27 Ocak 2019 Pazar

Halkbank’ın 22 milyarlık kredisi ‘zombi’ şirketlere gidiyor | Bahadır Polat

Son dönemde ekonomi sayfalarına sürekli borç haberleri düşüyor. En fazla gündeme gelen de vatandaşın ve şirketlerin borcu. Hatta bu konudaki son verileri bizzat Cumhurbaşkanlığı Bütçe Başkanlığı yayınladı. 4,6 milyon vatandaşın kredi borçlarını ödeyemez durumda olduğu tespiti vardı raporda. Şirketlerin borcu da artık herkesin malumu. 2018’de konkordato haberleri gelirken şimdi bunlara iflaslar eklendi.

Geçen hafta, Frida Gıda ve Pamukkale turizm gibi iki önemli firma iflas etti. Yaklaşık 300 milyar dolar döviz borcu olan özel sektör, geçen ocaktan bu yana iki katı daha fazla borçlu durumda, çünkü dövizde yaklaşık yüzde 50 artış oldu. Kazançları TL, borçları döviz cinsinden olan şirketler şimdi bu işin altından nasıl kalkacaklarını kara kara düşünüyor.

Elbette konu hükümetin de gündeminde. AKP hükümeti yerel seçim öncesi ekonomik sorunların oy kaybına yol açmasını istemiyor. Bu sebeple borç krizini çözmek için hemen her gün bir yönetmelik yayınlanıyor.

İşin tuhafı bu adımların hepsi de borçları artırmaya, vatandaşa ve şirketlere yeni borç yükleri getirmeye dönük hamleler. BDDK’nın geçen hafta yayınladığı yönetmelik tam bir “borcu borçla kapatma” adımı.

Bu yönetmelikle konut ve araç kredilerinde limitler yükseldi. Mesela enerji performansı A sınıfı konutlarda, konut değerinin yüzde 90’ı kadar kredi çekilebilecek. B sınıfı konutlarda ise oran yüzde 85 yapıldı. Yani cebinde 20 bin lirası olan vatandaş, gidip 200 bin kiralık konutu alabilecek. Tabi en az 10 yıl veya 20 yıl borçlanarak!

Aynı şekilde, yine krizdeki otomotiv sektörü için de kredi oranları yükseltildi. Fiyatı 120 bin liraya kadar araçlar için yüzde 70 oranında kredi kullanılabilecek. Yani cebinde 30 bin lirası olan vatandaş 120 bin liralık araca binebilecek.

Olmayan birikim ve olmayan gelirle lüks hayat! Bu filmin sonunu zaten her gün izliyoruz, ekonomi sayfaları batan kişi ve kuruluş haberinden geçilmiyor ama ne hikmetse senaryo hep aynı.

Sadece bu kadar olsa iyi. İhtiyaç kredilerinde de vadeyi 36 Aydan 60 aya çekti BDDK. Yani 3 yıldan, 5 yıla. Peki bu vadeyi kimin için getirdi? Kredi kartı borcunu ödeyemeyip takibe düşenleri kurtarmak için! Kredi ödeyememiş insanlara, o kredilerini ödesinler diye  daha uzun vadeli kredi vermek! Dahiyane bir fikir!

Peki, bu insanlar yeni kredilerini nasıl ödeyecek? Gelirleri mi arttı yoksa finansal becerileri mi? İşin bu kısmını soran var mı? Elbette yok çünkü hükümete seçime kadar bir rahatlama lazım. Onu da zaten alıyor. Ne pahasına, koca bir toplumun geleceğini ipotek ettirme pahasına…

Şirketler meselesi ise vatandaş meselesinden daha vahim durumda. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “müjde” diye duyurduğu ve Halk Bankası’nın zor durumdaki şirketler için vereceği 22 milyar liralık kredi, gördüğüm kadarıyla en sorunlu ve ekonomide “zombi” diye tabi edilen şirketlere gidiyor. Bu krediyi her şirket alamıyor, aracı banka şubeleri, ellerine gelen listelere göre kredileri açıyor. Tahmin edin bakalım kimlere kredi veriliyor. Evet bildiniz, AKP’ye yakın ama zora düşmüş firmalara.

Bunların önemli bölümü zaten bankalardan “kırmızı çizgi” yemiş şirketler. Demedi demeyin, seçimden sonra bu kredilerin de önemli bölümünün ödenemediğini ve hesabın “görev zararı” olarak Kamu Bankaları’na yani bütün vergi mükelleflerine yazıldığını da göreceğiz. O zaman da, kamunun kaynaklarının neden “müflis şirketler” için israf edildiğini konuşacağız! Görünen köye kılavuz gerekmez!

Son tahlilde AKP hükümeti, görev başında olduğu dönemde sürekli, “gelirle uyumlu harcama modelini” anlatan, bu amaçla kredileri ve taksitleri sınırlandıran Ali Babacan modelini tamamen terk etmiş görünüyor. Yıllarca tasarrufların azlığından şikayet eden AKP hükümetlerinin ekonomi bakanlarıydı, şimdi tasarruf yerine “çılgın bir harcama” modelini teşvik eden de yine AKP’nin ekonomi bakanları.

Aradaki tek fark Babacan modelinden, Damat modeline geçmiş olmamız…

Ne diyelim, milletimiz hayrını görsün…

GÖZDEN KAÇMASIN

Küresel ekonomiye yön veren bir kasabanın düşündürdükleri

Davos, İsviçre’nin kendi halinde kasabalarından biri. Onu diğerlerinden ayıran özelliği, dünya çapında üne sahip olması. Ekonomiyle az çok ilgili hemen herkes Davos’u bilir, en azından duymuştur. Türkiye’de hiç bilmeyenlerse, Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı dönemindeki meşhur “one minute” çıkışından hatırlar Davos’u.

Her yıl ocak ayında Dünya Ekonomik Forumu (WEF) bu kasabada gerçekleştiriliyor. Geçen hafta yine bir WEF haftasıydı ve küresel ekonomiyi nasıl bir geleceğin beklediği tartışıldı Davos’ta.

Bu yıl 49’uncu kez düzenlenen zirveye 110 ülkeden 3 binden fazla işadamı, siyasetçi, akademisyen ve sivil toplum kuruluşu temsilcisi katıldı ve 350’yi aşkın oturum gerçekleştirildi. İlgi eski yıllara oranla daha düşüktü ama bunda ABD’de hükümetin kapalı olması etkili oldu çünkü Amerikan yönetimi katılamadı.

Zirvenin ana konusu “Küreselleşme 4, Dördüncü Sanayi Devrimi Çağında Küresel Yapıyı Şekillendirmek” olarak belirlense de, WEF’in yıllık yayımladığı küresel risk analizine göre, iklim değişikliği ve sıra dışı hava olayları, dünya ekonomisinin karşı karşıya olduğu tehlikeler listesinin başında geliyor.

Bu sebeple iklim değişikliği zirvenin ana çerçevesini belirledi. Bu yıl, 92 yaşındaki meşhur İngiliz tabiat bilimci David Attenborough, Davos’un en yaşlı delegesi olarak iklim değişikliği konusunda iş dünyasının liderlerine ve siyasetçilere hitap etti.

Küresel ekonominin aktörleri iklim sorunlarına bu kadar ilgiliyken, (en azından öyle görünürken) iş dünyası ve siyasi liderlerin, özel jetleriyle İsviçre’nin Davos kasabasına gelmeyi tercih etmesi, tarihi bir çelişki olarak zirve tarihindeki yerini aldı.

Dünyanın en büyük jet şirketlerinden Air Charter Service’den yapılan açıklamada  2018’de, 2017’ye göre yüzde 11 artışla 1.300 jetin Davos Zirvesi için havalandığına dikkati çekildi. Şirket, aynı temayülün devam etmesi durumunda bu yıl dünya genelinden zirve için 1.500 özel jetin İsviçre’ye uçmasının beklendiğini duyurdu. Muhtemelen bu sene Davos’ta özel jet rekoru da kırıldı. Avrupa Birliği’ne göre, havacılık sektörü, dünyanın en hızlı büyüyen sera gazı kaynağı ve en büyük çevre kirleticilerinden biri kabul ediliyor.

Bu seneki zirvede benim aklımda yer eden cümle, Çinli E – Ticaret devi Ali Baba’nın kurucusu Jack Ma’den geldi: “Daima kendimden daha zekileri işe alırım. Akıllı insanları ancak kültür de değerler sistemiyle yönetebilirsiniz.”

Peki dünya ekonomisine yön veren Davos toplantıları nasıl başladı? Şimdi küçük bir yakın tarih turuyla Davos’a daha yakından bakalım…

Dünya Ekonomik Forumu’nun temelleri 1971’de ekonomi profesörü Klaus Schwab tarafından atıldı. 1938 yılında Almanya’nın Ravensburg kentinde doğan Schwab, 1971’de WEF’in altyapısını oluşturan Avrupa Yönetim Forumu’nu kurduğunda Cenevre Üniversitesi’nde çok az tanınan bir ekonomi profesörüydü.

Schwab’ın Avrupa Yönetim Forumu’nu kurmasındaki amacı yeteri derecede iyi performans sergileyemeyen Avrupalı şirketlere Amerikan tekniklerini anlatmaktı. 1973 yılının ana olayları olan Sabit Kur Sistemi, Bretton Woods’un çökmesi ve Arap-İsrail Savaşı, Avrupa Yönetim Forumu’nun yıllık toplantılarının şirket yönetiminden ekonomik ve sosyal sorunlara genişlemesine sebep oldu. 1974’te ilk defa siyasi liderler Davos’a davet edildi ve iki yıl sonra da dünyanın bin büyük şirketi için üyelik sistemi başlatıldı.

1987’de ise Avrupa Yönetim Forumu, Dünya Ekonomik Forumu (WEF) oldu ve dünyanın diyalog merkezi olmaya da başladı. 1988’deki yıllık toplantıda “Davos Deklarasyonu” Türkiye ve Yunanistan tarafından, bu iki ülkeyi savaş eşiğinden döndürmek adına imzalandı.

1989’da Kuzey ve Güney Kore ilk bakanlık düzeyinde toplantılarını yaparken, aynı yıl Doğu ve Batı Almanya Davos’ta birleşmeyi konuştu.

Schwab, çocukluğunda yaşanan II. Dünya Savaşı dönemindeki duygularının, dünyanın durumunu iyileştirmek amacıyla bir organizasyon kurması için ona ilham verdiğini belirtiyor. İsviçre’nin kayak merkezi Davos kasabasının güvenlik ve lojistik açısından dünyanın elitlerini toplamak için ideal bir yer olduğuna karar veren Schwab, WEF’in yıllık toplantılarını burada yapıyor.

WEF’e standart üyelik 60 bin dolar olarak belirlenirken, organizasyona stratejik ortak üyelik ise 600 bin dolara mal oluyor. Davos zirvesine katılmak içinde 27 bin dolar ekstra ücret talep ediliyor.

Görünen o ki, küresel ekonomide sorunların giderek büyüdüğü “ticaret savaşları” çağında, WEF ve Davos’un belirleyiciliği devam edecek.

 

NOT DEFTERİ

Bütün şirketlerimiz bir “Google Amca” bile etmedi!

Dünyanın en değerli markaları her açıklandığında, “Türk şirketleri bir ısırık elma etmedi.” tadında çok haber okumuşsunuzdur. Hisseleri Borsa İstanbul’da (BIST-100) işlem gören bütün şirketlerimizin, bir Kaliforniyalı Apple kadar değeri olmadığını okumaktan hepimiz bıktık usandık artık!

Onun için ben bu yazıda haberi biraz değiştireyim. Borsa İstanbul’daki bütün şirketlerin değeri bir Amazon, hatta bir Google etmiyor! Nasıl fark oldu mu? Daha iyi hissettik mi şimdi?

Evet küresel markalar Liginde Amerikan markaları, daha çok Kaliforniyalı olanlar, aralarındaki top çevirmeye devam ediyor.

“Dünyanın En Değerli 500 Markası” araştırmasında, iki yıldır zirveye, on line satış devi Amazon yerleşti. 188 milyar dolar marka değerine ulaşan Amazon’u, 154 milyar dolarla Apple, 143 milyar dolarla Google takip ederken, Türkiye’den hiç bir marka ilk 500’e giremedi. Borsa İstanbul’un piyasa değerinin 140 milyar dolar olduğu dikkate alındığında, bizim borsamızda işlem gören şirketlerin piyasa değeri, bir Amazon, bir Apple hatta bir “Google Amca” bile etmiyor.

Hadi ilk 10 veya ilk 100’ü geçtim, ilk 500’e bile tek marka sokamadan nasıl “küresel güç” olmayı hayal ediyor ki bu ülke! Hem de markalar çağında…

Brand Finance’nin ilk 500 listesine son sıralardan giren markaların piyasa değeri, 4,2 milyar dolar civarında. Yani bizim 4 milyar dolarlık bir markamız bile yok henüz. Bir de Çin’e bakalım. İlk 500’de, sıkı durun tam 72 Çin markası var. Japonya bile 32 şirketle bu listede yer alıyor. Çinliler, 191 marka ile listeye giren ABD’nin ardından ikinci durumda.

Hani şu, “Çin Malı” tabiri ile ürünlerini küçümsediğimiz ve kalitesizliğine vurgu yaptığımız Çin markalarından bahsediyoruz!

Anlaşılan, ekonomide küresel güç olmak için hamaset ve kuru sıkı milliyetçilikten çok daha fazlasına ihtiyacımız var!

 

EKONOMİ SÖZLÜĞÜ

Ayı Piyasası

Piyasalarda karamsarlığın arttığı ve fiyatların uzun bir süre daha düşüş trendinde olacağı beklentisinin oluştuğu piyasaya, finansal literatürde “Ayı Piyasası” deniliyor. Bu piyasada yatırımcılar, ellerindeki menkul kıymetleri, gelecekte daha düşük bir fiyattan alabilecekleri beklentisi ile satarlar.

Bir finansal ürünün ayı piyasasına girdiğini söylemek için, öncelikle ana trendin aşağı yönlü (düşüş trendi) olması gerekmektedir.

 

RAKAMLARIN DİLİ

2017 verilerine göre dünyada en fazla patent başvurusuna sahip ilk 10 şirket ve patent sayıları

(Türkiye’nin bütün şirketlerinin toplam patent başvuru sayısının 1.235 olduğu bilgisiyle birlikte okunmalı)

  1. Huawei (Çin) / 4 bin 24 adet
  2. ZTE (Çin) / 2 bin 965 adet
  3. INTEL (ABD) / 2 bin 637 adet
  4. Mitsubishi Electric (Japonya) / 2 bin 521 adet
  5. Qualcomm Incorporated (ABD) / 2 bin 163 adet
  6. LG Electronics (Güney Kore) / 1.945 adet
  7. BOE Tecnology Group (Çin) / 1.818 adet
  8. Samsung Electronics (Güney Kore) / 1.757 adet
  9. Sony Corporation (Japonya) / 1.735 adet
  10. LM Ericsson (İsveç) / 1.564 adet.


BAHADIR POLAT
Yazının Kaynağı: BAHADIR POLAT – kronos news https://kronos11.news/tr/halkbankin-22-milyarlik-kredisi-zombi-sirketlere-gidiyor/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder