16 Aralık 2020 Çarşamba

ABD’nin yaptırımları Türkiye’nin yakın geleceğini nasıl etkileyecek?

Türkiye’de meydana gelen değişimlerde iç dinamikler kadar dış dinamikler de etkili. ABD’nin uygulayacağı yaptırımlar Türkiye’nin yakın geleceğinde önemli değişimlere neden olabilir.

FATİH YURTSEVER | BOLD ANALİZ

NATO Genel Sekreteri 2019 Londra Zirvesinde alınan karar doğrultusunda “2030’lu yıllarda nasıl bir NATO, nasıl bir ittifak yapısı olmalı” konulu bir çalışma başlattı ve bu çalışma geçtiğimiz hafta kamuoyu ile paylaşıldı. Bu çalışma da açıkça ifade edildiği üzere, yıkıcı olarak adlandırılan teknolojilerin dünyayı radikal bir biçimde dönüşüme zorladığı, bu tür teknolojilerin Çin ve Rusya gibi baskıcı ve demokrasi karşıtı ülkelere avantaj sağladığı, bu tür rejimler ile mücadele için demokratik Batı ve Kuzey Amerika ülkelerinin yeni bir ruh ve anlayış ile NATO şemsiyesi adı altında bir araya gelmesi gerektiği vurgulanıyor. Özetle NATO dünyanın geleceğinde daha fazla söz sahibi olmalı, siyasi etkisini artırmalı ve AB-NATO ilişkileri hem siyasi hem askeri anlamda güçlendirilmeli.

ÇOK KUTUPLU YAPI

Özetle dünya çok kutuplu bir yapıya doğru evriliyor. ABD küresel bir güç olarak dünyanın sorunlarını tek başına çözebilme yeteneğini kaybetti. Ekonomik göstergelerden de anlaşılacağı üzere ABD artık dünyanın en fazla üreten ülkesi değil. İngiltere bu duruma düştüğünde lider ülke rolünü ABD’ye devretmek zorunda kalmıştı. ABD tam da bu nedenle aynı sonuçla karşılaşmamak için zamanın ruhuna uygun olarak gücünü NATO üzerinden diğer ülkeler ile birlikte paylaşabileceği kendi lider rolünü koruyabileceği yapı inşa etmek istiyor. Peki bütün bunların Türkiye’ye uygulanan ABD’nin Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasası’nın (CAATSA) 231’inci maddesi uyarınca uygulanan yaptırımlar ile alakası var?

CAATSA yaptırımları Kırım’ın ilhakı, Ukrayna’nın doğusundaki ayrılıkçı grupların desteklenmesi nedeniyle Obama döneminde yürürlüğe konulan yaptırımların korunması amacını düzenliyor. Bu yasanın çıkmasında Kongre’nin baskısı belirleyici oldu. ABD müesses nizamı yaptırımların Trump ve Putin arasındaki yakın ilişkiden etkilenmemesi için bu yolu tercih etti. Bugüne kadar Rusya, İran, Kuzey Kore ve Çin bu yasa kapsamında yaptırımlara maruz kaldı. Hindistan Rusya ile silah ticaretini devam ettirmesine rağmen bu yaptırımlara maruz kalmadı. Türkiye bu yaptırımlara maruz kalan ilk NATO ülkesi olarak dünya siyasetinde ismini Rusya, İran, Kuzey Kore ve Çin ile aynı gruba dahil ettirmeyi başardı.

Stratejide temel kurallardan biri de gücü yönetmek için algıyı yönetmek gerektiğidir. Rusya 2014 yılında Kırım’ı ilhak ederek, Almanya ve AB’nin planlarını sekteye uğrattı. Suriye’ye müdahale ederek Doğu Akdeniz’e yerleşti. Trump döneminde oluşan boşluktan istifade ederek gerçek gücünün üzerinde bir güç algısı yarattı. NATO ve ABD tarafından alınan tedbirler ve uygulanan yaptırımlar Rusya’nın tavrından bir değişikliğe neden olmadı. Trump’ın Avrupa’yı Almanya’da bulunan askerlerini çekmekle tehdit etmesi, AB nezdinde güven kaybına neden oldu. Şartların bu şekilde geliştiği bir ortamda Türkiye’nin bir NATO ülkesi olarak S-400 sistemini satın alması, Suriye ve Libya’da Rusya ile aynı eksende yer alması bardağı taşıran son damla oldu ve Fransa Cumhurbaşkanı Makron NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini ilan etti.

ULUSLARARASI KAMUOYUNU İNANDIRMASI GEREKİYOR

Gelinen aşamada Joe Biden yönetimindeki ABD’nin ve NATO’nun algıyı yönetmesi ve değişimin başladığına uluslararası kamuoyunu inandırması gerekiyor. Zaten AB’nin Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetleri nedeniyle ciddi yaptırımların görüşülmesini mart ayına ötelemesi ve Joe Biden yönetiminin Türkiye’ye karşı takınacağı tavrı görmek istemesinin altında da bu düşünce yatıyor. ABD, Trump gitmeden, şubat ayında Joe Biden’ın Başkan olarak katılacağı ilk NATO Zirvesi öncesinde elini kuvvetlendirmek için kararların içeriğinden de anlaşılacağı üzere Türkiye’ye halen geri dönme imkânı tanıyan yaptırımları uygulamaya koydu. ABD Dışişleri Bakanı açıkça S-400’ler ülkeden çıkarılmadığı takdirde yaptırımların devamının geleceğini açıkça ifade etti. Yaptırımlar şu anki haliyle Türkiye’nin tüm askeri tedarik faaliyetlerini koordine eden Savunma Sanayi Başkanlığını (SSB) hedef alıyor. Her ne kadar Türk kamuoyunda uygulanacak yaptırımların SSB’nin daha önce imzalanmış tedarik faaliyetlerini kapsamayacağı iddia edilse de bu husus karar metninde muğlak bırakılarak Türkiye’nin alacağı tavra göre kesinlik kazanması öngörülmüş.

Türkiye’nin son döneminde herkes kararların Erdoğan tarafından alındığını, S-400 alımında da sadece Erdoğan’ın etkili olduğunu biliyor. O zaman neden ABD sadece SSB’yi hedef aldı da, Erdoğan ve Hulusi Akarı hedef almadı? Burada ince bir nokta var. SSB daha önce Millî Savunma Bakanlığına (MSB) bağlı müsteşarlıktı (O zamanki adı Savunma Sanayi Müsteşarlığıydı). MSB askerlerin kontrolünde olduğu için SSM sadece tedarik sürecini yürütüyordu.

Genelkurmay Başkanlığı tarafından alınan kararları uyguluyordu. Ancak pastanın büyüklüğü Erdoğan’ın iştahını kabarttığı için zaman içerisinde Erdoğan gücünü konsolide ettikçe SSM savunma sanayinde daha belirleyici oldu ve 15 Temmuz sonrasında doğrudan cumhurbaşkanlığına bağlanarak, başkanlık seviyesine çıkartıldı. Üretilen milli silahlar ve SİHA’ların Suriye, Libya ve Dağlık Karabağ’da elde ettikleri başarılar siyasi söyleme güç kattı.

ERDOĞAN’I HEDEF ALDI

Aslında ABD çok akıllıca ve ustaca seçilmiş üzerinde çok çalışıldığı belli olan bir yol haritası ile SSB üzerinden dolaylı olarak Erdoğan’ı ve iç politik dengeleri hedef aldı. Geleneksel olarak Türk-Amerikan ilişkileri askerler üzerinden yürüyordu. ABD sivil ve askeri bürokrasiyi yeniden denkleme dahil etmek ve Erdoğan’ın elini zayıflatmak için SSB’yi hedef alarak alternatif çözümler konusunda askerlerin eline seçenek sundu. Bu da doğal olarak Türk-Amerikan ilişkilerinde askerlerin ve tecrübeli harice bürokratların önünü açacaktır. Zaten Pompeo’nun açıklamasında bu husus dolaylı olarak ifade ediliyor, yaptırımların hedefinin Türkiye’nin askeri gücü olmadığı ifade ediliyor.

Erdoğan, yaptırımları İsrail üzerinden aşabileceğini ve Musevi lobisinin desteğini alabileceğini düşünerek İsrail’e büyükelçi atadı ve ilişkilerin normalleştirileceğine yönelik bir hava oluşturdu. Ancak yine stratejide veciz bir şekilde ifade edildiği gibi stratejik hatalar taktik manevralar ile giderilemez.

Erdoğan 15 Temmuz sonrasında elini kuvvetlendirmek için düşen Rus uçağının diyeti olarak aldığı ve rivayete göre sözleşme gereğince test ettiği S-400’ler için yol ayırımına geldi. Önünde iki seçenek var. Birincisi ve en düşük ihtimalli olanı şantaj stratejisini seçerek İncirlik Üssü ve Kürecik Radarını kapatma seçeneğini masaya sürerek yaptırımları aşmayı veya hafifletmeyi deneyecek. Bu zamanın ruhuna aykırı bir hal tarzı olacağı için başarılı olma ihtimali yok. Diğeri ve en kolay olanı ise S-400’leri Putin’in isteyeceği tavizler karşılığında, yine Putin’in isteyeceği bir ülkeye satmak. Bu seçenek kısa vadede bir çözüm olsa da orta vadede eğer Türkiye NATO üyesi olarak kalmak istiyorsa ihtiyaçları karşılayamayacaktır.

Sonuç olarak Erdoğan için önemli olan kendi bekasıdır. Vereceği kararda bu dürtü belirleyici olacaktır. Koalisyon ortaklarına karşı elinin kuvveti daha cesur ve keskin kararlar almasına neden olacaktır.

medyabold

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder