30 Nisan 2020 Perşembe

ve Gönüller Rikkatle Çarparken | Çağlayan Dergisi

Bu mübarek günler ve geceler, her şeye ve herkese kendi rengini, kendi tadını ve kendi şivesini katar; kucakladığı her şeyi yumuşatır, hülyalaştırır ve tasavvurlarımızı aşan derinliklere ulaştırır. Çarşı-pazar, ev-mabet, okul-kışla hemen her yerde sezilen derin bir büyü, mü’minlerin simalarında parıldayan uhrevîlik, bakışlarından süzülen ilâhîlik.. ve bilhassa gece saatlerinde gözlerimizin içine gülen rengârenk ışıklar, bize hep bir başka buudda yaşıyor olmanın nağmelerini fısıldarlar. Evlerinde, işyerlerinde, mabetlerde gördüğümüz, karşılaştığımız her sima, hep bir vuslat yolculuğu yaşıyor gibi, yer yer aşk u melâlle, zaman zaman da ümit ve beklentilerle dalgalanır ve bir duygu çağlayanı hâline gelerek sonsuza akar.

Hele, gönüllerimizde ibadet ü taat coşkusu arttıkça, her şeyi daha farklı duyma ve yaşama kabiliyetimiz de âdeta köpürür ve bizi kendi ummanı içine çeker. Böyle anlarda, cismanî rabıtalarımız bütün bütün zayıflar, ruhlarımız gündelik alâkalardan kurtulur ve kendimizi, topyekün varlığı rasat edeceğimiz bir noktaya yükselmiş sanırız. Artık, ovaları-obaları, dağları-bayırları, içinde neş’et ettiğimiz evleri, ikliminde ahirete hazırlandığımız ibadethaneleri; hâsılı canlı-cansız her şeyi O’nun ellerinden akıp gelmiş güzellikler olarak kucaklar, sever, oksijen gibi ciğerlerimize çeker ve “oh” ederiz.

Her zaman bir ışık tufanı gibi doğan bu nurlu gün ve gecelerde, mü’minlerin oturuş-kalkış ve umumî edalarında büyüleyen bir iman, bir mârifet, bir aşk ve bir ledünnîlik tüllenir.. iman, mârifet ve aşkla beslenen ruhanî hazlar, bütün maddî zevklerin ve lezzetlerin önüne çıkar.. herkes kendi irfan eksenine göre bir mukaddes ufka doğru yol almaya başlar.. bu yolda, her gün katettiği merhalenin sonunda küçük bir vuslata ulaşır ve bu mübarek seferini âdeta taçlandırır. Ruhlarını, her gün böyle bir vuslat ve bütün bu vuslatların çağrıştırdığı büyük visalin hülyalarıyla besleyenler, duygularına akan güzelliklerden, ibadetlerin bağrında tomurcuklaşan ümitlerden, bütün inanmış gözlerde ve gönüllerde çağlayan mânâlardan elde ettikleri hazlarla ledünnî bir sessizliğe gömülür, kendilerini ötedeki buluşmanın rüyalarına salar ve füsunlu bir ırmak içinde yüzüyor gibi zaman üstülüğe açıldıklarını sanırlar.

Artık ruhların aradığı haz denizine ermiş bu tâli’liler, her an gönül gözlerinde ayrı bir büyü ile tüllenen ledünnî güzellikleri ve Sevgili’nin bakışlarında açılan çiçekleri, O’nun cemâlinden akseden ışık hüzmeleri gibi duyarlar.. duyar ve âdeta kendilerini çeşit çeşit meyvelerle, güllerle, çiçeklerle üfül üfül esen bir bahçede bulur ve kopardıkları meyvelerin, güllerin, çiçeklerin üzerinde, bir ömür boyu eşiğine baş koydukları Zât’ın istikbalinin, ikramının sıcaklığıyla kendilerinden geçerler. Hatta burada ulaşamadıkları bazı nimetlerin, değişik bir buudda vaad esintileri ve mükâfat dalga boyuyla akıp geldiğini seziyor gibi duygu dünyalarında Rahmeti Sonsuz’un o derin ve ezelî şefkatiyle kucaklaştıklarını hissederler. Bu ruh hâletiyle, hayatı daha değişik duyar, daha içten sever, çevrelerinde O’nunla irtibatlandırabildikleri her şeyi rikkatle kucaklar, sevgiyle okşar ve tıpkı bir gül gibi koklarlar.

Kadınlar-erkekler, gençler-ihtiyarlar, bilenler-bilmeyenler, düz insanlar-bilgeler bu aydınlık gün ve gecelerde zariflerden zarif halleri ve incelerden ince tavırlarıyla masallarda olduğundan daha parlak bir şekilde bu mübarek zamanın mânevî güzelliklerine bürünür, inanmış olma mehabetini bir peçe gibi yüzlerine asar, gözlerini ötelerin ışıklarıyla açar-kapar, gezdikleri her yere kendi koku ve boyalarını çalar, duygularının derinliklerinde âdeta uhrevîleşir ve birer melek kesilirler. İnsan onların çehrelerinde, minarelerdeki mahyaları, sokaklardaki kandilleri, sanki onların süzülmüş bakışları, saçılmış incileri, dağılmış duyguları sanır; sanır ve onları, hayalinde ruhanîleri resmettiği gibi görür.

Evet, iman, aşk, arzu ve hülyaların; ümit, lezzet ve vuslatların dalgalandığı bu temiz simalar, müştak, hayran, mutlu ve sessizdirler; ama ruhlarındaki mânâları duyuran tavırları, davranışları, bakışları her zaman çevrelerine, insanda lâhûtîliğin erişilmez bir buudu gibi tecelli eder ve sezip anlayanları âdeta büyüler.

Bazılarımız bu aydınlık mevsimde, her zamanki dar mantıklarımızdan sıyrılarak, bir kudsî âleme davet edilmiş gibi kendimizi sevinç, coşku, heyecan ve ağlamaya salarız.. bazılarımız yıldızlar arasında, ayla-güneşle atbaşı, bir seyahate çıktığımızı tahayyül eder ve soluklarımızın meleklerin soluklarına karıştığı zehabına kapılırız. Öyle ki, gönüllerimiz olabildiğince yumuşar, gözlerimiz yaşarır; içimizde çok defa mevcudiyetlerini hissettiğimiz kördüğümler gevşer ve nefsin ukdeleri çözülür; derken gözyaşlarımız ruhumuzun derinliklerine sinmiş bütün problemleri önüne katar, sürükler ve vicdanlarımız “Oh elhamdülillâh!” der.

Herkes, kendi gönlünü dolduran mânânın enginliği ölçüsünde, o “ân”a kadar, cismaniyetinin baskılarından ötürü görmeye muvaffak olamadığı bir kısım derinlikleri hissetmeye başlar; gençler güç, kuvvet ve zindeliklerinin hakkını verme duygusuyla şahlanır.. orta yaşlılar tecrübe ve bilginin ruhlarında hâsıl ettiği temkine göre daha rantabl olmaya çalışır.. ihtiyarlar, ebediyete, ebedî saadete ve ruhların uçuştuğu âlemlere hazırlanma duygusuyla coşar.. ve herkes kalbinin gözlerini açar, sanki o “ân”a kadar tam duyup hissedemediği kendi kaderini duyar, kendi tâli’iyle sevinir veya kederlenir ve kendi istikbaline yönelir; gözleri, içinde bulunduğu zamanın vaad ettikleriyle güler ve yüzü buğu buğu mânâlarla derinleşir.

Cami ve minarelerde yükselen şeâiri ilan sesleri bu umumî ahvale ayrı bir tat, ayrı bir zenginlik katar.. öyle ki, artık esen rüzgârdan yağan yağmura kadar her şey O’nun kokusuyla yüzlerimizi yalar geçer ve gönüllerimize ölümsüzlük iksiri gibi siner. Hele seher yeli! Hele seher yeli! O, sonsuzluktan bir nefes gibi kendini hissettirir.. O’ndan bir haber ve bir lütuf gibi yüreklerimizi hoplatır; hoplatır, zira ona böylesine yöneldiğimiz bu büyülü dakikalar, iman, aşk ve ümitlerimiz sayesinde, ebediyet gerçeğinin usâreleri gibi gelir, gönüllerimize boşalır; ruhumuzun derinliklerinde tûbâ-i Cennet tomurcuklarınımeyveye uyarır ve bizi hep kalbimizdeki Cennetlerin yamaçlarında dolaştırır.

Allah her zaman güzel ve lütufkârdır; ama biz, belli zaman dilimlerinde bu mânâyı daha bir derince hissederiz. Evet, ruhlarımızın bahar faslı sayılan bazı mevsimlerde O, kalbimizin bütün heyecanını kendine çeker.. güzelliğini, cazibesini mukavemet edilemez bir seviyede hissettirir.. ve bizi her an ayrı bir lütufla yeniden bir kere daha ihya eder. Ben, bu mübarek gönüllerde, bu yolla duyulan zevk ölçüsünde başka bir zevkin bulunacağına ihtimal vermiyorum.. vermiyorum, zira bu ruhanî zevk, insandaki ilâhî aşk ve alâka ile, Rahmeti Sonsuz’un ihsan dalga boyundaki teveccühlerinden kaynaklanmaktadır. İnsanın aşk ve alâkasının yürekten ve ebedî olması ölçüsünde, O’nun teveccüh ve ihsanları da sınırsız ve nâmütenâhidir.

 



Yazının Kaynağı: Çağlayan Dergisi https://caglayandergisi.com/2020/05/01/ve-gonuller-rikkatle-carparken/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder