dikkate almadı. Bu durumda Youtube Türkiye ofisi çalışanları ile Network Yazılım arasında bir çıkar ilişkisi olduğu düşüncesi doğuyor. Çünkü Youtube’un asıl koruması gereken içerik üreticiler. Youtube’un Amerika’daki merkezi, kendi şirketinin itibarını Türkiye’deki ofisinin eline bırakmış durumda ve itibarı yerlerde.”
Türkiye’de sosyal medya yasakları ve haber içeriklerine erişim engeli her geçen gün artıyor. AKP iktidarı, halkın haber alma hakkını engellemeye devam ediyor.
BOLD – AKP’nin yasakladığı haberlerin ardı arkası kesilmiyor. Yılın son haftasında iktidarın yasak getirdiği haberleri Bold Plus sizin için derledi…
Eski Devlet ve Kültür Bakanı, CHP’li siyasetçi Fikri Sağlar’ın, katıldığı televizyon programında başörtüsü hakkında kullandığı sözler tepki çekti. Gündemden düşen başörtüsü tartışmasını yeniden alevlendiren Sağlar, “Türbanlı hâkimin, adaleti yerine getirebileceğinden kuşkum var” dedi.
BOLD – Fikri Sağlar’ın Halk TV’de katıldığı programdaki sözleri siyasette başörtüsü tartışmalarını yeniden gündeme taşıdı.
Programda türban hakkındaki görüşlerini paylaşan Sağlar, “Türban irticai faaliyetlerin, şeriat isteyenlerin üniformasıdır. Başörtüsü yüzyıllar boyunca Anadolu’da bir geleneksel giysidir. Arada fark var. Ben kendimden söylüyorum, yargılandığım zaman türbanlı bir hâkimin karşısına gittiğimde, benim haklarımı koruyacağına, adaleti yerine getirebileceği doğrultusunda kuşkum var. Nitekim de başıma geldi” dedi.
AKP SÖZCÜLERİNDEN AÇIKLAMA
Sağlar’ın sözlerine AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş sosyal medya hesabından tepki gösterdi. Kurtulmuş, “CHP’li Fikri Sağlar’ın bir televizyon kanalında sarf etmiş olduğu sözler hezeyandır, bölücülüktür. Başörtüsüne dil uzatmak, aklınca türban diyerek bir forma büründüğünü iddia etmek safsatadır. Hadsiz bir şekilde tanımlamaya çalıştığı başörtüsü, Müslüman kadınlar için özgürlüğün simgesidir. Bir daha asla kimilerinin hayal dünyasında yer alan 28 Şubat despotluğuna izin vermeyecektir” dedi.
AKP Sözcüsü Ömer Çelik de Sağlar’ın sözleriyle ilgili, “2020 yılının son faşist saldırısı CHP’li Fikri Sağlar’dan geldi. Adaleti ve insanlığı tehdit eden kılık kıyafet değil bu faşist zihniyettir. Türbanlı bir hakimin adil olamayacağı görüşü barbarca ve nefret suçu içeren bir yaklaşımdır, şiddetle kınıyoruz” açıklaması yaptı.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da Sağlar’a tepki gösterdi. Kalın, “Başörtüsü ve kılık kıyafet üzerinden yapılan her tür ayrımcılık, barbar ve müptedi bir zihniyetin tezahürüdür. Kadınların temel bir insan hakkını köhne irtica söylemleriyle baskılamaya çalışmak gericiliktir, ayrımcılıktır, ırkçılıktır. Türkiye bu zihniyete geçit vermeyecektir” ifadelerini kullandı.
Türk halkı, Erdoğan’ın politik hedeflerine söylem desteği vererek kendileri için iktidar alanı açmaya çalışan, duruşlarını Kemalist ve tam bağımsızlık yanlısı olarak tanımlayan, gerçekte kime hizmet ettikleri zamana ve şartlara göre değişen askerlerin ortaya attığı Mavi Vatan kavramı üzerinden yoğun bir deniz propagandasına maruz kalıyor. Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olmasına rağmen şimdiye kadar denizcileşememiş, siyasi, askeri ve ekonomik alanlarda denizlerden yeterince istifade edememiş bir ülke için denizciliğin ülke gündemini işgal etmesi, halkın bu konuda bilinçlenmesi olumlu bir gelişme olarak değerlendirebilir.
FATİH YURTSEVER | BOLD ANALİZ
Ancak yapılan tartışmaların hamasetten öteye gidememesi, derinlikten yoksun olması, her şeyden önemlisi de Türkiye’nin menfaatinden daha ziyade Erdoğan ve koailisyonunun menfaatine odaklı olması, yakın vadede başta Doğu Akdeniz olmak üzere tüm denizlerde Türkiye’nin hak ve menfaatlerini tehlikeye atıyor. Gerçek sorunların konuşulmasını perdeliyor.
KARADENİZ’DE GÜÇ DENGESİ RUSYA’DAN YANA
Rusya, Kırım’ı ilhak ettikten sonra Karadeniz’de güç dengesini kendi lehine çevirdi. Yunanistan, ABD’nin Üç Deniz İnisiyatifi ile Karadeniz, Baltık Denizi ve Adriyatik’i birbirine bağlayacak, Doğu Avrupa, Balkanlar ve Baltık Ülkeleri üzerinde kontrol sağlamasına hizmet edecek politikalarına verdiği destek karşılığında alacağı silahlı insansız hava araçları, keşif gözetleme sistemleri ve F-35 uçakları ile Ege Denizi’nde güç dengesini kendi lehine değiştirecek.
DOĞU AKDENİZ’DE İŞLER KARIŞIK
Doğu Akdeniz’de ise durum içinden çıkılmaz bir hal almış durumda. Oluşan Türkiye karşıtı koalisyonda gedik açmak için İsrail’e uzatılan el havada kaldı. Mısır Yunanistan Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Sınırlandırma Anlaşması da daha önce zafer sarhoşluğu içerisinde yoğu propagandası yapılan Türkiye-Libya anlaşması gibi, BM’de tescil edildi. AB’nin mart ayında yapacağı zirveden çıkabilecek olası yaptırımları engellemek için Oruç Reis gemisinin sismik araştırma gemisin faaliyetleri Antalya Körfezi ve açıkları ile sınırlandırıldı.
MAVİ VATAN VE KARASULARIMIZIN DURUMU
İzlenen yanlış ve hamasi Mavi Vatan politikası sayesinde üç tarafımız denizler yerine hak ve menfaatlerimize karşı oluşturulmuş koalisyonlar ile çevrildi. Peki, uğruna bu kadar şeyi kaybetmeyi göze aldığımız, temelde egemenliğimizin olmadığı sadece egemen haklara sahip olduğumuz Kıta sahanlığı ve MEB kavramlarını Mavi Vatan ile ön plana çıkarırken, devletimiz egemenliği altında bulunan karasularımızda durum nedir? Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de karasuları kaç deniz milidir?
1982 BM Deniz Hukuk Sözleşmesi (BMDHS)’ne göre her devlet karasuları genişliğini tespit etme hakkına sahip. Ancak karasuları genişliği 12 deniz milinden fazla olamaz. Türkiye’nin karasuları Lozan’da 3 deniz mili olarak belirlendi. 1964 yılında yürürlüğe giren karasuları kanunu ile genişlik 6 deniz miline çıkarıldı. Bu kanuna göre 6 deniz milinin üzerinde karasuyu ilan etme durumu mütekabiliyet esasına bağlandı.
Halen yürürlükte olan karasuları kanunu ise 1982 yılında yürürlüğe giren 2674 sayılı karasuları kanunu. Bu kanunun birinci maddesi; Türk karasularının genişliği altı deniz milidir. Cumhurbaşkanı, belirli denizler için, o denizlerle ilgili bütün özellikleri ve durumları göz önünde bulundurmak ve hakkaniyet ilkesine uygun olmak şartıyla, 6 deniz milinin üstünde karasuları genişliği tespit etmeye yetkilidir.” hükümlerine haiz. 2674 sayılı kanun da karasuları genişliği 6 deniz mili olarak belirlenmesine rağmen 29 Mayıs 1982 tarihinde Bakanlar kurulu mütekabiliyet esasları doğrultusunda 8/4742 sayılı karar ile Karadeniz ve Akdeniz’de 1964 yılında yürürlüğe giren kanun ile uygulanan durumun sürdürülmesine karar verildi.
BM’YE GÖRE TÜRKİYE’NİN DOĞU AKDENİZ’DEKİ KARASULARI BELLİ DEĞİL
Karasuları açısından Karadeniz ve Ege’de durum net olmasına rağmen (Karadeniz:12 deniz mili, Ege Denizi: 6 deniz mili) Doğu Akdeniz için aynı şey söz konusu değil. BM kaynaklarında diğer kıyıdaş ülkelerin Doğu Akdeniz’de karasuları 12 deniz mili iken, Türkiye’nin karasularının kaç deniz mili olduğuna dair bir bilgi mevcut değil. Fiili uygulamada ise Türkiye 1980’li yıllarda Millî Savunma Bakanlığının aldığı bir karara istinaden Doğu Akdeniz’de karasularını Antalya Kemer’den geçen boylamın batısından 6 deniz mili, doğusunda ise 12 deniz mili olarak uygulamaktadır. Doğu Akdeniz’de MEB ilan edilmediğinden, Kemer’in batısında kıyılarımızdan itibaren 6-12 deniz mili arasındaki deniz alanı uluslararası açık deniz alanı olarak kabul edildiği için, üçünü ülkeler tarafından kullanılıyor. İronik bir şekilde Mavi Vatan derken, hakkımız olan karasularımıza sahip çıkmayarak üçüncü ülkelerin kullanımına açıyoruz.
Bu konu, bugüne kadar dikkat çekmemiş olabilir. Ancak Libya ile yapılan MEB sınırlandırma anlaşmasının tetiklemesi ile sonuçlanan Yunanistan-Mısır MEB sınırlandırma anlaşması, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki karasuları konusunu daha hassas hale getirdi. Muhtemel bir çok taraflı müzakere ortamında, Türkiye’nin hak ve menfaatlerini daha sağlam bir şekilde müzakere edebilmesi için, Doğu Akdeniz’in tamamında karasularını 12 deniz mili olan ilan etmesi ve bunu derhal BM’ye deklare etmesi gerekiyor.
Hülasa; Mavi Vatan hamaseti ile kahramanlık hikayesi yazıp, yelkenlerine rüzgâr basanları ve cebini dolduranları sessizlikle izleyen Dışişleri meslek memurlarının tarihe not düşmek adına duruma el koyup, seslerini yükseltmelerini istemekten başka bir çıkar yolu görünmüyor. Mavi Vatan derken anavatan elden gidiyor.
Adalet Bakanlığı, cezaevlerindeki hak ihlalleri konusunda pandemiyi zırh olarak kullanıyor. Bakanlık 17 Haziran’dan bu yana mahkum ve hasta mahkumların son durumuyla ilgili açıklama yapmadı. Diğer yandan, tutuklularla ilgili sorulara da cevap verilmiyor.
BOLD – Son dönemde gündemden düşmeyen çıplak arama dayatması, cezaevlerinde yaşanan insan hakları ihlallerinin sadece bir bölümü. Yaşanan insan hakları ihlalleri için ise yetkililer pandemi sürecini gerekçe olarak öne sürülüyor.
ADALET BAKANLIĞI CEVAP VERMİYOR
Adalet Bakanlığı, cezaevlerinde kalan mahkumlarla ilgili olarak en son 17 Haziran’da açıklama yaptı. Kovid-19 nedeniyle altı hükümlünün hayatını kaybettiği, pozitif vaka sayısının 72 olduğu, Kovid-19 pozitif tanısı konulup iyileşen tutuklu ve hükümlü sayısının da 374 olduğu açıklandı. Bakanlık bu açıklamasından sonra adeta sessizliğe büründü.
Bakanlık, geride kalan 6 buçuk aylık pandemi sürecinde hasta mahpusların tedavilerinin nasıl sağlandığı ve karantina sürecinde yaşanan sıkıntılar konusunda açıklama yapmadı. Ayrıca sorulan sorulara cevap da verilmedi. Şu ana kadar kaç Kovid-19 hastasının olduğu, kaç mahkumun vefat ettiği de bilinmiyor.
CUMHURİYET TARİHİNİN EN AĞIR İHLALLERİ
Diğer yandan CHP’nin 2018 yılında hazırladığı raporda cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri de anlatıldı. Maruz kalınan insan hakkı ihlallerinin AKP döneminde katlanarak arttığının belirtildiği raporda, 15 Temmuz sonrası uygulanan OHAL’de Cumhuriyet tarihinin en yoğun hak ihlalleri yaşandığı, insanlık adına utanç verici birçok durumla karşılaşıldığı vurgulandı. Bu hak ihlallerinin en çok uygulandığı kesimin ise mahkumlar olduğu bilgisi raporda yer aldı.
Raporda, hapishanelerdeki kapasitenin aşıldığı, yoğunluk nedeniyle 20 bin mahkumun yataklarını nöbetleşe kullandığı belirtiliyordu. Çıkarılan Yeni İnfaz Yasasıyla kapasite sorunu bir nebze aşılsa da özellikle pandemi sonrası cezaevi şartları daha da ağırlaştı. Hak ihlallerinin en yoğununa da hasta mahkumlar maruz kaldı.
İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) Ekim ayında yayınladığı son verilerine göre cezaevlerinde en az 604’ü ağır olmak üzere en az bin 605 hasta tutuklu bulunuyor. Bununla birlikte tutuklu ve hükümlü yakınlarının cezaevlerindeki hasta mahpusların sağlık hakkının ihlal edildiğine dair iddiaları artıyor.
15 Nisan’da yürürlüğe giren ceza infaz düzenlemesi ile Türkiye genelindeki 355 cezaevinde bulunan 300 bin tutuklu ve hükümlüden 90 bini tahliye edildi fakat salgında en riskli grupların başında gelen hasta mahpuslar için ise bir düzenleme yapılmadı.
İHD EKİM RAPORU: 14 MAHKUM ÖLDÜ
İHD’nin geçen yaz hazırladığı rapora göre, Temmuz-Ağustos-Eylül aylarında çeşitli cezaevlerinde 14 mahpus yaşamını yitirdi. Dört mahpusun intihar ettiği iddia edilirken bir mahpusun ölüm nedeni açıklanmadı. Üç kanser hastası mahpus, infazları ertelendikten kısa bir süre sonra yaşamlarını yitirdi. Dört mahpus hastalıkları nedeniyle, bir mahpus adil yargılanma talebiyle başlattığı açlık grevinde hayatını kaybetti. Adalet Bakanlığı ise bu ölümler konusunda açıklama yapmıyor.
Sözcü gazetesi yazarı İsmail Saymaz, AİHM’nin hakkında ihlal kararı verdiği eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın avukatlarının Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne başvurmaya hazırlandıklarını açıkladı.
BOLD – AİHM’in tahliye kararına rağmen hala cezaevinde tutuklu olan Selahattin Demirtaş’ın avukatlarından yeni bir hamle geldi. Demirtaş’ın avukatları Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne başvurmaya hazırlanıyor.
Sözcü Yazarı İsmail Saymaz yazısında, Demirtaş’ın avukatlarının AİHM kararının uygulanmaması durumunda Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine başvurmaya hazırlandığını, Türkiye’ye yaptırımların gündeme gelebileceğini yazdı.
Saymaz, yazısında “Demirtaş’ın avukatları, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne başvurmaya hazırlanıyor. Avrupa Konseyi’nden çıkarılmaya kadar varabilecek bir yaptırımlar zinciriyle karşı karşıya kalınabilir. AİHM, Türkiye’yi sözleşmenin 46’ncı Maddesi’ne uymaya çağırıyor. Bu madde, AİHM kararlarının uygulanacağını taahhüt ediyor. Türkiye uymazsa ne mi olur? Yaşayıp göreceğiz” dedi.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, dün Kobani olaylarıyla ilgili başlatılan soruşturma kapsamında Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da arasında bulunduğu 27’si tutuklu 108 şüpheli hakkında iddianame hazırlamıştı.
On gün önce 42 mahpusun pozitif çıktığı Düzce T Tipi Cezaevinde kalan kronik Hepatit B Hastası Fuat Alperen Çatpınar’ın da testi pozitif çıktı. Endişeli olduğunu anlatan anne Nurten Çatpınar ise “Cezaevinde virüs kapıp ölenler oldu. Korkuyoruz” dedi.
SEVİNÇ ÖZARSLAN | BOLD ÖZEL
Cezaevlerinde koronavirüs vakaları artıyor. 22 aydır Düzce’de tutuklu kronik Hepatit B hastası Fuat Alperen Çatpınar’ın da test sonucu pozitif çıktı. Bold Medya’ya konuşan Fuat Alperen Çatpınar’ın annesi Nurten Çatpınar, “Koronavirüs ciğer hastalığı, Hepatit B de öyle. Korkuyoruz, başlarına bir şey gelecek diye. Cezaevinde virüs kapıp ölen insanlar oldu.” dedi. Oğlu ile en son pazar günü telefon görüşünde konuştuklarını söyleyen Çatpınar, “Bize iyi olduklarını söylüyorlar ama orada ne şartlar altında, nasıl yaşadıklarını artık Allah bilir. Hastalandıklarını e-nabızdan öğrenebiliyoruz.” ifadelerini kullandı.
2 Mart 2019’da Zonguldak Ereğli’deki evlerinde eşi Nazlı Çatpınar ile birlikte gözaltına alınan Fuat Alperen Çatpınar, mesajlaşma programı Bylock kullandığı ve tanık ifadelerine dayanılarak örgüt üyesi olduğu iddiasıyla 8 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Yargıtay eşinin dosyasını onayladı, kendisinin dosyası henüz Yargıtay aşamasında bekletiliyor. Aynı zamanda makine mühendisi olan Fuat Alperen Çatpınar, tutuklanmadan önce bir gaz bayiinde çalışıyordu. Çiftin üç çocuğu Osman Bahadır (6), Ömer Mahir (5) ve Ali Asaf (3) da bir dönem cezaevinde yaşamak zorunda kaldı.
Düzce T Tipi Cezaevinde B4 ve B5 koğuşlarında kalan 45 tutukludan 42’sine 16 Aralık’ta yapılan koronavirüs testlerinin sonucu pozitif çıkmış, tutukluların telefon ve kapalı görüşleri de iptal edilmişti. Düzce Cezaevinde kronik hastalığı olan başka hastaların da bulunduğu belirtiliyor.
Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, AİHM’nin ‘derhal serbest bırakın’ kararına rağmen tahliye edilmedi. AİHM kararını uygulamayan Türkiye’nin ciddi yaptırımlarla karşılaşabileceği ileri sürülüyor. Peki AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın tavrı ne olacak?
BOLD – Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi yönünde verdiği karar, Türkiye için bir yol ayrımını beraberinde getirdi. Demirtaş’ın tahliye edilmemesi durumunda Türkiye’nin ciddi yaptırımlarla karşılaşabileceği belirtiliyor. Gazeteci Cevheri Güven, Youtube sayfasında “AİHM’in verdiği Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi yönündeki karar Erdoğan’ın elini mi güçlendirdi? Erdoğan, Demirtaş’ı bırakmanın taşlarını mı döşüyor? Türkiye, Demirtaş’ı tahliye etmeyerek AİHM kararına uymazsa Avrupa Konseyi’nden atılacak mı?” sorularına cevap aradı.
Milli Gazete, Türk basın tarihinin en ilginç haberlerinden birine imza attı. Gazete haberinde, BİM’in yayınlanacak bir haberi sansürlemeye çalıştığını, sansür girişimine olumsuz cevap alınca da reklamını geri çektiğini duyurdu.
BOLD – Milli Gazete, Türkiye’nin en büyük marketler zincirinden biri olan BİM’in reklam ilanını, habere sansür talepleri çevrildiği için geri çektiğini açıkladı.
Milli Gazete’nin son sayfasında ilginç bir ilan yayınlandı. Gazete, haber sansürü talebi nedeniyle reklam ilanının geri çekildiğini ifşa etti.
Normal şartlarda bugünkü sayının 3. sayfasında BİM’in reklamının bulunacağını duyuran gazete, BİM’in “haber sansürü” girişiminde bulunduğunu, talebi kabul edilmeyince de reklamın iptal edildiğini açıkladı.
Gazetenin son sayfasında, “Bugün sayfada ‘BİM reklamı’ olacaktı. Ancak reklam verenin “haber sansürü” taleplerinin kabul edilmemesi üzerine reklam geri çekilmiştir. Gelişmeler, detaylarıyla birlikte ilerleyen süreçte okuyucularımızla ve kamuoyuyla paylaşılacaktır” denildi.
ABD’de devam eden kara para aklama davasında ismi geçen SBK Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sezgin Baran Korkmaz’ın gözaltına alınmasına günler kala yurt dışına çıktığı ortaya çıktı. Korkmaz’ın malvarlıklarına el koyma kararının da İrfan Fidan’ın İstanbul Başsavcısı olduğu dönemde kaldırıldığı belirtildi.
BOLD – İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, SBK Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sezgin Baran Korkmaz’ın bulunduğu 19 kişi hakkında 29 Aralık’ta kara para aklama iddiasıyla gözaltı kararı verdi.
ABD’de Kingston Kardeşler hakkındaki kara para aklama soruşturması kapsamında İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri SBK Holding’e yönelik operasyon düzenledi. 10 kişinin gözaltına alındığı operasyonda holding bünyesinde kurulan şirketler aracığı ile 132 milyon dolarlık kara para aklandığı iddia ediliyor.
Operasyonda 10 kişi gözaltına alınırken, aralarında Korkmaz’ın da bulunduğu 9 kişi aranıyor. Kısa süre önce yurtdışına çıktığı belirlenen Korkmaz’ın yurt dışına çıkış yasağının operasyondan kısa süre önce kaldırıldığı ortaya çıktı. Yargıtay’a üye seçilen eski İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan’ın görevi sırasında Korkmaz’ın malvarlıklarına el koyma kararı, İstanbul Başsavcılığı tarafından resen kaldırıldı.
Başsavcılığın talebi üzerine, İstanbul 7’inci Sulh Ceza Hâkimliği 17 Kasım’da Korkmaz hakkındaki yurt dışına çıkış yasağını kaldırdı. Yasağın kalkmasının ardından Korkmaz, yurt dışına gitti.
İstanbul 7’inci Sulh Ceza Hâkimliği, kara para aklama, örgüt kurma, dolandırıcılık suçlamalarıyla soruşturulan Korkmaz hakkında 30 Eylül 2020’de malvarlıklarına el koyma ve yurt dışına çıkış yasağı kararı vermişti. İstanbul Başsavcılığının talebi üzerine Korkmaz’ın malvarlıklarına el konulması kararı aynı gün İstanbul 3’ncü Sulh Ceza Hakimliği tarafından kaldırıldı. Korkmaz’ın avukatı, İstanbul 7’nci Sulh Ceza Mahkemesi’ne de müracaat ederek, hakkındaki yurt dışına çıkış yasağının kaldırılmasını istedi. Mahkeme, 17 Kasım’da, yurt dışına çıkış yasağını kaldırdı.
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yakın işadamlarından Sezgin Baran Korkmaz, Amerika’da tutuklanan Kingston kardeşlere ait 500 milyon dolar tutarındaki kara parayı Türkiye’de şirket satın alarak akladığı iddia ediliyor.
Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi eski Başkanı Talip Aydın, Türkiye’de tutuklu muhalif lider Selahattin Demirtaş ile ilgili AİHM’in kararını yorumladı. Türkiye’nin kararı yıllara yayacağını söyledi. “Erdoğan, Demirtaş’ı tahliye etmese de ciddi bir yaptırım gelmeyecek” dedi.
BOLD – Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), tutuklu Kürt siyasi lider Selahattin Demirtaş’ın ‘derhal serbest bırakılması’ yönünde 22 Aralık’ta nihai bir karar aldı. AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, AİHM kararının tamamen siyasi bir karar olduğunu söyledi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise “Demirtaş teröristtir. AİHM’in almış olduğu karar, boşlukta bir karardır. Hiçbir anlamı yoktur. Çok net ve açıktır” yorumunda bulundu.
Karar sonrası Demirtaş’ın avukatlarının Ankara’daki yerel mahkemeye yaptıkları başvuru da reddedildi.
Türkiye’nin Demirtaş’la ilgili AİHM kararını uygulamaması durumunda karşılaşacağı yaptırımlar, özellikle de Avrupa Konseyinden ihraç edileceğiyle ilgili muhalefet cephesinden açıklamalar gelse de Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi eski Başkanı Talip Aydın farklı düşünüyor.
Talip Aydın
turkishminute.com’dan Cevheri Güven’in haberine göre Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı adına yıllarca AİHM dahil uluslararası kuruluşlarla ilişkileri yürüten Aydın, “Erdoğan rejimi bu kararı zamana, yıllara yayarak geçiştirecek” diyor.
Türkiye’nin AİHM tarafından verilen yüzlerce tahliye kararını uygulamadığını söyleyen Aydın şöyle konuştu:
“AİHM kararlarını uygulamaması yeni değil Türkiye için. AİHM’in tahliye kararı verdiği halde tahliye edilmeyen çok sayıda insan var. AİHM kararını uygulamamak Türkiye için ilk de değil son da değil. Demirtaş önemli bir isim olduğu için ses getirecektir ama sonunda benzer durumda olan yüzlerce kişiden biri olacak. Bu tip ihlal kararlarını Bakanlar Komitesi takip ediyor. Bakanlar Komitesi siyasi bir yapı ve temenniler ve bürokratik işlemler ve en fazla yapılan kınamalar arasında Demirtaş kararı kaybolup gidecek.”
“AVRUPA KONSEYİNDEN İHRAÇ YAPTIRIMI MÜMKÜN DEĞİL”
Demirtaş’ın AİHM kararı doğrultusunda serbest bırakılmaması durumunda Türkiye’nin Avrupa Konseyinden çıkartılması gibi yaptırımlar geleceğine ilişkin iddiaların temelsiz olduğunu söyleyen Aydın, AİHM’in kararlarını uygulamayan devletlere karşı sert yaptırımlar uygulayamadığını, Erdoğan’ın da bunu iyi bildiğini söylüyor:
“Avrupa Konseyi’nin para sorunu var. Bir dönem önce konsey genel sekreterinin bir yıl içinde ödemeleri yapmazsak iflas edeceğiz şeklinde bir açıklaması oldu. Avrupa Konseyi’nin maddi kriz içinde olduğunu herkes biliyor. Tabi ki Erdoğan da. Türkiye buna katkı sağlıyor. Demirtaş kararı uygulanmazsa, Türkiye kınanır, baskı görür ama daha ötesine geçmez. Erdoğan bunu biliyor. AİHM kararlarını Rusya da uygulamıyor. Konseyden çıkarma kağıt üstünde bir yaptırım sadece, uygulanamaz”
AİHM’in kendi içinde Türkiye ile ilgili kararlarda çelişkiye düştüğünü söyleyen Aydın, Erdoğan’ın da tam bu noktadan AİHM’e yüklendiğini ve “çelişki” vurgusunu yaptığını söylüyor:
“Erdoğan bu kararı siyasi gördüğünü ve uygulamayacağını söylüyor. 30 senedir devam eden ve Türkiye’nin uymadığı davalar var. AİHM o davalardaki kararlarına Türkiye’nin uymamasına sessiz kaldı. Şimdi Demirtaş kararını uygulamadığı takdirde sert bir tutum takındığında çelişkili bir duruma düşmüş olacak. Türkiye de zaten bu noktadan ilerliyor gördüğüm kadarıyla.”
“AİHM’İN TÜRKİYE TAVRI İLKESİZ”
AİHM’e yönelik sert eleştirilerde bulunan Talip Aydın, Türkiye’de ağır insan hakları ihlali tablosu varken AİHM Başkanı Robert Spano’nun Türkiye ziyaretini, turistik yerleri gezerek hediyeler kabul etmesini “rezalet” olarak niteliyor:
“AİHM, Türkiye konusunda ilkesiz davranıyor. Türk hukuk sistemini tamamen güvenilmez ilan etmek istemiyor, sistemi ayakta tutmak istiyor ama kendince bazı kişilere öncelik tanıyor ve onları kurtarmaya çalışıyor. Demirtaş gibi, tutuklu aktivist Osman Kavala gibi. Ama bu kendi içinde büyük çelişkilere neden oluyor. Anayasa Mahkemesinin hala AİHM tarafından iç hukuk yolu olarak görülmesi AİHM’in tutarsızlığına en iyi örnek.”
Türkiye’nin AİHM’de ciddi bir lobisi olduğunu belirten Talip Aydın, mahkemenin dosya hazırlama süreçlerinde Türkiye’nin etkin olduğunu, kararların alınma biçimi ve zamanlamasının ayarlanmasında bu lobinin etkin olduğunu söyledi:
“AİHM Avrupa Konseyine bağlı ve daha önceki Konsey Genel Sekreteri Norveçli Thorbjörn Jagland’la ile Erdoğan arasında çok ciddi anlamda maddi ilişkiler de döndüğünü biliyoruz. Jagland’la Erdoğan arasındaki çıkar ilişkisi Norveç’te gazetelere de yansıdı. Diğer taraftan AİHM başkanının birkaç ay önce Türkiye’ye gitmesi, orada hediyeler alması, inanılmaz şeylerdi. Türkiye’nin uluslararası mekanizmalar içinde ilişkisinin en iyi olduğu kurum AİHM. Türkiye’ye gerçekten hukuk alanında bir ceza vermek istese AİHM’in elinde o kadar çok dava var ki. Sadece Anayasa Mahkemesi etkin bir iç hukuk yolu değildir dese Erdoğan rejiminin bütün sistemi çökecek. Türkiye’de toplu ve yaygın tutuklamaları yapan Sulh ceza hakimlikleri var. Erdoğan tarafından 2014 yılında kuruldu. Bu hakimliklerle ilgili başvurularda AİHM hiçbir sorun görmedi. AİHM bu mahkemeleri iptal etmeyi bırakın, bu mahkemelerin emir ve talimatla tutuklama yaptıklarına ilişkin bir kaygı taşıdığını dahi paylaşmıyor.”
Talip Aydın, AİHM ile Türkiye ilişkisini Türkiye-İsrail ilişkisine benzetiyor:
“Erdoğan, İsrail’le kavga ederken iki ülke arasındaki ticaret hacminin artmasına benzer bir ilişki var Erdoğan rejimi ile AİHM arasında.”
DEMİRTAŞ 2016’DAN BERİ TUTUKLU
Selahattin Demirtaş, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Genel Başkanı iken 2016 yılındaki başarısız darbe girişiminin ardından tutuklandı. Demirtaş, çeşitli toplantılarda yaptığı konuşmalar gerekçesiyle dört yılı aşkın süredir cezaevinde. Kürt bir siyasetçi olan Demirtaş, ayrılıkçı Kürt terör örgütü olarak adlandırılan PKK’ya destekle suçlanıyor. Demirtaş, Kürt siyasi hareketinden bir parti olan HDP’yi Haziran 2015 seçimlerinde yüzde 13 oy oranına çıkartarak Erdoğan’ın tek başına iktidarı kaybetmesine neden olmuştu. Demirtaş, tutuklanmadan önce Erdoğan karşısında en etkili siyaset üreten lider olarak niteleniyordu ve ilk kez Türklerin de bir Kürt partisine oy verebilmesini sağlamıştı.
Mehmet Akif Öztekin, okuduğu Polis Akademisi AKP tarafından kapatılınca kendini lise mezunu ve işsiz bir şekilde kapıya konmuş olarak buldu. “Yanlış ülkede yanlış hayal kurmuşuz. Mesleğe başlayamadan men edilme gibi bir olay kabuslarımda bile yoktu” dedi. Şimdi Yunanistan’da yeni bir hayat kurmaya çalışan Öztekin, ikinci el bisiklet satarak hayata tutunmaya çalışıyor.
BOLD ÖZEL – Mehmet Akif Öztekin çocukluk hayalini gerçekleştirmek için Polis Akademisi’nin lisans eğitimi veren Güvenlik Bilimleri Fakültesini kazandı. 2015’te üçüncü sınıf öğrencisiyken çıkarılan yasayla okulu kapatılınca Öztekin’i de diğer öğrenciler gibi eline lise diploması ve transkript verip kapının önüne koydular.
Öztekin “İki üç aylık eğitimlerle bizim yerimize öğrenci aldılar. Biz güvenlik tedbirlerini ezbere söyleyemeden elimize silah almıyorduk. Ama onlar 2-3 ayda beline silah aldı. Onların geldiği bir gün vardı. Biz atış eğitiminden dönüyorduk. Onların kendi aralarındaki bazı şakalaşmaları görünce kendime ‘Bu mesleği bize yar etmeyecekler’ dedim. O zaman çok ağırıma gitti. Biraz gözlerim dolar gibi oldu” diyerek o günleri anlattı.
OKULDA MOBBİNG UYGULANDI
Okulun kapatılacağı dönem hem çalışan personele hem de öğrencilere çok ağır mobbing uygulandığını anlatan Öztekin, “Üst devreler alt devrenin yanında aşağılanmaz. Biz artık geriye dön komutunu kendimiz verip geriye dönüyorduk. Üst devrelerin azar yediğini görmemek için. Sürekli aşağılamalar, hakaretler… Bu okulun bize bitirtilmeyeceğini anlamıştık” dedi.
“Çocukluk hayalimdi benim polis olmak. Olmadı ama… Yanlış ülkede yanlış hayal kurmuşuz. Daha mesleğe başlayamadan men edilme gibi bir olay kabuslarımda bile yoktu herhalde. Sebep olanlarla yüzleşme ihtimalim olsa ellerine kelepçe takmak olur herhalde. Onlar suçluydular” diyerek yaşadığı trajediyi anlatan Öztekin pes etmedi.
Öztekin Polis Akademisi’ne girdiği sene Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünü de kazandı. Çıkan af ile üniversiteye yeniden döndü. Ancak bu kez polislerin sürekli takibi onu rahatsız etti. Öztekin “Takip ediliyorduk o dönemde. Bunu çok net söyleyebilirim. Sonra birinci sınıfın ikinci dönemini okurken arama kararı çıktı hakkımda. Beni ifadeye çağırmak için gelmişler ama ben gitmedim ifade vermeye. Çünkü tutuklayacaklarını biliyordum” ifadelerini kullandı.
DÖRT YILLIK OKULU İKİ BUÇUK YILDA BİTİRDİ
Mehmet Akif Öztekin bir buçuk yıl okula ara verdi. Polis olacakken, polisten kaçmak zorunda kalan Öztekin, “En son memlekete gittiğimde kardeşim şaka yaptığını düşünerek, benim yattığım odaya tekme atarak girdi. O zaman polislerin geldiğini düşünerek ayağa kalkmıştım. Annem o zaman ‘Sen burada rahat değilsin, git’ demişti. O günlerde sabah saat 07:00 ile 09:00 arası genelde cam kenarlarından bakarak geçiyordu. Polis gelecek diye” sözleriyle o günleri anlattı.
Daha sonra eğitimine kaçak bir şekilde devan etme kararı alan Öztekin, “Hayalet gibiydim okulda… O dönemde öğrenci işlerine hiç uğramadım. 4 yıllık okulu 2 buçuk yılda bitirdim” dedi.
3 YIL BOYUNCA ÖZLEDİĞİ HALI SAHA MAÇINI ATİNA’DA OYNADI
Okul bitince, yaşadığı sıkıntılar sebebiyle Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldı. “Baba bu senden aldığım son para. Bundan sonra ben başımın çaresine bakarım” diyerek Türkiye’den ayrıldı.
Yunanistan’a adım atar atmaz Atina’daki arkadaşlarını aradı. Halı saha maçını özlemişti. Öztekin, “Burada tanıdığım insanlar vardı. Onlara ‘Halı saha ayarlayın bana’ dedim. Futbol oynamayı çok severim. 3 yıl boyunca futbol oynayamadım o süreçte…” ifadelerini kullandı.
TÜRKİYE’DEKİ MAĞDURİYETLERİ ANLATIYOR
Öztekin özgürlüğün tadına varmak için de ikinci el bir bisiklet aldı. Öztekin’nin “Sırtımda eve getirdim. Tekeri bile dönmüyordu. Yavaş yavaş tamirini yaptım” dediği bisikleti çalındı. 20 euro sermayesi vardı. O bisikletin parasını çıkarmak için ikinci el bisiklet piyasasına girdi. Aynı zamanda tamiratını yapmaya başladı. Şimdi elinde ikinci el 10 bisikleti var. Yaklaşık 100 bisiklet alıp sattı. Böylece Yunanistan’da farklı insanlarla da tanıştı. Öztekin “Merak ediyorlar. Hikayemi soruyorlar. Ben de anlatıyorum yaşadıklarımızı. Hayret içinde dinliyorlar. Adalardan bir İstanbul Rumu’nun torunu ile tanıştım. Türkçe biliyormuş. ‘Atina’ya geldiğimde senden mutlaka bisiklet alacağım’ diyor” sözleri ile yaşadıklarının fotoğrafını çekiyor adeta.
Atina’nın köylerine otobüs ile gidip, bisiklet aldığını anlatan Öztekin, korona süreci olduğu için bisiklet tamir sertifikasını henüz alamadı. Polislik hayalini rafa kaldıran Öztekin, bisiklete merakın fazla olduğu Atina’da bu işin ticaretini yapmak istiyor. “Sermayem yok. Ortak arıyorum” diyen Öztekin “Belki bir gün bisikletle Avrupa turu da yaparım” sözlerini ekliyor.
Türkiye’nin aşı aldığı Sinovac şirketinin rüşvet vererek aşı onayı alan tek şirket olduğuna dikkat çeken Eski Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Direktörü Dr. Serdar Savaş, temiz firmalar varken, en sahtekarının nereden bulunduğunu merak ettiğini kaydetti.
BOLD – Sağlık Bakanlığı’nın Çinli şirket Sinovac’tan aldığı koronavirüs aşılarının üçüncü faz testlerinin tamamlanmadığını vurgulayan Eski Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Direktörü Dr. Serdar Savaş, Türkiye’nin rüşvet vererek aşı onayı alan Sinovac şirketini nereden bulduğunu merak ettiğini kaydetti.
AŞIDA NE TÜR SAHTEKARLIKLAR YAPTIKLARINI BİLMİYORUZ
ANKA Haber Ajansı’na konuşan Savaş, “Dünyada çok az ülke Sinovac’tan aşı almak için iletişime geçti. Sinovac dünyada aşı üreten 100 firma arasında rüşvetle aşı ruhsatı aldığı mahkeme kararıyla tescil edilen tek firma. Beni en çok meraklandıran bütün dünyada sahtekarlığı tescil edilen tek firmayı nasıl bulduk? Bir aşı geliştirmişler, o aşıya ruhsat almak için rüşvet vermişler. Bu aşının içinde de ne tür sahtekarlıklar yaptıklarını bilmiyoruz. Bu aşıda temiz firmalar varken, en sahtekarını nereden bulduk merak ediyorum” dedi.
AŞININ KORUYUCU OLDUĞUNU GÖSTEREN VERİ YOK
Sinovac’ın açıklaması gereken sonuçları Sağlık Bakanlığı’nın açıklamasını eleştiren Savaş, “Türkiye üçüncü faz çalışmalarını çok şeffaf olmayan şekilde merdiven altında başlattı. Bu çalışmaların esası şudur, belirli bir sayıya ulaşmadan bu sonuç açıklanmaz. Ancak bizimkiler her 500 kişide bir sonuç açıkladılar. 40 vakaya varmadan açıklanmaması gereken sonuçları 27 vakada apar topar açıklayarak, ‘Bu aşılar yüzde 90 güvenli’ dediler. Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı veriler içerisinde, bu aşının koruyucu olduğunu gösteren veri yok” dedi. Savaş, 13 dolar yerine 70 dolar vererek oluşacak 2 milyar 750 milyon dolarlık avantaya da dikkat çekti.
UNICEF 2021 için korkutan bir uyarıda bulundu. Yapılan çalışmalara göre dünyanın birçok bölgesinde 10.4 milyon çocuk 2021 yılında açlık ve kıtlık sebebiyle sıkıntılar yaşayacak. Pandemi, iklim değişikliği ve savaş durumu şartları daha da ağırlaştırıyor.
BOLD – Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), 2021’in dünyanın birçok ülkesinde “açlık yılı” olacağı uyarısında bulundu.
UNICEF’TEN AÇLIK VE KITLIK UYARISI
DW Türkçe’de yer alan habere göre UNICEF Almanya, hazırladığı raporu çarşamba günü açıkladı. 2021 yılında en iyi tahminlere göre Yemen, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Güney Sudan, Nijerya’nın kuzeydoğusu ve Sahel merkez bölgesinde 10,4 milyon çocuğun akut yetersiz beslenme sorunundan muzdarip olacağı belirtildi. Açıklamada, mevcut durumda bile ağır insani krizlerle boğuşan tüm bu ülkelerin aynı zamanda yükselen gıda güvencesizliği ve kıtlıktan muzdarip olduğu kaydedildi.
KORONAVİRÜS ŞARTARI AĞIRLAŞTIRIYOR
Rapora göre dünyada etkili olan koronavirüs, açlık ve kıtlık şartlarını daha da ağırlaştırıyor. UNICEF Genel Direktöre Henrietta Fore, ise yaptığı açıklamada “Kovid-19 savaş, doğal afet ve iklim değişikliğinin sonuçlarının mağduru olan ülkelerde halihazırda mevcut olan gıda güvencesizliğini eli kulağında bir afete dönüştürdü” değerlendirmesinde bulundu. Fore, “Uzun zamandır sofraya yiyecek bir şey koymak için mücadele vermek zorunda kalan aileler şimdi kıtlığın eşiğinde” diye konuştu.
UNICEF açıklamasına göre Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde 5 yaş altındaki 3,3 milyon çocuk yetersiz besleniyor. Güney Sudan’da ise, nüfusun yüzde 60’ına tekabül eden 7,3 milyon kişinin, 2021 yılında akut gıda güvencesizliği çekeceği kaydedildi. Burkina Faso, Mali ve Nijer’de de silahlı çatışmalar ve iklim değişikliğinin gıda güvencesizliğini pekiştirdiği ifade edildi.
AÇLIK ÇEKEN ÇOCUKLAR İÇİN 1 MİLYAR DOLARA İHTİYAÇ VAR
UNICEF, gelecek yıl yalnızca kriz ülkelerinde çocuklar için hayat kurtaran gıda programlarını sürdürmek için 1 milyar doları aşkın bütçeye ihtiyacı olduğunu açıkladı. Bu sebeple insani yardım örgütleri ve uluslararası toplum, destek olmaya çağırıldı.
İzmir’de sağlık çalışanları, AKP hükumetinin pandemiyle mücadele politikasını protesto etti. İzmir Tabip Odası Başkanı Lütfi Çamlı, siyasi ve ekonomik kaygılarla tedbirlerin alınmadığını belirtti. “Artık yeter, daha fazla ölmek istemiyoruz. Yaşamak, yaşatmak istiyoruz” dedi.
BOLD – İzmir’de sağlık çalışanları, meslek odaları ve tabip odası üyeleri Konak’ta SGK İl Müdürlüğü önünde toplanarak basın açıklaması yaptı.
“Öfkeliyiz, tükendik, ölüyoruz” sloganı atan sağlık çalışanları, Kovid-19’un meslek hastalığı sayılmasını istedi.
Sağlık meslek örgütleri adına ortak açıklamayı yapan İzmir Tabip Odası Başkanı Lütfi Çamlı, “Siyasi ve ekonomik kaygılarla aldığınız kararlar ve alamadığınız kararlar yüzünden binlerce insanımızı, yüzlerce sağlık çalışanımızı kaybettik. Kaybetmeye de devam ediyoruz. Her gün açıkladığınız sayıların her biri bir candı; anneydi, babaydı, çocuktu, eşti, dosttu. Bu canlarımızı sizin yanlış pandemi yönetiminiz nedeniyle kaybettik. Bu ölümlerin önemli bir bölümü önlenebilir ölümlerdi ve siz önlemediniz, önleyemediniz” dedi.
Çamlı, açıklamasında şunları söyledi:
YA ÇALIŞACAKSIN YA ÖLECEKSİN DENİLDİ
“Salgının başından beri şeffaflık istedik ama hiçbir bilgiyi bizlerle paylaşmadınız. Halkın sağlığını değil, ekonomik çıkarları öncelediniz. Bilim insanlarının önerilerine ve kararlarına kulaklarınızı tıkadınız. Salgından politik başarı hikayesi çıkarmaya çalıştınız. Salgın konusunda doğruları söyleyen kim varsa terörist ilan ettiniz. Geldiğimiz noktada maalesef haklı çıkmanın üzüntüsünü yaşıyoruz. Ekonomik ve siyasi kaygılarla aldığınız kararlardan dolayı yitirdiğimiz binlerce canın, yüzlerce sağlık çalışanının hesabını kim verecek? Beş maskeyi dağıtamadınız, yurttaşlarımız ve sağlık çalışanları kişisel koruyucu malzemeleri çok daha yüksek fiyatlarla, yarattığınız karaborsadan temin etmek zorunda kaldı. Sağlık çalışanları her zamankinden daha ağır koşullarda, korunmasız ve sağlıksız koşullarda çalışmaya mecbur bırakılmış , yasal izin , istirahat, yer değişikliği ve emeklilik hakları ellerinden alınmıştır. Ya çalışacaksın, ya öleceksin seçenekleri arasında bırakılmışlar ve büyük bir sağlık ordusu tüketilmiştir.”
YAŞAMAK VE YAŞATMAK İSTİYORUZ
Sağlık çalışanlarını bile grip aşısı için risk grubunda saymadınız. Yurttaşlarımız, yaşanan bu kaosun içinde aşı bulabilmek için ASM’ler, eczaneler, hastaneler arasında dolaştı durdu. Yarattığınız bu kaos yurttaşlarımıza sağlık sorunu, sağlık çalışanlarına da şiddet olarak döndü. Kovid-19 sağlık çalışanları için bir meslek hastalığı sayılmalıdır dedik. Siz samimiyetsiz, ciddiyetsiz şekilde konuyu bulandırdınız. Biz yasa istiyoruz dedik, siz sağlık çalışanlarıyla alay edercesine, bir sayfalık yazıyla kamuoyunu yanıltmayı seçtiniz. Sizleri tekrar ve daha güçlü uyarıyoruz. Ekonomik çıkarları ve siyasi kaygılarınızı değil halkımızın ve bizlerin sağlığını önceleyin. Önlenebilir her ölümün sorumlusu sizsiniz. Sağlık emek, meslek örgütleri ve tüm sağlık çalışanları adına, size “Artık yeter daha fazla eksilmek istemiyoruz” diyoruz. Bizler yaşamak, yaşatmak istiyoruz.”
SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ
Basın açıklaması, İzmir Diş Hekimleri Odası, İzmir Eczacı Odası, Birinci Basamak Sağlık Çalışanları Birlik-Dayanışma Sendikası, Genel Sağlık-İş Sendikası, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), Türkiye Sağlık İşçileri Sendikası, İzmir Aile Hekimleri Derneği, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği (SUHUDER), Tüm Radyoloji Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği (TÜMRAD), Türk Psikologlar Derneği, Türkiye Aile Hekimleri Uzmanlık Derneği (TAHUD) ve İzmir Aile Sağlığı Çalışanları Derneği adına ortak olarak yapıldı.
Ankara Gölbaşı Belediyesi’nde dolu müdürlük koltuklarına başka bir müdürün ya da memurun daha görevlendirilmesi Sayıştay’ı da şaşırttı. Raporda, “Geçici olarak boşalmadığı halde başka bir müdürün veya memurun sürekli olarak vekâlet ettirildiği görülmüştür” denildi.
BOLD – Günlük atamalarla kolaylıkla devlet memurluğu kadrosunu elde etme uygulamalarına yenileri eklendi. MHP’li Ankara’nın Gölbaşı Belediyesi’nde dolu müdürlük koltuklarına başka bir müdür ya da memurun görevlendirilmesi Sayıştay raporlarına da yansıdı.
AYNI KOLTUKTA İKİ MÜDÜR
BirGün’den Nurcan Gökdemir’in haberine göre Gölbaşı Belediyesinde Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü ile Yazı İşleri Müdürlüğü kadroları dolu olmasına, geçici olarak görevden ayrılma durumunun olmamasına, kadroyu işgal eden müdürlerin belediyede bulunmasına karşın yerlerine başka müdürler veya diğer personel vekaleten atandı. Sayıştay raporunda, “Gölbaşı Belediyesinde bazı müdürlüklere kadronun dolu olduğu, izin, geçici görev, uzaklaştırma gibi sebeplerle geçici olarak boşalmadığı halde başka bir müdürün veya memurun sürekli olarak vekâlet ettirildiği görülmüştür” denildi.
HARCAMA YETKİSİ İKİNCİ KİŞİLERE VERİLDİ
Belediyede yapılanlar bununla da kalmadı. 2019 yılı için bütçeyle 1 milyon 265 bin 495 TL ödenek ayrılan Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü ve 2 milyon 373 bin 820 TL ödenek ayrılan Yazı İşleri Müdürlüğü’nün harcama yetkililiği yetkisi de mevzuata aykırı olarak atanan ikinci kişilere kullandırıldı. Mevzuatın yetkilinin yasal izin, hastalık, geçici görev, disiplin cezası uygulaması, görevden uzaklaştırma ve benzeri nedenlerle geçici olarak görevinden ayrılması halinde harcama yetkisinin devredilmesini öngördüğü raporda yer aldı. Müdür kadrosunda bulunan kişinin harcama yetkisini kullanması gerektiği belirtilerek “Bu kadro boş olmadığı sürece bu yetkileri başka birinin kullanması mümkün değildir” denildi.
28 yaşındaki Betül Aygün iki aylık evliyken tutuklandı. Cezaevinde kansere yakalandı. İki ameliyat edildi. Yoğun bakımdan sedyeyle çıkarılıp koğuşa götürüldü. Defalarca çıplak aramadan geçirildi…
BOLD ÖZEL –HABER | SEVİNÇ ÖZARSLAN –KURGU | BARBAROS KAYA
Cezaevinde hastalanmak, özelikle kanser olmak ölmek demek. İki aylık evliyken tutuklanan Betül Aygün, o ölümü defalarca yaşadı. 3 yıl 4 ay kaldığı Ödemiş T Tipi Cezaevinde önce safra kesesi ameliyatı geçirdi. Sonra kansere yakalandı. Test yapılmadan içilmemesi gereken ilaçları ‘ağrısı geçsin’ diye içirdiler. Safra kesesi ameliyatından sonra cezaevine gönderildiğinde ilaçları verilmedi. Gardiyana “İlaçlarımı verin” diye yalvarmak zorunda kaldığını anlatan Aygün’ün 40 ay tutuklu kaldığı dönemde yaşadığı hak ihlalleri arasında defalarca çıplak aramadan geçirilme de var.
HDP milletvekili ve insan hakları savunucusu Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun sağlık durumunu sürekli Meclis’te gündeme getirdiği Betül Aygün’e meme kanseri teşhisi konulması ve tedavi sürecinin başlaması ise tam 6 ay sürdü. Ölümcül bir hastalıkta bir gün bile çok önemliyken haftalarca biyopsi sonucunu bekledi. Ameliyata girerken de yoğun bakıma alındığında da başında hep asker vardı. “Mahrem olan her şeyinizi asker görüyor” diyor. Hastane koğuşu diye demir parmaklıklı, kepenkleri olan bir odaya kapatıldı. Doktor ‘cezaevinde ölürsün’ demesine, hatta ‘cezaevinde kalamaz’ raporu çıkmasına rağmen tahliye edilmedi. Kemoterapi sürecinde mamayla beslenecek hale geldi, yine de tahliye edilmedi.
Aygün cezaevinde defalarca hastalanmasının, acile kaldırılmasının nedeninin hapiste maruz kaldığı insanlık dışı şartlar ve psikolojik işkence olduğunu söylüyor. Her sabah nemden yeşillenen bir tavana gözlerini açtığını ifade eden Aygün, koğuş arkadaşlarıyla birlikte taşan kanalizasyonu temizlediklerini belirtiyor. Aygün, “Sadece temizlemekle de sorun bitmiyor. Kanalizasyon nedeniyle koğuşları fare basıyordu. Artık her yerden üzerimize fare sıçrıyordu” diye anlatıyor o günleri.
KUTSAL METİN: NASIL İTİRAFÇI OLUNUR
Aygün cezaevinde ciddi bir şekilde psikolojik işkenceye de maruz kaldıklarını söylüyor. Kitap yok, el işi bile yasak. Yazmaların kenarındaki oyaları söküp tekrar işledikleri için cezaevine yazma almayı da yasaklıyorlar. Altan adlı bir memur tarafından kanun dışı sorguya çekildiklerini vurgulayan Aygün, itirafçı olmaları için cezaevinde sürekli toplantılara alındıklarını, yağmur altında bile bekletildiklerini belirtiyor. ‘Kutsal’ ilan ettikleri ‘itirafçı nasıl olunur’ kağıdının koğuş duvarına asıldığını ve kağıdı yırtan, elleyen, yerinden çıkaran, yerini değiştirene ceza verilecek diye tehdit edildiklerini anlatıyor.
ÇIPLAK ARAMA MAĞDURLARINDAN BİRİ
Betül Aygün birkaç haftadır Türkiye’nin gündeminden düşmeyen çıplak arama mağdurlarından biri aynı zamanda. Gözaltına alındığı 12 Ekim 2016’dan tahliye edildiği 2 Şubat 2020’ye kadar defalarca çıplak arama dayatmasına maruz kalıyor. Çanakkale E Tipi, Ödemiş T Tipi ve Şakran Cezaevinde toplamda 40 ay yaşıyor. İki, üç, dört, beş, o kadar çok aramadan geçmiş ki, “bir süre sonra alışıyorsunuz” derken yüzünde acı bir tebessüm beliriyor. Kanser ameliyatından çıkıp tekrar cezaevine götürüldüğünde bile bu çıplak arama işkencesini yaşıyor.
Örgüt üyesi olduğu iddiasıyla 7 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılan Aygün’ün evini arayan polisler delil olarak evlilik ilmihalini alıp götürdü. 15 Temmuz’dan 15 gün sonra evlenen Betül Aygün’e sorgu sırasında “Ne cesaret hem darbe yapıp hem evlenmişsiniz” gibi sorular soruldu. Yaşadıklarına artık dayanamadığı için 4,5 ay önce ülkesini terk etmek zorunda kalan Betül Aygün Almanya’ya iltica etti. “Yeni bir hayatım olduğuna hala inanamıyorum” diyor. Kanser tedavisi Almanya’da devam ediyor. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Coğrafya öğretmenliği mezunu olan Aygün’ü, geçici olarak kaldığı mülteci kampında ziyaret edip cezaevinde uğradığı hak ihlallerini konuştuk.
“ÇOK ŞİDDETLİ BİR ŞEKİLDE KAPI ÇALINDI”
“Sabah 08.30 gibi kapı çalındı, çok şiddetli bir şekilde. Kapıyı açar açmaz karşımızda kameralı bir adam vardı. Yanında sivil polisler. Bir de mahallenin muhtarı, azası mıymış, üyesi miymiş. Yani 2 erkek polis, 1 kadın polis, 1 kameraman polis. Bir de o üye, aza dedikleri kadınla geldiler. Ben adamları görünce, zaten tam kapıya çıkmamıştım, geri çıktım çünkü üstüm müsait değildi. Hemen yatak odasına girdim. Eşim ilk etapta muhatap oldu. Sonra benim çıkmamı istediler ama ben müsait olmadığımı söyledi. O zaman kadın polis yatak odama girdiler. Üzerime feracemi geçirdim. Başıma da çemberimi taktım. Benim dışarı çıkmamı istediler acilen. İçeride bir şeyi değiştirmeyeyim ya da saklamayayım diye girmeleri gerekiyormuş.
“DELİL DİYE EVLİLİK İLMİHALİNİ ALDILAR”
Betül-Abdurrahman Aygün 30 Temmuz 2016’da Afyon’da evlendi. Resmi nikahları 12 Temmuz kıyıldı.
Evi aradılar. Hiçbir şey bulamadılar. Sadece yeni evli olduğum için bir ilmihal vardı. Evlilik ilmihali. Yasaklı yayınmış. Delil olarak onu aldılar. Bir de ben normalde Makedonya göçmeniyim. Çok az Arnavutça biliyorum. Bir ara ona çalışıyordum, kelimeleri unutmamak için. Kelime defterim vardı Arnavutça, onu delil olarak almak istediler. Acaba şifre midir diye ne olduğunu sordular. Ben de açıkladım. Sonra bıraktılar. Kur’an’ı Kerim’i sordular. Almamız gerekiyor mu gerekmiyor mu diye aralarında karar verip Kur’an’ın Kerim’i delil olarak saymadılar. Yatak odamdaki çamaşırlardan tutun her şeyi aradılar. Sonra bizimle gelmeniz gerekiyor dediler. Biz artık herkesin tutuklandığını duyduğumuz için yanımıza bir şey alalım mı diye sorduk. ‘Yok yok, imza atıp geri geleceksiniz’ tarzında bir şey söylediler. Eşimin yanımda gelmesini kabul etmediler. 2 erkek polisle hastaneye gittim. Darp var mı yok mu diye ayakta bir iki soru sordular. Sonra Gelibolu’da karakola götürdüler.
“ANADAN DOĞMA BİR ŞEKİLDE ARANDIM”
Arama yapıldı. Yani her türlü arama yapıldı. Alyansımı çıkarttırdılar. Kolyemi aldılar. Bir kadın polis geldi. Bir odaya aldılar beni. Her tarafınızı aramamız gerekiyor dediler. Anadan doğma bir şekilde arandım. Karakolda otur-kalk yaptırmadılar ama cezaevinde birçok kez yaptım. ‘Zaten siz beni evimden aldınız, getirdiniz. Ne almış olabilirim yanıma, ne saklamış olabilirim’ diyorum ama ‘Bu yapmamız gereken bir şey’ dediler.
Uyuşturucudan alınmış olsaydım ya da bir kaçakçılık tarzı bir şeyden alınmış olsaydım belki o tarz bir arama normaldir. Ama ben düşünce suçundan alındım. İçeriye ne sokmak isteyebilirim diye düşündüm. Orada çok algılayamıyorsunuz bu terimleri, cezaevinde kaldıkça öğreniyorsunuz. Yani neden olduğunu. Adlilerle muhatap oluyorsunuz hastaneye gittiğinizde. O zaman bir şeyler oturuyor. Dediğim gibi ilk defa cezaevine düştüğünüz için ya da polislerle karakola girdiğiniz için herkese yapılan rutin bir şeymiş gibi düşünüyorsunuz. Bir de korktuğunuz için hiçbir şeye karşı gelemiyorsunuz tabi.
“EVİNİZE ÖĞRENCİ GELDİ Mİ DİYE SORDULAR”
Sonra beni Gelibolu’dan Çanakkale’ye götürdüler. Yanımda bir asker de vardı. Onu da benimle birlikte aynı zamanda gözaltına almışlar. İkimizi arkaya oturttular. Kendileri öne oturdu. Gelibolu’dan Çanakkale’ye feribotla geçiyorsunuz. Ellerimiz kelepçeli. Fetö’den arandığımızı söylediler. Çanakkale’de ben tabi ağlıyorum. Hiç durmadan ağlıyorum. Sizi hani filmlerde görürsünüz ya, yan dön önden fotoğraf filan çekiyorlar. Orada fotoğrafımı çektiler.
“PARDESÜMÜ, BAŞÖRTÜMÜ ALDILAR”
Gelibolu Karakolu’na girerken üzerimde pardösüm vardı. Böyle bağcıklı ipleri olan, bir de şalım vardı başımda. İçimde de zaten hemen geri geleceksiniz dediği için, yarım kol bir tişört ve bir etek vardı. İğnelerimi, başörtümü, pardösümü hepsini aldılar. Allah’tan başımda bir iç çember vardı da 3 gün boyunca onunla durdum. Ve kollarım kısa. Namaz kılamıyorum, kılmak istiyorum bana hiçbir şey vermiyorlar. Sonra eşim oraya bir sürü eşya getirmiş. Onunla da hiçbir şekilde görüştürmüyorlar. Ben sürekli ağlıyordum. Gece 12’de polis geliyordu. Beni sorguya çekmek için. Artık ağlamaktan halsiz düşmüştüm. 2 gece 3 gün göz altında kaldım. Yalnız başımaydım nezarette.
Betül Aygün, Çanakkale E Tipi Cezaevinde, “Size fotoğraf yok” denildiği için fotoğraf çektirememiş. Ödemiş T Tipi Cezaevine sevk edildiğinde fotoğraf çekilmesine izin verildiği ilk gün bu kareyi çektirmiş. Şubat 2017.
“ORADA PSİKOLOJİM ÇOK BOZULMUŞTU”
Yemek filan hiçbir şekilde yiyemedim. Doktor geliyordu. Darp var mı diye nezarete. Yok diyordum. Ama benim orada psikolojim çok bozulmuştu. Çünkü sürekli oraya suçlular geliyor ve siz bütün ifadeleri duyuyorsunuz. İşte karısını döven, uyuşturucu kullanan, sarhoşlar… Anafartalar’da tam merkezde bir nezarethaneydi. Bir gün sonra onları serbest bırakıyorlar ama sizi serbest bırakmıyorlar. Bu yetiyor insanın psikolojisini bozmaya. Yani ‘ben ne yapmış olabilirim ki bu kadar’ diye düşünüyorsunuz.
Bu arada benimle birlikte gözaltına aldıkları adamı da başka bir sorgu odasına aldılar. Orada o kadar çok bağırdılar ki, ben o sesleri duydukça ağlamaya başladım. Bana da aynısını yapacaklar şimdi diye. O kadar kötüydü ki bütün koridor yankılanıyor… Daha sonra bana bir kağıt verdiler, mahkemeye çıkacaksın dediler. Gece 12’ye doğru 5 erkekle birlikte mahkemeye çıktık. Hepimizi tutukladılar. Ben ne ayağa kalkabilecek ne de halimi anlatabilecek, zaten mahkemede hiçbir şey sormuyorlar. Bylock kullandın mı? Kullanmadın mı? Bu yani. Senin kendini savunmana izin vermiyorlar.
Tutuklandık. Cezaevine giriyorsunuz, bir aramadan geçiyorsunuz. 2. memur tekrar sizi aramaya götürüyor. İki memurun da araması gerekiyormuş. Taraflı olmaması için. Tekrar bir aramaya daha giriyorsunuz. Çıplak arama yapılıyor. Ben zaten çok fazla yürüyemiyorum. Halsizim. 3 gündür hiç yemek yememişim. Üzülmekten, ağlamaktan… Ayakta duramıyordum.
“NEMDEN HER SABAH DUVAR YEMYEŞİL OLUYORDU”
Koğuşta 15 kişilerdi. Ben 16. oldum. Ama tabi 16 yatak yok. İkili, üçlü yatıyorsunuz. Yani o cezaevinde kalmak… Her şey pis, hiçbir şey verilmiyor. Temizlik malzemesi kullanamıyorsunuz, bulaşık deterjanından başka. Bir de böyle çok eskilerin kullandığı toz vim gibi bir şey var. Yemek yediğiniz yer ile tuvalet aynı yerde. Çok affedersiniz insanların rahat rahat tuvalet ihtiyaçlarını bile gideremedikleri bir yerde kalıyorsunuz. Aynı anda yemek yemek zaten imkansız, sırayla oturuyorsunuz. Banyo günleri belli, sıcak su gelmiyor.
Kalabalık olunca bizi başka bir koğuşa aldılar. O koğuşta ısınma hiç yoktu. Atölye gibi bir odayı koğuşa çevirdiler hemen. Hiç ısınmıyorsunuz, rutubet. Yani ben her gün kalktığımda ikinci katta yatıyordum, rutubet yatağıma kadar yemyeşil iniyordu. Her gün o duvarı siliyordum, gündüz öyle kalıyordu, ertesi gün yine yemyeşil duvarla kalkıyordum. Nem, kar kıştı zaten, çok soğuktu. Oranın hiç camı yok.
“O KADAR ESKİ BİR CEZAEVİYDİ Kİ, HER YER İNSAN PİSLİĞİ”
Sonra komutan ‘sizi Ödemiş’e götüreceğiz’ dedi. Ailelerimize de hiçbir şekilde haber verilmiyor. Oraya gittik. Aslında bir cezaevinden geliyoruz ama gene bir çıplak aramaya maruz kaldık. Siz artık buna alışıyorsunuz. Karakolda, cezaevinde iki, üç, dört, beş… Ödemiş Cezaevi 1960’larda yapılmış. M tipi. O kadar eskiydi ki… Yağmur yağıyor, bahçedeki kanalizasyon taşıyor. Her yer çok affedersiniz su oluyor, geri çekildiğinde insan pisliği kalıyor. Ve biz onları kendimiz temizledik. Bize bir çizme veriyorlar, Allah razı olsun o kadarını verdiler. O çizmelerle, fırçayla… Sadece o zaman çamaşır suyu veriliyor, bahçeye dökebilmemiz için, o da kontrollü. O insan pisliklerini sırayla biz temizledik. Artık düşünün o kadar sık oluyor ki, nöbete döndürüyorsun.
“ÜZERİMİZE FARELER SIÇRIYORDU”
Ve en kötüsü de temizleyince sorun bitmiyor. O kanalizasyon taştığında artık her yere fare geliyor. Dolabı açıyorsunuz üzerinize fare sıçrıyor. Bir sabah kalktığınızda bütün eşyalarınızın üzerinde fare pisliği oluyor. Ve her şeyi sıcak su olmayan bir yerde, buz gibi bir yerde, yıkamak zorundasınız. Artık o kadar sıklaştı ki bu olay yukarı yattığımız yere çıkmaya başladı fareler. Uyuyamıyorsun gece. Bir şey olacak mı? Bana gelir mi? Gelmez mi? Defalarca dilekçe yazıyorsunuz, defalarca dile getiriyorsunuz, savcılığa yazıyorsunuz ama hiçbir şekilde çözüm yok.
Kaloriferin yanmadığı çok doğru mesela. Diyorlar ki resmi bir tarihi var. Kalorifer 15 Kasım’dan önce yanmaz. 15 Kasım geçiyor ama hala kalorifer yanmıyor. Yandığında da sadece akşam 8’den sabah 5’e kadar. Beşten sonra bütün gün kalorifer yok. Gece biz zaten örtünüyoruz bir şekilde ama gündüz soğuktan yatağın içinden çıkamıyoruz ve bir tane battaniye size kesinlikle yetmiyor.
“ADINA KUTSAL KAĞIT DEDİLER, KOĞUŞ DUVARAMIZA ASTILAR”
İlk zamanlarda çok fazla itirafçılığa zorlandık. Özellikle Ödemiş’te çok fazla yapıldı bu. Sizi bahçeye topluyorlar. Kar, kış, soğuk, yağmur hiç önemli değil. Yani sen orada ne yaşarsan yaşa. Altan diye bir müdür vardı. Size itirafçı olmanız için hitap ediyor, ediyor, ediyor ve gidiyor. Birbirimizden çekindiğimiz için itirafçı olmayacağımızı düşünüp bir gün şöyle bir kural getirdiler. Herkes dilekçesini ayrı ayrı elinde tutacak. Sabah öyle verecek görevli memura. Ortaya koymak yok.
Yine bir gün Altan bey gelecek dediler. Bizi bahçeye çıkardılar. Yağmur yağıyordu. Yani gerçekten donumuza kadar ıslandığımız bir yağmurda durduk, bekledik, bekledik ve Altan bey gelmedi. Bir saat kadar beklemişizdir o yağmurda. Saçak filan yok, altına gireyim, bekleyeyim dediğiniz bir yer yok. Altan beyin işi çıkmış gelmedi. Çok basit bir şey onlar için, sen orada bekle, Altan beyin işi çıksın gelmesin, sen nesin ki orada?
Sonra bir gün bize bir kağıt getirdiler. İtirafçı nasıl olunur diye, onu anlatan bir kağıt. Bize dediler ki bu kağıtlar çok kutsal. Öyle ilan ettiler. Dolabın üzerine astılar. Bu kağıtları yırtan, elleyen, yerinden çıkaran, yerini değiştiren ceza alacak, dediler. Kameradan izleniyoruz zaten sürekli.
Betül Aygün, Nürnberg’teki insan hakları sokağında. İnsan Hakları Bildirgesinin 27 maddesinin her biri Almanca ve farklı bir dildeki çevirisi 27 beyaz yuvarlak sütuna oyulmuş şekilde yer alıyor.
“EL İŞİ YAPMA DAHİ HAKKINIZ YOK”
Cezaevindesiniz. Bu başlı başına bir stres kaynağı ama oradaki şartların olumsuzlukları ve 4 yıl boyunca aynı şeye maruz kalmak sizi zaten stres olarak etkiliyor. Orada bize hiçbir hak tanınmıyor. Kitap hakkınız yok, el işi hakkınız yok. Siz dışarıda çok sosyal bir insansınız. Yani aslında sizi orada oturtarak psikolojik bir işkenceye maruz bırakıyorlar. Hiçbir şey yapmıyorsunuz. Cezaevindeki belli kitaplar okuyorsunuz bitiyor, dışarıdan kitap alma hakkınız yok, el işi yapma hakkınız yok. Bize getirilen yazmaları, oyaların iplerini söküp kendi kendimize üretiyorduk. Bunu fark ettiler cezaevine yazma almamaya başladılar.
“TEST YAPILMADAN İLAÇ VERDİLER”
Cezaevine girdikten sonra midem ağrımaya başladı. Doktora söyledim. İlaç verdi. Geçmedi midem. Ayda bir geliyor doktor. Beni hastaneye sevk ettiler. Hastanedeki doktor bir ilaç yazdı. Ama bu ilaçların kişiye test yapılmadan verilmemesi gerekiyormuş. Bana hiçbir test yapılmadı. Ben bu ilaçları içtim. Yine geçmedi ağrılarım. Tekrar doktora gittim. Tekrar bana aynı ilacı verdi. Gene hiçbir şekilde ağrılarım geçmiyor. O ilaçlardan sonra daha çok hasta oldum. Sonra tekrar başka bir doktora götürdüler beni. Genel cerraha. Bu arada da sürekli hastalanıyorum. Ağrı böbreklerime vuruyor. Kıvranıyorum, dayanamayacak durumdayım. Acile gidiyorum. Serum takıyorlar. Geri geliyorum. Hep bu döngüyü yaşıyorum. Hiçbir şekilde çözüm yok.
“AMELİYATTAN BEN SUÇSUZUM DİYEREK AYILMIŞIM”
Birkaç ay sonra farklı bir doktora götürdüler. O doktor safra kesesinde taş var, ameliyat dedi. Ameliyat günü vermişler ama onlar bize hiçbir şekilde bildirilmiyor. Yarın ameliyatınız varsa akşam üstü sayımda ‘yarın ameliyata gidiyorsun’ diyorlar. Ameliyathanede de ‘sen çok temiz birine benziyorsun, ne suç işledin ki bu askerler başında bekliyor’ diye soruyorlar. Ameliyat masasında bile ben kendimi anlatmaya çalışıyorum. İki ameliyatta da bu oldu. Zaten ayılırken de ben suçsuzum, ben bir şey yapmadım diye ayılmışım.
Betül Aygün: “Bu fotoğrafta 46 kiloya kadar düşmüştüm. Safra kesesi ameliyatından sonra çektirmiştim.”
“KEPENKLERİ OLAN BİR ODAYA KOYDULAR”
Ameliyattan sonra beni çıkardıkları yer hastanenin altında bir yerdi. Dükkanlara kapatılan kepenkler vardır ya öyle kepenkli bir yer. Depo gibi bir yeri koğuş yapmışlar. İki yatak atmışlar ama o kadar pis ki, o battaniyeyi üstünüze örtmek istemezsiniz. Ameliyattan çıkmışsınız steril bir ortamdan, üzerinizde o battaniyeden başka hiçbir şey yok. Çok pis kokuyor. Yerimden kalkamıyorum. Sürekli serum yiyorum ve her yerim kan olmuş. Ameliyatta üzerime verilen şeyle duruyorum. Lavaboya gitmem gerekiyor. Hastaneden çok ayrı bir yerdesiniz. Hasta bakıcı, hemşire sizin yanınıza gelmiyor. Refakatçi zaten yok. Orada da demir parmaklıkların arkasındasınız.
Serum alıyorum akşam oldu. Lavaboya gitmem gerektiğini söyledim. Hemşire bunu refakatçiler yaptırıyor, dedi. Memura dediler ki siz yaptıracaksınız. Memur ‘ben hasta bakıcı değilim, ben yaptıramam’ dedi ve gitti. Ama çatlayacağım orada, kendi başıma kalkamıyorum, başım dönüyor, narkozun etkisindeyim hala. Sonra diğer memur gelmişti, Allah ondan ebeden razı olsun, o memura söyledim. Hemşire de halime o kadar üzüldü ki, hasta bakıcı çağırdı. Ben zaten o hali yaşadığım için sürekli ağlıyorum. Sonra diğer memur gelince üzerimi değiştirdi. O kanlı ıslak şeylerden kurtulmuş oldum.
Ertesi gün doktor eğer yürüyebilirsen seni çıkartacağım, dedi. Doktora yalvardım, lütfen beni buradan çıkartın koğuşa gideyim diye. Yani cezaevine gitmek için insan yalvarır mı? Cezaevine gitmek için yalvarıyorsunuz. Çünkü orada arkadaşlarınız var. Size kendi çocukları gibi bakacaklarından o kadar eminsiniz ki… Doktor da yürüyemezsen gönderemem, dedi. Bir memurun koluna girdim. Kendimi o kadar zorladım ki o acıya yürüyebilmek için, beni göndersinler diye ve öyle yürüdüm. Koğuşa girdiğimde, ağlamaya başladım çok şükür buraya geldim diye.
“GARDİYANLARA NE OLUR İLACIMI VERİN DİYE YALVARDIM”
Hastaneden cezaevine gittiğimde bana bir ilaç vermediler. Daha doğrusu doktor yazmış ama cezaevi ilacı temin etmedi hemen. Hastanede aldığım serumların etkisi geçince ameliyat yerim çok ağrımaya başladı. Duramıyorum. Yalvardık gardiyanlara ne olur ilacımı verin. Bir de ameliyattan sonra gaz gibi bir şey oluyor, midem de sıkıştırmaya başladı. Ameliyat yerim sıkıştırmaya başladı. İlacım yok, ağrım çok. Ne yapacağımı şaşırmıştım gerçekten. Aileme ameliyat olduğumu bildirmiyorlar. Bir iki gün sonra filan görüş haftasıydı. Ben yürüyemedim. Bir koluma koğuş arkadaşım, diğerine gardiyan girdi. Uzun bir koridordan gidiyorsunuz. Onlara tutuna tutuna gittim. Onlara tutuna tutuna geri geldim. Çok da zor oturdum. Normalde çok çabuk toparlanabilirdim belki ama 2 ayı buldu. Beslenme olmadığı için koşullar olmadığı için.
“BİR GÜN KİTLE GELDİ ELİME”
2 Şubat 2020’de tahliye olduktan sonra çektirdiği bir kare.
Cezaevinde çok farklı meslekten arkadaşlar vardı. Bir gün acil hemşiresi geldi. Vaktimizi değerlendirmek için herkes bildiği konularda seminer veriyordu koğuşta. Mesela o acil hemşiresi ilk yardımı anlatmıştı. İşte ilk tıbbi müdahale nasıl yapılır? Hasta gördüğünüzde ne yapmalısınız? Kırık gördüğünde nasıl müdahale etmelisin? Bir kaza ile karşılaştığında ne yapmalısınız? Biri çocuk hemşiresiydi. Çocuk bakımını anlattı. Bir hemşire de meme kanseri riskine karşı kişi kendini nasıl muayene etmelidir eğitimi vermişti. Bir gün kolum ağrımaya başladı. Sürekli temizlik yaptığımız için ben ondan ağrıyor sandım. Bir ay geçer diye o ağrıyla durdum. Bir gün o kanser seminerini de aldık ya kitle geldi elime.
“40 GÜN BİYOPSİ SONUCUNU BEKLEDİM”
Kurum doktoru ayda bir geliyor. Ona söyledim. Beni hastaneye sevk etti. Bir ay geçti. Hiçbir şekilde hastaneye götürülmedim. Gözümüzden kaçmış dediler. İki hafta sonra bu kez götürdüler. Genel cerrahi evet bir kitle var, ultrasona girmen lazım, dedi. Ultrasona girmek için de 3 hafta bekledim. Ultrason sonucunu görmüş doktor, ‘Biyopsi yapılması lazım ciddi bir şey olabilir’ demiş. İki hafta için de biyopsi için bekledim. Biyopsi sonucu ise 40 gün bekledim. Sürekli dilekçe yazıyorum. Cezaevinde hastaneye gidiyorsanız ve size tahlil yapılıyorsa, o tahlilin sonucunu memurlar söylüyor size. Doktorla muhatap olmuyorsunuz. Doktor ‘sonucu hastaya benim söylemem lazım’ demiş ama onlar beni götürmüyorlar tekrar hastaneye. Asker yok, memur yok, vakit ayarlanamıyor…
“EĞER BAŞIMA BİR ŞEY GELİRSE SORUMLUSU BU CEZAEVİDİR”
Hatta laboratuvardaki adam bana ‘bayram tatiline de gireceğiz, normalde 15 gün sonra çıkması lazım ama sizinkisi önemli bir şey gibi gözüküyor, bir hafta sonra gelin alın, ben çabuklaştıracağım’ dedi. En son bir dilekçe daha yazdım ve ‘eğer bu sonuçlardan kanser çıkarsa, kanser 1 gününün dahi çok önemli olduğu bir hastalık, ben bütün başıma gelecek her şeyden bu cezaevini sorumlu tutacağım ve hakkımı aramak için bütün her yere yazacağım’ dedim. Bunu hem cezaevine, hem savcılığa yazdım. Sonra beni yukarı çağırdılar. Tabi savcılığa dilekçe yazınca o dilekçeyi cezaevinden çıkartmak istemiyorlar. Müdür hemen sizinle konuşuyor. Oluruna bakıyorlar. Halletmeye çalışıyorlar. ‘Siz dilekçeyi çıkarmayın, biz böyle yapalım’ diyorlar.
“KANSER TEŞHİSİ KONULMASI VE TEDAVİYE BAŞLAMASI 6 AY SÜRDÜ”
Böyle söyleyince beni hemen yukarıdaki sağlık memurlarına çıkardılar. Müdür sağlık memurlarını aramış niye böyle oluyor diye. Kimin sorumlu olduğunu da bilmiyorum. Cezaevindeki müdür sorumluysa müdür. Memur sorumluysa memur. Asker sorumluysa asker, savcı sorumluysa savcı yani kim sorumluysa bu durumu şikayet edeceğimi söyledim. Tabi hepsi tutuştular. Sonra sonucu öğrendim. Kanser. Bana teşhis konulması, kanser tedavisine başlamam hemen hemen 6 ay sürdü.
İnsan bazen başına gelen bazı şeyleri kabulleniyor. Diyorsun ki, cezaevine düştüm, tamam artık bunu kabullenmem lazım ki bu bile çok zaman alıyor. Sonra tamam bitecek, hayatımda başka sorun kalmayacak, bu benim yaşamam gereken bir şeydi. Allah tarafından geldi. Rabbimin senin için bir imtihanıydı ve bitecek diyorsun. Ama o cezaevinde yaşadığın mağduriyetler orayı katlanılmaz kılıyor. Bir de kanser benim korktuğum hastalıklardan biridir açıkçası. Hayatınızda birçok şeyin yarım kaldığını düşünüyorsunuz cezaevinde. Kanserden sonra artık bittiğini düşündüm. Ve o bitişin orada olacağını düşündüm. Burada ölecekmişim. Yapacak bir şey yok. İşte benim hayalini kurduğum hayatım olmayacakmış diyorsunuz.
“TUTUKLANDIĞIMDA ‘HEM DARBE YAPIP HEM EVLENMİŞSİN’ DEDİLER”
Yeni evlenmiştim, 24 yaşındayım. Göçmenlerin adetlerinde gelinler çok önemlidir. Baş tacıdır. Benim için gelin olmak, düğünümün olması hep hayalimdi. Ben onları hiç yaşayamadım. Düğünüm bile çok apar topar oldu. Zaten tutuklandığımda ‘ne cesaretle düğün yaptın darbeden sonra, hem darbeyi yapıp hem düğün yapmışsın’ dediler. Benim dedim darbeyle ne alakam var. 15 Temmuz’dan 15 gün sonra düğünüm vardı. İfademi alırken de beni öyle suçladılar. Korkmadınız mı evlenirken falan dediler.
DOKTOR: “ORADA ÖLÜRSÜN”
Yani hayatınızın orada bittiğini düşünüyorsunuz artık hiçbir şeyinizin olmayacağını, bir eşinizin sizi beklese de beklemese de artık dışarıya dair bir şey düşünmüyorsunuz. Orada ölüp orada kalacağınızı düşünüyorsunuz. Çünkü o şartlarda, kanser hastası bir insanın, sonu ölümdür. Ben zaten kanser tedavisi almaya başladığımda doktor ölürsün dedi. Avukatına söyle seni bir şekilde buradan çıkartsın.
Kanser olduğunuzu öğrenmişsiniz. Demir bir aracın içerisindesiniz. Ufak bir camı var. Elleriniz kelepçeli. Sarsıldığınızda düşseniz tutunamayacak kadar elleriniz kelepçeli. Kumanya gibi bir şey veriyorlar. İçerisinde ekmek ve küçük reçeller var piknik tipi. Bütün gün onunla duracaksınız. O hastaneye gidiyorsunuz, geliyorsunuz, orada nezarette bekliyorsunuz… Ve nezarette fark etmiyor kaldığınız suçlular. O nezarette öyle hikayeler dinlemiştim ki, ben gerçekten suçsuzum dedim. Ne uyuşturucu kaçakçıları, genelde bayanların hepsi uyuşturucudan geliyordu. Kocasını öldürenler. Çocuk kaçırılanlar. Ve onlar size çekinmeden rahat rahat suçlarını anlatıyorlar. Ve cezaları sizden çok daha az. 2 yıl 3 yıl. Ve bunlar çok rahat bir şekilde çıkıyorlar. Siz kalıyorsunuz.
Betül Aygün: “Bu fotoğrafı kanser ameliyatından sonra çektirmiştim. Aileme ben iyiyim, merak etmeyin pozu.”
“KANSER AMELİYATINA BİR ASKERLE GİRDİM”
Sonra göğüs kanseri ameliyatına girdim. Önce 2-3 gün koğuş gibi bir yerde durdum. Tutuklular için hastanenin bir yerini ayırmışlar. Oda oda, nezaret şeklinde, kapısı demir parmaklıklardan oluşan bir yere kilitliyorlar sizi. Birkaç gün orada durdum. Beni ameliyata hazırladılar. Ameliyathane ile o hastane koğuşu arasında bir yol vardı. Bahçeden geçip ameliyathaneye ulaşmanız gerekiyor. Bana önlük verdiler. Çemberimi çıkarmamı istediler. Yapamam dedim. Beni bir şeye sardılar. Çemberin orada kaybolur dediler. Kaybolsun, ben oraya kadar açık gidemem dedim. Ameliyata asker girdi benimle beraber. Hep başımda durdu. Yani sizin mahrem olan her şeyinizi asker görüyor. Sonra orada da aynı sorular. ‘Çok temiz birine benziyorsun, sen ne yaptın’. Ben hiçbir şey yapmadım, biz suçlu değiliz derken bayılmışım.
“YOĞUN BAKIMDA AYILDIĞIMDA DA BAŞIMDA ASKER VARDI”
Ameliyattan sonra doktor serviste kalması gerekiyor demiş. 2-3 saat yoğun bakımda kaldım ameliyattan. Yoğun bakımda ayıldığımda bir askerle ayıldım. Kanser gibi bir hastalığı atlatıyorsunuz yanınızda bir aile ferdinizin eşinizin olmasını istiyorsunuz. Karanlığın içindeki karanlığa düşmüş gibisiniz. Çıkmaza giriyorsunuz. Sonra yoğun bakımdan beni koğuşa götürdüler. Yağmurlu bir havada, üzerinizde hiçbir şey yok, sadece bir ameliyat örtüsü, başınızda bone, sedyeyle beni yağmurun altında o koğuşa götürdüler. Askerler orada serviste bekleyemezmiş. Güvenlik sıkıntısı olurmuş. Ve benim refakatçi hakkım var normalde. Eşim refakatçi kalabiliyor yanımda. Araya hafta sonu girdi, izin alamadık. ‘Birkaç gün sonra da zaten taburcu olacaksın’ dediler. Adlilere refakatçi veriyorlar, bize zorluk çıkarıyorlar, öyle bahaneler sunuyorlar.
“NEFES ALAMIYORDUM”
Ameliyattan çıktığımda zaten kendimi bilmiyordum. Bütün gece boyunca sabaha kadar istifra ettim. Ve yanımda hiç kimse yoktu. Düşünün bana yiyecek geliyor. Yiyecekleri içeri sokamadıkları için kapıdan benim gidip almam gerekiyor. Ben alamadığım için yiyecekler orada birikmiş. Zaten yiyemiyorum da ayık da değilim. Kapıdaki gardiyan zaten yiyemeyecek diye oraya bırakmışlar. İzmir Katip Çelebi Hastanesi’nde 4 gün kaldım. Ameliyatlıyım, zor duruyorum, çok istifra ediyorum. Gene aynı şekilde beni ringe bindirdiler, bu sefer Şakran Cezaevine götürdüler. Artık nefes alamıyordum. Ne olur bu kapıyı birazcık açın dedim ve ağlıyorum sürekli.
“AMELİYATLI HALİMLE YİNE ÇIPLAK ARAMA”
Cezaevine geldik, yine arama yaptılar. Tekerlekli sandalyeyle koğuşa götürdüler. Orada 15 gün kaldıktan sonra Ödemiş’e döndüm. Bakın cezaevinden cezaevine gidiyorsunuz, yine çıplak aramaya giriyorsunuz. Yani yapabileceğiniz bir şey yok, cezaevinden çıkmışsınız. İçeriden içeriye ne götürebilirsiniz ki? Ameliyatlı bir şekilde o aramalardan geçiriyorlar. Bu sefer her şeyini yazıyorlar ameliyat izlerine kadar. İşte şurasında iz var burasında dikişi var diye onları yazıyorlar.
“LAVABOYA BAŞKALARI GÖTÜRDÜ”
Kemoterapi başladı artık. Kemoterapi almak çok zor. Bütün vücut fonksiyonlarınız duruyor. Kemoterapi verdiler, tekrar cezaevine gittim. Bir haftada 4 kilo verdim. Hiçbir şey yiyemedim. İstifra etmekten, gece uyuyamamaktan. Kalkacak hiçbir şekilde halim yoktu. Abdestimi başkaları aldırdı. Lavaboya başkaları götürdü. İlk kemoterapiden 10 gün sonra doktor kontrole çağırdı. O halimle ringe binip hastaneye gittim. Doktor dedi ki bağışıklık sistemi çökmüş durumda. Eğer cezaevinden çıkmazsan ölürsün.
“MAMALARLA AYAKTA DURDUM”
Heyete girdim. Kaç saat boyunca heyet raporlarını ve doktorları bekledim. Heyet raporu çıktı. Ama yine tahliye etmediler. İkinci kemoterapiyi aldım bu arada. Kilo vermeye devam ediyorum, sürekli hastanedeyim. İlk kemoterapimde özellikle her gün acildeydim. Hiçbir yiyemediğim için ateşleniyorum, serum veriyorlardı. Sonra mamaya başladılar. Günde bir tane içebiliyorsam o mamalardan çok şükrediyordum. Mamalarla ayakta durdum. Koğuşta 8 kişiyiz. Gece nöbetleşe başımda bekliyorlardı. Psikolojik olarak da rahatsızlık oldu bende. Uyuyamıyorum, kapalı alanda duramıyorum. Gündüzleri bahçede duruyorum o soğukta ama gece olunca fenalık geliyor. Dışarıdan bakınca, nasıl dayandığımı ben de düşünüyorum…
“YENİ BİR HAYATIM OLDUĞUNA HALA İNANAMIYORUM”
Betül Aygün: “Dört yıl sonra çilek yediğim ilk gün.”
Hala inanamıyorum yeni bir hayatım olduğuna. Şimdi burada hastaneye gittim, işte burada kağıt işlemleri çok oluyor. Ama buradaki doktorlar çok ilgileniyorlar sağ olsunlar. Burada tedavi olacağım. Ciğerimde bir sıkıntı var. Onu çözmeye çalışıyorlar ne olduğunu. Kanser ciğere mi sıçramış yoksa bir enfeksiyon mu var ciğerde diye bakıyorlar. İnşallah her şey çok daha güzel olur. Ben hiç Twitter kullanmadım ama benim için yapılanlara tahliye olduktan sonra baktım. Allah ebeden razı olsun. Bir cümle dahi yazan, bir beğeni yapan herkesten razı olsun.
“KİMSE ÜMİTSİZ OLMASIN”
Ben hiçbir şeyin bitmeyeceğini düşünüyordum. Kaderimin bu olduğunu, bundan sonra hayatımda sadece üzüntünün var olacağını.. Ama hiç öyle değil. Gerçekten her gecenin bir sabahı oluyormuş. O sabah hiç beklenmedik bir anda geliyor hayatınıza. Allah sizin yaşadıklarınızı görüyor ve her zaman yanınızda. Bir gün o mucizeyi veriyor. Kimse ümitsiz olmasın.
“BANA EZİYET EDEN İNSANLARLA AYNI YERDE YAŞAMAK İSTEMEDİM”
Geleceğim için, çocuklarım için 4,5 ay önce Türkiye’den ayrılmaya karar verdik. Size eziyet eden insanlarla birlikte aynı ortamda yaşamak istemiyorsunuz. Tamam size fiilen bir şey yapmamış olabilirler ama, sonuçta onlar da onları destekleyerek size eziyet yapmalarına fırsat verdiler.