Türkiye 2019’da gözünü “parayla” açtı desek sanırım abartmış olmayız. Ocak ayının ilk haftasında hükümet para müjdelerini adeta yağdırdı. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkan’ı Tayyip Erdoğan ile damadı Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, müjde üstüne müjde açıklamaktan bitap düştü! Önce futbol kulüpleri, ardından kredi kartı borçluları, devamında esnaf ve işletmeler, ihracatçılar ve nihayet sosyal yardım alan yurttaşlarımıza kadar herkes nasiplendi müjdelerden.
Halkımız yine bir seçim öncesi konforu yaşıyor. Hükümetimiz sağolsun, elimizi sıcak sudan soğuk suya sokturmuyor. Para desteleri havada uçuşuyor. Üç ay daha bu konforun tadını çıkarmak lazım. Peki, sonrası?
Sonrasının “acı reçete” olacağını, hesabın masaya çok kabarık geleceğini aklı başında herkes, hatta her ekonomist görüyor ve söylüyor. Bu kadar bol keseden dağıtabilecek ekonomik güce sahip değil bu ülke. İspatı da bizzat hükümetin uygulamaları. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti hazinesi, Merkez Bankası ve KİT’lerden nisan sonu gibi gelecek kar paylarını bile bekleyemedi. Bütün genel kurullar ön çekildi ki, karlar ocakta hazineye aktarılabilsin. Nakit durumu o kadar sıkışık yani. Kamu şirketlerinin karlarını almak için 3 ay daha sabredemeyecek durumdaki hazine, bu yamaları kapatmak için seçim sonrası nasıl bir aksiyon alır, varın siz düşünün artık…
Acı reçete kısmı önemli tabi ama benim asıl konum o değil bu hafta. Kişilerin ve kurumların sürekli artan borçlarına değinmek istiyorum. AKP iktidarı döneminde Türkiye tam bir “borçlular ülkesine” dönüştü. Bunda elbette faizlerin düşmesi ve banka kredilerinin daha düşük maliyetle halka ve şirketlere ulaşmasının payı vardı ama ipin ucunu çok fena kaçırdık. Mesela hane halkının 2018’de toplam borcu 541 milyar TL (eski parayla 541 katrilyon) gibi korkunç boyutlara ulaştı. Bunun çoğunluğu bankalara yönelik borçlar. Şirketlerin borcuysa artık yönetilemez boyutlarda, eylül 2018 itibariyle 240 milyar dolar. Bir başka deyişle Türkiye’nin toplam gayri safi yurtiçi hasılasının yaklaşık üçte biri.
Şimdi “seçim müjdesi” diye açıklanan paketler de aslında, “borçluların sayısını artırmak” veya “mevcut borçlulara yeni borçlar vererek, borçluluk sürelerini uzatmaktan” ibaret. Kredi kartı borcunu yapılandırmak, bankadan kredi çekip, kart borcunu kapatarak, üstüne 48 ay daha ihtiyaç kredisi borçlusu haline gelmek demek. Yani vatandaş artık borç konusunda yeni bir evreye geçiyor, borçlarını da yeni borçlarla kapatıyor. Vatandaşın durumu demişken, en vahim durumun tarımda yaşandığını belirtelim hemen. Çiftçiler son yıllarda adeta bankacılık sektörünün oyuncağı olmuş durumda. Türkiye’de ipoteksiz arazi kalmadı. 7 bin çiftçi de banka borçlarından dolayı icralık.
Peki, şirketler ne durumda? Onlar da artık çeviremedikleri borçları için tekrar borçlanıyor. Eğer şirket hala iflas etmediyse, borç uzatmanın iki yolu var, ya konkordato ya da borç yapılandırma. Konkordato sayısı resmi rakamlarda bile 1000’i geçti, 2018’de yapılandırılan şirket borcuysa 118 milyar liraya ulaştı.
Sonuçta, uçan kuşa borcu olan bir toplum haline geldik. Bu durum AKP’nin siyasi hedeflerine de son derece uygun aslında. Temel hedef, sürekli borç ödeyen bir toplum modeli. Ödeyemediği yerde yeni borçlandırmalarla tekrar ödeyebilir hale getirmek. Zaten borçtan kıpırdayamaz hale gelmiş seçmen elbette “aman istikrar bozulmasın kardeş, borcumuz çok” modundan çıkamaz, nitekim çıkamıyor.
Neyse, bu yazı çok karamsar oldu. Bitirmeden bir müjde de ben vereyim, herkes rahatlasın. BDDK birçok üründeki taksit sınırlandırmasını kaldırdı, bazılarındakini de uzattı. Hazır eski borçları da temizlemişken, hadi yüklenelim tekrar kredi kartlarına! Ödeyemem diye düşünmeyin sakın, bir sonraki seçime kadar idare edin kafi! Sonrasını hükümetimiz halleder!
Uzun sözün kısası, bu ülkede “seçmenin borçlusu” makbuldür.
NOT DEFTERİ
25 kuruşun hesabı
Marketlerden aldığımız alışveriş poşetleri paralı oldu ya, milletimiz isyanlarda. Yıllardır her türlü zammı ve hayat pahalılığını sineye çekmiş milletimiz, alışveriş poşetine 25 kuruş ödemeyi hazmedemiyor. Kasiyerle kavga eden mi ararsın, ürünleri montuna dolduran mı ararsın, markete eşekle gelip, aldıklarını heybeye yükleyen mi ararsın, bir haftada görmediğimiz eylem kalmadı.
Meğer ne kadar haklarına duyarlı bir halkımız varmış! Herkes poşet üzerinden hak mücadelesine başladı. Bugüne kadar görmediğimiz tüketici duyarlılıkları 25 kuruşluk market poşeti üzerinden yaşanıyor. Keramet 25 kuruşta mıymış diye sormadan edemiyor insan!
Aslında bunca yanlışın içinde atılan doğru adımlardan biriydi poşeti paralı yapmak. Zira binlerce yıl doğada yok olmayan, çevre düşmanı bir ürün bu plastik poşet. Ne kadar az kullanılırsa, hepimiz için o kadar iyi. Nitekim 25 kuruş hemen etkisini gösterdi ve bir haftada poşet tüketimi yüzde 50 azaldı. Peki, maksat hasıl oldu mu? Doğayı kurtardık mı?
Marketlerde satılan ürünlerin yüzde 90’nın plastik poşetlerde ambalajlandığı gerçeğini ne yapacağız? Yoğurt kabından, bisküvi ve şekerlemelere; su şişelerinden, kuru baklagillere; deterjanlardan, temizlik malzemelerine aklınıza gelebilecek her üründe plastik ambalaj kullanılıyor. Cam kullanımı son derece sınırlı. Hükümetten şimdi bu konuya da bir çözüm beklemek hakkımız değil mi?
Ben tam bu soruları sorarken Cumhurbaşkanı Erdoğan yetişti imdadıma. AKP Genel Başkan’ı, seçim öncesi plastik poşetlere karşı, partisinin milyonlarca bez torba ve alışveriş filesini promosyon olarak dağıtacağını açıklayıverdi. Poşetleri seçim öncesi paralı yapıp, ardından poşete alternatif seçim promosyonu hazırlamak elbette tesadüftür! Kalbimizi bozmayalım hemen!
Bu arada 25 kuruşluk poşetin, 15 kuruşu Çevre Bakanlığı’na kalıyor. Bu da yılda ortalama 6,5 milyar lira eder. Ne diyelim, bakanlığımız sonuçta poşete karşı promosyonlu seçim fileleri hazırlatıp, çevreye sahip çıkacak, helali hoş olsun!
GÖZDEN KAÇMASIN
Burun kıvırdığımız ülkelerin pasaportu bile “altın” değerinde
Geçen hafta, gündemi çok meşgul etmeyen bir haber yer aldı, DW Türkçe sitesinde. Haber’e göre Avrupa Birliği ülkeleri son 10 yılda üçüncü ülkelerden 6 bin kişiye vatandaşlık, 100 bin kişiye de oturum izni vermiş. Tabi ki para karşılığı verilmiş bu izinler. Avrupa Birliği ülkeleri 10 yılda, “Altın Vize / Altın Pasaport” denilen bu sistemden 25 milyar Euro para kazanmış.
Haberin en dikkatimi çeken boyutuysa, 2013’ten bu yana, Güney Kıbrıs’ın bu yöntemle 4 milyar 800 milyon Euro gelir elde etmesi oldu. Hani o yıllardır burun kıvırdığımız, küçümsediğimiz, ülkeden saymadığımız Güney Kıbrıs’tan bahsediyorum. Pasaportu, vizesi inanılmaz boyutlarda değer kazanmış, vatandaşlık veya oturum almak için, üçüncü ülkelerin, elbette Türklerin de sıraya girdiği bir ülke olmuş. Biz kısır siyasi ve milliyetçi tartışmalarla oyalanırken, atı alan Üsküdar’ı geçmiş.
Buradaki mesaj çok net aslında. Genelde AB, özelde ise Kıbrıs, Malta, Lüksemburg gibi küçücük ülkeleri bu kadar değerli kılan, önemli hale getiren, herkesi kendine çeken, insanların ulaşmak için ölümü göze aldığı memleketler haline getiren özellik nedir?
Cevap elbette hukuk ve demokrasi. Yönetim anlayışlarında hukuku ve demokrasiyi esas alan ülkeler, Türkiye’nin bir şehrinden bile küçük de olsalar, cazibe merkezi haline geliyor. İnsanlar kitleler halinde, zenginliği dillere destan Körfez ülkelerine değil, Kıbrıs’a Malta’ya koşuyor. Hukuk devleti ve demokratik standartlar çağımızda kalkınma ve refah devletinin ön şartı. Formül bu kadar net!
EKONOMİ SÖZLÜĞÜ
Resesyon
Bugünlerde ekonomi gündeminde en sık duyduğumuz sözcüklerden biri, resesyon. Türkçe karşılığı, ekonomik durgunluk.
Resesyon, makroekonomide geleneksel olarak reel gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) iki veya daha fazla çeyrek yıllık periyotta arka arkaya negatif büyüme göstermesiyle ortaya çıkan ekonomik tablodur. Resesyon sürecinin uzaması ülkeleri ekonomik çöküşe götürür.
RAKAMLARIN DİLİ
İşkur verilerine göre kayıtlı işsizler:
Aralık 2017: 2 milyon 599 bin 292
Aralık 2018: 3 milyon 509 bin 603
Aralık 2018’de işini kaybedenler: 213 bin kişi
Aralık 2018’de işini kaybedenler arasında işsizlik maaşı alabilenler: 72 bin 410 kişi
Dolar kazandırdı; borsa kaybettirdi
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2018 yılının en çok kazandıran yatırım araçlarını açıkladı.
Buna göre, Amerikan Doları; TÜFE ile indirgendiğinde yüzde 15 oranıyla, yatırımcısına en yüksek reel getiriyi sağlayan yatırım aracı oldu.
Diğer taraftan, BIST 100 endeksi (Borsa İstanbul) TÜFE ile indirgendiğinde yüzde 30,27 oranıyla yatırımcısına en çok kaybettiren yatırım aracı oldu.
BAHADIR POLAT
Yazının Kaynağı: BAHADIR POLAT – kronos news https://kronos11.news/tr/secmenin-borclusu-makbul-hane-halkinin-toplam-borcu-541-milyar/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder